kamal atatürk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kamal atatürk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Şubat 2020 Perşembe

KAMAL ATATÜRK











KAMAL   ATATÜRK  /  Ogün Deli/ ALTER YAYINCILIK/ Yayın Tarihi: 2013-10-01 / ISBN: 6054745814 / Sayfa Sayısı: 230 / Boyut:  13.5 x 21 cm
Atatürk ve ailesine ilişkin saldırıların altında ne yatmaktadır? Kimler bu saldırıları ne amaçla yapar? Ve bu saldırılara ortam hazırlayanlar kimlerdir? Neden farklı farklı şecereler hazırlanır? Şecere yazanların arasında oluşan çelişkilerin sebebi nedir? Ali Rıza Efendi`nin tahrif edilen fotoğrafı ve günümüzde getirilmiş son hali, Tarihi kimler Tahrif ediyor? Atatürk`ün "Şemsi Efendi  Mektebi"nden  mezun olduğunu söyleyen tarihçiler aslında bu okulun Atatürk okuduğu dönemde "Selanik Terakki Mektebi" olduğunu bilmemekte midirler? Atatürk`ün son yıllarda kullandığı isim "KAMAL"dır. neden Mustafa Kamal Atatürk demiyoruz? Atatürk`ün vasiyetnamesindeki imza ile Noterde vermiş olduğu imza aynı değildir. Yani vasiyetname sahtedir. Atatürk krallığını ilan etti mi? İngiliz basınında ve dünya basınında yayınlanan haberler neden kaynaklandı?





                    
SANA DA SELAM OLSUN, YÜCE ATATÜRK!






Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir.
Fikirlerimi inkâr edenler ve beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar, benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir.
Fakat ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidirler ki bu fikirler, Hint'ten, Mısır'dan döner dolaşır gene gelir, verimli neticeleri kalpleri doldurur.

Mustafa Kemal ATATÜRK
1937 (Atatürk'ten B.H., S. 6, 128)













 “KAMAL ATATÜRK”

OGÜN DELİ
                                         (ORPARS)







“Sevgili anneciğim, EMİNE DELİ (mekânı cennet olsun) ve Babacığım,  MEHMET DELİ’ye ithaf ediyorum…”





















İÇİNDEKİLER
Önsöz
Giriş
  1.BÖLÜM:  Çelişkili Tarihler Tahribatlar
 -Atatürk’ün Şeceresinde İlk On Yılına ait Çelişkiler
-Ali Rıza Efendi’nin Yaşamına İlişkin  Bilgilerde  Yapılan Tahribatlar
-Ali Rıza Efendi’nin Fotoğrafı’nın Tahribatı
-Google’de yer alan Tahrifatlı  Ali Rıza Efendi Resimleri
-Zübeyde Hanım Hakkında
-Atatürk’ün Doğumu
-Ali Rıza Efendi- Zübeyde Hanım
-Atatürk’ün Kardeşleri
-Okul Hayatında ki Tezatlar
-Askeri Rüştiye’ye Girişi
-RAPLA ÇİFTLİĞİ
-Genel Değerlendirme
İKİNCİ BÖLÜM    KAM(A)L ATATÜRK
-Kamal Atatürk
-Atatürk Krallığını İlan etti mi?
-Osmanoğullarıyla ilgili T. C.  Yasaları
-Abdülmecid Efendi’nin Halife seçilişi (18 Kasım 1922)
-Sultan Vahidettin’in Kaçtı (mı?) Gitmesine göz yumuldu  
 (mu?)   (16–17 Kasım 1922)
-Saltanatın Kaldırılması (30 Ekim)
-Lausanne (Lozan) Barış Konferansı 21 Kasım 1922–24
 Temmuz 1923)
-Atatürk’ün Kullanmış olduğu  Kamal Mührü
 Kamal Atatürk
-Atatürk İmzası bulunan  mühürler kullanırdı ve birçok   
 yerde  sahte imzası kullanıldı Bunlardam biride vasiyet
 namesidir.
-Vasiyetinde ki imza Atatürk’ün mü?
-Kemalizm nasıl ortaya çıkıyor
-Acı sonuç Kemalizm 1953 CHP Kurultayında Tüzükten
 çıkarılmıştır
-BİR İDDİA- V.Mehmed Reşad’ın oğlu Atatürk(!)
-Atatürk’ün yaşayan akrabaları ve çelişkili şecereler
-V.Mehmedin ilan edilmeyen oğlu Şehzade  Kamal
-Osmanlı Şehzadeleri
-V.Mehmed Reşad (1844–1918)
-Atatürk’ün V.Mehmed Reşad’dan aldığı Madalyalar
Ek:1/ Kamal Atatürk mührü
EK DOSYALAR:
     1-Muhsin Yazıcıoğlu Atatürk’ün Akrabası mı?
      2-Ali Güler’in Atatürk Şeceresi
Kaynaklar






ÖNSÖZ

Dünya Tarihini değiştiren insanların ve toplulukların hayatları ve yaşamları her dönem ilgi odağı olmuş  bu konuda birçok masal ve efsaneler üretilmiştir.
Bu doğal olarak topluluklar ve şahıs hakkında kindar hane[1] bazen de koruyucu olabilmektedir.
Uzun tarih yolculuğu içerisinde tanımadığımız ve asla yüz yüze gelmemiz mümkün olmayanların yanında yine tarih olacaklarla yaşamak aslında fark etmediğimiz ve önemli sorularında ortaya çıkmasına vesile olmaktadır.
Günümüzde kimlikleri ve nereden geldiklerine dair şüphe taşıyan insanların yönetimi altında bulunmak birkaç nesil sonrada bu insanların ve toplulukların gelecek nesillerimiz açısından tarih kitaplarında yer aldıkları pozisyonlar bu konunun ne kadar hassas ve önemli olduğunun altını çizmektedir.
Mustafa Kemal Atatürk’e ilişkin son yıllarda yapılan çalışmalar ve bu konuda yazılanlara baktığımızda sürekli devam eden ve “DUR” demesi gerekenlerin sessiz duruşlarının arkasında farklı nedenler aramak yerine bu konuda yazan ve araştırmalar yapanların namuslu bir şekilde bilgilerini Yüce Türk Milletine açması zorunluluğu doğmaktadır.
Mustafa Kemal Atatürk sadece bir kesimin ya da insanların kontrolünden acilen çıkarılıp Yüce Türk Milleti’nin bağrına bırakılmalıdır.
Onun asıl bulunduğu ve asırlarca da bulunacağı , hak ettiği yer burasıdır..
Siyasi partilerin ya da cemaatlerin siyasi propagandası olmaktan uzaklaştırılmalıdır.
Bu kitap içerisinde okuyacağınız tüm bilgiler aslında var olan bilgilerden çıkarılmış ve kamuoyunun önüne konulmuştur.
Bu bilgileri yıllarca yayınlayan ve yazanların yanında Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başbakanlık ve Genelkurmay Başkanlığı başta olmak üzere tüm devlet birimlerinin geçmişten günümüze kadar bu ağır sorumluluğun ortağı olduğu izlenmiş ve bu kurum ve kuruluşların onurlu bir şekilde görevlerini yerine getirme zamanı gelmiştir.
Yıllarca Atatürk’e hakaret edenler ve onun üzerinden prim yapanların artık tek tek maskeleri aşağıya indirilerek yıllarca yaptıkları bu sömürüyü Yüce Türk Milletine açıklayacaklardır.
     Burada hemen bir noktayı da tarihi bir not olarak düşmek isterim.
     Yazarlık Allah’ın kullarına bahşettiği mesleklerin en kutsalıdır. Ve yazı yazan kalemlerin ve düşünen beyinlerin ahlaklı ve dürüst olması bu sebepten ötürü son derece önemlidir.
    Bunları neden mi diyorum. Malatya dosyası ile ilgili olarak bir yazar (öyle dedikleri için) gerekli incelemeleri ve araştırmaları yapmadan kamuoyunu yanıltmış ve yanlış bilgilendirmiştir.
     Bunu not etmekte ki gayemiz bu mesleği içra edenlerin Kamuoyuna karşı olduğu kadar tarihe karşı da sorumlulukları olduğu ve terbiye kurallarını hiçe sayarak bu kutsal mesleği içinden çıkılmaz bir hale getirmelerini asla kabul edilemeyecegini buradan tekrarlamak isterim.
Son olarak, bu eserlerin hazırlanmasında bana katkı ve destek veren Gazi Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi’nin çok değerli hocaları ve onların asistanlarına,  eşime, çocuklarıma her daim vefalı duruşlarıyla beni ayakta tutmaya çalışan dostlarıma ve ismini yazamayacağım birçok dostlarıma teşekkürü borç bilmekteyim.
Bu kitapların hazırlanması aşamasında birçok uzman yer almıştır. Onların tabii bu kitaplarda isimleri maalesef yer almamaktadır. Onları da saygı ve sevgiyle verdikleri destek için ayrıca teşekkür ederim.
                                                          OGÜN DELİ
                                      (ORPARS)














GİRİŞ
    Elinizde tutmuş olduğunuz  eserin ilk öncü kitabı, 2008 tarihinde Ankarada mevcut Cantekin matbasında basılan “Anıtkabirin Gözyaşı” kitabıyla verilmiştir.
     İlk baskı adedi 5.000 adet olarak basılmıştır. Daha sonra 2013 yılında Alter yayınları arasında ilave yeni bilgiler ile “Kamal Atatürk” ismiyle çıkmıştır.
    Aslında birbirini tamamlayan bu iki farklı eserin son baskılarda birbirlerinden ayrılıp farklı iki eser olarak yayınlanması yazar tarafından uygun görülmüştür.
    Bunun sebepleri elbette ki yazarın kendi isteği olmakla birlikte, bir yerde de zorlayıcı nedenlerden kaynaklanmıştır.
    Atatürk’ün gerek hayatta iken ve vefatından sonra manevi şahsına yönelik saldırıların hala günümüze kadar sürüyor olması tesadüfü bir konu olması mümkün değildir...
    Yapılan bu saldırıların plan ve proğram içerisinde süre geldiğini anlamak ise oldukça güç değildir.
    Anıtkabirin Gözyaşı kitabında bu saldırıların bir kısmını örnek olarak okuyucuya sunmuş ve bu saldırıların aslında “ATATÜRKÇÜYÜM”  diyenlerle  “ATATÜRK DÜŞMANIYIM” diyecek kadar açık kin ve nefretini ifşa edenlerin aynı karakter ve kimlik içindeki kişi yada kurumlarca yapıldığını artık tesbit etmiş durumdayız.
   Kamal Atatürk  kitabında ise bu saldırıların içeriklerine girmeden bu saldırılara neden olan unsurlar ve unsurların hedefleri yer almaya başlamıştır.
   Bu eser aracılığıyla bir cümlede eklemek istiyorum. Atatürk’ü yıllarca kendi çıkar ve menfaati için kullanan bu sebeple makam ve şöhret kazanmayı kendine adet edinmiş olanların zaman zaman yazdıkları eserler (Şüpheli) incelediğimiz vakit şunu gördük ki bilgi sahibi yada akademik kariyer sahibi olmak bazen yeterli olmamaktadır.
    Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kurucusu, Ulu Önder, Şehit Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, hakkında ve Cumhuriyetimize yönelik saldırılar her geçen gün bir yenisi eklenerek artmaktadır.
    Yapılan bu saldırıların merkezinde; Atatürk’ün ailesi ve kendisi yer aldığı gözlenmektedir.
    Türkiye Cumhuriyeti Devlet’ini kuran Yüce Türk Milleti ve onun ebedi önderi, Mustafa Kemal’e karşı yapılan bu saldırıların arkasındaki planın iyi tahlil edilmesi gerekmektedir, yapılan bu saldırılar aslında Atatürk’ümüzün şahsına ilişkin değil, onun şahsı kullanılarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onun Yüce Milletine karşı yapılmaktadır.
    Çünkü Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devletiyle şahsı bütünleşmiş iç içe girmiş dünyadaki tek liderdir.
   Fakat bu saldırıların temelinde yatan ana konuya indiğimizde, aşağıda vermeye çalışacağımız örneklerde de görüleceği üzere, Atatürk’ün biyografisinde verilen bilgilerin sağlıklı olmaması bu bilgilerin aktarılmasını yapan yazarların da kendi içlerinde çelişkiye düşmüş olması öncelikle dikkat edilmesi gerekli konuların başında gelmektedir.
   Yaşanılan bu sıkıntıyı dile getiren Sadi Borak şunları söylemekte;
   “Hazırlamakta olduğum ‘Açıklamalı Atatürk Kronolojisi’ için otuz yıl evvelsinden bu yana Ulusal Kahramanımızın yaşam öyküsü ile ilgili yüzlerce eseri fişledim.
     Bu fişler kronolojik bir sıraya girdiği zaman gördüm ki Ulusal Kahramanımızın yaşamının çeşitli aşamalarını oluşturan pek çok olayın tarihleri birbirini tutmaz bir karışıklık içindedir.
    Sadece Harbiye’ye girdiği 1899 tarihi ile Anadolu’ya geçtiği 1919 tarihi arasında geçen 20 yıllık yaşamına eğilecek bir araştırıcı; karşısına çıkan birbirini tutmaz tarih rakamları karşısında bunalıp kalacak, içinde bulunduğumuz yüzyılda yaşamış, özellikle 7 yaşından sonraki elli yıllık yaşamına tanık olmuş pek çok kişinin hâlâ sağ olduğu bir dönemde, vatan kurtarmış bir Ulusal Kahramanın yaşam öyküsünün niçin böylesine birbirini tutmaz bir kargaşa haline getirilmiş olduğuna şaşacaktır ”[2] demektedir.
   Bu bilgilerdeki çelişkiler Cumhuriyetimize karşı yıkıcı tavırlar içine girmiş olan kesimlerce çok güzel kullanılmaktadır.
   Bunca haksız saldırıya karşın, Yüce Türk Halkı ile olan kökleşmiş bağlarını Atatürk’le koparmaya çalışanlar her denemelerinde yine Yüce Türk Milletini karşısında görmüş ve görmeye de devam edecektir.
   Yüce Türk Milletinin Dincisinden, dinsizine ya da diğer felsefik fikir sahibi olan kesimlerle temelde hiç bir problemi yoktur.
   Yada şöyle dersek; Ülkemizde “Atatürkçü” olduğunu söyleyenler ne kadar “ Atatürkçü” ise yine bu ülkede “Ben Müslüman’ım” diyenlerde o kadar “Müslüman’dır”
   Bunların birbirlerinden hiç bir farkları yoktur.
   Aşağıda okuyacağınız belgeler sadece bir milletin kaderi değil o kaderi yönlendirenlerin ne kadar alçakça saldırılarla karşılaştıklarının delilidir.
   Ayrıca aydınlarında ne kadar namuslu ve cesaret sahibi olmaları gerektiğini vurgulamak için iyi birer örnek teşkil etmektedir.
   Atatürk hakkında yapılan saldırıların başında ailesi ve şeceresine ilişkin bilgiler ilk göze çarpanlardandır. “Atatürk Nasıl Öldürüldü?” Kitabımızda konuya ilişkin bir giriş yapmıştık.  Doğal olarak her fikrin kabul edeni olduğu gibi karşı çıkanı da olacaktır.
      Bunun aksini düşünmek yanlış olur. Bizim buradaki amacımız Yüce Türk Halkının bu aktarılan bilgileri iyi tahlil etmesi ve çevresinde yaşananları sağlıklı bir şekilde gözlemlemesidir.
    2004 yılında Agoni kitabımla Atatürk’e ait yazıların içerikleri ve konularında ki zenginlikler arttış göstermiştir. Bu Agoni kitabının başarılarından sadece bir tanesidir.
    Fakat o tarihden günümüze kadar gelen süreçte Türk Silahli Kuvvetleri başta olmak üzere devletin çeşitli kurumlarından kitaba karşı takınılan olumsuz tavır hep dikkatimi çekmiştir.
      15 Temmuz Olaylarından sonra FETÖ Terörö örgütünün Atatürk Düşmanlığının beni ne kadar etkilediğini bugün daha rahat ve anlaşılır olduğunu görmekteyim.
    Bilindiği gibi FETÖ terör örgütü Atatürk Düşmanlığıyla da anılmaktadır. Oysa Atatürk Kuran-ı Kerimde gecen Asr Suresinde, “Yemin ederim zamana:İnsanlar hüsranda. Ançak şunlar  müstesna : İman edip makbul  ve güzel işler yapanlar, bir de birbirlerine  hakkı ve sabrı tavsiye edenler”[3] anlam bulan işler yapmıştır.
    Bu sebepten ötürü FETÖ Örgütünün de Müslümanlığı sorgulanmalıdır.
      Bunlara ilave olarak hangi sıfat veya akademik kariyer sahibi olursa olsun öncelikle şahsım olmak üzere tüm yazı yazan kalemlerin tek tek sorgulanması ve gerekli eleştirilerini vicdanlarında yapmaları gerekir.
   Birde bu kitapları yazanların hangi görüş ve fikirde olurlarsa olsunlar, kimler oldukları, isimleri, kimlikleri sorgulanmaya muhtaçtır.
    Bilgi aktarımını yaparken karşımıza çıkan metinleri ne kadar dikkatli okumamız gerektiği vurgulamasının yapıla bilmesi için bazı metinleri uzunca aldım.
     Bunun sebebi de okuduklarımızı aslında yeteri kadar denetlemediğimiz, sorgulamadığımız gerçeği ile birlikte bize bu bilgileri aktaran hangi sıfat ve akademik kariyer sahibi olursa olsun nasıl yanlışlar yaptıklarının ortaya çıkmasını sağlamaya yöneliktir.
    Tabii ki o kadar çok metin var ki, hepsini buraya aktarmamız mümkün değil, sadece konunun öneminin kavranması için birkaç örneği buraya taşıdık bunun genellemesini okuyucu kendisi yapacaktır.








                                 1.BÖLÜM

             ÇELİŞKİLİ TARİHLER / TAHRİBATLAR



                      
                                           Ali Rıza Efendi














ATATÜRK’ÜN ŞECERESİNDE  İLK ON YILINA
      AİT   ÇELİŞKİLER

    Atatürk’e ait günümüze kadar gelen ve hala yazılmaya devam eden şecere ve şemalarda dikkatle bakıldığında yaşamının  ilk on yılına ait olan dönemi açık değildir.
     Bu kapalı dönemin aslında olmasının sebepleri vardır. Ama onun  saldırılara uğramasına gerek kalacak sebeplerle bağı olmamaktadır.
     Kötü niyetli kişi ve kurumlarda aslında bu yazdıkları ve söylediklerinin gerçekle ilişkisi olmadığının farkındadır.
    Nitekim ortaya  belge diye koydukları bir çok kağıt parçasının aslında düzmece belge oldukları  ortaya çıkarılmıştır.
     Asıl sorun bu belgeleri gerçek gibi alıp  hiç bir araştırma ve incelemeye gerek duymadan , ön yargı ile kabul eden  bu konuda şehir efsaneleri ve dedikoduları yayanların bilgisizliğidir.
    İşte bu  sahte bilgileri ortaya koyanlar bu cahil yada yarı beyinli kişileri çok güzel organize etmiş ve bu yalan bilgilerin ve belgelerin gerçek olduğu zaman içerisinde taraftar bulmuştur. Aslında gerçekler hiçde böyle değildir.
    Bunlara ilave olarak binlerce Atatürk eserini yazan ve bu konuda da isim yapmış olanların dahi günümüzde bu yanlışlıkları yapıyor olması gerçekten düşündürücü ve üzücüdür.
    Atatürk hakkında yapılan saldırıların merkezinde öncelikle ailesi ve milleti hep dillendirilmektedir.
    Bu konuyla ilgili metinler “Anıtkabirin Gözyaşı “ eserimizde genişce dile getirilmiştir. Arzu edenler bu eserden bu konuyu takip edebilir.
    Biz burada ailesi ve aile fertleriyle ilgili başka bir konuyu inceleyeceğiz.
    İnceleyecegimiz ilk kişi Ali Rıza Efendi’dir. Ali Rıza Efendi bilindiği gibi Atatürk’ün babasıdır.
    Bu konuda o kadar çok garip şeyler söylenmiş ve dillendirilmiştir ki bir zaman sonra bu yanlış bilgilerin artık gerçek bilgiler göz ardı edilerek tahribata varaçak hale gelen bilgi ve belgelerin yeni yeni üretildiğini görmekle birlikte, Atatürk sevdalı yazarlarımız tarafından dahi bu tahrip edilmiş belgelerin kullanılıyor olmasını görmek bize artık cinnet geçirme noktasına getirmiştir.





ALİ RIZA EFENDİ’NİN YAŞAMINA İLİŞKİN      BİLGİLERİNDE   YAPILAN TAHRİBATLAR


    Ali Rıza Efendi ile ilgili bilgilerde ilk verilen ve kamuoyu tafafından da bilinen Selanik’te Evkaf Katipliği yaptığıdır.
     Bu tüm Atatürk şecere bilgilerinde geçen temel konudur. Ve şöyle dile getirilir.
   “Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi önce  Selanik’te  evkaf  katipliği yapmıştır. Atatürk onu  az hatırladığını söylemekle birlikte...”[4] Denilmektedir.
     Yukarıda dikkat edecek olursak Atatürk’ün babasını çok küçük yaşlarda kaybettiği için çok az hatırladığı vurgulanmaktadır.[5] Ve Ali Rıza Efendi’nin Osmanlı Devleti sınırları içerisinde bulunan Selanik’te, bu dönemde de  devlet memuru olduğu anlaşılmaktadır.
     Yani Osmanlı Devletinin resmi arşivlerinden Ali Rıza Efendi ile ilgili kayıtlara ulaşmamız mümkündür.
      Devamında ise; “ ....1876’da Sırbistanla  savaş başladıktan  sonra  Selanik’te gönüllülerden  bir  Asakir-i  Milliye  taburu kurulmuş ve Ali Rıza Efendi onda mülazımı evvel  (üst teğmen) olmuştur...”[6]
     Yine buradan da anlaşılmaktadır ki bahsi geçen Ali Rıza Efendi. Devlet görevi dışında da Asker olarak Osmanlı ordusunda yer almıştır.
     Son olarak da bilindiği gibi kereste ticareti ile geçen hayatı dile getirilmekte, genelde cümleler şöyle bitirilmektedir, “Kereste ve tuz ticaretinde  iki kez batan Ali Rıza  tekrar Rüsumat  memurluğuna alınmayınca  içmeye başladı. Üç yıl hastalık çektikten sonra  öldü...”[7]
   “Ali Rıza Efendi Gümrük memurluğundan istifa ederek , Cafer Efendi adında  bir zatla kereste ticaretine başlayarak...”[8]
    “...Ali Rıza Efendi’nin  evkaftan  çekilip rüsumat memuru olduğu anlaşılıyor. Daha sonra özel hayata atılıp kereste tüccarlığı  yapar....”[9]
    Ali Rıza Efendi’nin memurluk,askerlik ve  iş hayatının hemen dışında şeceresine ilişkin verilen bilgilerde ise tüm temel kitaplarda şu cümleler yer almaktadır.
   “...Kırmızı Hafız  Ahmet  isimli babası ve ailesiyle birlikte  Selanik’e Aydın’ın Söke  ovasından gelmişlerdir...
     Ali Rıza Efendi  Katerin ilçesinin  (Pasaport-Köprü) bölgesinde gümrük muhafaza memurluğu yapmaktaydı.
      İri yarı yapıya sahip olan Ali Rıza Efendi , ilk mektep öğretmeni  bir babanın  çocuğu olması nedeniyle Zübeyde Hanımdan daha eğitimliydi.
    Ali Rıza Efendi Evkaf  idaresinde çalışırken Zübeyde Hanımla birlikte Olympos dağları  eteğindeki bir köy evine yerleşirler. Gümrük ve Efkaf’tan aldığı maaşı yetiremeyen  Ali Rıza Efendi, memuriyetten ayrılarak bu zengin ormanlık  bölgede kereste ticaretine atılır...
      Tekrar Selanik’e döner....İki katlı geniş odalı cumbalı ve Arnavut kaldırımı döşeli   sokağa bakan  bir ev yaptırır....”[10]
   Ali Rıza Efendi’nin vefatına ilişkin verilen bilgilerde ise;
Ali Rıza Efendi...Bağırsak veremine yakalanarak  üç yıl devam eden  bir hastalık  esnasında , hak emrivaki olur....”[11]
   Ali Rıza Efendi ile ilgili yazılan bilgilerde genelde tarihler fazla dillendirilmemektedir. Dillendirilenlerde ise;
   “Ali Rıza Efendi, Evkaf katipliğinde, gümrük memurluğunda  ve 1876’da  Selanik Asakiri Milliye taburunda  birinci mülazım olarak bulunmuştur....”[12]
     “Bir’ara Çayağzı’nda gümrük memurluğu da etmiş ve 47 yaşında ölmüştü...”[13]
   “ Babası evkaf katipliğinde  , gümrük  memurluğunda bulunmuş, daha sonraları kereste ticareti yapmış olan Ali Rıza Efendi, anası  Zübeyde Hanımdı. Yıl 1880. Bu çocuk 8 yaşındayken  babasını kaybetti...1880 Mustafa’nın Selanik’te doğuşu...1888- Babası Ali Rıza Efendi’nin  ölümü”[14]
  “ Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi, Kırmızı  Hafız  diye anılan  öğretmen  Ahmet Efendi’nin  oğludur.
     Yıllarca  Gümrük  Evkaf  memurluğunda bulunmuştur.. Daha sonraları özel iş hayatına atılıp kereste ticareti yapmıştır....
     Atatürk babasını az hatırlamakla birlikte.... Ali Rıza Efendi , 1876’da  Sırbistanla  savaş başladıktan sonra , Selanik’te gönüllülerden  kurulu  bir  taburda  üstteğmen olarak görev yapmıştır.”[15] Denilmektedir.



  
ALİ RIZA EFENDİ’NİN FOTOĞRAFININ TAHRİBATI

      Ali Rıza Efendi’nin babası , Mustafa Kemal’in de dedesi olan Kırmızı Hafız Efendiye ait verilen bilgilerde dahi netleşilmemektedir.
   Nitekim bazı yerlerde kendisinin bir öğretmen olduğu söylenirken başka bir yerde de asker olduğu dile getirilmiştir.
   Diğer bir konu Ali Rıza Efendi’nin Gümrük memurluğundan emekli mi olduğu yada istifa mı ettiği anlaşılmamaktadır.
   Bu bilgilerin dışında fiziki görünümüne ait  verilerde bile iri yada ufak yapılı gibi fikirler ileri sürülerek fiziki görüntü iyice fululaştırılmıştır.
   Asıl dikkat çeken ve bizimde önemli bulduğumuz Atatürk’ün hayatına ilişkin bilgileri aktaranların tarih belirtmemeleridir.
     Aktarılan bilgilerde  Atatürk’ün doğumu 1880 verilirken babası Ali Rıza Efendi’nin vefatı da 1888 tarihi olarak kayıt girilmiştir.
   Ali Rıza Efendiye ait bilgilerin anlatımında yaşanan eksiklikleri yukarıda gösterdik. Bunların yanında resmi bir kimliğide bulunmasına karşın bu bilgilerin neden kullanılmadığı soru işaretiyken günümüzde daha vahim olaylarında bu konuda yaşandığına şahitlik etmekteyiz.
   Ali Rıza Efendiye ait olduğu söylenen bir kare resim zaman içerisinde değişimlere uğratılarak aslıyla alakası olmayan bir hale getirilip günümüzde Ali Rıza Efendi diye insanlara servis yapılmaktadır.
  Ali Rıza Efendi’nin Gönüllü olarak iştirak ettiği Asakir-i Milliye elbisesi ile çekilmiş üniformalı resmi Macide  Vildan  Kunter’in Atatürk’ün  Hayatı ve Başarıları, adlı eserinde yer almıştır.



     Yukarıda vermiş olduğumuz resim  1935 yılında  Ankara Cebeci de  bir evde bulunan  fotoğraf geçici olarak subaylık yaptığı  “Selanik Asakir-i Milliye “ taburundaki  arkadaşı  Hasip Beyle birlikte  1876 yılında  çektikleri fotoğraf denilmektedir.
    Bu fotoğrafın Ali Rıza Efendiye ait olan kısmını Hasip Efendi’nin gelini  Şehnaz Hanımdan alan  Çankırı eski Milletvekillerinden Mustafa Önsay , Selanik’e giderek  bu konuda araştırmalar yapmıştır.
    Selanik Asakir-i Milliye  Taburu hakkındaki araştırmayı  Türk Tarih kurumu’nun (TTK)  o yıllarda ki As Başkanı , Tarih araştırmacısı İhsan Sungu, Zamanın Ankara milletvekili  Falih Rıfkı  Atay aracılığıyla  Atatürk’e  ulaştırır.
    Araştırma Atatürk tarafından incelendikten sonra  fotoğraf ve belge ile birlikte  TTK’na gönderilir.
    Araştırma belge, fotoğraflarla  birlikte  1939 yılında  Belleten’de  İhsan Sungu imzasıyla  yayınlanır.
   Macide Vildan’ın  1953 yılında bu resim  kitabında yayınlanmıştır.
      Konuyla ilgili olarak geçen cümlede ise; “Atatürk’ün babası  Ali Rıza’nın  bu fotoğrafı, Gazi Mustafa Kemal’e  Selanikli eski  bir aile tarafından  sunulduğu zaman  çok duyğulanmıştı...Bu resim  Ali Rıza Efendiyi   ‘Asakir-i Milliye  subayı  olarak göstermektedir....”[16]
   Yalnız fotoğrafı incelediğimizde bazı sorunların olduğu ortaya çıkmaktadır.
    Örnek verecek olursak Ali Rıza efendinin bu fotoğraf içerisinde omuz, eller gibi fiziki durumunda tam netlik sağlanmamakla birlikte günümüz için sağlıklı bir resim degildir.
     Günün şartları inceledikten sonra bu kara resmin tekrar ele alınıp tahlilinin sağlıklı şekilde yapılması arzu edilmektedir.




    Macide Vildan Kunter’in kitabında yer alan resim zaman içerisinde değişimlere uğrayarak yeni bir kare elde edilmiştir.
    Dikkat çeken husus ilk kare resimden çok farklı olarak yeni karenin Atatürk’e benzetilme gayretidir.
    Bugün bir çok yazar ve akademisyende bu yeni üretilmiş resmi kullanmaktadırlar.

 
Ali Rıza Efendi, Gönüllü olarak iştirak ettiği Asakir-i Milliye elbisesi ile çekilmiş fotoğrafı  Üniformasıyla[17]

Yapılan bu tahrifatlar sadece orijinal resim üzerinde değil Atatürk’e benzetilen ve bugün yaygın şekilde etrafımızda bulunan resimlerde bu resim üzerinden çalışılmış ve maalesef onlarda tahrifatlıdır.




GOOGLEDE YER ALAN TAHRİFATLI    ALİ RIZA EFENDİ RESİMLERİ

 - Görseller hakkında kötüye kullanım bildirinGeribildirim için teşekkür ederiz. Başka bir görseli rapor etLütfen rahatsız edici görseli rapor edin. İptalBitti
ANd9GcQyz56y_jyraRrs8YMW3Y2HGXQXa9AhYKqHcAliTB4aU8pVM-Q4LntXlwANd9GcSD4fVndzzz57fVRYy1gcNgPAQFdBa5viOYpfW4ZXdL8m6VbIN5x737nAANd9GcSXckDbSOgUBp3CuSPiamRvcznsgk-AZzxvWIACx8iEqa_ucIemjY5o7AANd9GcRzsqNvkrU6saDOrcS4x-bT3fP7kr3wZCGLupaMuJA0kw6VBDuHyo9kJoY
Ali Rıza Efendi (d. 1839, Selanik - ö. 1888, Selanik), Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk'ün babasıdır. ...
tr.wikipedia.org/wiki/Ali_Rıza_Efendi -
Ali Rıza Efendi 1841 yılında Selanik'te doğdu. Söke'den Selanik'e yerleşmiş Türkmenlerden Kırmızı Hafız lakaplı Ahmet Efendi'nin oğludur.
www.turkcebilgi.com/ali_rıza_efendi/ansiklopedi
    Ali Rıza Efendiye ait olduğu söylenen resim bir adettir. Bu resimden türetilen binlerce kitap üzerinde yer alan Ali Rıza Efendiyle de alakası olmayan Mustafa Kemale benzetilen resimler yer almaktadır ki bu tamamıyla tarihi bir olayı tahrifat anlamına gelmektedir.
    Aşağıda bu konuda verilen resimlere bakmak bile yeterli olacaktır.
   
   Resimlerde yapılan tahrifat tabii sadece Ali Rıza’yla da sınırlı kalmamaktadır.
    Atatürk’ün birçok resmi yok edilirken, bir kısım resimleri üzerinde de günümüzde oynanarak o tarihi dokusundan uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır.
    Bununla birlikte siyasi emelleri için kullanmaya kalkanlarda az değildir.
    Hatta bazen resmi kurumlarda sözleri metinlerden çıkartılmış oluyor olması da aslında yapılan bu çalışmaların kimlere ne gibi kar getirdiğini tekrar sorgulama bizi zorlamaktadır.

Ermeniler Atatürk'ün Fox'la çekilen bu resmini montajlayıp, Atatürk’ü Ermeni soykırımı yapmış gibi göstermeye çalışmışlardır.


Türkiye de uygulanmaya başlayan Sigara yasağından Atatürk’ün bu fotoğrafı da nasibini almıştır.




Atatürk'e ait bu araştırmalarımız esnasında fazlasıyla karşılaştığımız konulardan biride sözlerinin ve yazdıklarının sansürlenmesi olmuştur.[18]











Atatürk’ün Annesi Zübeyde Hanım

ZÜBEYDE HANIM HAKKINDA

   Maalesef Atatürk hakkında yapılan saldırılarda Annesine ilişkin verilen sahte ve düzmece belgelerde en büyük maduriyeti yaşayan Zübeyde Hanımdır.
    Bugün kendisini dindar referansıyla sunup İslam diniyle asla bağdaşmayaçak tavırlara giren bir kesim mevcuttur.
    Bunların Kutsal Dinimiz İslam ile asla uzlaşmayaçak tavırlarının içinde iftira yolunu seçiyor olması gerçekten bu insanların kimler yada nasıl bir varlık olduklarını sorgular olmuşuzdur.
    Sıradan bir kadının onur ve şerefiyle oynamak bunu yapanların ne kadar alçak ve düşük seviyeli insanlar olduğunu zaten bizlere göstermiş ve ilerleyen dönemlerde bu insanların sonları da gerçekten yaptıkları hakaretin bedelini ödeyerek bu dünyadam göçüp gittiklerini görmüşüzdür.
   Zübeyde Hanımın nasıl bir insan olduğunu anlamak isterseniz onun son döneminde yazmış olduğu vasiyetini okumanızı  acilen tavsiye ederim.
  Kitaplarda Zübeyde Hanıma ilişkin bilgilerde şunlar dile getirilmektedir.
    “Zübeyde sarışın, mavi gözlü ve beyaz tenliydi… Tırhalada doğmuştu. Vaktiyle Rumeliye göç etmiş Yörüklerin soyundan olduğu söylerdi…”[19]
   “Okumamıştı, akıllıydı, irade sahibiydi. Kocasına sözünü geçirirdi. …”[20]
     “Zübeyde Hanımı aslı Teselya’nın fethinden sonra Anadolu’dan 1810 yıllarda göçerek, Yunanistan’ın Vodina bölgesi Sarıgöl bucağı, daha sonra da Selanik’e yerleşen göçmenlerdendir.
     Ailedeki göçmen babanın adı Feyzullah, lakabı ise Hacı Sofulardır.
    Zübeyde hanımın iki kardeşinden birisi Lankazadaki Aşçılık yapan Hasan diğeri ise Selanikli Sami Bey’in çiftliğinde subaşılık yapan Hüseyin efendiydi…”[21]
     “Atatürk’ün anası Zübeyde Hanım Hacı Sofu ailesinden Feyzullah Ağanın kızıdır.”[22]
    “Geçim zorluğu, Zübeyde’yi kaygılandıran sorunlardan biriydi. Çok geçmeden, yaşlı ve varlıklı bir koca buldu.
    Adı Ragıp’tı. Oğlunun ilk tepkisi halası Rukiye’nin yanına gitmek oldu.”[23]
     “…Annesi Zübeyde Hanım, Kılıçoğlu Hakkı Bey’in pederi Şeyh Rıfat Efendi tarafından, Larissa göçmeni Ragıp Efendiyle evlendirilir.
      Larissa’lı Ragıp Efendi oldukça varlıklı ve dul bir insandıZübeyde Hanım başlangıçta kendisinden yirmi yaş büyük Ali Rıza Efendiyle evlenmişti.
     Bu ikinci izdivacında ise, kendisinden on yaş küçük tütün reji memuru Larissa’lı göçmen Ragıp Efendiyle evleniyordu…”[24]
    “Bu genç tütün reji memuru oldukça varlıklı olmasına karşın, dört çocuğuyla birlikte Zübeyde hanıma içgüvey olarak gelmiştir…”[25]
    “ Bu evliliğe fazlasıyla kızan Mustafa Kemal, evi terk ederek, Horhor mahallesindeki halası Emine Hanımın evine gider.”[26]
   “Annesi Zübeyde Hanım, Makedonya, Teselya fatihlerinden bir aileye mensuptur. Anadolu’dan gelip Selanik’in Göl bölgesinde yerleşen Hacı Sofu ailesinden Feyzullah Ağanın kızıdır.” [27]

   Kısaca aldığımız bilgilerde hemen dikkat çekecek konular vardır. Bunlarda;
1-Zübeyde Hanımın bir metinde Rağıp Efendiyle yaş olarak anlatılandır. Ragıp Efendi’nin Zübeyde Hanımdan yaşlımı yada genç mi olduğu anlaşılmamaktadır.
2-Atatürk’ün bu evliliği kabul etmeyip kızarak halasının yanına gitmesidir. Burada farklı iki hala ismi zikredilmektedir.
   “Oğlunun ilk tepkisi halası Rukiye’nin yanına gitmek oldu.” Ve “halası Emine Hanımın evine gider.” denilmektedir.


























ATATÜRK’ÜN DOĞUMU


      “XlX. Yüzyılda hele taşralarda kayıtlar pek eksik olduğundan onun doğum günü bilinmemektedir. O Rumi 1286 yılında doğmuş olarak kayıtlı olduğuna göre 1880 veya 1881’de doğmuş demektir. Adı Mustafa’dır...”[28]
     “Zübeyde Hanımdan dünyaya gelen bir Makedonyalı… Mustafa Kemal’in 1881’de doğduğu yer olan Selanik, denize açılan kozmopolit bir liman kentiydi…
     Bu anlattığımız yerler Makedonya olduğuna göre, buralarda doğan Mustafa Kemal’de Makedonyalıydı… Mustafa Kemal… Ahmet Subaşı Mahallesindeki, Senayi okulunun karşısında mütevazı ve ahşap bir evde dünyaya gözlerini açtı… Selanik’te Müslüman bir Osmanlı olarak doğduğu halde, Mustafa Kemal’in günümüzde alışagelmiş Türk tipine benzemez.
     Makedonların birçoklarında olduğu gibi, Arnavut yâda Slav karışımı olup olmadığı iddiadan öteye geçmemiştir.
    Böylesine karışık bir çağda dünyaya gelen bir insanın ana babasından önceki ırkı araştırmak boş bir durum olsa gerek.”[29]
   “Atatürk,1880 yılında Selanik’te dünyaya geldi…”[30]
  “Bir yıl sonra, bu mutlu ocakta bir oğulları dünyaya geldi…1881 yılının Mayıs ayı idi…”[31]
    “Büyük annesi Ayşe Hanım bu yavrunun adını Mustafa koydu…”[32]
    “Babası Ali Rıza, Annesi Zübeyde’dir…”[33]
      “1881 Martında, Selanik’te oturan küçük bir memur ailesinin Mustafa adını alan oğulları dünyaya geldiği zaman… Atatürk, Mart’ta mı doğmuştu? Bilmiyoruz. Bu sadece tahmindir. Doğum gününün bilinmesini, Atatürk’de istemiyordu, birgün; “Sene yetişir” demişti, yoksa birgün gelir, doğum günümü kutlamaya kalkarlar, sonra padişahlara benzerim…”[34]
    “1880–1296 senesinde (Selanik) şehrinde dünyaya geldi.”[35]
    “Selanik 1881…Selanik Kasımiye Mahallesi ıslahhane caddesinde, bugün müze olan bir evde doğdu… Babası Ali Rıza Efendi gümrük kolcusu idi, annesi Zübeyde Hanım Sarıgöllü Hacı Sofu ailesinden Varyemezoglu İbrahim Feyzullah Efendi’nin kızı… [36]
     “Gazi Mustafa Kemal, 1881 yılında Selanik’te Islahhane semtinde Ahmet Subaşı mahallesinde bu evde dünyaya gelmişti…” [37]
    “Atatürk 1881 yılında Selanik’te doğmuştur. Doğum günü kesin olarak bilinmemektedir. Mayıs ayında doğduğu tahmin edilmektedir…” [38]






ALİ RIZA EFENDİ - ZÜBEYDE HANIM

    “Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi Sofu oğlu Feyzullah Efendi’nin kızı (Zübeyde) Hanım ile evlenir.”[39]
     “Eşinden yirmi yaş büyüktü…”[40]
      “1876’ evlenmişlerdi…” [41]
    “Önceleri Olympos yamaçlarında Ali Rıza’nın görev yerine yakın bir ormanlık yerde oturmuşlardı. Yerin adı Papaz Köprüsü idi. …”[42]
    “Selanik’e taşınmışlar ve Hatuniye yahut öbür adıyla Ahmet Subaşı mahallesine yerleşmişlerdi…”[43]
    “Zübeyde Hanım genç yaşta evlendiği Ali Rıza Efendi, kendisinden yirmi yaş kadar büyüktü…”[44]
    “Kocacıklı Bay Ali Rıza ile Mora Yenişehirli Bayan Zübeyde… İki Türk genci Selanik’te evlenerek…”[45]
    “Ali Rıza’nın evi Selanik’in Islahhane civarında Ahmet Subaşı mahallesinde üç katlı ve pembe boyalıydı…”[46]








ATATÜRK’ÜN KARDEŞLERİ

     “Ali Rıza ile Zübeyde’nin beş çocukları oldu. İçlerinde yalnız Mustafa ve Makbule yaşadılar, Ömer ve Ahmet Papaz köprüsünde kaybettikleri büyük oğullarıydı. Naciye’yi daha sonra Selanik’te toprağa verdiler… Mustafa 1881’de Selanik’teki evde doğdu…”[47]
    “Zübeyde Hanımın, Ali Rıza Efendiden Fatma, Ahmet, Ömer, Mustafa, Makbule ve Naciye adlarında altı çocuğu olmuştur… Bu çocuklardan yalnızca Mustafa ve Makbule yaşamışlardır.”[48]
   “Sonradan Mustafa’nın iki kız kardeşi oldu. Makbule ve Naciye… Bu üç kardeşle beraber büyüdüler…”[49]
  Mustafa Kemal Atatürk’ün şeceresine ilişkin, yukarıda vermeye çalıştığımız bilgiler içinde dikkat çeken birkaç konudan biri de kardeşlerine ilişkin bilgilerdir. 
 Konuyla ilgili yazılmış birçok eserde isim,  doğum, ölüm ve hatta ölüm şekillerinin bile verildiği kardeşleri, Atatürk ile ilgili konularda pek halkımız tarafından bilinmez.
    Bunun en önemli sebebi ise; İlköğretim yıllarından belki de daha öncesinden Atatürk’e ait bilgilerin yer aldığı ders kitaplarında bunlardan sadece bilineni Makbule Atadan’dır.
   Son yıllarda bu isimlere Naciye Hanım da eklenmiştir. Konunun başında hemen bu kardeşlere ilişkin bilgileri verelim;
Fatma (1871/72-1875), Ahmet (1874-1883), Ömer  (1875–1883), Mustafa Kemal Atatürk (1881-1938), Makbule (Boysan, Atadan), (1885-1956), Naciye (1889-1901), Fatma dört, Ahmet dokuz, Ömer sekiz,  yaşlarında o senelerde Rumeli’yi kasıp kavuran salgın kuşpalazı (difteri) hastalığından öldüler. En küçükleri Naciye Hanım Mustafa Kemal Harp Okulunu bitirdiği sene vefat etmiştir. 
     Atatürk’ün kardeşlerine ilişkin bilinenlerde bunlardan ibaret gibidir.
 Ailenin Mustafa’dan (Kemal Atatürk’ten) başka Ahmet, Ömer adlı iki oğlu, Naciye, Fatma, Makbule adlı üç kızı daha vardı, ama Mustafa ve Makbule hariç diğerleri küçük yaşta öldüler. [50]
    Yukarıdaki verilen bilgilerin içerisinde dikkat edecek olursak bazı kaynaklar Zübeyde hanımı hiç okumamış bazıları da okumuş eğitimli olarak gösterirken yine Ali Rıza Efendi’nin öldüğünde yirmi kusur yaşlarında kalan Zübeyde hanımın kendisinden on yaş küçük biriyle evlenmesi hatta o evlilikte evlendiği kişinin üç çocugu olması çok ilginçtir.
     Diğer bir konu da Selanikte ki ev meselesidir. Bu eve ilişkin bilgilerde ise şu söylenmektedir; Ali Rıza Efendi bu evi Zübeyde Hanımla evlendikten sonra yaptırmıştı.” [51]








OKUL HAYATINDAKİ TEZATLAR
      “Küçük Mustafa Beş yaşına gelince babası Ali Rıza Efendi onu okula vermeye karar verdi. Mektebe girme meselesinden aile içinde hayli münakaşa oldu…”[52]
    “Mustafa Yedi yaşında… Mustafa bugün mektebe başlayacak… Anne… O, oğlunu din mektebine yerleştiriyor… Mustafa, babasının elinde Avrupa usulünden ders veren Şemsi Efendi’nin mektebine gidiyordu…”[53]
    “Okul çağındaki Mustafa ailesinin kararıyla Fatma molla kadın mektebine başlar. Daha sonraları bu okuldan alınan küçük Mustafa, Şemsi Efendi Mahalle okuluna gönderilir…”[54]
    “Birkaç gün sonra da, mahalle mektebinden alınarak (Şemsi Efendi’nin mektebi)ne veriliyor… Fakat acı bir hadise, birdenbire onun tahsil hayatını durduruyor. Pederi, vefat ediyor…”[55]
    Öğrenimine Selanik’te Fatma Molla kadın mektebinde başladı… Bu hadiseden sonra Fatma Molla Kadın mektebinden alınarak Modern öğretim yapan Şemsi Efendi ilkokuluna verildi. Henüz bu okulu bitirmeden babası öldü.”[56]
    “Mustafa Kemal Şemsi Efendi ilkokulunu bitirdiği yıllardı, sevgili babasını kaybetti. O zaman henüz yedi yaşında bulunuyordu…”[57]
      “Mustafa Şemsi Efendi okulunu tamamlayamadı…”[58]
     “En sonu babası ortalama bir yol buldu önce küçük Mustafa’yı ilahilerle (Mahalle mektebi)ne başlatarak Zübeyde Hanımın gönlünü yaptı. Birkaç gün sonrada oradan alınıp (Şemsi Efendi ilkokuluna verdi …” [59]
    “Daha sekiz yaşına basmış basmamıştı, babacığını kaybetti…”[60]
   “Fakat aradan bir ay geçmedi, babası Mustafa’yı mahalle mektebinden alarak “Şemsi Efendi” okuluna yazdırdı…”[61]

 
                                        Şemsi Efendi
   Yukarıda ardı ardına verilen bilgilere baktığımızda Mustafa Kemal’in okul hayatına ilişkin birçok tezat ortaya çıkmaktadır.
     Bu yazılanların hangisi doğrudur? Daha da ilginç olanı Şemsi Efendi okuluna başlama ve bitirme konusundadır.   
   Çünkü okul kayıtları bulunması şartı bulunan bu okulda Maalesef Mustafa Kemal okula başladığında adı “Şemsi Efendi” değildir.
     Okulun tarihçesine bakmak bu konuda yeterli olacaktır. Buna göre;
    “1873 yılında kentin ilk özel Müslüman Türk ilkokulu olarak kapılarını açan "ŞEMSİ EFENDİ MEKTEBİ," hedef olarak çağdaş kuşaklar yetiştirmeyi, yöntem olarak da "usul-i cedid" (yeni/çağdaş yöntem) tedrisatını seçerek bu atılımı yapıyordu.
   İşte bu "ŞEMSİ EFENDİ MEKTEBİ" bugün artık Türk Milli Eğitiminin en köklü kurumlardan birisi olan Terakki Vakfı Özel Şişli Terakki Okullarının çekirdeğidir.
      Okul, Şemsi Efendi’nin öncülüğünde Abdi Kamil, Derviş Efendi, Halil Vehbi Efendi gibi Selanik eşrafının katılımı ve diğer hayırseverlerin yardımlarıyla kurulmuştur.
    Kuruluşundan bir müddet sonra kız öğrencilere eğitim olanağı sağlaması, okulda Batı eğitim anlayışına uygun özel dersler verilmesi, bu kurumun çağdaş niteliğinin kanıtlarıdır.   
    Şemsi Efendi Mektebi, kuruluşunun üzerinden daha dört yıl geçmeden devralınarak Emin Lütfi Efendi’nin başkanlığındaki 13 kişilik bir encümen ile tam teşkilatlı ve daha büyük kapasiteli bir okula dönüşme çabalarını başlattı.
     Bu çalışmalar, 2 Ağustos 1877 tarihinde, okulun rüştiye, yani ortaokul düzeyine çıkarılması ve TERAKKİ MEKTEBİ adı altında öğrenime başlaması sonucunu verdi.
     Okul, bu tarihten sonra da gelişmesini sürdürdü. 27 Mart 1880 tarihinde okulun adı "SELANİK TERAKKİ MEKTEBİ" olarak değiştirildi. "SELANİK TERAKKİ MEKTEBİ" ortaokuldan sonra lise düzeyinde de eğitim vermeye başladı. (Atatürk bu tarihte Doğmuştur)
     Bu hızlı gelişim ve verdiği eğitimin kalitesi açısından Selanik’in en gözde okullarından biri haline gelen "SELANİK TERAKKİ MEKTEBİ" velilerin de isteğine uyarak yatılı kısım ve kızlar bölümünü de açtı.
     Okul, 20’nci yüzyılın başında adını "YADİGÂR-I TERAKKİ TİCARET MEKTEBİ" olarak değiştirdi. “ yani Mustafa Kemal bu okulda okumaya başladığında okulun adı “TERAKKİ MEKTEBİ” dir.[62]
    Bugün Şemsi Efendi diye bahsettiğimiz okulun aslında 1880 yılında  Selanik Terakki Mektebi olmasına karşın neden Şemsi Efendi okulu olarak kayıtlara geçeriz. (?) Buda tarihleri yazan Yazarların gerçekten sıkıntılı olduğunu bize gösteriyor.




















ASKERİ RÜŞTİYEYE GİRİŞİ

    Atatürk’ün Askeri okula gitmesine sebep olarak komşuları olan  Kadri Bey’in oğlu Ahmet’in üniformalı halinden etkilenmesidir.  “...Komşu çocuğu Kadri Bey’in oğlu Ahmet, onun Askeri Rüştiyesine mahsus resmi elbisesi…”[63] Denilmektedir.  
     Yaş olarak da on iki gösterilmektedir.   “Henüz oniki yaşında bir çocuk…[64] Askeri Rüştiyeye gimesine  ilişkinde,  “Askeri Rüştiye’ye gidip imtihan verir ve okula alınır. (1893)[65] Devamında ise ; “1896’da Mustafa Kemal Manastır Askeri idadisine geçti…”[66] başka bir kaynakta ise ;“1895-Mustafa Kemal’in Manastır Askeri idadisine girmiştir.”[67]  Manastırda bulunduğu sırada ise yaşına ilişkin bilgide;  “Manastır Askeri idadisine girdi.  Ondört yaşındaydı.” [68] Denilmektedir.
       Harbiyeye girişine ait verilen bilgide ise ; “1889’da Harbiye’ye alındı. 1905’de Akademiden Yüzbaşı rütbesiyle çıktı…”[69]
          Eğitimine  ilişkin verilen başka bir bilğide ise ;“1894’te Selanik’te Mülkiye Rüştiyesine giren Mustafa burada tahsilini tamamlamak imkânı bulamadı.” [70]
    Bu arada ise annesinin evlenme konusu dillendirilir.    “Mustafa Kemal Askeri Rüştiye’de bulunduğu sırada… Dul olan annesi Ragıp Bey adında biriyle evlenir.” [71]



 RAPLA ÇİFTLİĞİ

    “Atatürk pek genç iken babasının ölmesi (1888’de veya az sonra) ailenin durumunu sarsmış ve Zübeyde Hanım iki çocuğu olarak kardeşi Hüseyin Ağanın yanına gitmiştir.
   O ise Selanik etrafından Süleyman Bey’in Çalı çiftliğinde subaşılık (Kâhyalık) etmektedir.
     Böylelikle iki çocuk tarlalar içinde oynar ve türlü hafif çiftlik işlerinde kullanılırlar.”[72]    “Zübeyde Hanım, iki çocuğunu alarak kardeşi Hüseyin Ağanın yanına gitmiştir…Teyzesinin daveti üzerine Selanik’e dönmüşlerdir.” [73] “…Selanik’teki teyze derin bir memnuniyet duyuyor…” [74] “Bunun için Mustafa yine Selanikli teyzesinin yanına gönderilince Selanik Mülkiye idadisine yazıldı…” [75]    “Bunun üzerine ağabeyimi Halamızın yanına gönderdiler burada komşumuz bulunan bir kadın hoca tuttular… Bundan sonra ağabeyimi Mülkiye Rüştiyesine yazdırdılar.[76]    “Bu köyde öğretmen olarak, Müslüman hocayla bir Rum papaz vardı. Her iki öğretmenden ders alan Mustafa buradan sıkıldığından annesi oğlunu tekrar Selanik’ TEYZESİ’nin yanına gönderdi.”[77] “Gözün aydın çocuğum, okuluna kavuşacaksın, Selanik’teki teyzen seni bekliyor…”[78]“Böylece hadisesiz, sakin iki sene geçip gidiyor… Mustafa gene Selaniğe gidecek, orada yaşıyan teyzelerinden birinin yanında oturacak…”[79]
     Yukarda takip ettiğimiz gibi Atatürk’e saldırıların önünü açan en önemli husus Atatürk’e ait yazı yazanların öncelikle sağlıklı bilgileri tarihi ve Kronolojisini tam olarak yerine koymadan yazılarını yayınlıyor olmasıdır.
   Üzülerek söylemek ve kabul etmek gerekir ki bu yanlış bilgilerin okuyucular ve  bu konuda eser yazmak hevesinde olanlarca olduğu gibi kabul edilip gerekli araştırma ve sorgulamayı yapmadan yayınlamaları bir süre sonra bu yanlış bilgilerin sürekli tekrarından ötürü kabul ve doğru kabul edilmesi gibi durumu ortay koymuştur.
   Bunun aksini iddia edenler ise Ya Atatürk Düşmanı yada İşbirlikci olarak suçlanmışlardır.
    İşte  sebeb ve sonucunu uzun uzun yazacagımız bu ciddi sorunu Atatürk aleyhinde konuşanlarca çok rahat bir şekilde kullanmaları için malzemeler oluşturulmuştur.
   Benim şahsi fikrim, bunların aslında bilinçsizce değil aksine bilinçli bir şekilde olduğu yönündedir.
    Nitekim aşağıda okuyacagınız bilgi ve belgelerinde aslında bu tezimizi kanıtlayan görsel ve somut delillerini okuyucuya sunduğumuzu bildirmek isteriz.
   Burada şu veya bu suçlu aramak yerine asıl olan okuduklarımızı gerektiği şekilde sorgulamak ve doğru bilgiyi ise akademik kariyeri ne olursa olsun tüm kesimlerde ki yazarların sorgulanarak tekrar okunmasını uygun bulmaktayım.




GENEL DEĞERLENDİRME

     Sevgili okuyucum, yukarıda kısa notlar aldığım parçaları dikkatle incelediğinde göreçeksin ki bir birinden farklı zaman dilimleri ve anlaşılması hala mümkün olmayan açıklamaları okumuş durumdasın.
    Bu karışık bilgilerin bir çok örneği bugün okumuş olduğun bir çok eserde de yer almaktadır.
    Bugün türemiş yada türetilmiş insanlar tarafından hiç bir inceleme ve araştırmaya gerek duyulmadan bu kitapların bu şahıslarca iktibas edilip yeni bir kitap gibi topluma lanse edilmesi bilesin ki ihanetlerin en büyüğüdür.
   Burada tek tek hataları yazarak ifşa etmek yeterli olmamaktadır.
    Senin dikkatli ve o duru görüşünle daha fazla bilgiye erişe- cegine kesinlikle eminim.


 İKİNCİ BÖLÜM    KAM(A)L ATATÜRK












KAMAL ATATÜRK

    Vefatına üç yıl varken Atatürk çevresindekilerinde etkisiyle ismini “KAMAL” olarak değiştirmiştir.
     Elli Beş yıl boyunca kullandığı bir ismi neden değiştirme gereği duymuştu? Öncelikle sorulması gerekli sorulardan biri bu olmalıdır.
      Bugün sözlüklerimizde ki anlam acaba Atatürk’ün ismini değiştirecek kadar önemli miydi?
       Şahsi kanaatım şudur ki; Atatürk çok ilerileri gören ve bu konuda da çalışmalar yapan bir insan olarak geleçekte kendisini takip edeçeklere bir işaret bırakmalıydı.
      Ortalık yere bir “sır bulutu “ atmak değil, asıl amaç bu ismin altında yatan mananın ve uzantılarının “bal sarısı” mührü ile geçmiş-geleçek tarihe damgasını vuruyor olmasıdır.
      Üzülerek söylemem gerek ki, kendisini kitapların içine gömerek ezberlediklerini yazan, sağdan soldan topladığı bilgilerle ortalık yerde kalın kalın kitap yazan yazarların, işte bu kadar önem arz eden bilgiler karşısında  gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi öylece kala kalmalarıdır.
    Bu yüzdendir ki Atatürk, kendi içindeki topluma bu aydınlar tarafından anlatılamadı.
     Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını çıktıkca dünya yüzeyinde Atatürk’e karşı duyulan ilgi ve alakanın nedeni de aslında bahsetiğimiz gibi buralarda daha anlaşılır olmasından kaynaklanmaktadır.
     Atatürk’ü bir çercevenin içine sokup anlatmak isteyenlerin onun evrensel boyutunu görememelerinden kaynaklanmaktadır.
    O sadece bizler için değil ama dünya milletleri içinde çok önemli konuma sahiptir.
     Her mülakatımda ve açıklamalarımda bir cümleyi sürekli tekrar ettim.
   “Ben Atatürk yazarı değilim ve Onunda avukatlığını yap mıyorum.”
      Birincisi, Atatürk hakkında araştırmalar yaparak hayatını buna adayanların sayısı ve isimleri bellidir. Yazdıkları ve çizdikleri de ortada durmaktadırlar.
       İkincisi, Atatürk’e karşı yapılan saldırılara asla cevap vermek ve onu korumak hevesinde olmadım.
    Çünkü tanıdıkca gördüm ki ona saldıranların ne kadar zavallı, küçük insancıklar olduğunu anladıkca ve Atatürk’ün sözlerinde aslında onlara yattığı yerden nasıl cevap verdiğini bilmek bu işe soyunmanın saçmalığını ve hatta gereksizliğini ortaya koydu.
       Zaman zaman ortalık yerlere atılan bu saçma sapan sözler ve yazılara tepkiler olmaktadır.
      Bu tepkileri yapanların dahi aslında Atatürk’ü ne kadar tanıdıklarını sorguladım ve gerçekten de hiç tanımadıklarına şahitlik yaptım.
    İşte “KAMAL” ismi Atatürk’ün ismidir. Bunu kaçımız biliyorduk?
  

 ATATÜRK KRALLIĞINI İLAN ETTİ Mİ?
                              
Arnavutluk Devletinin başında bulunan Zogu’nun 1928 yılında Krallık ilan etmesi üzerine Türk- Arnavut ilişkileri biranda gerilmiştir.
   Atatürk’ün ani gelişmeden haberdar edilmediğinin yazışmalardan da ortaya çıktığı gibi şaşkınlığı çarpıcıdır. 
 Çünkü bu şaşkınlığın altında Atatürk’ün Krallık ilan edecegine dair, Zogu’nun Atatürk’ü bilgilendirmediği yatmaktadır.
  Nitekim Ek’ler bölümünde de birkaç belgede görüleçektir ki Kral Zogu ile Atatürk arasında ve Arnavutluk-Türkiye Cumhuriyeti arasında sıkı ve güçlü ilişkiler yer almaktadır.
Bu da Krallığa karşı olan Atatürk’ün bilgisi dahilinde olan Zogu’nun Krallık ilanını son dakikaya kadar Atatürk’ten gizlediğini ortaya koymaktadır.
    Bununla birlikte olaylara paralel olarak gelişen bir başka sonuçta İngiliz basınında ve İç işlerinde yapılan görüşmelerde Atatürk’ünde Cumhuriyetten vazgeçip krallığa geçeceği yolunda yapılan açıklamalardır.
    Nitekim bu konuya ilişkin, Halide Edip Adıvar’ın, “Atatürk’ü sultan olmayı isteyeceğine inanmıyor böyle bir olayın yıkılışı da yanında getireceğine dile getiriyordu”.[80] Ve aşağıda da okuyacağımız gibi neredeyse tüm dünya basınına yansıyan şu cümleler: “Türkiye, Kral Mustafa Kemal ile Krallık sistemine geçti. İstanbul’dan gelen haber bunu söylüyor. Mustafa Kemal, Türkiye’nin Kralı olarak ilan edilecek.”[81] Denmektedir. Bu cümlelere ilave ilerleyen yıllarda ise “Mustafa kemal Paşa Cumhuriyet Reisi olmayı red ediyor.”[82] Olacaktır.
    Gelişmeler ileride ortaya çıkacak beklenilmeyen olaylarında ve ardında sakladığı sırlarla ilginç boyutlara ulaşacaktır.
     Arnavutluk-Türkiye ilişkilerine ait çalışılan bu metinlerde Sayın Tayfun Atmaca’nın eserinden faydalanılmıştır.[83]
       Kendisine bu güzel çalışmayı Türk araştırmacılara açtığı için teşekkür etmek istiyorum. 
      Öncelikle 1 Eylül 1928 yılında aşağıda verilen Arnavutluk Meclisinin kararına bakmak gerekmektedir.

“Tiran Elçiliğinden Hariciye Vekâletine
Şifre tel.                                  Tiran,1 Eylül 928
                                             (Vürudu 2Eylül 928)
   “Meclisi Mebusan bu sabah saat 9.15’de Krallık ilan ve Reisicumhur Ahmed Zogu’yu Arnavutlar Kralı Birinci Zogu unvanı ile Kral intihap etmiştir. Hariçte, Arnavutluk Kralı denilmesi melhuzdur. Kralın validesi Ana Kraliçe ve kardeşleri ise prens ve prenses unvanlarını alacaklardır…”
Tahir
D.B.A.-Arnavutluk 1/32.
     Yukarıda verilen belgeden de anlaşılmaktadır ki Krallık sadece Zogu ile sınırlı kalmayıp tüm aile efradını da içine almaktadır.
     Yaşanan bu olaylardan rahatsız olan Atatürk 3 Ekim 1928 tarihinde Tiran Elçisine aşağıdaki mektubu yazdı.
Hariciye Vekâletinden Tiran Elçiliğine
Şifre tel.                          Ankara, 3Teşrini evvel 1928
No:49701/5
D.B.A.-Arnavutluk 1/32 Arnavutluk’ta şekli Hükümetin tebeddüki Krallık İlanı
     “Reisicumhur Hazretleri avdet etti. Arnavutluk’ta vukubulan şekli hükümet tebeddülü hakkında maruzatta bulundum. Bu büyük hadisenin hudüsundan mukaddem Arnavutluk Hükümeti tarafından bize kâfi malumat verilmemiştir.
     Hatta İstanbul’da kendisi ile veda ettiğim Arnavutluk sefirinden tarafınızdan vaki olan iş’ar üzerine keyfiyeti sorduğum zaman henüz böyle bir şeyden haberi olmadığını söylemişti.
    İşbu vaziyet muvacehesinde Reisicumhur Hazretlerine bütün maceradan kâfi derecede malumat arz edebilmek için zatıâlilerinin buraya gelmelerine ihtiyaç vardır.
      Arnavutluk Hükümetine tarafınızdan Ankara’ya gelmek için mezuniyet istediğinizde ve bundaki maksadınız da hadisatı ahire hakkında şifahen maruzatta bulunarak iki hükümet münasebetının tacili tansimini istihdaf ettiğinizden münasip göreceğiniz şekilde bahsederek ve hatta İlyas Beyefendinin kâğıtların ( ?arkasına) size bu babta vukubulan teellümat ve tessüratından mütehassıs olarak böyle bir seyahata karar vermiş olduğunuz dahi faidali müteala buyurulursa ilave ederek buraya gelmenizi rica ederim.”[84] Denilmiştir.
     Atatürk burada ustalıkla hem Arnavutluk da görev yapan elçisini çekerken, bir taraftan da rahatsızlığını dile getirmiş ama siyasi ilişkilerin kopmamasına da ayrıca dikkat etmiştir. 
   Yaşanan bu olaylar esnasında İngiliz Hariciyesi ve basınında da beklenmedik bir şekilde yâda bu biliniyordu da zamanlama olarak bu durum beklendi şeklinde bir değerlendirme yapmak gerekirse yapılan yazışma ve görüşmelerde Atatürk’ün Krallık ilan edeceği yönünde olmuştur.

“The Daily Telegraph,01.09.1928
KING KEMAL?
AN ANGORA REPORT.
Constantinople friday A message from Angora States that Kemal Pasha Contemplates following the example of Ahmet Zogu of Albania, and proclaiming himself King of Turkey. He has received numerous petitions urging him to transform Turkey info a monarchy.”
“Manchester Guardian,01.09.1928
Çevirisi ise;
“The Daily Telegraph, 01.09.1928
Kral Kemal?
Bir Ankara Haberi.
İstanbul, Cuma.
“Ankara’dan gelen bir mesaj, Kemal Paşa’nın Arnavutluk’tan Ahmet Zogu örneğini takip etmek ve kendisini Türkiye’nin Kralı olarak ilan etmek niyetinde olduğunu belirtiyor. Türkiye’yi bir monarşiye dönüştürmesini talep eden sayısız istek / dilekçe almış bulunuyor.”
“Manchester Guardian, 01.09.1928


 KEMAL TO FOLLOW SUIT?
Amessage from Angora States that Kemal Pasha Contemplates following the example of Ahmed Zogu of Albania and Proclaiming himself King of turkey Hehas received numerous petitions urginghim to transform Turkey from a republic to monarchy.”[85]

KEMAL TO FOLLOW SUIT?
Amessage from Angora States that Kemal Pasha Contemplates following the example of Ahmed Zogu of Albania and Proclaiming himself King of turkey Hehas received numerous petitions urginghim to transform Turkey from a republic to monarchy.”[86]

Londra Büyükelçiliğinden Dışişleri Bakanlığına
Şifre                                          Londra,1.9.928
No.4485/352
“Central Vews” ajansı İstanbul telgrafına atfen Gazi Hazretlerinin Kraliyet ilan edeceğini ve vilayettan bunu temenni eden müteaddit arızalar aldığını yazıyor. İfası muktezi muamele varsa emri müsterhamdır.
Londra B.Elçiliği Arşivi –Kutu (L.B.A.-K.581/1)
“Central Newis.
Manchester Guardian 1.9.928






KEMAL TO FOLLOW SUIT?
Central News Telegram.)
A.message from Angora states that Kemal Pasha contemplates follovving the example of Ahmet Zogu of Albania a and proclaiming himself King of Turkey.
He has received numerous petitions urging him to transform Turkey from a republic to monarchy”

Çevirisi;
“Central News
Manchester Guardian, 1.9.1928
Kemal Aynısını Mı Yapacak?
( Central News Telegram)
Ankara’dan gelen bir mesaj, Kemal Paşa’nın Arnavutluk’tan Ahmet Zogu örneğini takip etmek ve kendisini Türkiye’nin Kralı olarak ilan etmek niyetinde olduğunu belirtiyor. Türkiye’yi cumhuriyetten monarşiye dönüştürmesini talep eden sayısız istek / dilekçe almış bulunuyor.”

      Yayınlanan haberler üzerine birkaç gün sonra Ankara tarafından yalanlanacaktır.

“The Turkish Embassy in London to the Editors of  ‘The Times’, ‘The Daily Mail’,’The Manchester Guardian’,’The Daily Telegraph’, ‘The Daily Express’, and The Reuters Ltd. London
                                                      September 6th,1928
Londra’daki Türk Büyükelçiliği’nden The Times, The Daily Mail, The Manchester Guardian, The Daily Telegraph, The Daily Express ve The Reuters Ltd. London Editörlerine, 6 Eylül 1928

For Publication
A few London nevvspapers have lately published some informations to the effect that His Excellency Gazi Mustapha Kemal, the president of the Turish Republic, contemplates proclaiming him self King of Turkey and that he has received numerous petitions urging him to transform Turkey from a Republic to a Monarchy.
This purely imaginary nevs is devoid of any foundation and the Turkish Embassy in London is in a position to oppose a most formal and categorical denial”
 L.B.A.-K.581/1
Londra Büyükelçiliğinden Dışişleri Bakanlığına
No.5404/364                   Londra, 7 Eylül 1928

Yayınlanması İçin,
Geçen günlerde birkaç Londra gazetesi, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin kendisini Türkiye’nin kralı olarak ilan etmeyi düşündüğü ve Türkiye’yi bir cumhuriyetten monarşiye dönüştürmesini talep eden sayısız istek / dilekçe aldığına dair bazı bilgile yayınlamışlardır.   
     Bu tamamiyle hayal ürünü olan haberlerin herhangi bir dayanağı yoktur ve Londra’daki Türk Büyükelçiliği buna daha resmi ve kesin bir itirazla karşı çıkmak durumundadır.
 5-9928 tarihli ve 146 numaralı emr-i telgrafileri cevabıdır.
  İrade’i velehaletpenahilerine imtisalen Türkiye’de kıraliyyet  ilanı haberinin serapa musanna oldugu merbuten takdim edilen tebliğ ile tekzip edilmiş ve iş bu tekzibimiz Royter ajansı ile bugünkü Times, Daily Telegraph ve Manchester Guardian gazetelerinde neşredilmiştir.
  Arz-ı keyfiyet ve te’yid-i hürmet eylerim efendim hazretleri.
L.B.A.-K.581/1
    Büyükelçiliğin yalanlaması İngiliz gazetelerinde şöyle yayınlanmıştır.

“The Daily Telegraph,7.9.1928;
‘KING OF TURKEY’
EMBASSY DENIAL
The Turkish Embassy in London states;
‘Reports have lately been published to the effect that his Excellency Gazi Mustafapha Kemal, the president of the Turkish Republic, comtemplates proc-laiming himself King of Turkey, and that he has received numerous petitions urging him to transform Turkey from a Republic to a monarchy. ‘This report is devoid of any foundation, and the Turkish Embassy in London is in a position to oppose to it a most formal and categorical denial.’
“Manchester Guardian,7.9.1928

TURKEY AND MONARCHISM
The Turkish Embassyin London has issued the folovvng:
A few London nevvspapers have lately published some informatıon to the effect that his Excel-lency Ghazi Mustapha Kemal, The president of the Turkish Republic, confemplates proclaiming himself  King of  Turkey, and that he has received numerous petitions urging him to transform Turkey from a republic to amonarchy. This purely imaginery news is devoid of any foudation, and the Turkish Embassy in London is in a position to oppose a most formal and categorical denial.”
“The Times (London),7.9.1928:
The Turkish Embassy has insued a categorical denial of reports published in  London (not in The Times) to the effect that Ghazi Mustapha Kemal, the president of  the Turkish Republic, contemplates proclaiming himself King of Turkey and that he has received numerous petitions urging him to transform Turkey from a Republic to a Monarchy.”

“The Daily Telegraph, 7.9.1928;
‘Türkiye’nin Kralı’
Büyükelçilik Yalanladı
Londra’daki Türk Büyükelçiliği bildirdi:
‘Geçen günlerde birkaç Londra gazetesi, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin kendisini Türkiye’nin kralı olarak ilan etmeyi düşündüğü ve Türkiye’yi bir cumhuriyetten monarşiye dönüştürmesini talep eden sayısız istek / dilekçe aldığına dair bazı bilgile yayınlamışlardır. Bu tamamiyle hayal ürünü olan haberlerin herhangi bir dayanağı yoktur ve Londra’daki Türk Büyükelçiliği buna daha resmi ve kesin bir itirazla karşı çıkmak durumundadır. ‘

“Manchester Guardian, 7.9.1928
Türkiye ve Monarşi
Londra’daki Türk Büyükelçiliği aşağıdaki açıklamayı yaptı:
‘Geçen günlerde birkaç Londra gazetesi, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin kendisini Türkiye’nin kralı olarak ilan etmeyi düşündüğü ve Türkiye’yi bir cumhuriyetten monarşiye dönüştürmesini talep eden sayısız istek / dilekçe aldığına dair bazı bilgile yayınlamışlardır. Bu tamamiyle hayal ürünü olan haberlerin herhangi bir dayanağı yoktur ve Londra’daki Türk Büyükelçiliği buna daha resmi ve kesin bir itirazla karşı çıkmak durumundadır. ‘

“The Times ( Londra), 7.9.1928
Londra’daki Türk Büyükelçiliği, London ( The Times değil) ‘da yayınlanan ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’in kendisini Türkiye’nin Kralı ilan etmeyi düşündüğü ve Türkiye’yi bir cumhuriyetten monarşiye dönüştürmesini talep eden sayısız istek / dilekçe aldığı haberlerini kesin bir şekilde reddetti.”

  İki ülke arasında yaşanan bu gerilim yine Atatürk’ün ikinci Balkan Konferansı için 20 Ekim 1931 yılında gelen Heyeti kabulü ve Kral Zogu’ya mesaj göndermesi üzerine normal seyrine girmiştir.
Fakat 1935 yılına gelindiğinde bu sefer Kral Zogu’nun kız kardeşiyle, Padişah 2.Abdülhamid’in oğlu şehzade Abid evliliği tekrar iki ülke arasında gerginlik yaşanmasına sebep olmuştur.
   Gazmend Shpuza “Ataturku dhe shgiptaret” (Atatürk ve Arnavutlar) adlı eserinde şöyle bahsetmektedir;
“Krizin başlangıcında Kral Zogu’nun kız kardeşi Padişah Abdülhamid’in 2’nin oğlu olan prens Abid’le evlendiler.
     Bu evlilik Atatürk’ü kızdırdı ve Türkiye Cumhuriyeti bu evliliğe karşı tepki gösterip resmi bir açıklamayla onun “siyasi bir evlilik” olduğunu iddia etti.
      Bu iddiaya cevap olarak Tiran’dan da bir açıklama geldi. Arnavut Krallığının açıklamasında bu evlilikten herhangi bir siyasi amacın bulunmadığı ve bunun gayet olağan bir evlilik olduğu söylendi.
     Bu açıklama Türkiye Cumhuriyeti Kurumlarını tatmin etmedi. Türk Büyükelçisinin Tiran’dan ayrılması da bu evlilik kararından sonra yer aldı.”[87]
   Atatürk’ü bu kadar kızdıran ikinci olay sadece bunla da sınırlı değildi.
     Kral Zogu’nun yanında sadece Şehzade Abid değil aynı zamanda çok eskilerden beri yanında bulunan Şehzade Mehmed Orhan’da vardı.[88]
  İsmail Bey’in torunu Egerem Bey Vlora’nın “Kujtime” (Hatıralar) kitabında yer alan şu bölümler dikkate şayandır.
     Osmanlı hanedanının son üyelerinden olan ve San Remo’da sürgün yaşayan Mehmed Orhan’a verilmek üzere yanında bulunan 1000 Sterlini vermek için karşılaştıkları Şehzade’nin Mustafa Kemal için sözleri şunlar olmuştur;
“Biz bu askeri herkesten iyi tanırız. O kabiliyetli bir asker, yetenekli ve enerjik bir liderdir.
   Biz kendisine özel kasamızdan lüzumlu eşyayı sağladık (30.000 altın sterlini) ve müzakereler devam ederken (Sevr Antlaşması, 10 Ağustos 1920)onu galip kuvvetlere karşı hareket etmekle görevlendirdik.”[89] Demektedir.
 Konuyu biraz daha açmak gerekirse Murat Bardakçı’nın Orhan Mehmed Osmanoğlu ile yaptığı görüşmelerden aktardığı bilgilere göre Şehzade Mehmed Abid, Paris’ten Tiran’a beraberinde Orhan Mehmed’i de getirmişti.
   Ahmet Zogu’nun eniştesi olunca çocukken kendi yaveri olan Orhan Mehmed Osmanoğlu, Ahmed Zogu’nun yaveri olmuştu.
   

 OSMANOĞULLARI’YLA İLGİLİ T. C.  YASALARI[90]

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kanun no: 431, Kabul Tarihi: 26 Recep 1342 – 3 Mart 1340 ( 1924 ), Madde: 1-Halife hal’edilmiştir.
    Bu maddeyle birlikte Hilafete dahil olan eş ve aile fertleri de yurt dışına sürülmüş ve ülke içindeki tüm mal varlıklarına el konulmuştur.
Düzenlenen bu kanun maddelerinin üzerinden yirmi beş yıl geçtikten sonra yumuşatılarak hanedan üyelerinin ülkeye tekrar dönmesi sağlanmıştır.
1949 yılında pasaport kanununda yapılan bazı düzenlemelerle (Kanun no: 5370 Kabul  Tarihi: 18 Nisan 1949 Resmi Gazete ile yayım ve ilanı : 25 Nisan 1949 – Sayı: 7190)Yurt dışında bulunan Hilafet yakınları mal ve mülklerinden feragat etmiş ve hak sahibi olamaycakları yönündeki düzenlemeyle ülkeye girmeleri izne bağlanmıştır.
Bunun devamında; Vatandaşlık Kanununa Bazı Maddeler Eklenmesine dair kanun Kanun no : 5371 Kabul Tarihi : 18 Nisan 1949 Resmi Gazete ile yayım ve ilanı: 25 Nisan 1949- Sayı: 7190/ Vatandaşlık Kanununa Bazı Maddeler eklenmesine  dair kanun: Yorum no : 245 Resmi Gazete ile yayım ve ilanı: 7 Mayıs 1949- Sayı :7201 Hilafetin Ilgasında ve Hanedan-ı Osmani’nin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine  Çıkarılmasına dair olan 431 Sayılı kanunun 2. Maddesinin değiştirilmesi ve aynı kanuna bazı  Maddeler  Eklenmesi Hakkında kanun: Kanun no: 5958, Kabul tarihi : 16 Haziran 1952 Resmi Gazete ile yayım ve ilanı : 23 Haziran 1952 – Sayı: 8142- Cumhuriyetin 50. Yılı Nedeniyle Bazı Suç ve Cezaların Affı hakkında Kanun’un 8. Maddesi Kanun no: 1803
Resmi Gazete ile neşir ve ilanı : 18 Mayıs 1974[91]dır.


ABDÜLMECİD EFENDİNİN HALİFE SEÇİLİŞİ (18 KASIM 1922)

  Sultan Vahideddinin 17 Kasım 'da İngilizlere sığınarak İstanbul'dan ayrılması üzerine T.B.M.M ince halifelik kaldırıldı.
 T.B.M.M tarafından yeni halife seçilmeden önce, seçilecek kimsenin de padişahlık sevda ve davasına kapılarak, herhangi bir yabancı devlete sığınması ihtimalini ortadan kaldırmak için İstanbul'da bulunan Rafet paşa' ya, Abdülmecid Efendi ile görüşerek ve hatta elinden T.B.M.M 'nin hilafet ve saltanat hakkında bir belge alarak gönderilmesi, Mustafa Kemal Paşa tarafından bildirildi.
  Onun bu istekleri Rafet Paşa tarafından gerçekleştirildi. Yine 18 Kasım 'da M. Kemal Paşa, Rafet Paşa'ya bir şifre-telgraf göndererek verdiği talimatta şu noktaları belirtti.; "Abdülmecid Efendi, Halife-i Müslimin ünvanını kullanacaktır.
  Bu ünvana başka sıfat ve kelime eklenmeyecektir. İslam dünyasına yayınlanmak üzere hazırlayacağı bir beyanname, Rafet paşa aracılığı ile, önce şifre olarak bildirilecektir.
   Uygun görüldükten sonra tekrar şifre ile ve yine Rafet Paşa'nın aracılığıyla kendisine bildirilecek, ondan sonra yayınlanacaktır."
          Bu beyannamenin metnini kısaca şu noktalar oluşturacaktır.

1-) T.B.M.M'nin kendisini halife seçmesinden dolayı açıkça memnun olduğunu söyleyecektir;
2-) Vahdeddin Efendi'nin son hareket tarzı, geniş bir şekilde ele alınarak kötülenecektir;
3-) Teşkilat-i Esasiye Kanunu'nun 10. Maddesine kadar olan maddelerindeki hükümler, gerektiği şekilde açıklanarak ve mühim ifadeleri aynen alınarak ve hükümetin kendine has mahiyeti ve idare usulünün Türkiye halkı ve bütün İslâm dünyası için en yararlı ve en uygun rejim olduğu belirtilip tespit edilecektir.
4-) Türkiye milli halk hükümetinin geçmişteki hizmetlerinden ve yararlı çalışmalarından övücü bir dille bahsolunacaktır;
5-) Bu beyannamede, belirtilen noktalardan başka, siyasi sayılabilecek bir nokta ve fikir söz konusu edilmeyecektir; T.B.M.M'nin 18 Kasım tarihli oturumunda Sultan Vahideddin'in kaçmasıyla hilafet makamı boşladığı belirtilerek yeni halife seçimi ile ilgili fetvalar okundu.
     Bu fetvalar şöyleydi; İmamül Müslimin olan Zeyd düşmanın umum Müslimin Elyhinde mucubi mahvaldun tekalifi şedidesini zarured olmaksızın kabul ile, hukuk-i İslâmiye'ye muddafaada aczini izhar ve müslimin müdafaa-i mücahidanalerini düşmana muvafakatle ihlal ve müslimin ve harekat-ı ihtilalkaraneda devam ve ısrar ve sonra da ecnebi himayesinde iltica ederek Makam-ı Hilafeyi terk ve firar hilafetten feragat etmekle, bu makam şet'an münhal olur mu?
Allâhü âlem bissevab olur.
Ketebülfakir Mehmed Vehbi. "Bu suretle hukuk ve menafi-i islamiyeyi siyaneten Makam-ı Hilafete layık bir  zata erbabü hallü akid tarafından biat olunmak vacib olur mu?
Elcevap: Allâhü âlem bissevab olur. Ketebetülfakir Mehmed Vehbi
.
  Fetvalar okunduktan sonra, oylamaya koyma söz konusu olunca M. Kemal Paşa yerinden kalkarak;
"Bu memleketi yıkmak içinde fetvalar verilmiştir. Fetva herhalde meclisin oyuna konmalıdır" diye müdahale etti.
 Böylece fetva elde olduktan sonra meclis kararın gerek duyulmaması ve millet işlerinde fetva ile yetinmek geleneğinin devam ettirilmesini önlemek istedi.
  Nitekim Bitlis Mebusu Yusuf Ziya oya koymayı gereksiz bularak; "Fetvay-ı şerife, bizim reylerimizden üstündür. Mademki fetva vardır, Vahideddin hal olmuştur." Dedi
T.B.M.M Reisi Dr. Adnan Bey (Adıvar)'in; "Fetvay-ı şerife mucibinde inhilali kabul edenler lütfen ellerini kaldırsınlar" sözleri üzerine oybirliği ile verilen kararı sürekli alkışlar izledi.
   Bundan sonra halife seçimine geçildi. 162 mebus oy kullandı, 148'i Abdülmecid Efendi'ye 2'si Abdülhamitt’in Oğullarından Şehzade Abdürrahim'e 3'ü büyük oğlu Selim Efendi'ye oy verdi ve 9 mebus çekimser oy kullandı.
  Böylece Abdülmecid Efendi Halife seçildi. 19 Kasım tarihli açık telgrafta Abdülmecid Efendi'ye "Türkiye Devleti'nin hâkimiyetini, kayıtsız şartsız millete veren Teşkilât-ı Esasîye kanununa göre yürütme gücü ve toplanmış bulunan milletin tek ve gerçek temsilcilerinden kurulu T.B.M.M'nin 1 Kasım 1922 tarihinde oybirliği ile kabul ettiği gerekçe ve esaslar çevresinde Yüce Meclis'in 18 Kasım 1922 Tarihindeki oturumunda halifeliğe seçilmiş olduğu" M. Kemal tarafından bildirildi.
19 Kasım tarihli bir şifre-telgrafla M. Kemal'in telgrafına cevap veren Rafet Paşa şunları bildirmekteydi;
   “Abdülmecid Efendi, imzasının üstünde Halife-i Müslimin (Müslümanların Halifesi) ve Hadimü'l Haremeyn (Mekke ve Medine'nin kulu) ünvanlarının bulunmasının Cuma selamlığında hil'at giyinmesinin ve Fatih Sultan Mehmed'in ki gibi sarık takmasının mümkün ve uygun olacağını öne sürmüş; İslam dünyasına yazacağı bildiri metni hakkın ileri sürdüğü fikirlerde de, Vahadeddin hakkında bir şey söylemeyeceğini bildirmiş ve bildirinin İstanbul gazetelerinde yayınlanırken Türkçesi ile birlikte bir Arapça suretinin yayınlattırılması fikrini atmıştı.
  M. Kemal Paşa, 20 Kasım'da Rafet Paşa'ya gönderdiği cevapta, Halife-i Müslimin ünvanı ile beraber Hadimü'l Haremeyni'ş-Şerifeyn deyiminin kullanılmasını yerinde bulduğunu söyledi. Cuma Selamlığında Fatih'in kıyafetini giymesini normal bulmayan M. Kemal redingot veya İstanbulin giyebileceğini, askeri üniformanın ise söz konusu edilemeyeceğini bildirdi.


 SULTAN VAHİDETTİN'İN KAÇTI (MI?) GİTMESİNE GÖZ YUMULDU (MU?)   (16–17 KASIM 1922)

T.B.M.M 'nin saltanatın kaldırılması hakkındaki kanunu oy birliğiyle kabul etmesi üzerine İstanbul'da mevcut hükümet dağılmış ve milli hükümet yönetimi kurulmuştu.
  4 Kasım günü son Osmanlı Sadrazamı olan Tevfik Paşa istifa etmişti. Bu günlerde İstanbul'da bulunan Rafet Paşa (Bele), saltanatın kaldırılmasını izleyen günlerde son Osmanlı Padişahının hareketlerini sıkı bir kontrol altına almış bulunuyordu.
    Sultan Vahidettin, T.B.M.M tarafından 2 Kasım gecesi hükümdarlıktan düşürülmüş olmasına rağmen son Cuma selamlığına 10 Kasım günü çıktı ve o gün namazdan sonra Hamidiye Camii'nin mahfelinde İstanbul'daki İşgal Kuvvetleri Kumandanı General Harrington ile görüşme yaptı.
  Bu görüşmede tercümanlık görevini Hünkâr yaverlerinden Yüzbaşı Fahri (Engin) yaptı.
  Anılarında bu görüşmelerden söz etmeyen General Harrington, Vahidettin'in kaçışını şöyle anlatmaktadır. "Lozan Konferansı'nın birkaç güne kadar başlayacağını umuyorduk. Fakat daha iyi şartlar altında çalışmak tehir edilmişti. Nihayet konferans hazırlıkları başladı ve İngiltere Fevkalade Komiseri büyükelçi Sir Horace Rumbold, İstanbul'dan ayrıldı. Fakat gitmeden önce Sultan'ın hayatından benim mesul olduğumu ve işler ciddileşirse Sultan'ın sonuna kadar kendisine sadık kalacak olan Mızıka komutanı vasıtasıyla beni haberdar edeceğini söyledi.
   Mızıka komutanı, Sultanın kadınlarından birinin kardeşi idi; adı Zeki idi. Bir Çarşamba günü Korgeneral Hartings, Mc. Hardy ve Anderson ile yemekte iken Sultan'ın yaverlerinin geldiğini bildirdiler.
  Bu yaverin mızıka komutanı olduğunu öğrendim. Kendisi, Sultanla senelerce beraber olmuş olan doktoru dâhil, bütün Saray halkının aleyhine döndüğünü ve Sultan'la da Cuma selamına çıktığı zaman öldürüleceğini zannettiğinden hayatını kurtarmam için bana haber yolladığını bildirdi.
   Tabiatı ile Sultan'ı kaçırmakla itham edilmek istemediğim için, bu talebin yazı ile yapılmasını istemek zorunda kaldım ve önümde şimdi eski Sultan tarafından kendi el yazısı ile yazılmış ve kendi mührü ile mühürlenmiş olan iki fevkalade vesika durmaktadır." (...)
Son Osmanlı padişahı 6. Mehmed Vahdeddin'in General Harrington'a yazdığı mektup şöyleydi: "Dersaadet İşgal Kuvvetleri Kumandanı General Sir Harrington Cenaplarına. İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere Devleti fahimayesine iltica ve bir an evvel İstanbul'dan mahalli ahara naklimi talep ederim efendim. 16 Teşrinisani 1922-Halife-i Müslimin Mehmed Vahideddin"
General Harrington, 17 Kasım sabahı erkenden Vahideddin'i Saray'dan otomobile alarak Dolmabahçe Sarayı Rıhtımından İngiliz Malaya zırhlısına bindirdi ve bu gemi Padişahı Malta'ya götürmek üzere derhal hareket etti.
   Aynı gün İngiliz Kumandanı Rafet Paşa'ya şu yazıyı gönderdi;
"Resmen haber verildiğine göre, Zat-ı Hazret-i Padişah-ı, vaziyet-i hazıra münasebetiyle hürriyet ve hayatının tehlikede olduğundan korkarak bütün müslümanların halifesi sıfatıyla İngiltere'nin himayesini ve İstanbul'dan derhal dışarı naklini talep etti. Zat-ı Hazret-i Padişahı'nın talebi bu sabah is'af edildi. Türkiye'deki Britanya Kuvvetleri Başkumandanı Sir Charles Harrington Zat-ı Hazret-i Padişah'ının emrine amade olarak kendisine, bir İngiliz harp gemisine kadar refakat etmiş ve gemide Akdeniz filosu Başkumandanı Amiral Sir Osmund Brock tarafından kabul edilmişti.
 Britanya Fevkalade Komiserliği vekâletini ifa eden Mr. Nevil Hanerson, gemide Zat-ı Şahaneyi ziyaret ederek İngiltere Kralı Haşmetli 5. George Hazretlerine arzadilmek üzere arzularını istifsar etmiştir. 17.11.1922"
Vahidettin, Malta'dan sonra Hicaz’a oradan da Rivera'ya giderek San Remo'ya yerleşti.
    17 Kasım’da Ankara'ya gönderilen resmi telgrafın ilk cümlesi şöyleydi:  "Vahidettin efendi bu gece Saray'dan ayrılmıştır."
Tabii ki bu gidişten o gün yetkililerin ya da Atatürk’ün haberi olmadığını düşünmek imkânsız.
Böyle düşünecek olursak da o dönemde herkesi hafife almış oluruz.
Ve Atatürk Vahidettin’in kaçmasına değil ama gitmesine göz yummuştur. Bunu da ülkenin geleçegi için uygun gördüğü muhakkakdır.


 SALTANATIN KALDIRILMASI (30 EKİM)

   1921 tarihli Teşkilât-ı Esasîye Kanunun 1. Ve 2. Maddelerine göre esasen saltanat fiili olarak sona ermiş, memleketin kaderine T.B.B.M el koymuştur.
  Fakat bunu kanunun kesin ve açık anlatımıyla belirtmek, böylece İstanbul Hükümetini dayanaksız ve hükümsüz kılmak gerekiyordu.
   M. Kemal Paşa, Padişahlığı kaldırmayı çok önceden tasarlamış bulunuyordu, ancak onun bu niyetini sezen bazı milletvekilleri Saltanat ve Hilâfet kurumunun yaşamasını, ancak son Osmanlı Padişahının Milli Mücadeleye ihanet ettiği için değiştirilmesini, nihayet bazı milletvekilleri de bu makama M. Kemal'in getirilmesini istiyorlardı.
   Padişahlığın aleyhinde bulunanlardan bazıları bile halifeliği, İslam birliğini temsil etmesi bakımından gerekli sayıyorlar ve saltanatla hilâfet birbirinden ayrılmadığı için ister istemez padişahlığa göz yummak gereğini duyuyorlardı.
   Az sayıda milletvekili de saltanatın kaldırılmasından sonra M. Kemal'in otoritesinin, meclis otoritesini zayıflatacağını ileri sürüyorlardı.
O sıralarda Vekiller Heyeti Reisliği'nde Rauf Bey (Orbay) bulunmaktaydı. 2. Grup adı verilen padişahın iktidarına taraftar olanlarca seçildiğinden, Rauf Bey, o tarihten itibaren M. Kemal Paşa'nın hareket tarzından uzaklaşmaya başlamıştı.
  Bir süre sonra Ankara'da, Rafet Paşanın (Bele) Keçiören'deki evinde saltanat konusunda M. Kemal Paşa, Rauf Bey, Rafet Paşa ve Ali Fuat Paşanın katıldığı bir görüşme yapıldı.
 Rauf Bey M. Kemal saltanatın kaldırılmasına niyeti olduğu hakkındaki söylentilerin neye dayandığını sordu. Gazi M. Kemal, Rauf Beye saltanat konusunda ne düşündüğü şeklinde bir karşı soru ile cevap verdi.
  Rauf Bey kendisinin ve babasının ekmeğini yemiş oldukları padişahlarını devamına taraftar olduğunu açıkça söyledi. "Asırlardan beri süren bir hükümetle çevrili olarak ve tebaalarının ihtiras ve kavgalarının üstünde tahtta kalmaya devam etmelidirler" şeklindeki görüş tarzını Rafet Paşada onayladı.
Ali Fuat Paşa ise, Rusya'dan yeni dönmüş olduğunu mazeret göstererek özür diledi ve konuşmaya katılmayı reddetti.
M. Kemal Paşada, bu konuyu görüşmek için gelmiş olduğunu söylemekle yetindi.
  Oysa Gazi M. Kemal, daha Samsun'da, hatta 1907'de Selanik’te verdiği kararı uygulamak için en uygun fırsatı beklemekteydi.
    Bu fırsatı kendisine, Lozan Barış Konferansına hem T.B.M.M. Hükümeti'ni, hem de Babıâli Hükümeti'ni davet eden İtilaf Devletleri'nin tutumu vermiş oldu.
  17 Ekim'de Sadrazam Tevfik Paşa, M. Kemal Paşaya bir telgraf çekerek, barış konferansına gidilmesini ve Ankara'dan bir delege gönderilmesini istedi.
 M. Kemal, Tevfik Paşaya verilmek üzere İstanbul'da Ankara Hükümeti'nin temsilcisi Hamit Bey'e yazdığı telgrafta Tevfik Paşanın devlet siyasetini karıştırmak suretiyle çok büyük bir sorumluluk yüklendiğini bildirdi.
   Tevfik Paşa 29 Ekim'de Sadrazam unvanıyla çektiği bir telgrafla doğrudan doğruya T.B.M.M. Başkanlığı'na müracaat etti.
Bu arada M. Kemal, T.B.M.M'ne yansıttı.
Tevfik Paşa'nın 29 Ekim tarihli telgrafında: "Eğer Babıâli konferansa katılmazsa, devletin altı asrı aşan bir zamandan beri müesses ve mahfuz olan bütün İslam âleminin ilgili bulunduğu tarihi belleğinin çökeceğini" yazılıydı.
    Ayrıca: (....) "T.B.M.M.'nin konferansa katılmaması ise, bütün cihanın büyük bir istek gösterdiği ve beklediği barışı çıkmaza sokacaktır.
    Bu ağır sorumluluğu ne Padişah'ın hükümeti, ne de T.B.M.M. yüklenebilir" şeklinde bir de tehdit cümlesinin yer aldığı telgrafta, padişah hükümetini T.B.M.M'nin tanıması istenmekte, Ankara'ya bir delege yollanmakta ısrar edilmekteydi.
30 Ekim günü T.B.M.M'nde bu konuda sert tartışmalar yapıldı. Saat 17.00' yapılan kapalı oturumda M. Kemal Paşa kürsüye çıkarak bir konuşma yaptı.
  Tevfik Paşa, oğlunu gizli olarak M. Kemal'e göndermiş, İngiliz'lerin, İstanbul ile Anadolu'nun ayrı ayrı cepheler durumunda bulunmasından yararlanıp Halifeliğin hamisi sıfatını elde etmeye çalışacağından, meseleye layık olduğu kadar önem vermesini rica etmişti.
   M. Kemal, bundan sonra Tevfik Paşa'nın telgrafını ve ona verdiği cevabı ve yine Tevfik Paşa'dan gelen yeni bir telgrafı okudu.
   Söz alan Rasih Hoca (Kaplan): "Babıâli konferansa gitmezse bu onun bütün İslâm âleminin ilgili bulunduğu tarihi hüviyetini yok eder" diyen Sadrazam'ın sözlerini mugalata olduğunu, şeriata göre hükümdarın çoban ve gözettiklerinden sorumlu bulunduğunu söyleyerek, padişaha Vahdeddin'in "câni" ve "hain" olduğunu adını Halife ordusu koyduğu haydutlarını, vatanı kurtarmaya çalışanların üzerine saldırttığını söyleyerek: "Bâbıâli padişahın dayandığı istilâcı kuvvetlerin pek yakında yıkılıp gittiğini göreceğiz" dedi.
Rahis Hoca'nın görüşü, M. Kemal'in çevresindeki Müdefa-I hukuk adiyle anılan Birinci Grup'un görüşüydü. Onun ardından kürsiye, İkinci Grup'un liderlerinden Erzurum mebusu Hüseyin Avni (Ulaş) gelerek, M. Kemal'in olmasına rağmen görüşünü şu sözlerle açıkladı: "İslâm âlemi Ankara'ya bağlıdır: İstanbul'un bu telyazısında birlik fikri değil, fesat tohumları vardır. Esasen kendilerini varsaymadığımız insanlarla yazışmaya girilmemelidir. Reisimiz Paşa Hazretleri Tevfik Paşa'ya nezaket göstererek şahsen cevap vermişlerdir. Hatta bana kalsa bu cevap verilmemeliydi".
T.B.M.M. 2. Başkanı Ali Fuat Paşa (Cebesoy) da söz alarak, 1921'de kabul edilen Teşkilât-ı Esasîye Kanunu'nun 11. Maddesiyle, hâkimiyetin padişahtan alınıp millete verilmiş bulunduğunu, Padişahlığın ortadan kaldırması yerine T.B.M.M'ne geçtiğini anlatıp, sözlerine şöyle devam etti: "Barış konferansında fitne çıkaracak ve ikililik ihdas edecek olan Saray ve hükümetinin Türk milleti üzerinde hiçbir vaziyetin kalmadığını hakkındaki kararlarınızı bütün cihana bir kere daha ilân edelim ve bu suretle düşmanlarımızın sonuncusu olan saray ile hükümetini ortadan kaldıralım."
Birkaç mebus konuştuktan sonra Doğu cephesi Kumandanı Kazım (Karabekir) Paşa, ilk kez Meclis kürsüsünden şu konuşmayı yaptı: "Babıâli gitmezse İslam âleminde büyük tessür uyanırmış deniyor. Cihan harbinde Kutsal Cihat ilan edilmişken birçok cephelerde müslümanlarla karşı karşıya çarpıştık; İstiklal Savaşı yaparken, bize karşı Padişah tarafından cihat fetvası çıkarılmış iken İslâm kardeşlerimiz Anadolu milletine ellerini uzattılar, İstanbul hükümetini lanetlediler."
   İcra Vekilleri Heyeti Başkanı Rauf Bey (Orbay) de, Tevfik Paşa'nın talgrafına çatmış, İslâm âleminin, İslâm dininin gerçek koruyucusunun Türk milleti, T.B.M.M. olduğunu anladığını söylemiş, "Halk İstiklâlini almıştır, İslâmı ve Türkiye halkını kimse iğfal edemeyecektir" demişti.
Son sözü alan Dâhiliye Vekili Fethi Bey (Okyar) de, Sarayı ve Bâbili'yi kaldırmayı ve bu kararın ilânını ısrarla isteyerek, Tevfik Paşa'nın telgrafına işaretle: "İngiltere Başvekili Llody George' un zihniyetini taşıyan adamların teşsiki de olmuştur. Eğer buna bir set çekmez ve T.B.M.M hükümetinden başka bir heyetin söz söylemeye hakkı olmadığını âleme kesinlikle ilân etmeyecek olursanız, elbette düşmanlarımız bizi barış antlaşmasına zayıf düşürmeye çalışacaklardır. Meclisin bu yolda kararını açıklaması ve set çekmesi vatan vazifesidir." demişti.
Bu konuşmalarda, T.B.M.M'nin Babıâli’nin hiçbir temsil yetkisi olmadığı, Tevfik Paşa'dan gelen telgrafa hiçbir cevap verilmemesi konusunda mutabakatı ifade olmuştu.
   Sonuç olarak 83 imzalı bir takrirde "Osmanlı İmparatorluğu ile Padişahlığın zeval bulunduğu Teşkilât-ı Esasîye Kanunu ile hükümdarlık haklarının millete ait olduğu" nun karar altına alınması önerildi: bu takdirde M. Kemal Paşa'nın da imzası vardı.
  31 Ekim ile Kasım arasında, müşterek bir karara varmak için, birbirine uymayan fikirlerin temsilcileri arasında görüşmeler yapıldı ve 83 imzalı takririn 6. Maddesi şu şekilde sokuldu: "Halifelik; Türklere, Osmanoğulları ailesine aittir. Türkiye Devleti halifeliğin dayanağıdır. Halifeliğe T.B.M.M., bu ailenin bilgice ve ahlakça ehil ve yetişkin olanını seçer. T.B.M.M. hükümeti Halifelik makamını, esir bulunduran yabancıların elinden kurtaracaktır." Bu takrir müzakereye konmadan önce, hocaların itirazları kulise hâkim oldu.
 M. Kemal Paşa, Saltanat ile halifeliğin ayrı ayrı yürütülebileceğini kanıtlamak için, 1 Kasım günü T.B.M.M.'nde, bütün Türk tarihini en özlü bir biçimde özetleyen tarihi bir demeç verdi. Bu konuşmada Türklerin Orta Asya'da devletler kurmalarından günümüze kadar tarihi gelişimini anlatarak, Hz. Muhammed'in kişiliği, kendisinden sonra gelen halifeler, Emevi ve Abbasi halifeleri, Endülüs'deki halifeler üzerine durdu.
Bu konuşmadan sonra mebusların verdikleri önergeler, Teşkilât-ı Esâsiye, Şer'iye ve Adliye Komisyonlarına havale edildi.
  Meclisin bir odasında toplanan bu üç komisyon başkanlığına Hoca Müfit Efendi seçildi. Üç Komisyonun bu ortak toplantısında bir kısım üyeler Saltanat ile Hilâfet'in birbirinden ayrılamayacağını ileri sürdüler.
Görüşmeler olumsuz bir yöne dökülmeye başlayınca toplantı odasında bulunan M. Kemal Paşa, müdahale gereği duyarak, komisyon başkanından söz aldı ve yüksek sesle şunları söyledi: "Efendim, Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından, hiç kimseye ilim icabıdır diye, görüşmeyle, münakaşayla verilmez. Hâkimiyet, saltanat kuvvetle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına el koymuşlardı. Bu zorbalıklarını altı asırdan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk Milleti bu mütevazıcilerin hadlerini bildirerek isyan ederek hâkimiyet ve saltanatını kendi eline, fiilen almış bulunuyor. Bu bir oldu-bittidir. Söz konusu olan, millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız? Meselesi değildir. Mesele zaten oldu-bitti haline gelmiş hakikati ifadeden ibarettir. Bu mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce, yerinde olur. Aksi takdirde, yine hakikat gerektiği gibi ifade olunacaktır. Fakat ihtimal, bazı kafalar kesilecektir. İşin ilmi tarafına gelince, hoca efendilerin merak ve endişelerine hiç yer yoktur. Bu hususta ilmi izahat vereyim. (...)"
   Bundan sonra uzun uzun birtakım açıklamalarda bulundu. Bunun üzerine Ankara mebuslarından Hoca Mustafa Efendi: "Affedersiniz efendim, dedi, biz meseleyi başka bakımdan ele alıyorduk; açıklamalarınızla aydınlandık" dedi ve sorun ortak komisyonda çözümlendi.
   Kanun tasarısı süratle hazırlandı ve aynı gün T.B.M.M.'nin ikinci oturumunda okundu. Ad okunarak oya konulması önerisine karşı kürsüye çıkan M. Kemal "Buna hacet yoktur. Memleket ve milletin istiklâlini ebedi olarak koruyacak esasları Yüce Meclis'in oy birliği ile kabul edeceğini zannederim." dedi.
Yapılan oylamada, yalnız bir tek kişi menfi oy kullandı. Böylece 1 Kasım 1922 tarih ve 307 sayılı kanunla saltanat kaldırıldı. T.B.M.M.'nin kararı bir bildiri ile içte ve dışta ilan edildi.

T.B.M.M'nin saltanat konusundaki kararı şuydu:

1-) Teşkilât-ı Esasîye Kanunu ile Türkiye halkı hakimiyet ve hükümdarlık haklarını, gerçek temsilcisi olan T.B.M.M. 'nin tüzel kişiliğinde, bırakılmaz, parçalanmaz ve başkasına aktarılamaz olarak temsile ve fiilen kullanmaya ve milli iradeye dayanmayan hiçbir kuvveti ve heyeti tanımamaya karar verdiği cihetle, Misak-ı Milli sınırları içinde T.B.M.M. hükümetinden başka hükümet şekli tanıma; binaenaleyh Türkiye halkı, şahıs hakimiyetine dayanan İstanbul'daki hükümet şeklini 16 Mart tarihinden itibaren tarihe intikal etmiş saymıştır;
2-) Halifelik, Osmanoğulları hanedanına ait olup, Halifeliğe T.B.M.M tarafından bu hanedanın, bilinçce, ahlakça en yetişkin ve en iyi olanı seçilir. Türkiye devleti, halifelik makamının dayanağıdır.


LAUSANNE (LOZAN) BARIŞ KONFERANSI 21 KASIM 1922–24 TEMMUZ 1923)

    T.B.M.M. Hükümeti, İtilaf Devletlerine gönderdiği 4 eylül 1922 tarihli notada, barış konferansının toplanma yeri olarak İzmir'i önermişti.
     Müttefikler ise 27 Ekim tarihli notlarında konferansın Lozan'da yapılmasını istemişler ve konferansa T.B.M.M hükümetinin yanı sıra İstanbul hükümeti'ni de davet etmişlerdi.
    İstanbul hükümeti'nin konferansa davet edilmesi, Ankara'nın şiddetle tepki göstermesine neden oldu. Bu olay, milliyetçilerin Osmanlı Padişahı'nın durumu sorununu ele almalarını gerektirdi.
     T.B.M.M. 1922'de yaptığı toplantıda, saltanatı kaldırması hakkında M. Kemal'in yaptığı açıklamayı dinledikten sonra, Osmanlı Saltanatı'nı resmen kaldıran kanunu kabul etti. Hilafiyet ise bir çok yetkiden yoksun olarak Osmanlı Hanedanından bırakıldı.
     Saltanatın kaldırılmasından sonra Osmanlı Hükümeti istifa etti ve T.B.M.M. Hükümeti tarafından vatan haini ilan edilen Osmanlı Hanedanı'nın son padişahı V. Mehmet Vahideddin, 17 Kasım 1922'de bir İngiliz Savaş gemisi ile İstanbul'dan ayrıldı. 18 Kasım günü
Abdülmecit Efendi, T.B.M.M. tarafından bütün müslümanların halifesi ilan edildi.
    Hilafet kurumunun bir süre daha devam etmesi, iç ve dış politika bakımından yararlı görülmüştü. Böylece, İstanbul'da artık müttefik devletlerin üzerinde baskı kurabilecekleri bir hükümet kalmamıştı: Lozan Barış Konferansı'nda Türkiye'yi sadece Ankara Hükümeti temsil edecekti.



ATATÜRK’ÜN KULLANMIŞ OLDUĞU   KAMAL MÜHRÜ








KAMAL  ATATÜRK

Atatürk hakkında binlerce kitap yazılır ve milyonlarca da hayranı ve bir o kadarda düşmanları vardır.
 Bu kadar çok düşmanı ve dostu olan bu seçkin insanı ne kadar tanıyoruz?
 Ben kendi adıma itiraf etmeliyim ki “ hiç tanımıyoruz!”
Hayatına ilişkin bilgileri inceledikçe ve doğrulara ulaştıkça daha derinlere inen ve ulaşılmaz olmayıp sadece dikkatle bakmak gereken bu zat karşısında çok daha kitaplar yazılacak ve sözler söyleneceğe benzemektedir.
 Bunun en bariz örneği ise ismini bile doğru bilmediğimiz bir zatla karşı karşıya bırakılmış olmamızdır.
       Bu bölümden sonra Atatürk’ün “Kemal” ismini değil “KAMAL” ismini kullanarak devam edeceğiz.
Atatürk’ün son olarak kullandığı asıl adı KAMAL’dır. Elli beş yıl boyunca Atatürk’ün kullanmış olduğu KEMAL isminden vaz geçerek KAMAL olması, 1935 yılının hemen başlarında iki dilbilimci Yusuf Ziya (Özer) ve Naim Hazım (Onat) Atatürk'ü Kemal adının Arapça'dan Türkçe'ye geçtiği orjinal halinin Kamal olduğunu dile getirmiş ve bu konuda da Atatürk’ü ikna etmişlerdir.
  Hepimizin bildiği gibi resmi yazışmalarda alınan son isim ve soy isim geçerlidir. Burada alınan karar gereği yazılı olarak önümüzde duran tüm resmi yazı ve kitaplar ve hatta ders kitapları Atatürk’ün ismini yanlış yazarak bir tarihi bu şekilde karartmaktadırlar.
 Çünkü burada kullanılan KAMAL isminin altında yatan anlam ve özelliklerin aslında bazı çevrelerce çok iyi bilinmesi ve bunun gizlenebilmesi halkımızdan bu isim gizli tutulmaktadır.
Her şeyden önce, ATATÜRK’ÜMÜZÜN BURADA KULLANDIGI MÜHRÜN RENGİ ALTIN SARISI VE ÖZEL BİR SIRRI BARINDIRMAKTADIR.
Nitekim Anıtkabir Müzesine gittiğiniz vakit orada Atatürk’ün imzalarının bulunduğu bir mühür demetiyle karşılaşacaksınız.
Bu da şu demektir ki Atatürk el imzası yerine imzasının bulunduğu mühürleri basmaktadır.
Aşağıda verilen sadece bir örnektir. Hemen bu nokta da durup soluklanmadan Atatürk’ün imzalarına ilişkin birkaç söz etmek gerekeçektir. Çünkü tahribat bu noktada da gerçekleştirilmiştir.



















ATATÜRK İMZASI BULUNAN MÜHÜRLER KULLANIRDI VE BİRÇOK YERDE SAHTE İMZASI KULLANILDI BUNLARDAN BİRİDE VASİYETNAMESİDİR


           ATATÜRK İMZALARINI MÜHÜRLERİNDE ATMIŞTIR.


VASİYETİNDE Kİ İMZA ATATÜRK’ÜN MÜ?

   Atatürk’e ait olduğunu bildiğimiz birkaç imzanın hepsinde dikkat çeken hepsinin mühür olarak da yer almasıdır. Anıktabirin içerisinde yer alan ve binlerce insanın hergün ziyaret ettiği bu nadide müzenin hemen giriş kısmında solda bulunan cam bölme içinde yer almaktadır.
   Aşağıda verilen imza örneklerine baktığımızda 1935 yılında Atatürk’e ait Kamal isminin bulunduğu mührün hemen yanında bulunan imzası ile kendi el yazısı ile düzenlediği vasiyetnamesindeki imzayı karşılaştırın birbirine benzemekte midir?




     Bunu devam ettirelim ve Atatürk’ümüzün Beyoğlu 6.Noterinde kayıtlı vasiyetin altında ki imza aynı mıdır?




Bu birbirinden farklı üç (3) imza Atatürk’e ait olduğu söylenmektedir?
   13 Kasım 2005 tarihinde Anayurt Gazetesinde devam eden dizi yazılarımın içerisinde bu konuya da değinmiştim.

        13 Kasım 2005 Anayurt gazetesi


    Atatürkün vasiyetnamesinde yer alan iki farklı imza

    Bugün sürekli olarak kamuoyunun önünde tartışılan konulardan biride vasiyetname konusudur.
   Herkes gibi Atatürk’te bir vasiyetname hazırlamıştır. Ama günümüzde ardında başka planları barındıran konuları içeren bir vasiyetname değildi muhakkak bu vasiyetnamesinin orjinali çok yakın bir zamanda kamuoyuna sunulacak ve içeriği hakkında gerçekleri hep beraber öğrenecegiz.
   Ve altında Atatürk’ümüzün mührü ile yayınlanaçak bu vasiyetnamenin içeriği ortaya çıktıkça bugün planları ve proğramları çıkar üzerine kurulu birçok kişinin ve kurumun maskesi de kendiliğinden düşeçektir.
    Ve bu sahte imza konusunu burada kaparken son cümle olarak şunu demek isterim. Yayınlanan Atatürk’ün vasiyeti gerçekleri yansıtmamaktadır.






























KEMALİZM NASIL ORTAYA ÇIKIYOR
           
            Hepimizce malum olduğu gibi Kemalizm’in ilk kullanılışı bildiğimiz kadarıyla 1930 yılına aittir. Ahmet Cevat Emre, 1928–1933 yılları arasında çıkardığı Muhit dergisinde Kemalizm terimini ilk kez 1930 yılının Temmuz ayında kullandı. “Kemalizm doktirin olarak, bütün siyasi prensipleri malum bir demokrasi mektebidir.” diyordu.[92]
         Fakat yukarda koydugumuz kitap kapağından da anlaşılan 1922 yıllarında aslında KEMALİZM’den bahsetmek mümkündür.
         Yazımıza kaldığımız yerden devam edecek olursak,
Ali Naci Karacan ise çıkardığı İnkılâp gazetesinde 2 Aralık 1930 tarihli başyazısında Kemalizm olmalıdır. [93] diyordu.
Mahmut Esat Bozkurt ise, Kemalizm terimini ilk kez Kasım 1932 tarihinde Anadolu (İzmir) gazetesinde kullandı. [94]
    Kemalizm 1935 tarihinde toplanan CHP 4. Kongre kararıyla kabul edildikten sonra yaygın olarak kullanılır olmuştur. 1936 yılında "Kemalizm" ve "Kamâlizm" başlığını taşıyan iki kitap yayınlanmıştır.
Birisi Edirne Mebusu Şeref Aykut'un "Kamâlizm" isimli kitabı­dır.
   Alt başlıkta, "C.H. Partisi Programı'nın İzahı" açıklaması yer almaktadır.
İkincisi de, yine 1936 yılında Tekin Alp’in yazdığı ve‘Kemalizm’ adını verdiği kitaptır. Bu kitap daha sonra yeniden yayınlanmıştır.[95]
Kemalizm kavramına CHP’nin temel belgelerinde ilk kez 1935 yılında rastlıyoruz. CHP'nin 9 Mayıs 1935 günü açılan 4. Büyük Kongresi'nde kabul edilen programın Giriş'inde şöyle denmektedir:
"Yalnız birkaç sene için değil geleceği de kapsayan tasarları­mızın ana hatları burada, toplu olarak yazılmıştır."Partinin güttüğü bütün bu esaslar, Kamâlizm prensipleridir." C.H.P: Programı,
    Atatürk, bu tanımı, 1939 yılında toplanacak CHP Kurultayı için 1937'de kendi eliyle yazdığı program taslağının "Giriş" bölümüne de aynen almıştır."
Atatürk aynı sayfanın son cümlesinde, Türk Devrimi'nin ger­çekleştirdiği bütün bu işleri, "Kamâlizm Prensipleri" diye adlandır­mayı sürdürür:
"Partinin güttüğü bütün bu esaslar 'Kamâlizm Prensiple­ridir."[96]

kemalizm

          "Belge, Anıtkabir Arşivi ‘'

Edirne saylavı (Mebusu) Şeref Aykut'un "KAMALİZM" isimli kitabın­da. (Alt başlıkta, "C.H. Partisi Programı'nın İzahı" açıklaması yer almaktadır.) Muallim Ahmet Halit Kitabevi, 1936,  önsözünde kamalizm ile ilgili şöyle yazmaktadır.
KAMALİZM
ÖNSÖZ
Türk devrimini son asırların değişikliklerini hazırlayan fikirlerle ve daha sonraları yürüyen, göğdelen Rasyonel, Sosyolojik, Marksist, Faşist rejim ve ideolojileri ile izaha çalışmakta fazla bir iş olur.
Kamalizm bunların üstünde yalnız yaşamak yolu aşılayan ve bütün prensiplerini ekonomik temeller üzerine kuran bir yoldur.
Ötekilerinde uluslara ve insanlığa zorla ve ağır basarak sarkan ve seken yerler pek çoktur. Kamalizm, inanana damga vurarak kalkınmış değildir.
İnanan gönülleri kazanarak yaratmış ve yükselttiği için yükselmiştir. Amaçladığı gaye de ulusun kalkınma davasıdır. Bunu yürütende hiç şaşmayan ve şaşırtmayan sağ duyu, selim akıldır. İşte Atatürk’ün büyük eserini toplayan “Cumhuriyet Halk Partisinin” programı üzerinde bir araştırma gerekliğini bu sebeple duydum.
                                     İkinciteşrin 935       Şeref Aykut
Kemalizm’in “Kamalizm’e” dönüşmesinin hikâyesini ise, 4. Şubat 1935 günlü Anadolu ajansı bülteninden öğrenebiliyoruz. “istihbaratımıza nazaran Atatürk’ün taşıdığı “Kamal” adı Arapça bir kelime olmadığı gibi, arapça “Kemal” kelimesinin delalet ettiği manada da değildir. Atatürk’ün muhafaza edilen öz adı, Türkçe “ordu ve kale” manasına olan “Kamal’dır”. [97]
Şeref Aykut’un bu kitabında ve Atatürk’ün bahsettiği kamalizm’in anlamı yukarıda bahsedilen Türkçe anlamı olan kale ve ordu anlamının ötesinde başka bir anlamları da bulunmaktadır.
   Bu konuda “Tek Adam Mustafa Kemal” adlı eserin yazarı şevket Süreyya Aydemir kitabının 470 inci sayfasında dipnot olarak şöyle yazmaktadır.  Türkçeleştirme hareketleri sırasında <Kemal> yerine <Kamal> gibi kullanım hareketleri görüldü kamalizm’in kökü olan <Kam> Türklerde tanrı ile insanlar arasında ilişki sağlayan lider anlamında bir anlamı vardır. Birde <Kam> tanrı buyruğunu bilen ve onu öğreten kişi anlamına gelmektedir.
  Yine, Büyük devletler kuran Türkler, büyük ve kapsamlı medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur.[98]
Kam kelimesiyle ilgili www.gokkogbitsik.com adlı internet sitesinden aldığım bilgiyi aşağıya notlar bölümüne aktardım. [99]

    Bundan böyle, Kemalizm sözcüğünü gerçek bilimsel anlamı ile, yani kendine özgü düşüncelere, ayırıcı ve özyapısal(karakteristik) ilkelere sahip bir istem ve bir rejim anlamı ile kullanmakta ikirciliğe yer yoktur.
     Bu deyim, Halk Partisi’nin Ankara’da 9 Mayıs 1935’te toplanan Dördüncü Genel Kongresi’nde benimsenen programda yönetimce açıklanmıştır.
 “Yalnız birkaç yıl için değil geleceği de kapsayan düşüncelerimizin ana çizgileri burada toplu bir biçimde yazılmıştır. Partiyi kapsayan bütün bu ilkeler Kemalizm yoludur.”
    Emin Arat 1969 yılında yayınladığı “Kemalizm”  adını verdiği kitabında Kemalizm’i şöyle tanımlamaktadır;
     “ Kemalizm, tam bir düzeni düşüncedir, çünkü diğer düşüncelerin tek yönlü ve noksan oluşlarının karşısında, Kemalizm, fertçi ve toplumcu düşünce unsurlarının her ikisine de sahip bulunmaktadır. Kemalizm’in bu özelliği, yapıları değişik alan bütün toplumlarda uygulanma imkânı verir…
Kemalizm, insanı maddi ve manevi çeşitli yaşama ihtiyaçlarının tümünü kavrayan külli bir yaşama düzeni düşüncesidir, onun için Kemalizm hiçbir düşünceye benzemez ve fakat diğer bütün diğer bütün düşünceler kendilerini Kemalizm’de bulabilirler.”
     Mahmut Esat Bozkurt, Devrim Tarihi derslerinde CHP Programı'yla uyumlu bir Kemalizm tanımı yapmıştır:
"Türk ihtilalinin verimi, sembolik altı ok içindedir ki, buna Kemalizm diyoruz ve diyorlar."
Prof. Dr. Afet İnan da, "Atatürk'ün uğraştığı ve kendi mesuliyeti altında tahakkuk ettirmek istediği inkılâplar"ın, "ona izafeten 'Ke­malizm' tabiriyle tarihte yer aldığını" belirtmektedir.
ULUS Gazetesi Başyazarı Falih Rıfkı Atay'’ın 1937 – 1938 başyazı­larından "Kemalizm" sözcüğünün tanımlandığı bölümlerden alıntılar
    Hedefi: Zihniyet ve Ruh değişikliği olan, Başkalarının haklarına saygılı, Barışçı, istikrarlı, Güvenilir ve itibarlı, inanmış, (azimli)
      İnsani ve alternatifi olmayan bir ideoloji. Kemalist Türkiye, Medeniyet ve Kültür Mücadelesi içinde bir ülke. Dürüst politikalar sonunda oluşturulan Sağlam bir Mali Yapı ve Gelişen Ekonomi ile Kemalist Türkiye 'nin her taraflı inkişafı ve inşası devam etmektedir. Edecektir. Onbeşinci Yıl'da herkes bu nedenle gururlu.


















ACI SONUÇ KEMALİZM 1953 CHP KURULTAYINDA TÜZÜKTEN ÇIKARILMIŞTIR.

1953 kurultayında Kemalizm, CHP Programından çıkartılmış yerine Atatürk yolu diye bir kavram getirilmiştir. Kemalizmi savunanlar tasfiye edilmiştir.
Oysa Kemalizm; devrimci rejim olarak sürekli geliştirilip uygulanması gerekirken, daha durağan olan statükoyu korumak anlamında Atatürkçü düşünce; bir fikir, bir yol gösterici, muhafazakâr bir yapı olarak kemalizm’i gizlemek ve toplumun sadece bir kesiminin yönetim talebi için kullanılmıştır.
     Emperyalizmin Kemalizmi tasfiye programına paralel olarak kemalizme karşı olanlar. Atatürkçü kimliği ile ortaya çıkmış ve bazı derneklerin yönetimine girmişlerdir.
   Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünden 15 gün sonra dönemin İngiltere Büyükelçisi Percy Loraine'in Londra'ya özel bir kuryeyle gönderdiği ve üzerine " 40 Yıl Boyunca Açıklanmayacak damgası vurulan mektubunun kısa bir metnin de şunları söylemektedir;
 “özellikle, başından beri isteyerek ve çok emek sarf ederek, kendini yaşatacak bir sistem kurmaya çalışmasıdır.”
Yunanlı Thomas A. Vaidisi, kemalizm için 1936 yılında yazdıgı yazısında ise;
     “ Kemalizm; ne faşizm, ne de Hitlerizm dir. Bunların ikisi de ilerlemeyi ve tarihsel evrimi önleyici kuruluşlardır. Burada ise atılım sağlamak, uygarlıkca geri kalmış ülkeyi çağdaşlaştırmak için devrim yapılmaktadır. Kemalizm, Türkiye nin gerçek uygarlık devrimidir. Kemalizm devrimi çağdaşlıktan da ötedir.”[100]










-BİR İDDİA- V.MEHMED REŞAT’IN OĞLU ATATÜRK (!)

Kitabın ikinci bölümünde Atatürk’ün Kronolojisinde yapılan yanlışlıklar ve çelişkilere yer verildi, verilen bu bilgilerin tutarsızlığının altında yatan sebep nedir?
Atatürk’e ait Kronoloji yazarlarının itiraf ettiği bir konu vardır ki, o da Atatürk’ün ilk on- on iki yaşına kadar olan yaşam hikâyesi kapalıdır.
Atatürk’ün yaşadığı dönemde yaşayan yaşıtlarının kayıtları mevcuttur.
Yine bunla ilişkili olarak Zübeyde Hanım’ın o günkü doğan çocukların kayıt edilmediğini söylemesi de doğru kabul edilemez.
Ve bunların dışında önemlisi Anne, evladını ne zaman dünyaya getirdiğini, doğurduğunu bilmez mi?
Atatürk Kronolojisinde çelişkiler sadece Atatürk’ün hayatına ilişkin değildir. Ali Rıza Efendiye ait bilgilerde de çelişkiler ve tutarsızlıklar vardır.
Uzun süre Devlet hizmetinde görev yapmış ve sonrasında ticaretle uğraşmış bir insanın hakkında edinilecek resmi ve özel bilgilerin çok olması gerektiği bir gerçektir. Bunun aksinin olması düşündürücüdür.
Nitekim Ali Rıza Efendiye ait elimizde iki bilgi vardır ve ikisi de sağlıklı değildir. Bunların ilki Selanik’te bulunan evin yaptırılması, sahibi olması diğeri de resmidir.
Selanik’teki evin artık biliyoruz ki sahibi Ali Rıza değildir. Ve resmin kendisine ait olmadığı da ortadadır. Nitekim Ali Rıza’ya ait olduğu düşünülen bu resmin daha sonra özgün olanı tahrif edilerek yayınlanmaya başlamıştır.
Bu kadar çelişkiye rağmen Atatürk, Zübeyde Hanım, Makbule Hanım hayatta iken kendileriyle bu konuda yapılan sohbet, mülakatlarda ve yakın tanıdıklarının verdikleri bilgilerde sürekli çelişkili olması İkinci Bölümde ayrıntılarıyla ortaya konulmuştur.

























ATATÜRKÜN YAŞAYAN AKRABALARI VE ÇELİŞKİLİ ŞECERELER

Atatürk’e ait yayınlanmış birçok şecere şema halinde çeşitli zaman dilimlerinde yayınlanmaya devam etmektedir. Birbirini adeta yok sayan bu şecereleri kimler ne amaçla yapmaktadırlar?
Yukarıda anlattıklarımıza ek olarak akrabalık bağı olduğunu dile getirenlerinde hazırladıkları şecereler bugün elimizde mevcuttur…
Fakat yayınlanan bu tüm şecereler Atatürk Kronolojisiyle asla bağdaştırılamaz.
Şecereler konusunda Avni Altıner’in sözleri de dikkat çekicidir.
“Atatürk’ün şeceresi hakkında şimdiye kadar çıkan eserlerde bilgi yoktur. Babasından ileri gidilmemiştir… Enver Behnan Şapolyo Ata’nın şeceresini incelemiş ve dedesini  firari Ahmet göstermiştir ve Kırmızı Hafız Mehmet  adlı kardeşi olduğunu (Mustafa Kemal) adlı eserde yazmıştır.
Hürriyet Gazetesinde 10 Kasım 1961 ‘de Atatürk’e ait bir şecere çizmiş ata’nın babasını Kırmızı Hafız Ahmet diye yazarak aşağıya aldığımız imzasız yazıda Ata’yı Kırmızı Hafız Mehmed’in oğlu göstermişlerdir.” Demektedir.  Aşağıda verilen şecere bahsi gecen şeceredir.










Yukarıdaki şecerenin bir başkası da Mustafa Kemal’in kuzeni Bayındırlık Bakanı Süleyman Sırrı Bey ile birlikte 1924 yılında anne tarafına ait soy ağacının hazırlanmasına ilişkindir.
   NTV Tarih Dergisinin, Kasım–2009, Sayı;10,Sf.34–36 da Ayşegül Parlayan-Derya Tulga imzalı yazılarında aşağıda verilen şecere açıklanmıştır.


1


























Zübeyde Hanıma ait bir şecere ve akrabalık bağları da İskenderun’da bulunmuştur.
İskenderun. Org’da Ufuk Aktug’un mülakatına göre, Abdurrahman Aldırmanın Selanik yıllarında Rapla Çiftliğinde Atatürk’le birlikte Karga kovaladığı ve hayatına ilişkin bilgiler içeren bir mülakatta kendisinin üç oğlan çocuğu olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre; Metin, Melih, Mete’dir.
  Zübeyde Hanıma ait bir şecerede ikinci evliliğine ilişkindir. İkinci evliliğini Ali Rıza Efendi öldükten bir yıl sonra yapan Zübeyde Hanım Ragıp Beyle evlenmektedir.
   Ragıp Beyinde bu evlikten önce Hakkı, Süreyya, Ruhiye (Rukiye) isimlerinde üç çocuğu olduğu anlaşılmaktadır.
Ragıp Beyle Zübeyde Hanımın evlilik tarihi olarak da 1889 tarihi verilmektedir.
  Açıklamaları Sabah Gazetesinde Figen Yanık’a yapan Ferhat Babür’ün bilgilerine göre Zübeyde Hanım’ın vefatına kadar yanında Ruhiye Hanım bulunmuştur. Atatürk bu dönemde sekiz yaşındadır demektedir.
Burhan Göksel’in Atatürk’ün Soy kütüğü üzerine bir çalışma kitabında Ank.-1994,Sf.21’ de verdiği şecerede şöyledir.
                          Burhan GÖKSEL ŞECERESİ

   Atatürk’ün Şeceresine ilişkin Türkiye’de en kapsamlı çalışan araştırmacı Doç.Ali Güler’dir. Sayın Ali Güler’in bu konuda yayınlanan birçok eseri bulunmakla birlikte üniversitelere sunmuş olduğu bildirileride bulunmaktadır ki bunları ve yazarı önemsediğimizden ötürü ek dosya olarak vermeyi uygun bulduk.
   Bu konuyu araştırmak isteyenlerin Sayın Ali Güler’in çalışmalarını ve eserlerini okumalarını özellikle verdiğimizin bilinmesini isteriz.
     Şimdi, bunca çalışma ve belgeden sonra şahsımın üzerinde oluşan bir kanaat vardır.
   Geçen yıllar içerisinde kendisiyle İstanbulda sekiz saat süren bir sohbet ettiğim Osmanlı ailesinden Kayahan Bey’e aşağıda oluşan kanaatımı söylediğimde çok şaşırmıştı.
    Fakat bir süre sonra ailenin ileri gelenlerinden birinin Genel Kurmay Başkanlığına giderek böyle bir şüphesini dile getirmiş bu konuda bilgi olup olmadığını araştırmış olduğunu belirtmişti.
    Bu konuşmanın devamında Osmanlı Hanedanının bugün yaşayan evlatları İngilterede bulunan vakıfları aracılığıyla hazırlamış oldukları İngilizce Osmanlı Hanedanının Şeceresini bana göstererek şöyle demişti; (Şahsımda tüm yazı yazanları kast ederek.) “Siz mi doğru söylüyorsunuz? Yoksa biz mi?”   
   Gerçekten şahsımı etkileyen bu cümleleri unutmamama engel olan sebep ise bugüne kadar Osmanlı Şeceresi diye yazılanların aslında gerçegi yansıtmadıgını hatta ileri giderek uyduruk olduğunu görmüş olmamdır.
   Yakın bir zamanda ellerinde bulunan ve Türkçeye çevrilerek,  “Osmanlı Şeceresi” eserin yayınlanarak Türk kamuoyuyla paylaşılacağını umut etmekteyim.
    Atatürk ile ilgili ve ailesi ile ilgili kanatım her zaman pozitif olmuştur.
    Gerçekten bir deha ile karşı karşıya kalmanın dışında kendisini anlamaya başladıkca bir asaletin varlığını hep üzerinde gördüğüm bu muazzam şahsın, ailesinin bugün tartışma haline getiriliyor olması çok üzücüdür.
   Fakat dediğim gibi araştırmalarımı derinleştirdikce çok iyi farkına vardığım bazı sonuçlar aslında bu tartışmaların bilinçli bir şekilde, hatta kontrollü yaptırıldığını gördüm.
  Türkiye Cumhuriyeti Devleti üzerinde durdugu ve yaşamını sürdürdüğü topraklarda iki kesim ile sık sık bir arada yaşamıştır. Bunlar Ermeni ve Musevilerdir. Bu iki ayrı milletin arasında oluşan Ekonomi ve statü kavgası sosyal hayatımızı hep derinden etkilemiştir.
  Hepimiz üst kimliğimizde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız. Ve bundan da memnunuz. Vatanımız, toprağımız ve bayrağımız birdir.
   Fakat bu iki kesim içinde gizlenerek kimliklerini TÜRK olarak gösteren siyaset, yazar, gazeteci ve iş adamlarının yapmış oldukları faaliyetlerin bölücü ve yıkıcı tavrı işte Atatürkümüzün şeceresine kadar sıçramıştır.
    Kendi çıkar ve menfaatleri için artık kullanılmaya çalışılan bir Atatürk vardır.
    Bunlar olup biterken Devletin Yetkili kurumları çevresinde oluşturulan birkaç kişinin iaşesini sağlayan kurumlar haline gelmiş, asli görevlerini yapamaz durumda kalmışlardır.
   Şahsım, Bu konuda diretmekle kalmayıp bir fikir olarak ve bu konuda yapılaçak olan çalışmalarında önünü acabilmek için Atatürk’ün Osmanlı Hanedanından gelen bir şehzade olduğuna inandığımdır.
     Bu bende oluşan bir kanaattır. Doğruluğu konusunda asla israr etmiyor ve bu fikrimi dürüstce kamuoyuyla paylaşmak istiyorum.
    Nitekim bölüm başında Atatürk’ün kendi Krallığını ilan edeceği konusunun altında bu psikolojik yada biyolojik bir bilginin olabileçeği muhakkaktır.
Nitekim Beşinci Mehmedin hayatı ile ilgili çalışmaları incelediğimizde de bağlantıların ilginçliği dikkat çekicidir.
   



MEHMEDİN İLAN EDİLMEYEN OĞLU ŞEHZADE
 KAMAL

   Mustafa Kemal’in biyografisine ilişkin bilgiler yukarIda not edilmiştir. Bu notlardan da anlaşılan ve gözüken Atatürk’ün biyografisinin çelişkiler ve yanlışlıklarla dolu olması tesadüfî ya da bilinçsizce yapılmış olarak algılamak mümkün değildir.
  Atatürk’ün hayatına ilişkin bakıldığında özel bir şahsiyet olduğu zaten dikkat çekicidir.
     Milli Mücadele yıllarında yaşananlar ve dönemi ileri gelen komutanları ve siyasileri içinde seçkin ve özel yeteneklerinin yanında başarısının arkasında gizli fakat güçlü milli yapıları da görmek mümkündür.
1.Dünya Savaşından sonra hızla toprak kaybına uğraması ve Devletin güç kaybettiği gören Osmanlı İmparatorluğunun yetkililerinin önlem ve tedbir almamaları asla düşünülemez.
Atatürk’ün Osmanlı Şehzadeleri arasında yer aldığına dair iddialar hep olmuştur.
Aşağıda verilecek bilgiler ve eklerden ilk bilgileri edineceğimiz bu fikrin temeli yine Osmanlının kendine ait bulundurduğu kök şeceresinde yer almaktadır.
Bugün Osmanlı Hanedanının devamı olanların da elinde bulunan şecerelerine baktıgımızda V. Mehmed Reşad’ ın beş eşinden son iki eşine ait olanlarının çocukları yer almamaktadır.
Konuya başlamadan önce bu şehzadelerin ne anlama geldiklerine bakmak gereklidir.


  


OSMANLI ŞEHZADELERİ

Şehzade, “Şah oğlu, Padişah oğlu” demektir… Padişah Çocuklarına, Sultan Çelebi Mehmet zamanına kadar “Çelebi” denilmiş, sonra şehzade tabiri kullanılmaya başlanmıştır.
Şehzade veya sultan doğduğunda Sarayda özel merasimler yapılırdı.
  Şehzade ve Sultan doğumları ferman geldikten sonra her mahallin şer’i mahkeme sicillerine kaydolunurdu.
Osmanlı şehzadesi beş, altı yaşına gelince kendisine bir hoca tayin edilerek merasimle okumaya başlardı. Bu derse başlamaya  “Bed-i besmele”  denirdi.
Şehzade ilk olarak Elif-bayı şeyhülislamdan okurdu. Merasim sonunda Şeyhülislam dua ederdi.
Şehzadelik oğuldan oğul’a gecen hanedanlık unvanıdır. Yani Osmanlı Hanedanına mensup padişah dışında tüm erkek çocuklara verilen ortak isimdir.
Şehzade unvanı sadece Osmanlıya ait bir unvan değildir. Türk ve İslam medeniyetlerinin kurmuş oldukları Devlet  ve Beyliklerin hükümdarlıklarının  erkek çocukları ve ondan  devam eden  soylarına da  verilen unvandır. Bu bakımdan Şehzade ifadesi kullanılırken Osmanlı şehzadesi, Timurlu Şehzadesi, Dulkadirli Şehzadesi gibi ön hanedan mensubiyetleri de belirtilmektedir.
Anadolunun çeşitli şehirlerin de şehzade sancakları vardır. Şehzadeler delikanlılık çağına geldiklerinde yanlarına da onlara devlet idaresini öğretecek eyalet valiliği yapmış lala tayin edilmek suretiyle bu sancaklara gönderilirdi.
  Sultan ikinci Selim handan itibaren yetişkin şehzadelerin sancaklara çıkarılma uygulamasından vaz geçilerek, bunlardan yalnız büyük ve padişahlığa yakın olan şehzadeye sancak verilmesi kararlaştırılmıştır ve Manisa Sancağı Veliaht Şehzade Sancağı olmuştur.
Sultan 3. Mehmed Han (1595–1603) zamanından itibaren büyük şehzadelerinde sancağa çıkmaları kanunu tamamen kaldırılmıştır, fakat veliaht şehzadelere Anadolu’da ismen sancak verilmiş, bunun bir vekille idare edilmesi gibi bir usul konmuştur.
Şehzadelerin fırsat buldukça saltanat iddiasında bulunmaları sebebiyle bir kısmının boğularak öldürüldüğü ya da bir kısmının ülkeyi terk ettiği bilinmektedir.
Bilhassa Devletin başına gecen hükümdarın devlet nizamının sarsılmaması için kardeşlerini de boğdurduğu bilinen bir gerçektir.
“Osmanoğulları’nın, kurallarının en değişmez olanı, tahta çıkmak için padişah oğlu olmak koşuluydu. Bu koşul uyarınca ölen, tahtan indirilen padişahın yerine  oğlu, kardeşi veya kuzeni geçmiş; Şehzade oğlu olarak tahta çıkan olmamıştır. Bu kuralın altı yüzyıl boyunca korunabilmesi dikkatlerden kaçırılacak gibi değildir.
Hanedan atası Osman Bey’in ardılları Orhan’ın, l.Murad’ın,Yıldırım Beyazıd’ın kesin doğum tarihleri bilinmemektedir. Kaynaklarda Büyük babalarının  öldüğü, babalarının tahta çıktığı, tarihler önerilip, beğ/padişah oğlu olarak dünyaya geldikleri vurgulanmıştır..
Daha sonra da yerleşen kurala göre ise, şehzade oğlu şehzadenin tahtın varisi olabilmesi için  önce babasının tahta çıkması koşuldu..
 Bu şekilde ilk tahta çıkanlar Çelebi Mehmed ve ll. Murad’dır. Fatih Sultan Mehmed (1430) babası ll. Murad’ın padişahlığında doğmuştu. ll. Beyazıt (d.1447), Yavuz Selim (1466)…
  Her iki durumda da kural , “EVLADİYET” ve “AMUD-I NESEBİ” denen dikey iniş, yani babadan sonra oğlunun olmasıydı. Bu ilke  “ES-SULTAN İBNÜS-SULTAN”, (Sultanoğlu Sultan) sanı yinelenerek vurgulanırdı.
İlk dönemin diğer bir kuralı, tahttaki padişahın oğullarının sancağa çıkarılmalarıydı.
Şehzadeler, Manisa, Kütahya, Konya, Amasya, Kastamonu sancaklarına vali gönderilirlerdi.
Şehzadelerden biri tahta çıkınca diğer kardeş ve yeğenlerini “NİZAM-I ÂLEM” için boğdurturdu.
Sancaktan gelip padişah olanların sonuncusu lll. Mehmed (1595–1603), kendi şehzadelerini sancağa göndermediğinden bu gelenek kapandı.1603’de ölünce büyük oğlu l. Ahmed tahta oturdu ve kardeşi l.Mustafa’yı boğdurmayarak Sarayda göz hapsinde tuttu.1617’de ölünce oğlu ll. Osman değil, kardeşi l. Mustafa tahta oturtulunca üç yüzyıllık kuralda bozuldu.
1617–1618 arasında, tahta oturmada, “EKBERİYET ve Bİ’L-İRS ve İSTİHKAK” (Padişah oğlu ve yaşça büyük olmak) kuralı yerleşti.
 Bu dönemim 22 padişahı da babalarının saltanatı yıllarında doğmuşlar, ancak bunlardan sadece ikisi (lV. Mehmed ve Abdülmecid) babalarından, diğerleri ise kardeşlerinden, amcalarından, kuzenlerinden sonra tahta çıkmışlardır.
Bu dönemin 1617–1808 evresinde, şehzadeler, babalarının padişahlığında yaşadıkları mutluluğun ardından, ağabeylerinin, amcalarının, kuzenlerinin saltanatında, dünyadan habersiz, eş ve çocuk edinmekten yasaklı olarak göz hapsinde tutulmuşlardır.
1808–1922 arasındaki devrenin başında ise ll. Mahmud (1808–1839) hanedanın “tek” erkek bireyi kaldığında “kafes” yaşamına son verdiği oğlu Abdülmecid, Kardeşi Abdülaziz’e özgürlük tanıdığı gibi onun doğumu resmen ilan edilmeyen oğlu Yusuf İzzettin Efendiye’de göz yummuştur.
Abdülaziz ise, yetkin yiğenlerine, saray daireleri, köşkler, konaklar tahsis ettiği gibi harem yani aile kurmalarına da göz yummuş; V.MURAD, ll. ABDÜLHAMİD ve V.MEHMED REŞAD bu sayede şehzadeliklerinde evlat sahibi olmuşlardır.
ANCAK BUNLARIN OĞULLARININ DOĞUMUNDA RESMİ DUYURU, GELENEKSEL ŞENLİKLER
YAPILMAMIŞTIR.
   1924 yılında hanedanın yurt dışına çıkarılışı sırasında, taht varisi olabilecek konumdaki şehzadeler şunlardı;
      Abdülaziz’in oğulları son Halife Abdülmecid (ö.1944), Mehmed Seyfeddin(ö.1927) -Abdülhamidin oğulları, Selim (ö.1937), Abdülkadir(ö.1944), Ahmet Nureddin(ö.1944), Burhaneddin (ö.1949), Abdürrahim Hayri (ö.1952), Abid(ö.1935)-Sultan Reşad’ın oğulları Ömer Hilmi (ö.1935), Mehmed Ziyaeddin (ö.1938) -Vahideddin’in oğlu Ertuğrul (ö.1944)dir.[101]






5Mehmet
  V.MEHMED REŞAD (1844–1918)

V.MEHMED REŞAD (1844–1918)

Sultan Abdülmecid’in Şefkatza kadından doğma oğlu
(Gülcemal Kadın Efendi) olan V. Mehmed Reşad 20 Eylül 1844’de İstanbul Çırağan Sarayında doğdu. Osmanlı Padişahlarının 35.si ve İslam halifelerinin de 100. südür.
Mavi Gözlü, altın sarı saçı nedeniyle tek sarışın padişah olarak da bilinmektedir.
Babası ve amcası sultan Abdülaziz zamanında çok rahat yaşamış, 2. Abdülhamid’in tahta çıkmasıyla kendiside veliaht durumuna düştüğünden uzun bir süre gözetim ve baskı altında yaşamak zorunda kalmıştır.
V. Mehmed, ll. Abdülhamid’in tahtan indirilmesinin ardından 27 Nisan 1906 tarihinde Saltanatın başına getirilmiştir.
Dokuz yıl saltanatta kaldıktan sonra altmış beş yaşında kalp yetmezliğinden vefat ederek ölmüştür.
Burada şunu not etmek gerekiyor. V.Mehmet Reşadın vefatının  Dolmabahçe Sarayında ve Atatürk’ün de vefat ettiği odada olması durumudur. Bu konuda henüz net olmamakla birlikte böyle bir durumun gerçekleşmiş olmasıdır.
Sultan V. Mehmed Devri Osmanlı İmparatorluğunun devamını sağlamak hususunda yapılan son denemeyi teşkil eder. BU DEVİRDE, MİLLİ BİR TÜRK DEVLETİ KURULMASI GAYESİYLE GEREKLİ MALZEMENİN TEMİNİ İÇİN, İLMİ USULLER İLE ÇALIŞMAYA BAŞLANMIŞTIR.

V.Mehmed Reşad’ın eşleri ise;
Kam-res Baş Kadın Efendi
Dürr-i And İkinci Kadın Efendi
Mihr-engiz İkinci Kadın Efendi
Naz-perver Üçüncü Kadın Efendi
Dil-firib Dördüncü Kadın Efendi ‘dir. V.Mehmed Reşad’ın Şehzadeleri de;
1-Şehzade Cengiz Nazım Efendi (1939)
2-Şehzade Ömer Abdülmecid Osmanoğlu Efendi(1941)
3- Şehzade Mehmed Ziyaeddin Nazım Efendi (1947)
4- Şehzade Erıc Mehmed Ziyaeddin Nazım Efendi (1966)
5- Şehzade Mahmud Francis Osmanoğlu Efendi (1975)
6- Şehzade Nazım Osmanoğlu Efendi (1985)
7- Şehzade Mehmed Necmeddin Efendi
8- Şehzade Ömer Hilmi Efendi’dir.
V. Mehmed Reşat’ın soyundan yaşayan 25 şehzadeden sadece 3’ü ve 1974’ de sürgünün kaldırılmasından sonra İstanbul’da doğmuştur.
 Geri kalan 14’ü sürgün devam ederken, 8’i de sürgünün kaldırılmasından sonra yurt dışında, ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, Avusturya,  Suriye, Mısır ve Lübnan da dünyaya gelmiştir. Aralarında en yaşlı olanı 23 Haziran 1924 Paris doğumlu Osman Beyazıd Efendi, ailenin yeni reisi. Ançak Osman Beyazıd Efendi saltanat kaldırıldıktan sonra dünyaya geldiği için, halefi Osman Ertuğrul Efendi gibi “Şehzade” olarak doğmamıştır.[102]




ATATÜRK’ÜN V.MEHMED REŞAD’DAN ALDIĞI MADALYALAR

Mustafa Kemal Atatürk 8 adet madalyasını 5.Mehmed Reşad’dan almıştır.
1)      3.Rütbeden Osmanlı Nişanı–5.Mehmed Reşad-Tekirdağ’da kuruluş durumundaki 19.Tümen Komutanlığına gönüllü atanması neticesinde gösterdiği tümen kurma ve hazırlamadaki başarıları nedeniyle verilmiştir. (Gümüş,01.02.1915)
2)      İmtiyaz Madalyası–5.Mehmed Reşad–19.Tümen Komutanlığındayken gösterdiği üstün başarıları nedeniyle verilmiştir.(Gümüş,37–30.04.1915)
3)      Liyakat Madalyası–5.Mehmed Reşad- Gelibolu Savaşlarındaki üstün başarıları nedeniyle verilmiştir.(Gümüş,25–01.09.1915)
4)      Liyakat Madalyası–5.Mehmed Reşad-Anafartalar Grup Komutanıyken gösterdiği olağan üstü başarılarından dolayı verilmiştir.(Altın,25–17.01.1916)
5)      2.Rütbeden Osmanlı Nişanı–5.Mehmed Reşad- Kafkas cephesi Savaşlarında gösterdiği üstün başarılarından dolayı verilmiştir.(Gümüş,65x90–01.02.1916)
6)      2.Rütbeden Mecidi Nişan-ı–5. Mehmed Reşad–16.Kolordu Komutanıyken gösterdiği olağanüstü başarıları nedeniyle verilmiştir. (Ortası Altın,65x85–12.12.1916)
7)      Altın çift kılıçlı İmtiyaz Madalyası–5.Mehmed Reşad–1.Dünya Savaşında 16. Tümen Komutanı iken, birliğinin Muş, Bitlis ve Tatvan’ı Ruslardan geri alması nedeniyle verilmiştir.(Altın,40–23.09.1917)
8)      1.Rütbeden Kılıçlı Mecidi Nişanı–5.Mehmed Reşad–1.Dünya savaşındaki üstün başarılarından dolayı verilmiştir. (Ortası Altın,65x100–16.12.1917)




























Ek:1/ KAMAL ATATÜRK MÜHRÜ

KAMAL ATATÜRK




ATATÜRKÜN İMZASI




ATATÜRKÜN KAMAL İSMİNİ KULLANDIGI MÜHRÜ













EK DOSYALAR

     1-MUHSİN YAZICIOĞLU ATATÜRK’ÜN AKRABASI MI?
      2-ALİ GÜLERİN ATATÜRK ŞECERESİ




















  EK DOSYALAR:1

MUHSİN YAZICIOĞLU ATATÜRK’ÜN AKRABASI MI? [103]





134991 














“1530 yılına ait tapu tahrir kayıtlarında mezra olarak belirtilen Bozok kazası Gedik / Gedükçubuk kazası Mesudlu karyesi Elmalu mezrası (günümüzde Sivas ili Şarkışla ilçesine bağlı) Elmalı köyünün Başbakanlık Osmanlı Arşivlerindeki 1260–1261 (1844–1845) tarihli, “kâr ve zarar anlamına gelen aile reislerinin mal varlığını gösteren temettuat defterlerindeki kayıtlarda yer alan “Yazıcıoğlu ailesinin” aile reislerinin isim ve şöhretleri şöyledir:
    Hane no 1: Kızılalioğlu Minla Ali,
    Hane no 2: Kızıl Ali oğlu Bekir kethüda,
    Hane no 3: Kızıl Ali oğlu Hasan.
    Sayın Muhsin Yazıcıoğlu’nun büyük dedelerinin adı Kızılalioğlu Molla Ali, Kızılalioğlu Bekir kethüda ve Kızılalioğlu Hasan’dır. Dolayısıyla Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sülalesi Kızılalioğlu Aşiretine mensuptur. Doğmuş olduğu Elmalı köyü de adını Elmalı cemaatinden almaktadır. Elmalı cemaati Mes’udlu cematine bağlıdır. Mes’udlu Cemaati, Kızılali, Kızılalioğlu adıyla bilinen Anadolu’nun birçok yerinden balkanlara kadar iskân olunmuş Kızıllar, Kızılaliler, Kızılalioğulları vesaire gibi birçok ad ile bilinen aşirete mensuptur. Kızıllar, "konar-göçer Türkmen yörükânındandır. Osmanlı imparatorluğumun aşiretleri iskân politikası uyarınca Anadolu’nun çeşitli yörelerine ve Balkanlar’a yerleşen aşirettir. Kızıllar, "Konar-Göçer Türkmen Yörükânındandır. Osmanlı imparatorluğunun aşiretleri iskan politikası uyarınca Anadolu’nun çeşitli yörelerine ve Balkanlar’a yerleşen aşirettir.
    Kızıllar, Kuzey Asya Türkmen topluluklarındandır. Hazar denizi kıyıları ile Etrek (Ertek veya Erdek şeklinde yazıldığı da görülmektedir) ırmağından Mangışlak’a kadar uzanan yerlerde uzun süre yaşamışlardır. Bilindiği gibi, Batı Türklerinin ataları olan ve daha sonra “Türkmenler” adıyla anılan Türk topluluğu Oğuzların ilk ana yurdu Ötüken bölgesinde yaşamışlar. Arap kaynaklarına göre, Müslüman olmayan Oğuzlar, Müslüman olan Oğuzlar’a “Türkmen” adını vermişlerdir. Türkmen adını alan Oğuzlar esas adlarını hiçbir zaman unutmamışlardır. Türkmen adında olduğu gibi Müslüman olan Kuman, Karaman, Ataman, Kölemen adlarında görülen  “man”, “men” ekleri Müslüman Türklerin isimlerinin sonuna o devirde eklendiği düşünülebilir.
    Sir-i Derya (Kırgızistan’dan doğup Aral gölüne dökülen nehir)’dan Hazar’a, Aral’dan Horasan’a kadar olan bölgelerde yaşayan Oğuzlardan, ilk defa VIII. Asrın ikinci çeyreğinde yazılmış olan “Göktürk Kitabe”lerinde bahsedilmiştir. Göktürk Hakanı, Oğuzlardan “benim halkım” diye bahsetmiş. Kitabenin verdiği bilgiye göre, Oğuzlar 9 boydan, Oğuz destanına göre ise; Oğuzhanın Günhan, Ayhan, Yıldızhan, Gökhan, Dağhan ve Denizhan adlı altı çocuğu olmuş,  bunların her birinin dört çocuğu olur ve Oğuz boyları bunlardan meydana gelir.
    Oğuzhanın ölümünden sonra bu 24 Oğuz boyu Gökhanoğulları, Ayhanoğulları ve Yıldızhanoğullarının oluşturduğu Bozoklar ve Günhanoğulları, Dağhanoğulları, Denizhanoğullarının meydana getirdiği Üçoklar adıyla 12’ şerli olarak ikiye bölünür.
    Daha sonra Bozoklarla üç oklar arasında anlaşmazlığa düştüklerinden bir bölümü Kafkasya taraflarına göçerler. Bunlar, İran, Azerbaycan, Irak, Suriye, Anadolu ve Rumeli Türkleridir. Bu boylardan bir kısmı aynı boy adlarını taşıyan Tireler halinde bu günkü Türkmen halkını oluşturmaktadır.
    Türkmenlerin oluşumunda Orta Asya’nın eski halklarından Massagetler, Dahlar, Parfiyalılar, Alanlar, İskitler, Eftalitler, Sakalar ve Hazarlar gibi bu bölgede yaşayan yerli halkların da katkılarının olduğunu ifade edenler vardır. Moğollar devrinde Türkmen boylarına yapılan saldırılar çok ağır olmuştur. Onu takiben gelen Timur işgali zamanında da aynı muameleyi gören Türkmenler paramparça olmuş ve her Türkmen boyu veya kabilesi kendi hayatını tanzim etmeye başlamıştır.
    Türkmen boylarının bir kısmı Kuzey Türkmenistan’a, bir kısmı Batı Türkmenistan’a, bir kısmı da Güney Türkmenistan’a yerleşmişlerdir. Bu bölgelerin haricinde Uzboy, Sarıkamış ve Harezm bölgelerine de yerleşenler olmuştur.
    İşte bu Türkmen boylarının en önde gelenleri Salur, Teke, Yamut, Ersari, Gölken, Yazır, Sarık ve Ali’li idi. Bunların dışında ikinci derecede küçük Türkmen grupları olmuştur ki bunların başında Çovdır, Abdal, İğdir boyları gelmektedir. Bunlar da aynı bölgelerde diğer Türkmen boylarının himayelerinde yaşamaya devam etmişlerdir.
    Hazar Denizi'nin doğusundaki Ertek ırmağı dolaylarında ve Gürcan'da oturan Yamutlar'dan bir kabile olan Kızıl aşireti Moğol İstilası ile göç etmiş ve Osmanlı İmparatorluğu sınırları içine katılmıştır. Anadolu'da Bozok, Kayseri, Sivas, Akdağ, Adana, Maraş, Teke Ha-mid, Bolu, Tarsus, içel, Karaman, Afyonkarahisar, Bolvadin Dinar Şark. Karaağaç, Karaman, Çerkeş gibi 13 il sınırları içerisinde 16 köy kasaba ve beldede; Rumeli'de ise Gümülcine, Dimetoka, Kavala Uskup, Hezargrad (Niğbolu), Vardar, Selanik, Silistre, Usturga Oh-rı, Manastır ve köylerinde Kızıl, Kızıllı, Kızıllar, Kızılca, Kızıloğuz Kızılkocalı, Kızılcakeçili... Adlarıyla iskân olan aşiret geleneklerine bağlı, otantik kültüründen birşey kaybetmemiştir.
    Sivas Vilayeti Bozok Sancağına bağlı Kızılkoca kazası vardır. Kızıllar aşiretinin sadece Anadolu coğrafyasında kalmadıkları, Osmanlı imparatorluğunun iskân politikası gereği Rumeli'de de iskân edildikleri bilinmektedir.
    Araştırmacıların yayınladığı kitap, makale, bildiri vb. çalışmalarda Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu M. Kemal Atatürk'ün hem anne ve hem de baba tarafı soyunun Karaman’dan giden bu aşiretlerden olduğu ispatlanmıştır.
    Karaman'a yerleşen aşiret, oymak ve cemaatlerden ikisi olan Kızıllar ve Sofular aşiretleri Karaman'a bağlı Taşkale - Kızıllar ve Yeşildere - İbrala beldelerinde yaşamaktadır. "Kaynakların verdiği bilgiler değerlendirildiği zaman görülmektedir ki, Rumeli'ye yerleşen Türk grupları üç önemli isim altında toplanmaktadır: Konyarlar, Yörükler (Yürükler) ve Tatarlar. Atatürk'ün anne tarafından soyunun da bir "yörük" grubuna mensuptur. Anadolu'dan geldikleri yerin (Konya-Karaman) ismiyle anılan "Konyarlar" dâhil bütün Yörükler, çeşitli tarihi, kültürel ve coğrafi nedenlerle isimler almışlardır. Osmanlı Devleti'nin resmi kayıtlarından geçen ve adlarına "tahrirler" yapılan, Rumeli'ye iskân edilen Yörükler şunlardır: "Naldöken Yörükleri, Tanrıdağı (Karagöz) Yörükleri, Selanik Yörükleri, Ofçabolu Yörükleri, Vize Yörükleri ve Kocacık Yörükleri".
    Tanrı Dağı Yörükleri BOA da yer alan kayıtlarda Sivas ve havalisinde Yıldızeli kazasında da iskan edilmişlerdir. BOA ML. VRD.13968 Tanrı Dağı Ahalisinin TMT, kayıtlarında yer almaktadır.
    Tanrı Dağları: Taşelinde, Taşkentin batısındaki Belenyurt beldesinin Kuzey-batısında bulunan Tanrı dağı da (2408 m.) Issık Kul’un (Isınmış, sıcak Göl) güneyindeki tarihi Tanrı Dağları’nın anısını Yaşatmış olmalıdır. Yine Yıldızeli kazasında Kızıl (ML. VRD. TMT 14908) , Kızılca (ML. VRD. TMT 14933 Kızılca) adlarıyla köyler bulunmaktadır.
    Belgelere göre, Rumeli'deki Yörüklerin üç şekilde isim aldıkları görülmektedir: İlk olarak başlarındaki reislerinin veya "beylerinin" adına, ikinci olarak herhangi bir farklı veya mümeyyiz özelliklerine, nihayet üçüncü olarak da en çok bulundukları mahallin adına göre. İsimlendirmede veya isim almada başlangıçta ilk şekil yaygın olmakla birlikte, daha sonra bir merkez etrafında toplanmaları ve yarı yarıya yerleşik hayata geçmeleri sonucunda üçüncü şekil yayılmıştır. Mesela "Koca Hamza Yörükleri", birinci şekilde isim alanlardandır. Atatürk'ün baba soyunun geldiği "Kocacık Yörükleri" işte bu Koca Hamza Yörükleri'dir. "Naldöken Yörükleri" ikinci şekil isim alan gruplardandır. Çünkü onlar, nal dökme sanatı ve işinde temayüz etmişlerdi.
    Naldöken Yörüklerine XV Yüzyılda "Yörükan-ı Nalbant Doğan da denilmekteydi. Aynı şekilde kayıtlarda "Yay Döken Yörükleri" de vardır. Bunlar, Anadolu'da da aynı isimle anılıyorlardı. "Selanik" "Ofçabolu" ve "Vize" Yörükleri ise yoğun olarak yaşadıkları merkezlerin isimleri ile anılmıştır ki, coğrafi bir isimlendirmedir. Bu Yörük grupları içinde o bölgede yaşayan, Konyarlar, Kocacıklar vb. gibi Yörük grupları da bulunmaktadır.
    Nevşehir, Kırşehir ve İçel'in Anamur ilçesine yerleşen ve Boynuinceli Türkmenlerinden olan Kurutlar (Kurutlu)1, Kızılalili ( Kızılaliler) Oymakları, bazen Kurutlu Aşireti, Kızılalili ve bazen de Kurutlu Cemaati, Kızılalili Cemaati şeklinde geçmektedir. “ Kızılali-Kızılaliler-Kızılalilü: Anamur kazası( İçel Sancağı), Karsı Meraş, Siverek, Hama, İçel, Tarsus, Adana, Sis Sancakları, Kızılkilise Karyesi (Anamur Kazası), Yalavaç Kazası (Hamid Sancağı). Yörükan Türkman Taifesi. “ kaydı vardır. İlaveten: “Boynuinceli Türkmen Aşiretinden olan Kızılalili Cemaaati Anamur Kazasının Kızılkilise karyesinde sakin olmuştur. Kazai-i mezbur ehalisi ile maan civar yaylaklarında yaylarlar. (....) deniliyor.”
    Dolayısıyla Sayın Yazıcıoğlu ile Mustafa Kemal Atatürk’ün mensup oldukları aşiretler aynı kola bağlıdırlar. Birisi Kızıllar diğeri Kızılaliler’dendir. Her ikisi de Aynı Aşirete mensuptur.
    Kendisi de yiğit bir Türkmen beği olan Sayın Muhsin Yazıcıoğlu’nun kaza yaptığı yerdeki Tekir Yaylasında bulunan Kurucaöz, Kızılcaöz, Keş Dağı ve Elmalı dağı..yöredeki tüm dağ ve yaylaların adları zaman içerisinde bölgeye iskan olmuş aşiret, oymak ve cemaatlerden almıştır.
Muhsin Yazıcıoğlu-Hayatı
         1954 yılında Şarkışla'nın Elmalı köyünde doğan Yazıcıoğlu, ilk ve orta öğrenimini Şarkışla'da, üniversite eğitimini Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi'nde yaptı. 1968'de Cemiyetçilik çalışmalarına başlayan, Şarkışla'da Genç Ülkücüler Hareketi'ne katılan, üniversite eğitimi için 1972'de Ankara'ya geldikten sonra da, Ülkü Ocakları Genel Merkezi'nde görev yapmaya başlayan Yazıcıoğlu, sırasıyla; Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcılığı ve Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı'nda bulundu. Yazıcıoğlu, 1978'de faaliyete geçen Ülkücü Gençlik Derneği' nin de kurucu Genel Başkanı oldu. Yazıcıoğlu, Ülkücü Gençlik Derneği'nin kurucu Genel Başkanı iken Bahçelievler ve Maraş katliamları yaşandı. Yazıcıoğlu bu olaylarla ilgisi olduğu suçlamalarını yalanladı. 1980 yılına kadar MHP'de Genel Başkan Müşavirliği görevinde bulunan Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylül 1980'den sonra MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası'nda yargılandı. 5,5 yılı hücrede olmak üzere 7,5 yıl Mamak Cezaevi'nde kaldı. Yazıcıoğlu, cezaevinden çıktıktan sonra, cezaevindeki ülkücüler ve onların ailelerine yardım amacıyla kurulan Sosyal Güvenlik ve Eğitim Vakfı'nın başkanlığını yaptı. Yazıcıoğlu, 1987'de Milliyetçi Çalışma Partisi'ne (MÇP) girdi ve Genel Sekreter Yardımcılığı görevinde bulundu. 20 Ekim 1991 Milletvekili Genel Seçimlerinde, Refah Partisi (RP), Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) ve Islahatçı Demokrasi Partisi'nin (IDP) oluşturduğu ittifak bünyesinde milletvekili adayı olan Muhsin Yazıcıoğlu, Sivas'tan milletvekili seçildi.Yazıcıoğlu,
7 Temmuz 1992'de, "içinde bulunduğu partinin siyasi anlayışıyla uyuşamadığı" gerekçesiyle 5 milletvekili arkadaşı ile beraber MÇP'den ayrıldı. Muhsin Yazıcıoğlu, 29 Ocak 1993'de, MÇP' den ayrılan bir grup arkadaşı ile beraber Büyük Birlik Partisi'ni (BBP) kurdu ve partinin Genel Başkanı oldu. 24 Aralık 1995'te yapılan erken genel seçimlerinde ANAP-BBP ittifakından 20. Dönem Sivas milletvekili olarak yeniden parlamentoya giren Yazıcıoğlu, 28 Şubat 1996'da ANAP'tan istifa ederek, BBP'ye döndü. 8 Ekim 2000 tarihindeki 4., 20 Temmuz 2003 tarihli 5. ve 30 Nisan 2006 tarihli 6. Olağan ve 15 Nisan 2007 tarihli 2. Olağanüstü Büyük Kurultaylarda yeniden genel başkan seçilen Yazıcıoğlu,evli ve iki çocuk babasıdır. 22 Temmuz 2007 seçimlerinde Sivas'tan Bağımsız Milletvekili olarak TBMM'ye girmiştir ve tekrardan seçimlerden önce bıraktığı BBP Genel Başkanlığına seçilmişti.





































EK DOSYALAR: 2/ ALİ GÜLERİN ATATÜRK
                                    ŞECERESİ
Yayınladığımız bu şecerenin geniş halde okunabilecegi kaynağı Sayın Ali Güler’in KARAMANLI SARI PAŞA/DR.ALİ GÜLER-KARAMAN BELEDİYESİ KÜLTÜR YAYINLARI 2008 İÇİNDE YER ALMAKTADIR.










KAYNAKLAR


KİTAPLAR
—Dr.Ali Güler, Atatürk soyu, ailesi ve öğrenim hayatı/Ank. Kara Harp Okulu–1999
—Dr. Ali Güler-Karamanlı Sarı Paşa-Karaman Belediyesi kültür yayınları–2008
—Avni Altuner, Ana çizgileriyle Atatürk’ün Hayatı ve Eseri-Kronoloji, İst.Gün Mat.1981
—Behiç Erkin, Atatürk Selanikteki Askerlik Hayatına ait hatıralar/Türk Dil Kurumu 1956
— Burhan Göksel, Atatürk’ün Soy Kütüğü üzerine bir çalışma, Kül. Bak. Yay. Atatürk dizisi;40,1994
—Cihat Akçakayılıoğlu, "ATATÜRK" (Komutan, Devrimci ve Devlet Adamı Yönleriyle) Genelkurmay Bşk. 1980, Askerî Matbaa, Ankara.
—Eflatun Cem Güney, Atatürk Hayatı ve eserleri, Milli Eğitim basımevi, İstanbul–1963,sf,3–8
—Enver Behnan Şapolyon, Atamız, Güven Mat.1963   
—Enver Behnan Şapolyon, Küçük Mustafa Kemal Atatürk’ün Çocukluk hayatı, Rafet Zaimler Yay. Işıl mat.
— Enver Behnan Şapolyon, Atatürk’ün Hayatı, Zafer Gazetesi ilavesi, Güneş T.A.O. Matbaası,   Ank.1954
—Enver Behnan Şapolyon, Atatürk’ün Hayatı, Ank. Güneş Matb. 1954
—E.B.Şapolyon, Atatürk’ün Hayatı, Etibank Bülteni, Atatürk özel sayısı (1881–1981)
—Erol Mütercimler, Fikrimizin Rehberi, Alfa yayınları,İst.2008
—Falih Rıfkı Atay, "Çankaya" Doğan Kardeş Matbaası, İstanbul, 1969, sf. 17–22.
—Kerim Halil Sabit, Çev: Zekeriya Kurşun, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın hayatı Anadoluda Türk Milli Mücadelesi Emin Muhammed Said/İst.Dogan yayınları
—Kılıç Ali, "Atatürk’ün Hususiyetleri", Sel Yayınevi, Hisar Matbaası, 1955. sf.7–27.
—Lord Kınross, "Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu" Türkçesi, Ayhan Tezel, İstanbul Matbaası, 1970, sf. 23
—Macide Vildan Kunter, Atatürk’ün Hayatı ve Başarıları/İst. Maarif. Küth.1953
—Mehmet Arif Demirel, Atatürk – Bayar ve DP ekseninde masallar gerçekler,1.baskı, Lazer matbası Ank.2005
—Muhterem Erenli. "Atatürk–1 Yapı Kredi Bankası Yayını. 1981, sf. 7–37.
—Niyazi Ahmet Banoğlu,25.Ölüm yılı münasebetiyle Atatürk-siyasi ve hususi hayatı, İstanbul Pınar yayınları
—Prof. Dr. Hamza Eroğlu/Atatürk’ün hayatı-Kültür ve Trzm. Bakanlığı. Yayınları;703
—Prof.Dr. Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Atatürk günlüğü
—Ogün Deli, Anıtkabirin Gözyaşı,
—Osman Zeki Yılmaz, Can Atam, Atatürk’ün Hayatı/ İst.1969
—Osman Bircan, Atatürk, se-pa yayıncılık, ank.1996
—Şakir Ziya Soho, Atatürk’ün Hayatı, Tanevi,1938
— Şakir Ziya Soho, Atatürk, Büyük Şefin hususi-Askeri-siyasi hayatı/İst. Ülkü basımevi 1938-İst.
—Şemsi Belli, "Makbule Atadan Anlatıyor: Ağabeyim Mustafa Kemal", 1959, Ayyıldız Matbaası, Ankara, sf.22
—Şükrü Tezer, "ATATÜRK’ÜN Hatıra Defteri, T.T.K. Basımevi,1972, sf.80–199.
—Şevket Süreyya Aydemir, "Tek Adam-I Cilt" Remzi Kitapevi          
—Tayfun Atmaca, Krallıktan Cumhuriyet’e Tarihte iz bırakan dostluğun mimarları Zogu ve Atatürk, lazer matb. Ank.2007
—Uluğ İğdemir "ATATÜRK’ÜN Yaşamı", (1881–1938) T.T.K. Ankara, 1980
—Prof. Dr. İsmail Hakkı Baltacıoğlu, "ATATÜRK Yetişmesi, Kişiliği, Devrimleri" Atatürk Üniversitesi Basımevi, Erzurum, 1973, sf.5–17.
—Prof. Dr. Hamza Eroğlu, E. Alb. İsmet Gönülel, Doç. Dr. Muzaffer Ankara, "ATATÜRK ve Türk Toplumu", Türkiye Zirai Donatan Kurumu Yayınlan Pelin Ofset, 1981, S: 65–78
—Hamza Eroğlu, Atatürk’ün Hayatı, Ank. Başbakanlık Basımevi 1986
—İsmail Habib Sevük, Atatürk için, ölümünden sonra hatıralar ve hayatındayken yazılanlar/İst.Cumhuriyet mat.1939
—Türk’ün Altın Kitabı, "GAZİNİN HAYATI” Türk Neşriyat Yurdu, 1928, Cumhuriyet Matbaası (Eski yazı ile), sf. 11–58.
—Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk Hayatı ve eseri, 1. Doğumundan Samsuna çıkışına kadar,  Güven Mat. Ank. 1963
—Süleyman Yeşilyurt, Zübeyde Hanım ikinci evliliği ve Kemalizm, Merhaba yay. Zirve ofset, ank.

  
DERGİLER-GAZETELER

—Atatürk Ansiklopedisi, Modern araçlar Kontuarı, Ank.
—Ana Çizgileriyle Atatürk’ün Hayatı ve Eseri-Kronoloji/Türk Tarih Kurumu 1987
—Burhan Göksel, "Atatürk'ün Yaşantısında Demokrasi" (Makale), ATATÜRK HAFTASI ARMAĞANI, Genelkurmay-Askerî Tarih Stratejik Etüd Başkanlığı Yayını, 10 Kasım 1983, Ankara, sf. 59–71.
—Burhan Göksel. "ATATÜRK’ÜN Ağzından: Gençleri Seviniz" (Makale), Askerî Hava Dergisi, Sayı: 250 Kasım 1973.
— F otoğraflarla Atatürk’ün Hayatı (Doğumundan ölümüne kadar) Doğan Kardeş yayınları
—Meydan Larouse cilt:2, sayfa 245
—NTV Tarih Dergisinden Kasım–2009,Sayı:10,Sf.32 Necdet Sakaoğlu’nun “Hanedan Kuralları” isimli yazısı
—İhsan Sungu, "ATATÜRK’ÜN Babası Ali Rıza Efendi" Belleten T.T.K. Ankara 1939
—İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1949, 10. Cüz sf. 719–807 "ATATÜRK" Bölümü.
—Türk Gençliğinin Atatürk Hakkında öğrenmek İstediği Konular", Özel Yükseliş Koleji, 1974,    Ankara, Sayı: 8 -"Bir Anketin Sonuçlan: Atatürk Hakkında Neler Öğrenmek İstiyorsunuz?", "Belgelerle Türk Tarihi Dergisi",1973, İstanbul, Sayı: 74–75–76.
—25 Mayıs 2005/Vakit Gazetesinde
—Yeni Avrasya Dergisi, Eylül 2000, “Atatürk’ün Köyü Kocacık”
— Yeni Asya Gazetesi neşriyatı,1990, s.105
—YÖRTÜRK, Ali Güler, Mayıs-Haziran 2004,Yıl;9,Sayı;55, “Makedonya’da Türk Varlıgı ve bir Yörük köyü olarak Atatürk’ün dedesinin köyü Kocacık”
—Yunan Gazetesi Hronos, 1 Mart 1996
—Sadi Borak, Atatürk Biyografisinde yapılan yanlışlıklar, A.A.M.D. Sayı;1, Cilt;1, Kasım–1984
— Zekeriya Türkmen, A.A.M.D. Sayı;32,Cilt;11, Temmuz–1995

İNTERNET SAYFALARI

http://izmirland.free.fr/Osmanli%20bilgiler.html






[1] —Doğal ya da yapay şekilde kin üretimi yapan merkez odakları.

[2] — Sadi Borak -“Atatürk Biyografisinde Yapılan Yanlışlıklar” Atatürk Araştırma Merkezi,  A. A.M. D. Sayı 1, Cilt: I, Kasım 1984    

 

[3] -Vel asr, İnnel insane le  fi husr, illezine  amenu ve amilus salihati ve tevasav bil hakkı ve tevassav bis sabr.
[4] -Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk’ün Hayatı,sf.7/ Prof.Dr.Feridun Ergin, a.g.e.sf.3-22 “Babası Evkaf katipliğinden  ve Gümrük muhafaza  memurluğunda bulunmuş olan Ali Rıza Efendidir...Ufak yapılıydı, Selanik Asakir-i  Milliye  taburunda  Teğmen olarak bulunmuştu.”
[5] -“Babasını küçüklüğünde kaybetmişti....”, Pof.Dr. Feridun Ergin,a.g.e.,21
[6] -Bayur,a.g.e.sf.7
[7] -Ergin,a.g.e.sf.,21
[8] -Şapolyon, Küçük Mustafa,a.g.e. sf,3
[9] -Bayur,a.g.e.sf.7- Eflatun Cem Güney,a.g.e.sf.3; “....Gümrük Memurluğu yapıyor, aldığı aylıklar evini kıt kanaat geçindiriyordu. Emekliye ayrıldıktan sonra keresteciliğe başladı ama eline geçen  alın terini ödeyemiyordu....”, Niyazi Ahmet Banoğlu, a.g.e. sf.11: “ Ali Rıza Bey karar vererek vazifesinden  ayrılıp odun ticaretine başlıyor.”
[10] Süleyman Yeşilyurt,a.g.e.,sf.20- Şevket  Süreyya Aydemir, Tek Adam Mustafa Kemal (1881-1938),” Ali Rıza Firari Ahmet Efendi’nin oğluydu.”-Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk’ün Hayatı,sf.7 “Atatürk’ün Selanikte doğduğu evden  ailenin orta halli hatta bundan  az üstü durumda olduğu anlaşılmaktadır.”- Şapolyon,a.g.e,sf.3; “1880 tarihinde  Selanik’te doğmuş olan  Mustafa Kemal’in  büyük babası Ahmet Efendi adında  bir askerdir. Büyükannesinin adıda Ayşedir.”-Şapolyon, a.g.e.sf.3; “ Atatürk’ün ataları Anadolu’dan  Rumeline getirilerek yerleştirilmiş olan  Yörük Türkmenlerindendir.”
[11] -Yeşilyurt, a.g.e.sf.22
[12] -Fotoğraflarla Atatürk’ün hayatı (Doğumundan  Ölümüne Kadar) Doğan Kardeş yayınları
[13] -Fotoğraflarla Atatürkün hayatı,a.g.e
[14] -Macide Vildan Kunter, Atatürk’ün Hayatı ve Başarıları, İst. Maarif Kütüphanesi 1953
[15] -Prof.Dr.Hamza Eroğlu, Atatürk’ün Hayatı, Kültür Turizm Bakanlığı yayınları;703, sf.9-10
[16] -Fotoğraflarla Atatürk’ün hayatı, a.g.e
[17]  —Macide Vildan Kunter-Atatürk’ün Hayatı ve Başarıları-İstanbul Maarif Kütüphanesi–1953
[18] —2 Haziran 2005/vakit Gazetesi
[19] —Prof. Dr. Feridun Ergin, a.g.e.sf.22
[20]— Prof.Dr. Feridun Ergin, a.g.e. sf.
[21]—Süleyman Yeşilyurt, a.g.e.sf.19–21
[22] —Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk’ün hayatı… a.g.e
[23] —Prof.Dr. Feridun Ergin, a.g.e.sf.24
[24] —Süleyman Yeşilyurt, a.g.e.sf.23
[25] —Süleyman Yeşilyurt, a.g.e.sf.23
[26] —Süleyman Yeşilyurt, a.g.e.sf.23–24
[27]—Prof.Dr. Hamza Eroğlu/Atatürkün Hayatı-Kültür ve Turizm bakanlığı
      Yayınları İ703,sf.9

[28] —Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk’ün hayatı… a.g.e.sf.7
[29] —Süleyman Yeşilyurt, a.g.e.sf.18–19
[30] —Eflatun Cem Güney, a.g.e.sf.3
[31]— E.B.Ş.Atamız, a.g.e.sf.10
[32] —E.B.Ş.Atamız, a.g.e.sf.10
[33] —Prof.Dr. Feridun Ergin, a.g.e.sf.21

[34] —Niyazi Ahmet Banoğlu, a.g.e.sf.9

[35] —Ziya Şakir, a.g.e.sf.10

[36] —Meydan Larouse cilt:2, sayfa 245
[37]— Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayatı (Dogumundan ölümüne kadar) Doğan
        Kardeş yayınları

[38]—Prof.Dr. HamzaEroğlu/Atatürk’ünHayatı-Kültürve Turz. Bakn.
      Yayınları;703,sf.9

[39] —E.B.Ş.Küçük Mustafa, a.g.e.sf.3
[40] —Prof.Dr. Feridun Ergin, a.g.e.sf.22
[41]— Prof.Dr. Feridun Ergin, a.g.e.sf.22
[42]— Prof.Dr. Feridun Ergin, a.g.e.sf.22
[43] —Prof. Dr. Feridun Ergin, a.g.e.sf.22
[44] —Süleyman Yeşilyurt, a.g.e.sf.20
[45] —E.B.Ş.Atamız, a.g.e.sf.9
[46] —E.B.Ş.Atamız, a.g.e.sf.9
[47]— Prof.Dr. Feridun Ergin, a.g.e.sf.22–23
[48] —Süleyman Yeşilyurt, a.g.e.sf.21
[49] —E.B.Ş.Atamız, a.g.e.sf.11
[50] —Meydan Larousse cilt:2, sayfa 245
[51] —Fotoğraflarla Atatürk’ün Hayatı (Dogumundan ölümüne kadar) Doğan Kardeş yayınları


[52] — E.B.Ş.Küçük Mustafa, a.g.e.sf.4
[53] —Niyazi Ahmet Banoğlu, a.g.e.sf.10
[54] —E.B.Ş.Küçük Mustafa, a.g.e.sf.21
[55] — Ziya Şakir, a.g.e.sf.10
[56] —Meydan Larousse cilt:2, sayfa 245

[57] — E.B.Ş.Küçük Mustafa, a.g.e.sf.5
[58] —Prof.Dr. Feridun Ergin, a.g.e.sf.23
[59] —Eflatun Cem Güney, a.g.e.sf.3
[60] —Eflatun Cem Güney, a.g.e.sf.4
[61] —E.B.Ş.Atamız, a.g.e.sf.12–13
[62] —http://www.terakki.org.tr/Vakif/728167602155051.asp?togle=div1&pgsub=2
[63] — Ziya Şakir, a.g.e.sf.12
[64] —Niyazi Ahmet Banoğlu, a.g.e.sf.14)
[65]— Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk’ün hayatı… a.g.e.sf.8, “1893-Selanik Askeri Rüştiyesine girişi ve öğretmeni Mustafa Efendinin ona Kemal adını da vermesi” (Macide Vildan Kunter/Atatürkün Hayatı ve Başarıları-İstanbul Maarif kütüphanesi1953)
[66] —Prof.Dr. Feridun Ergin, a.g.e.sf.24
[67] —Macide Vildan Kunter / Atatürkün Hayatı ve Başarıları -İstanbul Maarif kütüphanesi1953

[68]— Meydan Larousse cilt ll sayfa 245

[69]—Prof.Dr. Feridun Ergin, a.g.e.sf.25
[70]— Prof.Dr. Hamza Eroğlu /Atatürk’ün Hayatı-Kültür ve Turz. Bakanlığı yayınları;703sf.11

[71] —Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk’ün hayatı… a.g.e.sf.8
[72] —Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk’ün hayatı… a.g.e.sf.8
[73] —Prof.Dr. Hamza Eroğlu/Atatürk’ün Hayatı-Kültür ve Turz.. Bakanlığı yayınları;703,sf.11

[74] —Ziya Şakir, a.g.e.sf.11

[75] —Meydan Larousse cilt ll sayfa 245
[76]—E.B.Ş.Küçük Mustafa, a.g.e.sf.6
[77]—Süleyman Yeşilyurt, a.g.e.sf.23
[78]— Eflatun Cem Güney, a.g.e.sf.4
[79] —Niyazi Ahmet Banoğlu, a.g.e.sf.12
[80]— Dielli. Boston, Sayı:2579, 2 Mayıs 1923
[81]— Shekulli iri, Durres, sayı:114,9nentor 1928,s.1
[82] —Afrimi, Vlore, sayı:7,Aralık 1925,s.4
[83] — Tayfun Atmaca, Krallıktan Cumhuriyet’e Tarihte iz bırakan dostluğun mimarları Zogu ve Atatürk, lazer matb. Ank.2007
[84] —Tayfun Atmaca. sf,98/Şimşir Bilal M,Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, c.1,İstanbul,1993,s.296
[85]— Atmaca,sf.97/Şimşir Bilal M, a.g.e.sf.293
[86] —Atmaca,sf.97/Şimşir Bilal M, a.g.e.sf.293
[87]—Shpuza, Gazmend, “Ataturku dhe shgptaret”,Dituria yayınevi, Tiran,1994,s.55–107
[88]—Mehmed Orhan Osmanoğlu (d. 1909 - ö. 1994).Mehmed Orhan Osmanoğlu (Şehzade-i civan-baht, asaletli, necabetlu Mehmed Orhan Efendi); Osmanlı hükümdarı 2.Abdülhamit’in torunudur. Şehzade Mehmed Abdülkadir Efendi’nin oğludur.10 Kasım 1909 yılında Üsküdar' da doğdu, Galatasaray Lisesinden (Mekteb-i Sultani) mezun oldu ve Harp Okuluna devam etti. 15 yaşındayken ailesiyle beraber sürgüne gönderildi. 2. Dünya Savaşı yıllarında Arnavutluk kralı Zogo'nun yaverliğini yaptı ve Arnavutluk Hava Kuvvetlerinde Yüzbaşı rütbesiyle bir süre pilot olarak görev aldı. İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Macarca, Arapça Portekizce olmak üzere 8 lisan biliyordu. Paris'teki Amerikan Askeri Mezarlığında rehberlik olan son işinden emekli oldu ve Güney Fransa'daki Nice şehrine yerleşti. Kuzeni Şehzade Ali Vâsıb Osmanoğlu'nun vefatıyla 1983 yılında Hanedan Reisi oldu. 1991 yılında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını aldı. Mehmed Orhan Osmanoğlu, yaşamını ve 70 senelik sürgününü, Nice'deki tek odalı evinde 1994'ün 12 Mart akşamı noktaladı. (internet sitelerinde kendisine ait olan isim altında bu bilgilere ulaşmanız mümkündür.)

[89]— Vlora, Egerem Bej,”Kujtime” shtepia e Librit dhe e Komunkimit, cilt.1, Tiran, 2001, sf.277–278
[90] —http://izmirland.free.fr/Osmanli%20bilgiler.html
[91]— Detaylı bilgi için bkz: EK:3-Hilafetin Yurt Dışına Çıkarılması Ve Tekrar Geri Dönmesine İlişkin Yasa Ve Kanunlar

[92] —15 Temuçin F. Ertan, “Ahmet Cevat Emre ve Kemalizm’de Öncü Bir Dergi: Muhit”, Kebikeç, yıl 2, sayı 5, 1997, s. 17–34; Nedim Yalansız, “1930’lar Türkiyesi’nde Demokrasi yıl 1988, s. 25–48)(Alıntı: Hâkimiyet-i Milliye Bağımsız Kemalist Dergi, sayı 8,yıl 2006, s.14)

[93] — Mete Tunçay, T.C’nde Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması(1923–1931), Cem yay. İstanbul, 1989, s. 518) (Alıntı: a.g.e. s. 14)

[94] —Alıntı: a.g.e. s. 14
[95] -Kemalizm- Tekinalp, toplumsal dönüşüm yayınları 1998. günümüz Türkçesi Prof. Dr. Çetin Yetkin
[96] -alıntı; Kemalist devrim  kemalizmin felsefesi ve kaynakları, kaynak yayınları Ekim 2006, Doğu Perinçek

[97]—Aktaran: Mete Tuncay, “Atatürk’e nasıl bakmak”, toplum ve bilim, sayı 4 s.89/dipnot 2’den aktaran: 97 nolu kaynak eser )  alıntı ADD, dergi Atatürkçülük, kemalizim ve gençlik Cemil DENK, E. Albay, Araştırmacı-Yazar

[98] - Afetinan, Atatürk Hakkında H. B. , s.297
[99]Işık; ış.am+an * hava, yer ve su ruhlarına bağlı doğal olayları öngörme, denetleme ve birey sağaltma amacıyla özdeksel ile tinsel dünyalar arasında aracılık yapan kut kişi; tr. Kam / bakhsı ~ bakşı, Türkmen halk ozanı; tunguz. Şaman > rus ~ eng. shaman / yine adı geçen siteden aldığım devrimci ile ilgili bilgi;
dev erimci ve devir imci dev er * 1. büyük devrimci insan olabilmek / olmak ve olmayı sürdürmek niteliğinin iki ön koşulu; işlevini yitirmiş eski imgeleri devirmenin yanı sıra yerlerine dev erimli yeni kavramlar ıl(ve)a yöntemleri de getir(ebil)mek; başarılı sonuçların ancak böyle elde edile(bile)ceğini kavrayabilmek; yaşamda izlenmesi gereken en doğru yolu seçmenin bilincine varmak; “Hayatta en hakiki mürşid ilimdir Mustafa Kemal Atatürk
2.id.eb.er+en (evren) çarkını döndüren deverancı (reincarnating) dev ebe eren+(ler > titans) > eur. revolution+ist; “Batmış bir İmparatorluğun külleri içinden k(ö/ü)l : tigin  (Kültigin > Phoenix / Prometheus) gibi doğrulup gelen Gazi Mustafa Kemal, hem devir imci, hem de dev erimci : oğh.uz.er : at.am (o oğuz er gazi, güzel, ulu akıllı adam) bir kişiydi.
dev erler * Bkz: id.eb.er+en id.eb.er+en ~ id.eb.er+ler * 1. deveran (çark) eden kut evrende ödevlerini deviren (yerine getiren) edebli dev ebe er+en(ler); şık / ışık han(ım)lar; evrendeki yaratıcı gücün getirdiği yaşam düzenini uz.am (ıl(&)an) uz.am+an’da sağlayan, yayan ve geliştiren kozmik ergler (enerjiler) > sans. dhyan-chohan; jap. shogun; lat. illuminati; 2. id.eb.er+ler ~ dev erler > üp/f.üng : öt.ük : can (Phoenician / Fenike) aleph+beth’ inden alındığı ileri sürülen G(r(φ)e)K > Grek
yazısında, or.okh-khu.ng (orkhun) imlerinin sondan başa doğru benzetilip, kopyalanmasıyla gr. , titan; lat. titan; benzeri anlamda tr. (Gök*köG).oğh.uz : can’lar > gr. gigas; lat. gag³s, gagant ~ gig³s > fr. geant, jaiant ~ mid. eng. giant, dev; 3. al(ma : am)la : id.eb.er+en *  göksel yaratıcı, kut dev ebe er+en(ler); ob.oğh.(uz).a(m) : ot.or.oğh.us (oturan boğa / taurus ~ toro) burcu yakınındaki ül.ig.er (ülker / pleiades) yıldız takımı içinde, eski Türk evren biliminde gök bakır ~ bakar > ar. bakara (ingök ~ iñek) diye bilinen kızıl dev al.uça : varan (ar. el-deberen ~ lat. aldeberan) & titan çift yıldızı; bunların her ikisine de aynı anlama gelen id.eb.er+en & id.eb.er+ler imlerinden kaynaklanan dev erler & titan adları verilmiştir; 4. id.eb.er : im * (evren) çarkını döndüren deverancı (reincarnating) dev ebe eren+(ler > titans) yeri & göğü sarsarak devir’dikleri im’ler & dev erim’ler > tr. debrim ~ deprem & devrim; lat. revolutus, dönüş(üm) ~ eur. revolu-tion
id.eb : ör.et ~ debret * kut evrende ödevlerini deviren (yerine getiren) edebli dev ebe er+en(ler)in devir (çark) eden dev ör(g)üt ve edeb ö(ğ)retisi; bağımsız ve özgür bir toplu yaşam kurma gücü ve aydın bir toplumun çağdaş yönetimi bilimi; bu niteliği gelecek kuşaklara devretme becerisi; r ~ l dönüşümü yile devlet > ar. devle / dovle; “ya devlet başa, ya kuzgun leşe!..”; aynı anlamda “ya bağımsızlık, ya ölüm!..–M. K. Atatürk (1919)”;

[100] - Thomas A. Vaidisi, K.Atatürk yeni Türkiye nin  Kurucusu 1967. s.123
[101] - NTV Tarih Dergisinden Kasım–2009,Sayı:10,Sf.32 Necdet Sakaoğlu’nun “Hanedan Kuralları” isimli yazısından alınmıştır.
[102] —NTV Tarih-Kasım–2009,Sayı:10,Sf.34–36/Ayşegül Parlayan-Derya Tulga’nın haberi
[103] — Muhsin Yazıcıoğlu nun Soy Kütüğü Sivas İnternet Gazeteciler Derneğinden Araştırmacı Yazar Mehmet Ali Öz 1845 yılına ait bir belge ile Muhsin Yazıcıoğlu'nun soy kütüğünü açıkladı.