
ANITKABİRİN GÖZYAŞI
OGÜN DELİ
(ORPARS)
İÇİNDEKİLER
Önsöz
Giriş
Sanal Dünyada Atatürk
a- Babası Kim?
b-Alkolik Bir Ahlak Düşkünü
c-Vatanı Satmış
d-Arnavut Mu?
e-Belçikanın Küstahlığı…
Şecerenin Doğru Yazılmasına Neden olan Faktörler
Şeçeresinde Tezatlar
a-Doğum Tarihi
b-Harbiye Dönemi
c-Akademi Dönemi
d-Kuşkulu Tarihler
e- Gerçek Dışı Savlar ve Takıştırmalar
f-Yanlışlıklar Yumağı
Atatürk’ün Şecere’sinde ki Tezatlar
a-Mustafa Okulda
b-Rapla Çiftliğinde
c-Askeri Okulda
Atatürk’ün Kardeşleri
ve Bir Değerlendirme
Atatürk’ün Vasiyetnamesi
Atatürk’ün Naşı Nerede?
Sonuç
Kaynaklar
Ekler
EK-1 Atatürkün Kardeşi Olduğunu İddia Eden
Çakır Ailesi
EK-2 Atatürkün Vasiyeti Arkasındaki Mehtilik İddiası
EK DOSYA: Zekeriya Türkmen, Atatürk Araştırma Kurumunun Dergisi sayı; 32,Cilt; Xl, Temmuz 1995 teki
makalesinde, “Mustafa Kemal (Atatürk)'in Yemen'e Tayini ve Bununla ilgili
Belgeler”
ÖNSÖZ
Anıtkabirin Gözyaşı kitabının ilk
baskısı 2008 tarihinde yayınlanmıştır..
Kendi çabamızla
basılan bu eser maalesef kitap raflarına getirilememiştir[1].
Türk
Milleti’nin yetiştirdiği ve onun
kıymetleri arasında asırlar boyu sürecek bir liderin Atatürk’ümüzün üzerinde
son yıllarda yapılan faaliyetlerin
dikkat çekiçi iki unsuru çok önemlidir.
Bunlardan
ilki Atatürk’ü hedef gösterip Cumhuriyeti yıkma hedefleri içinde bulunanlar ile
yine Atatürk’ü savunma vazifesi içinde bulunanların iyi veya kasıtlı olarak
giriştikleri savunma içgüdüsüdür.
Bu iki ayrı
görüşün ortak noktalarda buluşuyor olması da ayrı bir dikkat çekiçi konudur.
Çünkü
Atatürk’ü savunma duygusu ile hareket edenlerin yazıp çizdikleri birçok konuyu
araştırmadan incelemeden çalakalem yazarak konuşmalar yapmaları sonucu oluşan
yanlışlıklar cumhuriyet düşmanlarının
elinde malzeme olarak kullanılıyor olmasıdır.
Atatürk bugün korunmaya
muhtaç değildir. Yaptıkları dünya milletleri tarafından bilinen ve kendini artık
kabul ettirmiş büyük bir liderdir.
Ona
saldırarak kendilerine bir yol bulmaya çalışan kişi ve kesimler bu aydınlık
insanın ışığında zaten eriyip gitmektedir.
Asıl
Atatürk’ü sevdiğini dile getirenler bunu dilleriyle değil yaşamları ve
bilgilerini artırarak gerçekleştirip
cumhuriyet düşmanlarıyla hiç ilgilenmeden yollarına devam etseler bakın o zaman
konu hangi boyuta geçeçektir.
Dikkat
çekilen konu da Atatürk hakkında yazılan eserlerin çokluğu ve bu çokluk içinde
yapılan yanlışlıklardır.
Öncelikle
bu yanlışlıkları düzenleyecek ve belli
bir mantık içinde kamuoyuyla paylaşacak olan kurumlar ve yetkin insanlar
ülkemizde bulunmakta ve donanımlıdırlar.
Burada bir
eleştiri getirmek istemiyor, yargılamıyorum sadece şunu söylemek istiyorum;
Bugün üzerinde durdukları kurumlar ve
yetkileri taşıyanların bu görevi öncelikle kendilerine bu Yüce Millet
tarafından verilmiş bir yetki ve insani
bir vicdani görevdir.
Kitapta konuyla alakalı
bölümler parağrafları uzun uzun
alınarak arada yaşanılan yanlışlıkları
göstermeye yöneliktir.
Ogün Deli
(Orpars)
GİRİŞ
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kurucusu,
Ulu Önder, Şehit Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, hakkında ve Cumhuriyetimize
yönelik saldırılar her geçen gün bir
yenisi eklenerek artmaktadır.
Yapılan bu saldırıların merkezi ise; Atatürk’ün
ailesi ve kendisi yer aldığı gözlenmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devlet’ini kuran Yüce
Türk Milleti ve onun ebedi önderi, Mustafa
Kemal’e karşı yapılan bu saldırıların
arkasındaki planın iyi tahlil edilmesi
gerekmektedir, yapılan bu saldırılar aslında
Atatürk’ümüzün şahsına ilişkin değil, onun şahsı kullanılarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve
onun Yüce Milletine karşı yapılmaktadır.
Çünkü;
Atatürk Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’yle şahsı bütünlesmiş iç içe
girmiş dünyadaki tek liderdir.
Fakat bu saldırıların temelinde yatan ana
konuya indiğimizde, aşağıda vermeye
çalışacağımız örneklerde de görüleceği
üzere, Atatürk’ün biyoğrafisinde verilen bilgilerin sağlıklı olmaması bu
bilgilerin aktarılmasını yapan yazarların da kendi içlerinde çelişkiye düşmüş
olması öncelikle dikkat edilmesi gerekli konuların başında gelmektedir.
Yaşanılan bu sıkıntıyı dile getiren Sadi
Borak şunları söylemektedir;
“Hazırlamakta
olduğum ‘Açıklamalı Atatürk Kronolojisi’ için otuz yıl evvelsinden bu
yana Ulusal Kahramanımızın yaşam öyküsü ile ilğili yüzlerce eseri fişledim.
Bu
fişler kronolojik bir sıraya girdigi zaman gördüm ki Ulusal Kahramanımızın yaşamının çeşitli
aşamalarını oluşturan pek çok olayın tarihleri birbirini
tutmaz bir karışıklık
içindedir.
Sadece Harbiye’ye girdiği
1899 tarihi ile Anadolu’ya geçtiği 1919 tarihi arasında geçen 20
yıllık yaşamına eğilecek bir araştırıcı;
karşısına çıkan birbirini tutmaz tarih
rakamları karşısında bunalıp kalacak, içinde bulunduğumuz yüzyılda yaşamış, özellikle yaşından sonraki elli yıllık yaşamına
tanık olmuş pek çok kişinin hâlâ sag olduğu bir dönemde, vatan
kurtarmış bir Ulusal Kahramanın yaşam öyküsünün niçin böylesine
birbirini tutmaz bir kargaşa
haline getirilmiş olduğuna şaşacaktır ” demektedir.
Bu bilgilerdeki çelişkiler
Cumhuriyetimize karşı yıkıcı tavırlar
içine girmiş olan kesimlerce çok güzel
kullanılmaktadır.
Bunca saldırıya karşın, Yüce Türk Halkı ile
olan kökleşmiş bağlarını Atatürk’le koparmaya
çalışanlar her denemelerinde yine Yüce
Türk Milletini karşısında görmüş ve görmeye de devam edecektir.
Yüce Türk Milletinin Dincisinden, dinsizine
ya da diğer felsefik fikir sahibi olan
kesimlerle temelde hiç bir problemi
yoktur.
Problem bir avuç gaflet sahibinin kendine
çıkar temin etmesinden öte değildir.
Yada şöyle dersek; Ülkemizde Atatürkçü
olduğunu söyleyenler ne kadar Atatürkçü ise yine bu ülkede “Ben Müslümanım” diyenlerde o kadar Müslüman’dır.
Bunların birbirlerinden hiç bir farkları
yoktur. Aşağıda okuyacağınız belgeler sadece bir milletin kaderi değil o kaderi
yönlendirenlerin ne kadar alçakça saldırılarla karşılaştıklarının delilidir.
Ayrıca aydınlarında ne kadar namuslu ve
cesaret sahibi olmaları gerektiğini vurgulamak için iyi birer örnek teşkil etmektedir.
Atatürk hakkında yapılan saldırıların başında
ailesi ve şeceresine ilişkin bilgiler ilk göze çarpanlardandır. “Atatürk Nasıl
Öldürüldü?” Kitabımızda konuya ilişkin
bir giriş yapmıştık.
Doğal olarak her fikrin
kabul edeni olduğu gibi karşı çıkanı da olaçaktır. Bunun aksini düşünmek
yanlış olur.
Bizim buradaki amacımız Yüce Türk
Halkının bu aktarılan bilgiler karşısında
iyi tahlil etmesi ve çevresinde yaşananları
sağlıklı bir şekilde gözlemlemesidir.
Bunlara ilave olarak hangi sıfat veya
akademik kariyer sahibi olursa olsun öncelikle şahsım olmak üzere tüm yazı yazan kalemlerin tek tek
sorgulanması ve gerekli eleştirilerini vicdanlarında yapmaları gerekir.
Birde bu kitapları yazanların hangi görüş
ve fikirde olurlarsa olsunlar, kimler oldukları, isimleri, kimlikleri sorgulanmaya
muhtaçtır.
Bilgi aktarımını yaparken karşımıza çıkan
metinleri ne kadar dikkatli okumamız gerektigi vurgulamasının yapılabilmesi
için bazı metinleri uzunca aldım.
Bunun sebebi de okuduklarımızı aslında
yeteri kadar denetlemediğimiz, sorgulamadığımız gerçeği ile birlikte bize bu bilgileri aktaran hangi
sıfat ve akademik kariyer sahibi olursa olsun nasıl yanlışlar yaptıklarının
ortaya çıkmasını sağlamaya yöneliktir.
Tabii ki o kadar çok metin var ki,
hepsini buraya aktarmamız mümkün değil,
sadece konunun öneminin kavranması için birkaç örneği buraya taşıdık bunun
genellemesini okuyucu kendisi yapacaktır.
SANAL
DÜNYADA ATATÜRK
Günlük hayatımızın bir parçası haline
giren neredeyse tüm iletişim
hizmetlerimizi üzerinde sağladığımız Internet, her türlü materyali bize sunmaktadır.
Bu oldukça güzel, yıllarca halkında gerçekleri bir şekilde göz ardı etmeye çalışan,
bazı çevrelerin, kurum ve sahışların
sözcülügünü yapan basın kuruluşlarına
karşı alternatif doğmuştur.
Bu gün basına yansıtılmayan birçok konuyu
burada yoğun bir şekilde görmek insanlarımızın burada anında yorumlarını izlemek fikir
dünyamızın zenginleşmesine ve yeni
açılımlar sağlamamıza olanak ve fırsat tanımaktadır.
Yeryüzünde yaratılmış her şeyin, ne kadar
faydası varsa, o oranda da zararı olduğu düşüncesinden yola çıkarak, İnternetin de faydası yanında doğal
olarak zararları da ortaya çıkmaktadır.
Asıl doğru olan bu mucizevî cihazın, ne
amaçla, kimler tarafından nasıl kullanıldığıdır.
Her ne kadar kanuni önlemler alınmış ya
da alınmaya çalısıyor olunsa da burada
bu ortamda engellenmesi oldukça güçtür.
Günümüzde bunun örneklerini sıklıkla yaşamaktayız. Internet üzerinden Atatürk’e
hakaret içeren haberlerin toplandığı bir
haber portalının dokümanları bulunuyor, burayı tuşladıgınızda bu
haberlerin birçoğuna ulaşmanız mümkün.
Bu da bir kısmı zaman zaman basında da izledigimiz gibi değişik adreslerden girişler yapılarak saldırılar yapıldığı karşımıza
çıkmaktadır.
Son günlerde ya da yıllarda artış gösteren
bu saldırıların arkasında, Yüce Türk
Milleti’nin, bilinçli olarak tepkisi ölçülmektedir.
Bu saldırıların karşısında yapılacak bilinçsiz, olur olmaz tepkiler, bir
süre sonra, Atatürk hakkında yapılacak her hangi bir kanun teklifininin değişikliğinde, halkımız tepki
veremez bir topluluk haline getirilmeye
yöneliktir.
Yoksa bu
saldırılarda bulunanlarda emin olun yaptıkları ve yazdıklarının doğru olmadıgını en az bizim
kadar biliyorlar.
Sorun bu konuda yıllarca kendine gelir
kaynağı ve makam hesapları içinde
olanların hesapsız ve düşüncesizce
yaptıkları çıkışlardır.
Günümüzde Atatürk’ün fikir dünyasının
karanlıkta kalmasına yol açmış, haksız
yere eleştirilere zemin hazırlamışlardır. Bu zemini hazırlayanların ise, açık
ve seçik bir şekilde emperyalist
güçlerin ve dış istihbaratların güdümünde olan yazar ve çizerler olduğunu
görmek bizi şaşırtmamalıdır.
Atatürk’e
yapılan saldırıların genelde bize yansıyan ağırlıklı kısmı, Yunanistan
basınından olduğu izlenmekte.
Dünya’da kimse kimseyi zorla sevmek
zorunda degildir. Maalesef ülkemizde
yıllarca aktarılan bilgilerin eksikliği,
yanlış anlatım, bazen de zorlamalarla,
Atatürk’ümüzün halkın içinden alınarak
bir zümrenin adamıymış gibi gösterenler, Atatürk ile ülkemizde ki bir kısım vatandaşlarımızın
arasında duvar örmüşlerdir.
Bu duvar bilmem kasıtlı ya da kasıt dışı
olsun ülkemizde hala süre gelen problemlerin
çözümünde bir engel teşkil etmektedir.
Önce şunu bilmek gerekiyor; Ülkemizde
birlik ve beraberlik istiyorsak, Atatürk’ün koymuş olduğu ilke ve prensipleri tarafsız ve doğru bir şekilde
tahlil etmeli ve halkımıza da bunu doğru
bir şekilde yansıtmalıyız.
Kendi siyasi yada felsefik fikirlerimizi
baz alarak tanımlamaya çalışacağımız Atatürk tipini abartısızca söylemek
mümkünse her kesim içinde oluşturmak
mümkündür.
İşte bu tarafsızlık ilkesine yöneldiğimizde
ve Atatürk’ü olduğu gibi alğılamaya kalkarsak, emin olun sorun kalmayacaktır. Bunu da başaracak olan yine bu ülke’nin
evlatları olacaktır.
Yüce Türk Milleti’ni bir birlik ve
beraberliğinin sağlanması, Atatürk’ten ve onu anlamaktan geçer, bunu kabul
etmemiz gerektir.
Bunu da başarmamız çok zor değil. Her kim
olursa olsun bu ülkenin çıkarlarına ters hareket yapıyorsa önce kendi içimizden dışlamalı ve onların
sözcülüklerini kabul etmemeliyiz. Bu
kadar basit.
Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatına ilişkin
kronolojik bilgilerdeki sorun, bu tür asılsız ve bilgisizce saldırıların önünü
açmaktadır.
İşte
bu asılsız saldırıların en yaygın olanlarından biri Türk ve Dünya kamuoyu
tarafından da Atatürk’e saldırılarda bulunan kesim ve şahıslarında ellerinden “belge”
diye bulundurdukları, kullandıkları ailesine yönelik, saçmalık belgesidir.
Aşağıda okuyacağınız metinlerin öncelikle
yorumsuz konulmasında daha sonra bunlara
ilişkin bilgi verilmesinde özel bir neden vardır…
Bu
sebeple, saldırıları tek tek inceleyelim.
Atatürk’ün ailesine ve şahsına saldırılar “Kemal Atatürk Babası Bilinmeyen Bir... Selanik’teki evin kendisine aitliği de belirsizdir” Diktatör ve Türkiye'nin reformcusu
Kemal Atatürk'ün babası belli değildi.
“
Kemal'in kisisel ve yakın dostu Rıza Nur
öyle diyordu. (Rıza Nur, İsmet İnönü'yle birlikte Türkiye adına 1923 Lozan
Antlaşması'nı imzalamıştır.) Rıza Nur bu gerçeği ortaya çıkardıktan sonra Kemal
tarafından sürgün edildi ve hakkında
öldürülme emri verildi.
Ancak
Rıza Nur, Paris'e kaçıp kurtuldu ve anılarını
yayımladı. Hemen ardından Londra'daki bir dergi tarafından bu anılar İngilizce olarak
yayımlanmaya başladıgında, bu dergiye yayımını durdurmazsa bombalanacağı
tehditleri (büyük olasılıkla Türk şövenistler
tarafından) gelmeye basladı.
Rıza Nur'un anıları içinde, Kemal'in askeri eğitim
gördügü okul kayıtları var olup burada babası bilinmiyor olarak yer
almaktadır.
Türkler
konunun yok edilerek unutulması amacıyla
bu nüfus kayıtlarını ortadan kaldırdılar. Kemal'in annesi olan Zübeyde, Selanik'teki gümrük
memuru olan ve Türklerce Mustafa'nın resmi babası olarak gösterilen Ali Rıza'yla ilk evliligini yaptığında
küçük bir bebekti. Gerçek babasıyla ilgili iki yorum vardır:
1- Genç
Zübeyde'nin ilişki içerisinde olduğu
Yenisehir (Larissa) mutassarıfı Abdus Aga,
2-
Kimliği bilinmeyen Selanik'li bir Yahudi dönmesi. (Ayrıca Hronos bir önceki
sayısında Kemal'in Yahudi kökeniyle ilgili bilgi vermişti.) Öldüğünde camiye götürülmemişti.
Ali Rıza öldügü zaman, Zübeyde, zengin bir
aileye sahip bir Türk Paşasıyla evlendi. Bu arada Kemal reşit olduğu zaman Paşa'dan
miras istediginde "…" yanıtını almıştır.
Kemal
askeri okuldan mezun olduğunda Manastır'daki bir Yunan kızına âsık oldu. Doğal olarak bu genç kızın ailesi, kızlarının bir
Türk, aynı zamanda bir askerle olan ilişkilerini benimsemedi.
Araya Manastır metropoliti girerek durumu
sultana sikâyet etti ve Kemal, buyrukla Libya çöllerine sürüldü.
Kemal'in Yunanlılara ve Ruhban sınıfına hıncı buradan
kaynaklanmaktadır.
Kemal'in
1923–1938 yılları arasındaki Türkiye
diktatörü olarak yapmış olduğu çılgınlıklarla ilgili olarak, New York'ta
1973 yılında gazeteci Noel Barbier
tarafından yayımlanmış olan "The Sultanss" adlı tarih betigini (kitabını)
okumanızı öneriyoruz.
Kemal’in…
Soyuyla ilgili Rıza Nur'un anılarını bulup okumamızın olanağı yoktur. Çünkü bu
yayın Türkiye'de yasaklanmıştır.
Selanik'te Kemal'in evi olduğu öne sürülen
eve gelince, Yunan Devleti'nce Türkiye denen kültürsüz, vahsi ve doyumsuz canavarın saldırganlıgının
bir parça önünün kesilmesi amacıyla iyi komşuluk göstergesi olarak,
"Kemal'in (Anadolu'daki Helenizm'i yok eden ) doğduğu ev" denerek bir
eski ev verildi.
Bu armağan, komşularımız saldırğan ve obur seslerini yükseltmesinler, diye verildi.
(Bununla Atina'daki hıyarlar, Sekspir'in Otello adlı eserinde "Lanetli Irk" olarak isimlendirildigi
Asya canavarını durdurabileceklerini
sandılar.) Doğal olarak o eski
evin gerçekten Kemal'in evi olduğu ya da onunla herhangi bir ilişkisi olduğu yönünde herhangi
bir gerçek kanıt yoktur.
a-
BABASI KiM?
Yukarıda
metnini koyduğumuz ve Latin harfleriyle
de yazdığımız "Selanik Asliye Hukuk Mahkemesi" başlığını taşıyan
yazı ile Dr. Rıza Nur'un "Hayat ve
Hatıratım" adlı eserinin üçüncü cildinin 561. sayfasındaki yazı ana
hatlarıyla birbirini tutmakta ve teyit
eder mahiyettedir.
İlaveten şunu da söylemek gerekir:
Fransız bakanlarından Hedyo Paris'te
Türkiye üzerine verdigi ve
"Conferencio" dergisinde yayınlanan
konuşmasında Mustafa Kemal'in babasının meçhul olduğunu söylemiştir.
Ayrıca, Mustafa Kemal'in gayr-i meşru
olarak dünyaya geldiği ve bu hususta
Yunanistan'da bir mahkeme kararı bulunduğu,
güvenilir kişiler tarafından kulaktan
kulağa söylenmekte ve dolaşmaktadır.
Bütün bunlara rağmen; araştırma ve
incelemeciler, tarihçiler, ilgililer araştırmalarını
yapsınlar, sorsunlar, soruştursunlar; sahte ve yanlış bilgi ve belgeler
varsa kanıtlı bir şekilde ortaya
koysunlar.
Çünkü gaye ve maksat, şahıs ve şahsiyet
değil, gerçeklerin ortaya çıkmasıdır, tarihî gerçeklerin tam ve aslına uyğun olarak
yeni nesillere ulaştırılmasıdır… Türkiye sınırları içinde olmasa bile dünya neşriyatında
kendini göstermektedir.
Avrupa memleketlerinde Mustafa Kemal'in bir İngiliz
casusu olduğu, Türk-Yunan savaşının
sadece bir muvazaadan (anlaşmalı dövüşten)
ibaret olduğu, Yunan askerlerinin İzmir’e
çıkışlarının, İngilizlere Mustafa Kemal
tarafından telkin ve ilham edildiği, bütün
bunların da Türkiye'yi kesin şekilde İslam dünyasının liderliğinden indirmek amacına yönelik olarak planladığı anlatılmakta, hatta bu kabil
kitapları okuyanlar Türkiye'ye geldiklerinde eş ve dostlarına gizlice aktarmaktadırlar…
"Selanik'te Rıza Efendi adında
gümrük kolcusu birinin üvey oğlu Mustafa
Kemal Harbiye Mektebi'ne geliyor. Mustafa Kemal'in babası hakkında çok rivayet var;
Kimi
bir Sırp, kimi bir Bulgar’dır diyor. Güya anası bunların metresi imiş".
Yeni çıkan "20. Asır Larousse" Pomak’tır diyor. İhtiyar Tesalya'ların
rivayeti şudur:
Mustafa Kemal'in anası Selanik’te… İmiş. Yenişehir Tirnova'sından ve oranın
ileri gelen kabadayılarından Abdoş Ağa Selanik'e gelir, bu kadını görür, alır götürür. Orada… Mustafa Kemal doğar.
Mustafa beş yaşlarında iken Abdoş ölmüş, anası oğlu ile Selanik'e gelmiş.
12 yaşında iken Mustafa, Tirnova'ya gidip
miras istemiş ise de… Söylemişler, geri
göndermişler. Mustafa, askeri okula girmiş. Anası gümrük kolcusu Ali Rıza ile evlenmiş.
…Demek Mustafa Kemal… Degilse bile babası
malûm değildir. Benim araştırmama göre
onun Rıza adında gümrük kolcusu bir üvey
babası olduğu kesindir.
Mustafa Kemal babasından kendisi bahsetmediği gibi diger birinin bahsettigini işitirse ona
düşman olur. Buna dair bir sürü olay vardır.”
Bu
belge ve türleri Türkiye´de çesitli
kitap ve gazetelerde yerini aldı. "Abdoş” hikâyesi, ilk defa Yakın Tarih
Ansiklopedisinde Mustafa Kaplan imzasıyla nesredilen "Abdos Aga" ile
ilgili yazılar mahkemelerde dava konusu
oldu.
Bu
belgelerde Atatürk´ün annesinin genelevden çıktığı ve Atatürk´ün gayri meşru
olduğu ileri sürülüyordu.
Hürriyet 21 Ocak 1990´da "Atatürk´ün
gayri meşru doğduğunu iddia eden… Çirkin tezgâhın belgeleri" başlığı altında bu meseleyi kamuoyuna
duyurdu.
Selanik´de bir mahkemenin verdigi kararın
metni Osmanlıca olarak gazetenin
haberinde basıldı.
Bu metni bir memur Milli Eğitim Bakanlığında fotokopi ile çogaltırken yakalanmıştı. Mesele
sonradan örtbas edildi.
Burhan Bozgeyik´in "Türkiye üzerine oynanan oyunlar" kitabında da bu
belge tam metin Türkçe olarak basıldı.
Devam edelim, Diğer bir saldırı da Atatürk’ün
Son derece yüksek oranda alkol içtiği
yönünde olmuştur.
Bu konuyla ilgili olarak Atatürk’ün siyasi
bir suikast sonucu öldürüldüğünü anlattığım
“Agoni” (Atatürk Nasıl Öldürüldü? 2 ) ve “Atatürk Nasıl Öldürüldü ?”
kitaplarımda da bahsetmiştim.
Atatürk’ün alkolle olan hikâyesi o
kadar abartılmıştır ki onun vefat
raporuna bile girerek ölüm sebebi olarak gösterilmiştir.
Bu son derece yanlış ve abartılı olduğunu
bu iki eserimizde belgeleriyle ortaya
koymuştuk.
Tekrar bu konuyu teferruatlı almaya gerek
duymadan sadece saldırının başka bir açısını ortaya koymak yönünde belgeyi
aldım.
b-ALKOLİK
BİR AHLAK DÜŞKÜNÜ
“M.
Kemal sarhoştur. Genç yaştan beri içki
içmektedir. Bu sarhoşluğunu birçok yabancı devlet adamları ve gazeteciler de kaleme almışlardır.
Bunlardan birisi Armstrong adında bir
gazetecidir. Armstrong'un Atatürk'ün içki sofralarını anlatan bir kitabı memlekete sokulmuyor.
Atatürk kitabı okuttuktan sonra kendi ağzıyla
şunları söylüyor;
"Bunun ithalini men etmekle hükümet
hataya düşmüş…" Müslüman milletin gözü önünde içkinin kötülüğünü ve haramlığını
bir kenara iterek büyük bir iş yapıyormuş gibi kadeh kaldıran bir lideri tarih
ender kaydeder.
Çünkü bir baba bile çocuğunun gözü önünde
içki içmekten hayâ eder. Ama bu sarhoş,
bunu zevkle yapmıştır.
Mahmud Esat Bozkurt anlatıyor: "Bir
akşam, birden Saray'dan kalkarak Gülhane Parkı'nda Halk Parti'sinin verdigi bir
açık hava toplantısına gittigimiz zaman orada toplanan on binlerce insana harf
inkılâbını müjdelemiş ve bu esnada ayağa kalkarak millete hitaben:
‘Arkadaşlarım! Bu elimdeki rakıyı evvelce
padişahlar da halifeler de içerlerdi. Fakat onlar saraylarında, dört duvar
arasında içiyorlardı. Ben ise aziz milletimin önünde ve onun şerefine
içiyorum!' diye kadehini kaldırdığı zaman, halkın alkış tufanı arasında Sarayburnu dakikalarca çınlamıştı.’
Bu
hususta Sevket Süreyya Aydemir şunları söyler:
‘Atatürk
normal zamanlarda, geceleri yaşardı. Sofrayı, sohbeti, içmeyi elbette ki
severdi. Etrafındakilerin içmelerini de
isterdi.
İçkiye çok genç yaşlarında alışmıştı.
Suriye'deki sürgün yıllarında ise içki
hemen hemen tek tesellisi gibiydi.’ Aydemir devamla: ‘Ama Selanik'te rıhtım
gazinolarında, sokak meyhanelerine gidilemeyen, gelecek maaşları Yahudi
sarraflara kırdırmak suretiyle para tedarik edilemeyen, meyhanenin veresiyeyi
kestiği günler de olmuştur.’ demektedir.
Dr. Rıza Nur da bu hususta şunları söyler: ‘Müthiş
bir ayyaştır. Her gece sabaha kadar içer, körkütük olur. Bütün ömrü öyledir.
Gençligi de böyle içki ve fuhuş ile geçmiştir.
Reculiyeti yoktur, fakat şehvete pek düşkündür…’
... Bir Agustos gecesinde yemek dönüşü,
Çankaya´nın kapısında genç askerlerle
konuşurken Latife, üst katın balkonunda
göründü. Ateş püskürüyordu:
‘Kemal! Buraya gel! Mahalle arkadaşlarınla yarenlik bitti, şimdi askerlerle mi içli dışlı
oluyorsun? Buraya gel diyorum!’ Gazi
sustu, Latife sustu. Her şey sustu. Paşa
öfkesinden mosmor kesilmişti...’
...Anlaşıldığına göre boşanma vak´asından
iki-üç gün evvel, Latife, kardesi İsmail
ile haremi Süreyya Paşanın kızı Melahat
Ankara´ya gitmişlerdi.
Çankaya´da misafir olmuşlar. O vakit Mustafa
Kemal´in yanında kâtip sıfatıyla Halit Ziya´nin oğlu Vedad vardı. Güzel tüysüz
bir çocuk.
..İsmet,
sabahleyin erken Heyet-i Vekile´yi toplamış. Talaka karar vermişler (!)
Latife´yi İsmet alıp, trene koymus. Trende teselli etmek istemiş.
Latife ona; “Sus, sus!“ İsmet Paşa! İsmet
Paşa! Sen ona bir gün dalkavukluk etme
…” demiştir.
Zsa Zsa Gabor; 1936 yılında Macaristan güzellik
kraliçesi anlatıyor;
“Açılan büyük bir kapının ardından içeriye
girdim. Heyecandan kalbim deli gibi çarpıyordu. Mermer taşla döşenmiş yoldan
geçerek bahçe içindeki eve doğru yöneldim. Çok büyük bir zeytin ağacı evin girişini
gölgeliyordu.
Hipnotize olmuştum. Üst kata çıktım.
Atatürk, el işlemesi geniş bir gürgen koltuğa oturmuştu, arkası bana dönüktü. Yanındaki masa üzerinde duran nargilesini
içiyordu... Kemal Atatürk, Tanrı'nın insanlığa ender gönderdigi bir kurtarıcı,
politika ustası ve korkusuz bir savasçıydı.
O, yarı insan, yarı Tanrı'ydı. Atatürk
ile beraberliğimin bundan sonrasını ilk defa
açıklıyorum…"
c-VATANI
SATMIŞ
Diğer bir saldırı da vatanı satmıştır.
Bunu diyen insanlar gerçekten ya çok bilgisiz ya da ar niyetli insanlardır.
Gelin metni okuyalım;
“Atatürk'ün ölüm döşeğinde, üzerinde en
fazla düşündüğü mesele; kendisinden sonra proğramını uygulayabilecek birisini
bulup yerine geçirip geçiremeyecegi hususuydu.
Bunun için zamanın İngiliz büyükelçisi Sir
Perey Loraine'i İstanbul’daki Dolmabahçe Sarayı'na çağırdı.
İkisi arasında geçen konuşmalar yaklaşık
olarak otuz (30) sene gizli kaldı.
Gizli konuşmalar ilk olarak Piers Dixon'un
babası (Sir Perey Loraine) hakkında hazırladıgı "Double Diplomat"
(Çifte Diplomat) isimli kitabında yer aldı ve daha sonra da
"Hute-HissonYayınevi" tarafından yayınlandı.
Piers Dixon'un dökümanları arasında; Sir
Perey Loraine tarafından zamanın İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Halifax'a gönderilmiş
bir telgraf da vardı.
Telgraf, İngiliz tarihinin en önemli
belgelerinden birisi idi. Loraine, ölüm döşeginde olan diktatörle yaptığı bu
mülâkatı çok enteresan olarak nitelendiriyordu.
Bu belgede Loraine, Lord Halifax'a şunları yazıyordu:"... Huzuruna vardığımda ekselanslarını yastıklara yaslanmış vaziyette,
iki doktorla, hemşirenin tedavisi altında gördüm.
Ben girdiğimde, Başkan, hizmetinde bulunanların
ve hemşirelerin dışarı çıkmalarını istedi ve ihtiyaç anında kendilerini
çagırabileceğini söyledi.
Ondan sonra, ekselansları benimle yavaş-yavaş
,fakat dikkatlice konuşmaya başladı.
Beni, hiç bir zaman bana layık olmayan
makamda görmek istemedigini, "Beni daima en layık makamlarda görmek istediğini"
ve beni buraya onun için çağırdıgını söyledi. Hakkımda arzuladıklarını gerçeklestirmem için çok
ricada bulundu. Kendisine müspet bir cevap vermemi istiyordu.
Şüphesiz ben geçmişte onunla bir arada çok bulundum
ve çok mülâkatlar yaptım. Ama bu, son mülâkatım
olabilirdi. O uzun ve maceralı hayatı boyunca beraber çalıştığı arkadaşlarından
bir çoğunu
(kendinden
uzaklaştırarak) kaybetmiş ve yapılan tavsiyelerin bir çoğunu da reddetmişti.
Sadece benim dostluğuma ve nasihatlerime güveniyor
ve bu dostluğun pekişmesine ehemmiyet veriyordu.
Ben sanki "Türkiye'nin başbakanıymışım"
gibi benimle, çok sade ve serbest bir şekilde meşveret ediyordu.
Onun bir başkan olarak ölümünden önce,
kendi makamı için birisini takdim etme salahiyeti vardı.
Onun en büyük arzusu kendisinden sonra
"Türkiye'nin Başkanı" olarak onun vazifesini üzerime almam idi.
Teklifi karşısında benim nasıl bir cevap
vereceğimi bir an önce öğrenmeyi istiyordu.
Düşünceli bir sessizlikle geçen bir anlık bekleyişten
sonra ekselanslarına;
"Bütün istek ve duygularımı kelimelerle
anlatmaya yetkili değilim!" şeklinde cevap verdim.
Gerçekten o anda çok şaşırmış bir şekilde düşünüyordum.
Hatırladığım kadarıyla yapmış olduğum
mülâkatların hiç birisinde bu kadar derin düşünecek derecede bir mülâkatla karsılaşmamıştım.
Ekselansları yaptığı bu teklif ile sadece
benzeri görülmemiş bir ikramda bulunmakla kalmıyor, aynı zamanda majestelerinin
(İngiliz Kralı'nın) hükümetine olan bağlılığını da izhar ediyordu.
Ekselansları benim ömrümün büyük bir
kısmını majestenin hükümetinin hizmetinde geçirmiş olduğumu biliyordu. Ben
hâlihazırdaki isimde bir kaç sene daha çalışmayı ümit ediyordum.
Ekselansları ise, şimdi benden kesin bir
cevap istemekteydi. Kendilerine şu cevabı verdim:
"İdarî işleri iyi yapıp yapamayacağımdan
şüphe ediyorum. Türkiye'nin Cumhurbaşkanlıgı’nı yüklenmek mesuliyeti ile İngiltere
Büyükelçiliği arasında çok büyük fark vardır.
Tecrübe
ve kabiliyetlerimin, ancak elimdeki işi yürütmek için aranan imtiyazlar olduğunu
biliyor; bunun için kesin bir şekilde ve üzülerek teklifinizi kabul edemediğimi
bildiriyorum!
"Ben konuşmamı bitirdikten sonra
ekselansları çok heyecanlandı ve yatağına tekrar gömüldü, hizmetinde bulunan
hemşireleri çağırdı (ve derin bir uykuya daldı).
Ekselansları ikinci defa konuşmaya baslayabildiginde
kendisine bildirdiğim kararda etkili olan hususları idrak ettiğini söyledi.
Durumu
henüz verdiğim cevaptan çok üzüldüğünü söyleyebilecek kadar iyi idi.
Benden başka bir cevap alamayacağını anlayınca
"Başkanlık" için İsmet İnönü’yü tavsiye etti.
Atatürk sonra dirseklerine dayanarak doğrulmaya
çalıştı ve ellerimi sıktı, gelecekte de Britanya ve Türkiye ilişkilerinde faal
roller oynayacağımı belirterek tesekkür etti ve kendinden tekrar geçti.
Bu teklifi reddedişimin isabetli bir karar
olduğunu düşünüyorum. Eğer yapmış olduğum
tesebbüslere dair ekselanslarından tevilli bir mesaj alabilirsem çok müteşekkir
ve mesrur olurum. Lütfen Kral'a da bildiriniz!"
sözleriyle de Martin Gilbert böyle demekte.
Bu saldırıya ilişkin bilgiler aktardığım
“ Ankara Nerede Biter?” kitabıma bakmanızı tavsiye ederim.
Vatan aşkı ile yanmış bir lider için belki
de yapılabilecek en büyük saldırı bu olsa gerektir.
d-ARNAVUT
MU?
“Türklerin Atası Atatürk, Saf Kan Arnavut
çıktı. Atatürk’ün Babası Albanye (Arnavutluk) un "Diber" yakınlarında
bir köyde doğmuş.
Osmanlı Balkanlardayken yerli halkları bir
taraftan İslamlaştırmış diğer taraftan da asker ve memur olarak devlete hizmet
için kullanmış.
Atatürk’ün Babası Osmanlı tarafından
Selanik’e görevli Memur olarak gönderiliyor.
Yani, Selanik’le bağları memurluktanmış.
Atatürk saf kan bir Arnavut” denilmekte.
Yukarıda anlattıklarımıza bir yenisi de
olayın ne kadar iğrenç bir hal aldığını adeta bağırır.
e-BELÇİKANIN
KÜSTAHLIĞI…
“Belçika’daki eğitim bakanlığınca hazırlanıp dağıtılan kitapçıkta tarihin en… Arasına Atatürk’ü koydu!”
Belçika'dan
rezil yakıştırma -28 Mart 2007 gazete haberinde “Belçika, Atatürk'ü tarihin
mühim… Ve… Şahsiyetleri arasında saydı.
Belçika'nın Valon Bölgesi Eğitim Bakanlığı'nca
hazırlanarak okulların tamamında dağıtılan bir kitapçıkta Atatürk'e edepsiz yakıştırmalarda
bulunuldu.
'Homofobie (escinsellik karsıtlığı) ile mücadele'
adlı 144 sayfalık kitabın 105.sayfasında 'tarihteki meşhur eşcinseller veya biseksüeller'
listesinde Mustafa Kemal Atatürk'ün de isminin yer alması büyük bir rezalet
olarak değerlendiriliyor.
Valon Eğitim Bakanı Marie Arena'nın
inisiyatifinde hazırlanarak ilk ve orta dereceli okullardaki tüm ögrencilere dağıtılan
kitapçıkla escinselliğin aslında 'kötü' bir şey olmadığı ve tarihte de başarılı
olmuş birçok ünlünün eşcinsel olduğunun altı çiziliyor.
Ülkenin önde gelen gazetelerinden De
Standard,konuya ilişkin haberinde modern Türkiye'nin kurucusu Atatürk'ün de
listede bulunduğunu ve Belçika'daki Türk büyükelçiliğinin konudan haberdar olup olmadığının
netleşmediğini kaydetti.
Avrupa'da eşcinselliğin yasal güvence
altına alındığı ve eşcinsellere evlenerek çocuk edinebilme hakkının verildiği
nadir ülkelerden birisi olan Belçika'da gençlerin çocuk denebilecek yaşta
cinsellikle ve dolayısıyla aynı zamanda eşcinsellikle tanıştıkları ifade
ediliyor.
Tarihte meşhur eşcinsel ünlüler listesinde
Büyük İskender'den Sezar'a, Leonardo da
Vinci'den 11. Ve 15. yy'da yasayan Katolik Kilisesi'nin ruhani liderleri Papa
IX. Benoit ile Papa III. Jules gibi isimler dikkat çekiyor...”
denilmekte.
ŞECERENİN
DOĞRU YAZILMASINA
NEDEN OLAN FAKTÖRLER
Yukarıda verdiğimiz metinlerin büyük bir
kısmı, Almanya da oluşturduğu Türkiye Cumhuriyeti aleyhtarlığıyla meşhur olan “Kara Ses”, Cemalettin Kaplan’ın
yayın organı olan “Ümmet Dergisi”nin giriş kapağında “M. KEMAL ÖZEL SAYISI” VE “
İLKKEZ YAYINLANIYOR” başlığıyla verilen haberde bu saldırıların büyük bir kısmı
dergide de aynen yayınlanmıştır.
Daha sonra da bu yazılar Internet üzerinden
arama motorlarına yerleştirilmiştir.
Bu olduğu farz edilen belgenin 1988
yılında Almanya’da yayınlanmasına neden olan sebep neydi?
Belki de daha önemlisi İslami bir cemaat
görüntüsü içinde bulunan insanların İslam dininin bu dini hiç bilmeyenler tarafından
bile bilinen en kutsal yanlarından biri olan ölmüş bir insanın arkasından bu şekilde
konuşulması hangi din tarafından kabul görür?
Kaldı ki hayattaki bir insan için atılan
bir iftiranın bu dinde ne yeri ne yurdu vardır.
Bu belgenin yayınlanmasında İnançlı saf
dindar insanlar bazı kesimlerce kullanılmışlardır. Bu belge diye ortaya konulan
safsataların öncelikle inançlı insanlardan ayrıştırılması gerekmektedir.
Kaldı ki Osmanlı Harbiyesi kendi içine
aldığı subayların kimliklerine ve aile bilgilerine olağanüstü yer vermiştir. Bu
bilgiler anlaşılıyor ki artık yayınlanmaya muhtaç bilgilerdir.
Öyle ki ölmüş bir insanın arkasından
kılınan namazın bu ülkedeki insanların en az bilgilisi bilir ki gıyabında bile
kılınması yeterlidir.
Bu konuda, konuyu açanların Müslüman Devletlerin
Atatürk’ün gıyabında cenaze namazının kılındığını bilmeleri gerek. Kaldı ki
Atatürk’ün cenaze namazı da kılınmıştır.
Diğer konu ise; hiçbir Müslüman bir şahsın
gıyabında ve şahsında onun dinini sorgulayamaz, Onu en iyi bilen Yüce
Yaratıcıdır.
Yaratılanlar, Yaratandan daha mı bilgi
sahibidir ki, kimin Müslüman? kimin kafir olacağını bilsin? İslam litarütüründe
bunun adı, gıybet ya da iftiradır. Bunun
yanında Atatürk ve Cumhuriyetimizi destekleyen cemaatlerin ve din adamlarının
ülkemizde mevcut bulunduğunu unutmamalıyız.
Bunlardan biri de geçen yıllarda vefat
etmiş olan Galip Kuşcudur. Kendisiyle yapmış olduğumuz tüm mülakatlarında çocukluk
yıllarında kendisini gördüğü Atatürk’e olan bağlılığı ve samimiyeti içinde
anlattıklarını tarihi bir not olarak buraya almayı vicdani bir vazife kabul
etmekteyim.


Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız
bilgilerde dikkatle takip edildiginde bunların bir safsata oldugu kendiliginden
ortaya çıkacaktır.
Konuyu ele almamızın sebebi, bu saf
sataları ciddiye aldığımız, yada bunlara cevap vermek degildir.
Bu şekilde düşünmek bu elinizde tuttuğunuz
metnin ruhuna terstir.
Burada anlatmaya çalıstığımız, yıllarca
Atatürk hakkında yazı yazanların oluşturduğu bilgilerin kendi içlerin de dahi tezat
oluşturduğu, oluşan bu tezatlarında bilinçli bir şekilde, Cumhuriyeti ve Yüce Türk
Halkını
yıkmaya yönelik çalışmaların içinde yer alarak, Atatürk’e saldırıyı kolaylaştırmıştır.
Atatürk’ün ailesine ilişkin saldırıların
temelini oluşturan belge diye ortaya koyulan saçmalığı, konunun giriş bölümünde
bu belgeyi yayınladığımızdan tekrar etmeye gerek yoktur.
Metine göre; Mustafa, Abduş isimli
birisiyle Zübeyde Hanım’ın oğludur.
Ancak Zübeyde Abduş'un nikâhlı karısı değildir.
Bu yüzden, mahkeme, mirastan pay almak için açtığı davada Abduş'un nikâhlı
karısı olmadığı için miras
tan
pay alamayacağının saptamıştır.
Buna göre;
1- Mustafa (M. Kemal Atatürk) ilk ve tek
çocuk değildir. İlerleyen yazılarımızda da görecegiz ki öldükleri söylenen
Fatma, Ahmet, Ömer, Naciye ve Makbule Atadan da hayattadır.
Bu olay gerçek olsa bile Zübeyde'nin kucağında
Mustafa diye bir çocukla gelmiş olması olanaksızdır.
Bu
belgeyi öne sürenler Atatürk'ün ölmüş
olduğu söylenen fakat hayatta olan yukarıda isimlerini verdigimiz kardeşlerinden
haberleri yoktur.
İşin
garip bir tarafı da ilkokuldan itibaren Atatürk’e ait ögretilen bilgilerin
içinde kardeşleri ne ilişkin sadece düne kadar Makbule Atadan bilinendi.
Son yayınlanan kitapların içerisine de
Naciye Hanım eklendi. Fakat Ahmet, Ömer ve Fatma isimleri henüz bu kitapların
içinde yoktur. Neden? Bu da sorulması gerekli ciddi bir sorudur.
2- 1881 yılı Rumi takvimde 1297–1298
yıllarına gelmektedir. Resmi kayıtlardaki yaş hesabında o yaşı doldurmak şart
koşulduğuna göre Atatürk'ün 1298 yılında 2 Yaşında olması imkânsızdır.
3- Ayrıca sözü geçen mahkemeye ilişkin,
Atatürkçü Düşünce Derneginden
yapılan,15.04.2005 tarihli açıklamayı şahsımıza sunan dönemin Genel Sekreteri, Gültekin
Söylemezoğlu’nun verdiği metninde şunlar vardır;
“…işin
aslında onan mıyacak yanı; Devlet içinde ve Türkiye B.M.M bünyesinde de bu odakların uzantılarının
olduğu kanısı kuvvetlenmektedir.
Yüce Türk Devleti’nin yurt sever bütün yurttaşlarını,
görev ve sorumluluk taşıyanlarını her zaman
ve her vesile ile aydınlatmaya çalışmaktayız…
23.02 1994 günü Türkiye Büyük Millet
Meclisinde Millet Vekilleri Posta Kutularına atılarak dağıtılan; ‘1988 yılında
yurt dışında yayınlanmış Ümmet adlı bir yayında, -Atatürk ve annesi Sayın,
Zübeyde hanım Efendi- için düzenlenmiş sahte belge fotokopileri tarafımızdan
tespit ve haber alınmıştır.’
Bu belgenin sahteliğini Osmanlı Devleti
pul koleksiyonundan karşılaştırılarak tespit etmiş bulunmaktayız. Sahtekârlığın
müspet delilleri elimizde mevcuttur…24.02.1994”
Bu metnin arkasında ise, Sayın Söylemezoğlu’
nun elyazısı ile yazılmış bir not bulunmaktadır. Bu not’ta ise;
“1-Bu
duyurumuz Genel Kurmay Başkanlığına da fakslandı. Genel Kurmay Sekreteri
tarafından Derneğimize telefonla teşekkür edildi.
2-
Osmanlı Devleti adli sisteminde, sahte belge de zikredilen bir mahkemenin
olmadığı hususu da sabittir.15.04.2005” denilmektedir.
Görülüyor ki hiçbir şekilde geçerliligi
bulunmayan bu düzmece belgeler, kamuoyunun önüne konularak çıkar çevrelerince
kullanılmaya çalışılmıştır.
Aslında yukarıda da anlattığımız ve
saldırı niteliği taşıyan belgelerin içeriklerinin doğruluğu ya dayanlışlığını
tartışmadan önce buna ortam ve zemin hazırlayan gerekçe ve sebepleri irdelemek
en doğrusudur.
Sivrisinekleri öldürmekle bitmez. Ançak bu
bataklık temizlendiğinde bunlar
bitecektir.
ŞECERESİNDE
TEZATLAR
Yukarıda Atatürk ve ailesine karşı yapılan
bir saldırının sahte belgeleri verildi.
İşin acı tarafı bu belgeler bu ülkenin Meclisinde
elden ele dolaştırıldı.Ulusal basın dahil tüm basın yayın organlarınca işlendi
ve kitaplara konu oldu.
Düşman çizmesi altından kurtarılmış bir
ülkenin bütün dünya milletlerince de saygıyla anılmasına vesile olmuş olması bazı
gerçeklerin degişmesine neden olmuyor.
Hatta birçok devlet adamının son günlerine
kadar Atatürk’e karşı duyduğu etkisi
tarihe geçmiştir.
Fakat her nedense ülkemizde Atatürk’e karşı
olumlu ve olumsuz içerik taşıyan söylentiler hiç bitmez.
Yüce Türk Milleti ile Atatürk arasında
hiçbir sorun yoktur. Asıl sorun Yüce Türk Milleti ile Atatürk arasında kurulmuş
olan köprüleri yıkmak isteyen sözde aydın ve politikacıların olmuş olmasıdır.
Atatürk’ün şeceresine ilişkin bir yığın
bilgi ve kitaplar yazılmıştır. Yazılmaya da devam etmektedir.
Bir birini takip eden bilgilerde dahi bir
birinden farklı kaynak ve bilgilerin veriliyor olması hem okuyucuyu haklı
olarak şüphelendirirken diğer taraftan da yukarda verdigimiz hiçbir şekilde doğruluğu
tespit edilemeyecek olan belgelerin yayınlanmasına sebep oluşturmaktadır.
Bu konuya girmeden önce Sayın Sadi Borak’ın
da konuyla alakalı yazmış olduğu metnin bazı kısımlarını buraya almak istiyorum:
“Atatürk
Biyografisi ve Bir Çilenin Öyküsü: Hazırlamakta olduğum “Açıklamalı Atatürk Kronolojisi”
için otuz yıl evvelsinden bu yana Ulusal Kahramanımızın yaşam öyküsü ile ilgili
yüzlerce eseri fişledim.
Bu
fişler kronolojik bir sıraya girdigi zaman gördüm ki Ulusal Kahramanımızın yaşamının
çeşitli aşamalarını oluşturan pek çok olayın tarihleri birbirini tutmaz bir
karışıklık içindedir.
Sadece Harbiye’ye girdiği 1899 tarihi ile
Anadolu’ya geçtigi 1919 tarihi arasında geçen 20 yıllık yaşamına eğilecek bir araştırıcı;
karşısına çıkan birbirini tutmaz tarih rakamları karsısında bunalıp kalacak,
içinde bulunduğumuz yüzyılda yaşamış, özellikle 7 yaşın dan sonraki elli yıllık
yaşamına tanık olmuş pek çok kişinin hâlâ sag olduğu bir dönemde, vatan
kurtarmış bir Ulusal Kahramanın yaşam öyküsünün niçin böylesine birbirini
tutmaz bir kargaşa haline getirilmiş olduguna şaşacaktır.
Bir Ulusal Kahraman ki yarbay rütbesiyle
katıldıgı Çanakkale Savaşlarındaki başarısı için Aspinal Oglander, Mustafa
Kemal’i “Bir Tümen Komutanının üç ayrı yerde tek başına giriştiği hareketlerle
bir savaşın ve hatta bir ulusun kaderini degiştirecek yücelikte bir zafer
kazandıgı tarihte pek nadirdir” diye övmüştür.
Bir insan sadece böyle bir başarısıyla da ebedileşir.
Mustafa Kemal, daha sonra uçurumun kenarına gelmiş değil, uçurumun içine
yuvarlanmış olan yurdunu, göklerinde güneş batmayan Britanya İmparatorluğu’nun
desteklediği düşmandan kurtarma mucizesini göstermiş, ulusunu, içine tıkanıp
kaldığı ilkel ögelerden kurtarmış ve çağdas uygarlığa yöneltmiştir.
Bu çapta bir insanın biyografisinin
böylesine karmakarışık edildiğinin bir
başka örnegine dünyada rastlamak mümkün değildir.
Ulusal Kahramanımızın yaşam öyküsünün bu
gibi gerçek dışı yakıştırmalardan ve tarih karışıklıklarından kurtarılması için
devlet ve hükümet ilgilileriyle Atatürk kurumlarını ve “Atatürkçüyüz”diye
seslenenleri uyarmak üzere bundan yirmi üç yıl önce, 10 Kasım 1961 tarihli Hür
Vatan gazetesinde bir makale ile bu konuya değinmiştim.
Sandım
ki, başta devlet ve hükümet ilgilileri ve Atatürk kurumları ilgilenecek, derhal
komisyonlar kurulacak, bu ayıbın giderilmesi için tüm gerekli önlemler
alınacak.
Hatta milletvekillerimiz Mecliste önergeler
verecek, Ulusal Kahramanımızın gerçeklere uygun bir biyografisinin düzenlenmesi
yolunda atılacak adımları destekleyecektir!
Ne yazık ki tahminlerim boşa çıktı. Hiçbir
makam,hiç bir Atatürk kurumu en küçük
bir ilgi göstermedi. Fakat yirmi üç yıldan bu yana bıkmadan, usanmadan her
vesile ile bu konu üzerinde ısrarla durdum.
Yayınladığım her eserde Millî
Kahramanımızın biyografisinin bu karışıklıktan kurtarılmasını diledim.
Örnegin, Cumhuriyetimizin 50. dönüm yılı
vesilesiyle 1973 yılında yayınlanmış olan “Atatürk” eserimin önsözünde, bilemem
kaçıncı kez, yine bu konuya şöyle değindim:(...)
“Atatürk
hakkında yazılmış yüzlerce yapıt biraraya getirilir, karşılaştırılırsa,
olayların ve bu olaylarla ilgili tarihlerin birbirini tutmaz bir karışıklık içinde
olduğu görülecektir.
Millî Kahramanımızın biyografisindeki bu karışıklık
doğum tarihinden başlayarak yaşamının en önemli dönüm noktalarına varıncaya dek
sürüp gider.(...)
Eline her kalem alan, araştırma geregi duymadan,
gerçeklere uyup uymadığını incelemeden niçin çala-kalem bir şeyler karalamıştır?
Millî Kahramanımızın biyografisi neden
hafife alınmıştır? (...) Fransızlar; Nil’de filosunu İngilizlere kaptıran, Akkâ’da
Türklere yenilen, Moskova steplerinde ordusunu kaybeden, Vaterlo’da bozguna uğrayan
Napolyon’ları için enstitüler kurmuş, yaşamının en önemsiz ayrıntılarını bile aydınlığa
kavuşturmak için çaba harcamış, hiçbir fedakârlıktan kaçınmamışlardır.
Oysa biz; yenilgi acısı tatmamıs, tutsak
bir ulusu egemenlige kavuşturmuş, saltanatı yıkmış, cumhuriyeti kurmuş, bir
seri inkılâplarla yaşam yolu açmış dünya tarihinin bu “Üstün Adam”ının gerçek bir biyoğrafisini henüz
saptayabilmiş bile değiliz.
O, hangi millî kahramandır ki
biyografisiyle ilgili yapıtlarda yaşamı böylesine bir “rakamlar karğaşalığı”haline
getirilmistir! Hangi ulus gösterebilirsiniz ki “büyük” lerinin biyografisini
içinden çıkılmaz böyle bir bulmaca haline sokmuş olsun! Bernard’dan geriye doğru
yüzyıllar boyu gidiniz, herhangi “ünlünün yaşamına sarılmış böyle bir
“karanlık” bulamazsınız.”
1973’den bu yana da aynı sabırla, aynı
inatla her vesileden yararlanarak bu konuya değindim.
Sadece tarih karışıklıklarına degil,
Atatürk’ün yaşamına ters düşen pek çok gerçek dışı neşriyata da dokundum.
Ne yazık ki ilgili makamlara mektuplarla da
başvurusum cevapsız kaldı. Atatürk’ün yaşam öyküsünde yapılmış olan pekçok
yanlışlığı bu makalenin hacmine sığdırmak imkânsız. Biz sadece bazı yanlışlıkların
ana hatlarına deginmekle yetineceğiz.
a-Doğum
Tarihi
Bilindigi gibi ilk tutarsızlık Atatürk’ün
doğum tarihinden başlar.
Atatürk’ün gerçek doğum tarihi Rumî
1296’dır. Bu tarih Miladî tarihin 1880 ve 1881yıllarını kapsadığı için Millî Kahramanımızın
doğum tarihi çeşitli yapıtlarda uzun süre bazen 1880, bazende 1881 olarak
yayımlanmıştır.
Mustafa Kemal’in doğum tarihinin hangi yıla
rastladığının saptanabilmesi için -bilindigi gibi- doğduğu ayın belirlenmesinde
zorunluluk vardır.
1296 Rumî yılı 1880’in Mart (13 gün),
Nisan, Mayıs, Haziran,Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim ve Kasım aylarının tümünü ve
Aralık ayının da 19 gününü kapsamaktadır.
20
Aralık, Ocak, Şubat ile Mart’ın 12 günü de 1881’i içine almaktadır.
Yapılan
bütün incelemelere ve soruşturmalara karşın Atatürk’ün doğduğu ay, hatta mevsim
saptanamamıştır.
Burada bir başka çelişkiye değinmek
istiyoruz: Bilindigi gibi İngiltere Hükümeti, krallarının bir kutlama telgrafı
yollamasını sağlamak için Türk Hükümetinden Atatürk’ün doğduğu yıl ve günün
bildirilmesini istemiştir.
Bu isteğe verilen cevap, -gene bilindigi
gibi- 19 Mayıs 1881’dir.
Bunun üzerine 1937 yılında İngiltere Kralı
Atatürk’ün doğumunu kutlamış, gerekli cevap da verilmiştir.
Oysa, 19 Mayıs 1881 Miladî tarihi Atatürk’ün
doğum yılı olan 1296 Rumî yılına değil, 1297 Rumî yılına rastlar.
Bu takvim bilgisi gözden mi kaçmıştır,
yoksa bu hataya göz mü yumulmuştur, bilinemez?
İşin
asıl acı yanı, Atatürk’ün hangi ayda veya mevsimde doğmuş olduğunu annesi
Zübeyde Hanımdan sağlığında sormak gereğini hiç kimsenin duymamış olmasıdır.
b-Harbiye
Dönemi
Mustafa Kemal, 13 Mart 1899’da Mekteb-i Fünun-i
Harbiye-i Şahane’nin birinci sınıfına yazılır. 1900 yılında 2. sınıftadır.
1901
yılında da Harp Okulunu bitirir. Mustafa Kemal’in Harp Okulunu 1902 yılında bitirdigini
yazan resmî, yarı resmî tarihlerin ve kronolojilerin tümü yanlıştır.
1901 Aralık ayında çıkan İstanbul
gazetelerinin tümü Harp Okulunu bitiren öğrencilerin listesini yayımlar. Bu
listelerin hepsinde Mustafa Kemal’in adı vardır.
c-Akademi
Dönemi
Mustafa Kemal 1902’de Harp Akademisinin birinci,
1903’te de ikinci sınıfındadır. 1904 yılında önce piyade teğmeni olarak
Akademiyi bitirir ve hemen birkaç gün sonra yüzbaşı rütbesiyle kurmay sınıfına
ayrılır.
Atatürk’ün resmî sicili ve Mazlum İskora’nın
“Harp Akademileri Tarihçesi” dâhil tüm kaynaklar Atatürk’ün
Akademiyi bitiriş tarihini 11 Ocak 1905 olarak gösterir.
Bu
tarih kesinlikle yanlıştır. Burada çok belirgin bir çeliski de gözden kaçmıştır:
Bütün kaynaklar, Mustafa Kemal’in 5 Subat 1905’te 5. Orduya atandıgını yazar.
Atatürk’ün Akademiyi bitiriş tarihi olarak gösterilen 11 Ocak1905 ile 5 Şubat
1905 tarihi arasında 25 günlük bir boşluk
vardır.
Oysa Mustafa Kemal Akademiyi bitirince bir
süre gizli toplantılar yapmış, ihbar edilmiş, tutuklanmış, birkaç ay zabitan tevkifhanesinde kapalı kalmıştır.
Yaklaşık üç aydan fazla bir süreyi 25 güne
sığdırmanın imkânsızlığı üzerinde hiç durulmamış, bu çeliski dikkati çekmemiştir.
1 Nisan 1302 (14 Nisan 1904) tarihli İstanbul
gazeteleri Mekteb-i Harbiye-i Şahane’den mülazımlıkla mezun olanların listesini
verir.
Listelerde “Mustafa Kemal, Selanik” de
vardır. 18 Teşrinievvel 1320 (31 Ekim 1904) tarihli İkdam gazetesi de mezun
olanlar arasından yüzbaşılıkla Erkânı harp sınıfına ayrılanların listesini
yayımlar.
Adı geçen gazetenin üçüncü sayfasındaki
kurmay sınıfına ayrılanların adları alt alta yazılı olduğu halde Atatürk’ün
adı:
“MUSTAFA
KEMAL EFENDİ, SELANİK”
Biçiminde ve ortalama olarak yayımlanır. Sanılır ki bu ayrıcalık, gelecekteki
bir “Üstün Adam” ı işaret eden ilâhî bir rastlantıdır.
Sofya Ataşemiliterliğine atanmasının Karmaşık
Öyküsü Ulusal Kahramanımızın biyografisindeki tarih rakamları ve içine karıştığı tarihsel olaylarla ilgili olarak
gerçek dışı pek çok tutarsızlıklar, yanlış değerlendirmeler, hatta tahrif edilmiş
belgelerle gerçeklerin saptırılması halinde sürüp gidecektir.
Özellikle Sofya Ataşemiliterliğine
atanması,sicilinden başlayarak çesitli eserlerde ileri sürülen tarihlerin
hiçbirinin birbirini tutmaması, karışıklığı kronik bir hale getirmiştir.
Mustafa Kemal’in Sofya Ataşemiliterliğine atanmasıyla
ilgili olarak 5 ayrı tarih ileri sürülmüştür:
1 Ekim, 2 Ekim, 24 Ekim, 27 Ekim 1913 ve 1 Mart1914...
Hikmet Bayur tarafından yazılan “Atatürk,
Hayatı ve Eseri” adlı kitapta Mustafa Kemal’in Sofya Ataşemiliterliğine atanması
27 Ekim 1913, Sofya’ ya varış tarihi ise 20 Kasım 1913 olarak gösterilmiştir.
Atatürk’ün yetkili bir kişi tarafından
yazılan bu biyografisinde, Sofya’ya varış tarihi olarak gösterilen 20 Kasım
1913 tarihi, bizi yine de tatmin etmemektedir.
Çünkü Milliyet gazetesinde 21 Kasım–6
Aralık 1954 tarihleri arasında yayımlanmış ve sonradan tarafımdan derlenerek
kitap haline getirilmiş olan “Atatürk’ün
Özel Mektupları” arasında Mustafa Kemal’in Madam Corinne’e Sofya’dan gönderdigi
3 Teşrinisani 1329 (18 Kasım 1913) tarihini taşıyan mektup, yukarıda anılan
eserde Sofya’ya varış tarihi olarak gösterilen 20 Kasım tarihi ile çelişki
halindedir.
d-Kuşkulu
Tarihler
Atatürk’ün yaşamı ile ilgili kimi olayların
–önemsiz görünse de - üzerindeki sisi
henüz kaldırabilmiş değiliz.
Önemsiz gibi görünen bu gibi tarihlerin,
bazı olayların çıkış noktasını bulmak ve ona bağlı olayları aydınlığa kavuşturmak
bakımından pek çok yararı vardır.
Atatürk’ün karşılaştığı ve içine girdigi
her eylemin tanığı bulunan çevresindeki yakınlarının anılarını zaman, mekân ve
tarih belirtmeden Şark Masalı gibi yazmaları, hatta aynı olayla ilgili anıların
birbirini tutmaması ve belgelerinin de bulunmaması, Atatürk’ün biyografisindeki ayrıntıları saptamakta pekçok
güçlükle karşılaşmamıza neden olmaktadır.
Özellikle
13 Kasım 1918 günü Adana’da İstanbul’a geldigi ve İstanbul’dan ayrıldıgı 16
Mayıs 1919 tarihi arasındaki 184 gün içinde yaptığı temaslar, görüşmeler ve
eylemleri kesin tarihlere bağlamak (bazı olaylar hariç) mümkün olamamıştır.
Çünkü kimi yazarların makalelerinde ve
kitaplarında; kimi yakınlarının da anlattıkları anılarda ileri sürülen tarih rakamları
birbirini tutmuyor.
Bu yüzden de, Kurtulus Savaşı’nın hazırlık
aşamasını oluşturan bu önemli dönemin -günlük gazetelere yansıyanlar hariç- net
ve belgelere dayalı bir tablosunu çizmek zorlaşıyor.
Fakat Atatürk’ün eylemlerini çeşitli
kaynaklardan edinilen çelişik tarih rakamlarıyla karmaşık bir halde bırakmamak
için olayların akışından ve bazı verilerden yararlanarak gerçek -ya da gerçeğe
çok yakın- tarihleri saptamanın en doğru
yol olduğuna inanıyoruz. Uzun yıllardan beri de çabalarımızı buyolda sürdürüyoruz.
e-
Gerçek Dışı Savlar ve Takıştırmalar
Atatürk’ün biyografisine uymayan ve
kronolojik bilgilere ters düşen bu rakamlar kargaşasına paralel olarak birçok
eserde Atatürk’le uzaktan yakından ilgisi olmayan ve olaylara ters düşen savlar
da ileri sürülmüştür.
Bu yanlışlıklar kargaşasının en tipik örneklerinden
biri, “Milliyet Türk Büyükleri”serisinde çıkan “Atatürk” fasikülüdür.
Bu
biyografinin sadece birkaç paragrafına göz atmak, yapılan feci hataların hangi
boyutlara ulaştığını göstermeye yeterlidir. Fasikülde deniliyor ki:
“... Babası Ali Rıza memurdu. Sonraları
kereste ticaretiyle uğraşmıştır. 1888’de öldü. Annesi Zübeyde Hanım…24’te İzmir’de öldü. Oğlu Mustafa Kemal Atatürk’ten
başka bir de kız kardesi vardır. Makbule Atadan... Okula Selanik’te Şemşi Paşa
özel okulunda başladı... Küçük Mustafa okumak istiyordu...Selanik’te Mülkiye İdadisine
kaydoldu. Eli sopalı Kaymak Hafız diye tanınan ögretmeni yüzünden okulu bıraktı.
1885’te Manastır Askerî İdadisine girmeye muvaffak oldu....28 Temmuz 1914’te Birinci Dünya Savaşı’na
Türkler de katıldı. ... Tekirdag’ında kurulmakta olan 19. Tümen Komutanlığına
atandı. İlk zaferini 8 Mayıs 1915 Arıburnu da kazandı...Doguda 16. Kolordu
Komutanlığına tayin edilmişti. Silvan’da işe basladı. 6 ve 7 Ağustos 1916’da Ruslardan Muş ve Bitlis’i geri aldı.
Bu başarısından sonra önce 16. Kolordu Komutan
vekilliğine, daha sonra 7. Yıldırım Ordusu Komutanlığına getirildi. Bu ordu ile Bagdat’ı kurtarmayı tasarlıyordu…
f-Yanlışlıklar
Yumağı
Anlaşılıyor ki kulaktan dolma ve
gerçeklere uymayan bazı bilgilerle sorumsuzca kaleme alınmış bir biyografi. Sadece birkaç parağrafından parçalar aldık.
Yanlışlıklar belirgin biçimde görülmekle beraber bazılarına değinelim:
a)
Ali Rıza Efendi 1888’de değil, resmî bir belgedeki kayda göre 28 Kasım 1893’te
ölmüştür.
b)
Annesi Zübeyde Hanım 1924 yılında değil, 14
Ocak 1923 Pazar günü İzmir’de
ölmüştür.
c)
Atatürk’ün bir tek kız kardeşi değil, Fatma ve Naciye adlarında iki kız kardeşi
daha vardı.
d) Önce,
1,5 ay kadar devam ettiği Fatma Molla mahalle mektebine yazdırılmıştır.
e) Daha
sonra devam ettiği okulun adı “Şemsi Paşa”değil, “Şemsi Efendi”dir.
f) Şemsi
Efendi (sonraları “Fevziye Mektebi” ile birleşmiştir) Okulundan sonra “Selanik
Mülkiye İdadisi”ne değil, “Mülkiye Rüştiyesi”ne
girmiştir.
g)
Birinci Dünya Harbi’ne katılışımız 28 Temmuz 1914 değil, 11 Kasım 1914’tür.
Fasikül yazarının gösterdiği tarih Birinci
Dünya Harbi’nin başlama tarihidir.
h)
Tarihlerimizin hiçbirinde “8 Mayıs Arı burnu
Zaferi” diye bir kayıt yoktur. Herhalde
25 Nisan zaferinden söz etmek isteniliyor.
i)
Garip bir yorumlama: Mustafa Kemal, Doğu da kazandığı zafer üzerine 16.
Kolordu’ya vekâleten atanmış! Bir komutanın asaleten görev yaptığı kolordusuyla
zafer kazandıktan sonra o kolorduyu vekâleten atanmasının tarihte örneği yoktur.
k)
Mustafa Kemal, 16. Kolordu Komutanlığından sonra 7. değil, 2. Ordu Komutanlığı’na
vekâleten atanmıştır.
1)
Mustafa Kemal, Bağdat’ı kurtarmak için değil, tam tersi, Bağdat üzerine
yapılacak bir seferi önlemek için görev kabul etmiştir.
Atatürk biyografisiyle ilgili yayın
araçlarındaki hataların tümüne değinmek, -kalınca bir eser vücuda getirmeyi
gerektireceği için- bir makalenin kapsamını çok aşar.
Yukarıda görüldügü gibi bir broşürün
birkaç parağrafından alınan birkaç satırında yapılan hatalara kısaca değinmek
bile hayli yer kaplamıştır.
Araştırmalarımızdan çıkan sonuç şudur ki, gerçeklere
ve belgelere dayalı bir “Atatürk Biyografisi” düzenlemek gereklidir.
Böyle bir girişimin, ivedi görevlerimizin
en başında geldigine hiç şüphe yoktur.
Sadi Borak’ın bu hassas davranısına rağmen
yine bir yanlışlık yapıldığını dile getiren Zekeriya Türkmen, Atatürk Araştırma
Kurumunun Dergisinde sayı; 32,Cilt; Xl,
Temmuz 1995 teki makalesinde, “Mustafa Kemal (Atatürk)'in Yemen'e Tayini ve Bununla
ilgili Belgeler” başlıklı yazısına bakmak gerekmektedir[2];
diyerek, konuyla ilgili sıkıntılı vaziyeti ortaya açık bir dil ve samimiyetiyle
koymaktadır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ailesine ilişkin
eser hazırlayanlardan birisini de Burhan Göksel, “Atatürkün soy kütügü üzerine
bir çalışma” Kültür Bakanlığı Atatürk dizisi:40, 1994 yılında yayınlandı Kültür Bakanlıgı tarafından ilk
baskısı 1987 yılında 10.000 adet ikinci baskısı da 10.000 adet olarak basılan
bu eserde Göksel şecere yazmasına ilişkin şunları söylemekte;
“…Bana
göre; büyük eksikliğin iki sebebi bulunmaktadır.
Bunlardan birisi konuyu aydınlatmaya yarayacak resmi belgelerden yurdumuzda
olanların,araştırmacılar için, kolaylıkla incelemeye açık bulunmamasıdır; bunun
yanında, Atatürk’ün doğdugu Selanik’teki Osmanlı Nüfus-Tapu ve öteki resmikayıtların
Balkan Savaşından sonra Yunanlılarca ele geçirilip, akıbetinin ne olduğunun
bilinmemesidir.
İkincisi de, Atatürk’ün ailesinden olup,
halenaramızda yaşayanların da, bu konuda hareketli olmayışıdır.
Türk çocuğunun, yetişkinlerinin, Atatürk için,
adeta birleşik sorusu, “O’nun özel hayatı, kişiliği ve ailesidir.
Benzer çalışmalar yapan sayın meslektaşlarımın
da benimle aynı durumda olduklarına inanmaktayım.
Diyerek gözden kaçırılan ya da
var olduğu halde yokmuş gibi davranılan bir konuya parmak basıyor.
Yine
bir süre önce; ikibinden çok ögrencisi bulunan,
ilk-Orta-Lise kompleksi olan Ankara’daki bir okulda, okulun bütün sınıflarına
ve aynı saatte,özel bir anket uygulamış ve cevaplarını aynı saatlerde alınmıştır.
Sorumuz;
“Atatürk Hakkında Neler Ögrenmek istiyorsunuz?” idi. Bu ankete alınan bütün cevapları, bir yaz
tatilimi kullanarak, bizzat kendim değerlendirdim, tasnif ettim. Netice, çok
ilginç olarak tezahür etti.
Görüldü ki, “Türk çocuğu, Atatürk’ü, daha ziyade inkılâpları ve
olayları yaratan insanın kişiliğini, karakterini, hayatının özelliklerini ve ailesini
öğrenmek" arzusundadır.
Türk çocuğu bu bilgi susuzluğunu gidermek
için, adeta çırpınmaktadır.
Bu soruların cevabını verebilecek kaynağı
da, bulamamaktır. Bu arzu, herhangi bir ünlü kişiyi, yakından tanımak isteğine
de, benzememektedir.
Çünkü ankete verilen cevaplara göre,
ögrencilere okul dışından, Atatürk hakkında verilen bazı bilgilerin ve kasıtlı söylentilerin
doğruluğuna inanmamakta, adeta bunlara isyan etmektedir; ruhi ve fikri bir
çırpınmanın içindedir.
Yine tabiidir ki, birtakımı da, az da
olsa,bu yanlış ve kasıtlı söylentilerin etkisinden kurtulamamaktadır.
Mesela; İbn Sina’mızı, Nasreddin
Hoca’mızı, Karagözümüzü, Yunus’umuzu, “Oguznameler” i bırakan Dede Korkud’umuzu,
destan kahramanı Köroglu’muzu ve Mimar Sinan’ımızı, “kişilikleri,özel hayatları
ve aileleri” ile, ne kadar tanıyabilmekteyiz?
Bundan ötürüdür ki, ünlü Türk büyüklerinden
bazılarının doğum yerleri bazen bir kaç tanedir ve değişik yerlerde mezarlarına
rastlarız.
İste bu neticeler, yukarıda değindigim,
“Milli kusurumuz”dan kaynaklanır.” Demektedir, diyerek sözlerine devam eder.
“Bu
genel tutumumuz, cidden hazindir. Yalnızca, yukarıda adlarını verdigim birkaç
Türk Büyüğüne bile, başka ülkelerin insanları sahip çıkabilmektedirler.
Zaman zaman içimde; “Bir gün,Atatürk’te böyle
mi olacaktır?” ürpertisi doğar, adeta! Mesela, Lord Kınross “Atatürk” adlı meşhur
eserinde, “Mustafa Kemal”den ısrarla, “Bir Makedon”(yani, Makedonyalı) diye söz
eder.” demekle birlikte yaşadıgı bir olayı örnek
olarak verirken şunları söylemektedir; “1953’te,
askeri bir misyon üyesi olarak Yugoslavya’da bulunduğumuz sırada, Mareşal Tito tarafından
kabul edilmiştik.
Görüşmemiz sırasında Tito; “Rusya’dan
Yugoslavya’ya geçerken, birkaç ay Üsküdar’da gizlendiğini; Türk halkını, çok
sevdigini anlattıktan sonra; Atatürk’e olan hayranlığını belirtmiş; ayrıca,
“hemşerileri olması” dolayısıyla ondan, bir Balkanlı olarak, iftihar
ettiklerini”, ilave etmişti.
Balkanlar’daki seyahatlerimizde, bu tür Atatürk
hayranlığını, özellikle Yugoslavya’da görmek ve O’nu, biraz kendilerinden
saymak temayülünü hissetmek, her zaman mümkündür”
demekte.
Göksel kitabındaki sözlerine devamda; 7 kişilik
bir heyetin 1949’da -İslam
Ansiklopedisin de yazdığı “ATATÜRK” maddesinde Özetleyelim:
“Babası Ali Rıza Efendi, Annesi Zübeyde
Hanımdır. Seyrek olarak ta, “Kırmızı Hafız” lakabıyla anılan dedesi Ahmet
Efendi’den de söz edilir.
1881’de Selanik’te doğdu; İlk ve Orta
ögrenimini bu şehirde, Lise tahsilini
Manastır Askeri İdadisinde tamamladı.
Zayıf gördüğü Fransızcasını tatillerini
geçirdiği Selanik’te Frerler Okulu özel sınıfına devam ederek kuvvetlendirdi.
Yüksek Öğrenimini de, 13 Mart 1889’da
kaydedildigi İstanbul Harbiye Mektebi (Harp Okulu) ve onun devamı olan
Erkânıharbiye (Harp Akademisi) sınıflarında tamamlayıp, 11 Ocak 1905 tarihinde
Yüzbaşı rütbesiyle mezun olduğu; meslek hayatına aynı yılda tayin edildigi Şam’daki
5 inci Ordunun 30 ncu Süvari Alayında stajla başladığı”
Konuya
ilişkin verdigi dipnotta ise; -Konuyu kanıtlamak için, Devletimizin resmi
yayınlarından “İslam Ansiklopedisi” İstanbul-1949,10.cüz.sf.719-807 bütünü, Atatürk’e tahsis edilmiştir.
Çift
sütunlu sayfa içinde, konusunu ettiğimiz, Atatürk’ün hayatını özellikleri ve
ailesinin tanıtılması, ancak yarım sütun,1-4 sayfa kadardır.
İtina ile incelediğim, her düzeydeki bütün
okul kitaplarımızda ise, bu bilgiler,daha da az olarak verilmektedir. Atatürk’ün Ailesi’nden, sadece Kız kardesi Makbule (eski Boysan) Atadan
Hanım’ı tanımaktayız. Ender olarak
da, Annesi Zübeyde Hanım’ın,Osmanlıların Konya-Karaman Bölgesinden Rumeli’ye göç
ettirerek yerleştirdikleri Yörüklerden bir aileye mensup bulunduğu anlatılır. Hepsi,
bu kadar.
Atatürk’ün, İzmir’de Usakizadeler’den
Latife Hanım’la 29 Ocak 1923’de evlendiği, ancak 2,5 yıl sonra ayrıldıkları; çocukları olmadığı; dolayısıyla,
kendi soyadını taşıyacak kimsenin kalmadığı biliniyor.
Atatürk’ün Ana Baba bir kız kardeşi Naciye,
küçük yaşta ölmüştü. Makbule hanımı ise, bizim kuşaklar gördüler tanıdılar.
Makbule hanımın çocukları da yaşamadı.
Dolayısıyla Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin nesli, Atatürk ve Makbule
hanım ile sona ermiştir.
Böyle olmasına rağmen Atatürk’ün Baba-Soyu, bitmemiştir; yine “Kırmızı-Hafız”
lakabıyla tanınan Amcası Hafız Mehmet Emin Efendinin torunları çok şükür ki
hayatta ve yurdumuzdadır…” demekte.
ATATÜRK’ün
ŞECERE’SİNDE
Kİ TEZADLAR
İşin bir garip tarafı da Atatürk hakkında çeşitli
zaman dilimleri içinde yayınlanan şematik şecere örnekleridir.
Zaman zaman da basına yansıyan ve genelde konuyla ilgili araştırmalarda
bulunduğunu söyleyenlerce yayınlanan Şematik ya da resimli şecere örnekleri ortalıklarda
boy göstermektedir?
Bunlardan bir kaçına baktığımızda; Geçmişten
günümüze sürekli olarak değiştiği ve konu ile ilgili merak edenlerin ciddi şekilde
kafalarının karıştırdıgı ortadadır.



Yukarıda sadece bir kaçının üzerine
ilave edebileceğimiz örneklerin sayısı olabildigince çoktur.
Bu da bu şecere hazırlanmasının yârinde
devam edeceğinin işaretlerini verirken, gelecek neslin kafasının da oluşan bu materyaller
karşısında bulanacağı hiç şüphesiz ki doğal bir gerçektir.
Atatürk
hakkında şecere yazanlardan bir tanesi de Yusuf Hikmet Bayurdur. Bayur
kitabın da işleyeceğimiz konuya ilişkin şunları söylemekte; “…Atatürk pek genç iken babasının ölmesi
“1888 de veya az sonra” ailenin durumunu sarsmış ve Zübeyde hanım 2 çocuğunu
alarak kardeşi Hüseyin ağa yanına gitmiştir.
O ise Selanik esrafından Süleyman Bey’in
Çalı çiftliginde subaşılık “Kâhyalık” etmektedir. Böylelikle 2 çocuk tarlalar içinde
oynar ve her türlü çiftlik işlerinde
kullanılırlar. Ancak Zübeyde Hanım oğlunun tahsilsiz kalmasına razı olmadığından o yine Selanik’e teyzesinin yanına
gönderilip Mülkiye idadisine başlattırılır.
Orada
ders sırasında başka bir çocukla kavga ettiginden hocası Kaymak Hafız onu yakalayıp
ağır biçimde döver.
Büyük annesi onun zaten okula gitmesini
istemediğinden Mustafa oradan alınır.…Mustafa Askeri rüştiyeye girmek ister… Okulun kabul zamanında askeri rüştiyeye
gidip imtihan verir ve okula alınır.
“1893”Askeri rüştiyede en çok matematige meraklıdır, öğretmenininde adı
Mustafa’dır… Kemal adını verir. Mustafa Kemal Askeri Rüştiye de bulunduğu
sırada kendisini çok üzen bir olayla karşılaşır.
Dul
olan annesi Rağıp Bey adında biriyle evlenir…1896 da Mustafa Kemal Manastır
Askeri İdadisine geçer matematik kuvvetlidir, ancak Fransızca zayıftır.
Kendi kendini yetiştiren bu genç Selanik’e
sılayagittiginde bir frer “Papaz” okuluna giderek Fransızcadaki bilgisini artırır;
ancak bir subay adayının bir yabancı
okuluna gitmesinden o zaman ki yönetim kuşkulandığı için Mustafa Kemale bu iş yasak
edilir.
14 Mart 1899 da İstanbul’da Harp okuluna
Piyade olarak girer.
Yukarıda verilen ve günümüzde de genel
olarak bildigimiz bilgilerin kaynağı olan Enver Behnan Sapolyon dur.
Sapolyo’nun konuya ilişkin verdiği
metinlerde ise şunları söylemekte;
“-Size olmuş bir tarihin hikâyesini
anlatayım dinleyin. Bunu aklınızda daima tutunuz, sizde çocuklarınıza
anlatırsınız” diye söze
başlar;
“ Bundan
elli dokuz yıl önce… Kocacıklı Bay Ali Rıza ile Mora Yenişehirli Bayan Zübeyde
adlı ikiTürk genci Selanik’te evlenerek mutlu bir yuva kurmuşlardı.
Bay Ali Rıza gümrük memuruydu. Her Türk
ailesi gibi bunlar da sade, fakat temiz yaşıyorlardı. Hayatlarında hiç şikâyetleri
yoktu.
Kazandıkları para onlara yetiyordu. Bay
Ali Rızanın evi, Selanik’in Islahhane civarında Ahmet Subaşı Mahallesinde üç
katlı ve pembe boyalıydı.
Bir yıl sonra, bu mutlu ocakta bir
ogulları dünyaya geldi.
Bu doğumdan dolayı, aile sevinç içinde
kaldı.Sarı saçlı, gök enginligini taşıyan mavi gözlü, Pembeyanaklı, topuz gibi
bir yavru dünyaya gözlerini açmıstı.
Yılının mayıs ayı idi. Büyük annesi Ayşe
Hanım, bu yavrunun adını “ Mustafa” koydu. Bu mutlu doğumu duyan Bayan
Zübeyde’nin agabeyleri Subaşılar dan Hüseyin ağa ve Lankaza ilçesinde çalısan
Hasan ağa da gelerek yavruyu gördüler.
İşte Selanik’in Ahmet Subaşı mahallesinin
bir Türk evinde doğan bu erkek çocuk, Yarının Gazi Mustafa Kemal Paşası
Atatürk’üydü.
Büyük bir Türk anası olan Bayan Zübeyde, Çocuğunun
gürbüz ve sağlam olmasına çok önem vererek, onu sıcak bağrına basmış, temiz sütüyle besliyor, büyütüyordu. Babası
Bay Ali Rıza da Selanik taraflarında Olympos
dağının eteklerinde bulunan Katarin ilçesinin Papaz köprü karakolunda gümrükte çalışıyor, ailesini rahat yaşatıyordu.
Artık küçük Mustafa bu yuva da büyüyor,
Gürbüzleşiyordu. Sonradan Mustafa’nın iki kız kardeşi oldu. Makbule ve Naciye…
Bu üç kardeş birlikte büyüdüler...Mustafa bütün arkadaşları arasında en temiz giyineniydi.
Üstünü hiç kirletmezdi. Durgun ve derin bakışları vardı.
Mustafa
biraz büyüyünce annesi onu okula vermeğe düşündü. Bu düşüncesini kocasına da
açtı. Fakat bu meselede anayla baba
arasında bir anlaşmazlık oldu. Annesi Mustafa’nın âmin alayı yapılarak,
ilahiler okunarak mahalle okuluna verilmesini istiyordu. Babası da onu, o zaman
Selanik’te yeni açılan ve yeni usullerle ders veren “Şemsi Efendi” ilkokuluna vermek
istiyordu.
Nihayet Bay Ali Rıza meseleyi pek ustaca
çözdü. Önce Mustafa’yı bütün mahalle
çocuklarının katıldıkları bir törenle sarıklı hocanın mahalle okuluna baslattı.
Mustafa temiz bir elbise giydi, gögsüne
çapraz birşal sardılar. Omzundan aşağı sırmalı bir cüz kesesi astılar, içine de
bir alfabe kitabıyla bir de hilal koydular: Alayın önünde okulun mubaşşırı, başında
bir rahle, üzerinde bir Kuran-ı Kerim olduğu halde ilerliyordu. Arkasında da
arkadaşları ilahiler okuyor,âminciler de “Âmin” diye bağırıyorlardı.
Mutlu Anne ve Baba gözyaşlarıyla, okula başlayan
Mustafalarını seyrediyorlardı. Bu şekilde okula başlamak, eski bir töreydi.
İste Mustafa mahalle mektebine böyle başladı.
Sarıklı hocanın önünde bir mindere diz çökerek okul hayatına girdi.
Fakat aradan bir ay geçmedi,
babasıMustafa’yı mahalle okulundan alarak, “Şemsi Efendi”okuluna yazdırdı.
Bu suretle hem anasının hem de babasının
istedikleri yerine gelmiş oldu… Mustafa
İlkokul diplomasını Şemsi Efendi okulundan aldı. Bu okulu bitirdikten sonra Selanik mülkiye rüştiyesine girdi.
Bu
okulda Arapça dersi veren “Kaymak Hafız” adında bir öğretmen vardı. Çocuklar bundan
tir tir titriyorlardı. Bir gün bu öğretmen ders verirken Mustafa arkadaşıyla
kavga ediyor, sınıfta çok gürültü oluyor. Bunu üzerine “ Kaymak Hafız”Mustafa’yı
alıyor, elindeki sopayla fena dövüyor. Her tarafını kan içinde bırakıyor. Bu
dayaktan korkan Mustafa bir daha bu okula gitmiyor. Atatürkün büyük annesi,
Mustafa’yı okutmak istemiyordu. Okuldan ayrıldı. Fakat içinde okumak ateşi olan
bir çocuk, okulsuz kalabilir mi? O, gönlüne göre okul aramaktaydı.
Komşularından Kadri Bey adında bir binbaşı
vardı. Onun oğlu Ahmet’te Askeri Rüştiyesine gidiyor , askeri elbise giyiyordu.
Mustafa bu şık elbiseyi gördükçe “ Ah ben
de bu okula girsem, böyle güzel elbise giysem” diye aklından geçiriyordu.
Fakat annesi onu subay yapmak
istemiyordu. Bu sıralarda Atatürkün babası ölmüş, onu yetim bırakmıştı. Annesine
babasından kırk kuruş maaşbağlamışlardı…”
Şapolyon
yine başka bir kitabında Atatürkün şeceresine ilişkişkin şu bilgileri
aktarmakta; “Küçük Mustafa Kemal” başlığıyla verilen yazıda “1880 tarihinde
Selanik’te doğmuş olan MustafaKemal’in büyükbabası Ahmet Efendi adında bir askerdi.
Büyükannesinin adı da “Ayse” hanımdı. Babası Evkaf Kâtipliginde ve Gümrük
Muhafaza
Memurluğunda
bulunmuş olan Ali Rıza efendidir.
Atatürk’ün ataları Anadolu’dan Rumeli’ne getirilerek
yerleştirilmiş olan Yörük Türkmenlerindendi.
Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi Sofuoğlu
Feyzullah Efendinin kızı “Zübeyde”hanım ile evlendi. Bu Mesut evlenmenin
neticesinde Mustafa Kemaldünyaya geldi.
Ahmet subaşı mahallesinde pembe boyalı evin
ikinci katında doğan mini mini Mustafa, sarı saçlı, mavi gözlü pembe yanaklı
küçücük bir yavru idi…
Büyük Atamızın babası Ali Rıza Efendi,
gümrükmemurluğundan istifa ederek, Cafer Efendi adında birzatla kereste ticaretine
başlayarak zengin olmuştu .Fakat düşmanlar Rıza Efendinin Olympos dağındaki kerestelerini
yaktılar… Küçük Mustafa üç yaşına geldigi zaman en büyük yaramazlığı bahçelerindeki dut ağacına çıkmaktı…”
a-MUSTAFA
OKULDA
Küçük Mustafa beş yasına gelince babası Ali
Rıza Efendi onu okula vermege karar verdi. Mektebe girme meselesinde aile
içinde hayli münakaşa oldu.
AnnesiMustafa’sını ilahilerle okula başlatmak
istiyordu. Babası uyanık bir adam olduğundan onu asri bir okula vermek arzusun
idi.
Atatürk
mektebe başlamasını şöyle anlatıyor;
“Çocukluğuma dair ilk hatırladığım şey,
mektebe gitmek meselesine aittir.
Bundan dolayı annemle babam arasında şiddetli
bir mücadele vardı. Annem ilahilerle mektebe başlamamı, mahalle mektebine gitmemi
istiyordu. Babam o zaman yeni açılan ŞemsiEfendi Mektebine devam etmemi, yeni
usul üzerine okumam taraftarıydı.
Nihayet
babam işi mahirane bir surette halletti. Evvela mudat merasimle mahalle mektebine
başladım. Bu suretle annemin gönlü yapılmış oldu. Birkaç gün sonra da mahalle mektebinden
çıktım. Şemsi Efendinin mektebine kaydedildim.
Az zaman sonra babam vefat etti.”…Mustafa
Kemal Şemsi Efendi ilkokulunu bitirdigi yıllarda, sevgili babasını kaybetti. O
zaman henüz yedi yaslarında bulunuyordu…
Akrabaları
ve dostları Zübeyde hanımı teselli ettiler… Nihayet imdatlarına dayıları Hüseyin ağa yetisti. Hüseyin Ağa zengin
bir çiftlik sahibi idi. Hüseyin Ağa Mustafa Kemali Selanik civarında bulunan
Rapla çiftligine alıp götürdü.
b-RAPLA
ÇİFLİĞİNDE
Atatürk
bu çiftlik hayatını şöyle tasvir ediyor; “Dayım köy hayatı geçiriyordu, ben de
bu hayata karışdım. Bana vazifeler veriyor, bende onları yapıyordum. Başlıca
vazifem tarla bekçiliği idi.
Kardeşimle beraber bakla tarlasındaki bir
kulübede oturduğumuzu ve kargaları kovmakla uğraştığımızı unutamam” Büyük
Atamızın bu çiftlik hayatını kardeşleri Makbule Hanım şöyle anlatıyor;
“ Dayım
annemi ve bizi Rapla çiftliğine götürdü, buçiftlikte ağabeyimin çok canı
sıkılıyordu; Kendi kendine oyunlar icat ediyordu. Yerin içini oyarak birkulübe
yapmıştı. Bu kulübeye bir de mini mini ocakkurmuştu. Burada yemekler yapar,
bana yedirirdi.
Fakat bir gün Aziz adında bir çocuk bu
kulübeyi yaktı. Bundan sonra ağabeyim güvercin kümesleri yaptı. Biraralık da
tahtadan bir tambura yapıp çalmağa başladı. Agabeyim bu çiftlikte okumaktan mahrum
kaldığından pek sinirli olmuştu.
Bu hallerini gören annem onu, Çalı çiftliğindeki
bir kilise içinde bulunan bir Hıristiyan mektebine gönderdi.
Birkaç gün bu mektebe devamdan sonra
burasını beğenmedi. Bundan sonra
çiftlikte bulunan yazıcı Kamil Efendiden ders aldırdılar. Bu cahil adamdan ders
almağa da razı olmadı. Bunun üzerine agabeyimi halamızın yanına gönderdiler, burada komşumuz bulunan bir kadını hoca tuttular. Bu
cahil kadın da bana bir sey ögretmez” diyerek bunu da red
etti. Bundan sonra agabeyimi mülkiye rüştiyesine yazdırdılar.”
c-ASKERİ
OKULDA
Mustafa Kemal Atatürk gelecekte tüm hayatını
etkileyecek olan Askerlik mesleğine ilişkin olarak daŞapolyonun kitabında şunları
söylemekte; “ Komşu
muzda
Binbaşı Kadri Bey isminde bir zat oturuyordu. Oğlu Ahmet Bey askeri rüştiyesine
devam ediyor ve mektep elbisesi giyiyordu.
Onu böyle görünce bende böyle elbise giymeğe
hevesleniyordum. Sonra sokaklarda zabitler görüyordum. Bu dereceye vasıl olmak
için takip edilmesi lazım gelen yolun, askeri rüştiyesine girmek olduğunu
anlıyordum.
O
sırada annem Selaniğe gelmişti. Askeri rüştiyesine girmek istediğimi söyledim.
Annem asker olmama şiddetle mani oluyordu. Kabul imtihanı zamanı ona
sezdirmeden kendi kendime askeri rüştiyesine girerek imtihanı verdim.
Böylece anneme karşı bir emrivaki yapılmış oldu.”
Demekte.
Mustafa Kemal 1893 yılında askeri rüştiyesine
devama basladı…Matematik ögretmeni Mustafa Efendi idi. Bir gün kendisine dedi
ki ; “Oğlum senin adın Mustafa benim de,
böyle olmayacak, arada bir fark bulunmalı, bundan sonra adın “Mustafa Kemal”
olsun diyerek onun adına birde “Kemal”
adını ilave etti. O tarihten itibaren adı Mustafa Kemal oldu.
Esasen ona Mustafa adını babası, ölen kardeşi
Mustafa’nın adını takmıştı.” Sapolyo’nun inceleyeceğimiz son
metinlerinde ise bazı yerlerdeki tezadın ne kadar derinleştiğini açık bir şekilde
görecegiz.
Zafer gazetesinin” 1954 yılında ilave
olarak verdigi anlaşılan “Atatürkün Hayatı adlı eserdir. Aynen Atatürk’ün dogumunun
yüzüncü yıl kutlamalarında
“Etibank Bülteni Atatürk Özel Sayısı”nda da
yayınlanmıştır. Sayfa 58 den başlayarak 75 e kadar süren yazıda şunlar dile
getiriliyor;
Şapolyon sözlerinin başlarında Zübeyde
Hanımla tanıştığı yıla vurgu yaparak, “
1922 yılında Atatürkün validesiyle tanıştım… Kendisine ilk sualim şu oldu;
“Gazi
Hazretlerinin doğum günü ile ayı bir yerdeyazılı değildir. Hangi ay ve günde doğmuşlardır?
Dedim biraz düşündükten sonra: “ O zaman ki Hamidiye Kâgıtlarına ay ve gün yazılmaz,
yalnız yıl yazılırdı. Ben oğlum Mustafa’yı Erbain sogukları devam ederken doğurdum.
Bu
dogum benim aklımda kaldıgına göre “23 kânunuevvel 1296” tarihlerine düşmektedir.” Dedi. Bu
malumatı pek dikkatle kaydettim. Çünkü Atatürkün nüfus tezkeresinde yalnız “1296” yazılıydı, bu da miladi tarihine göre
“1880” yılına tesadüf etmektedir. Halkevinde çalışırken Atatürk hakkında bir broşür neşredecektik. Köşkten
Atatürkün doğum yılını sorduk.
Yaverlik dairesi bize “ Atatürk 1880 senesinde Selanik’te doğmuştur.” Diyerek ne günü ne de ayını bildirmediler.
1880
senesini köşkten öğrendik. Bazı muharrirler 1881 yazmaktasalar da doğru değildir.
Analarının verdigi malumata göre Atatürk 23 Aralık 1880 tarihinde
Selanik’te doğmuştur. Zübeyde
Hanıma Atatürkün doğduğu evi sorduğum zaman; “ Rahmetli Rıza Efendi,
Selanik’teki evimizi Zineti Bostan denilen bir arsanın üzerinde yaptırmıştı. Bugün
burası Selanik’in Islahhane semtinin “ AhmetSubası” mahallesine düşmektedir.
Bu
ev, haremlik ve selamlık olan üç katlı pembe boyalı idi…Ebesi de “Hatı Molla”
denilen Selanikli bir kadındı.
O zamanlar Ali Rıza Efendi’nin memuriyeti Selanik
civarında “ Çayağzı’nda” idi. Bazı geceler evegelmiyordu. Bu sebeple bana “
Üftade” adlı bir zenci halayık tutmuştu…
İlk gelin gittigim ev Rıza Efendinin yeni
kapıdaki eviydi diyerek Atatürkün doğdukları evi ve mahallesini anlattılar…Atatürkün
çocukluğuna ait daha fazla bilgiyi kardeşleri Makbule hanımdan öğrenmeğe
muvaffak oldum… Bilhassa Emekli Albay ve Niğde Milletvekili Halil Nuri
Yurdakul, Makbule hanımla sıklıkla görüştüklerinden bu zat da birçok notlar alarak
bana vermek lütfünde bulunmuşlardı.
Makbule Hanım Atatürkün büyük babası ve
pederleri hakkında şu malumatı verdiler:
“
Büyük babamın adı Ahmet’tir. Bu zat
siyasi bir meseleden dolayı memleketten firar etmiş… Yedi sene dağlarda dolaşmış…
Nihayet ölmüş… Bu sebeple kendisine “Firari Ahmet Efendi”
denilmişti.
Anneme
mesleğini sordugum zaman “askermiş” derdi. Ben bu malumatı Selanik’in
ihtiyarlarından inceledim onların verdigi malumata göre,
1876 tarihinde meşhur “ Selanik vakası” olmuş…
İşte
Atatürkün büyük babası Ahmet Efendi de bu vakada ön ayak olanların başında olduğu
anlaşılmaktadır. Arkadaşları tevkif olunurken, kendisi Makedonya dağlarına kaçarak, yedi sene dağda yaşamış, nihayet ölmüştür.
Makbule hanım devamla; “Büyük babamız Ahmet Efendinin, ‘Kırmızı Hafız Mehmet’ efendi adında
bir kardeşi vardı.
Bu zat ilmiye sınıfından olup bir mahalle
mektebinde hocalık etmekteydi. Sakalı Kırmızı olduğundan kendisine “Kırmızı Hafız” derlermiş… Kırmızı Hafız
Mehmet Efendinin oğlu “Salih” Efendidir.
Salih Efendinin “Fatma, Vüsat, Nafıa,
Zeynep” adında dört kızı ile “Kemal ve Necati” adında iki oğlu vardı.
Salih Efendi Palanka Gümrük Müdürü idi. Büyük babam Ahmet efendinin
eşinin adı ise “Ayşe” hanımdır.
Ayşe Hanımın Firari Ahmet Efendiden, “ Ali Rıza, Mustafa ve Hatice” adında çocukları
olmuştur. Büyük babam Ali Rıza Efendi kardeşi Mustafa’nın salıncağını sallarken
düşürmüş, Mustafa da ölmüş.
Ahmet Efendi yedi yıl sonra ölünce
babaannem “Halil” adında bir tüccarla evlenmiş ondan “
Emine” adında bir kızı dünyaya gelmiş… Emine Hanım İstanbul’da
annemden üç ay sonra vefat etti.”Sonra kendilerine şunu sordum; “ Atatürkün
babası Ali Rıza Zübeyde hanımla nasıl evlenmişler? Deyince
“Bir gün babam rüyasında aksakallı bir ihtiyar görmüş.
Bu ihtiyar zatın yanında gayet güzel sarışın
bir kız duruyormuş… Bu ihtiyar babama “
Bu kız senin kısmetindir” deyip kaybolmuş…
Babam sabahleyin uyanınca rüyasını ablası Hatice Hanıma anlatmış sonra da ona “
Bana sarışın bir kız bul… Ben onunla evleneceğim” demiş.
Halam mahalle mahalle sarışın kız
aradıktan sonra nihayet annemi beğenmiş… Gelip bunu da babama söylemiş.
Bir müddet sonrada bu kızı babama istemişler
fakat bu aile zengin olduğu için babamdan fazlaca ağırlık istemişler.
Fakat
araya dayım Hüseyin Ağa girerek babamla annemi
evlendirmis…” Babanız nerelidir? Diye
sorduğum zaman “Babam Ali Rıza Efendi
yerli olarak Selaniklidir. Kendisi Yörük sülalesindendir. Annem her zaman Yörük olmakla iftihar ederdi. Bir gün Atatürk’e “Yörük nedir” diye sordum. Ağabeyim de bana “Yürüyen Türkler” dedi...bu
malumatı derinleştirmek için Atatürkün
Selanikteki mahalle ve mektep arkadaşı eski mebuslardan merhum “Hacı Mehmet” Beyden sordum; “Atatürkün ataları Anadolu’dan
gelerek Manastır vilayetinin Debrei Balal sancağına bağlı “ Kocacık”nahiyesine
yerleşmişlerdir.
Bunları ben Selanik’in ihtiyarlarından duymuştum. Kocacıkların hepsi
Öz Türkçe konuşurlar. İri yapılı adamlardır. Bunların hepsi yörüktür.
Hayvancılıkla geçinirler, sürüleri vardır. Bir kısmı da kerestecilik eder.
Bunların kıyafetleri Anadolu Türklerine
benzer. Yaşayışları hatta lehçeleri aynıdır.”Hacı Mehmet’in verdigi malumatı
genişlettim. Bu havalide oturan Türklere
“ Konyar” adı verilmektedir, Konyar denilen bu Yörükler “ Muradı hüdavendigar” zamanında
“Fatih Sultan Mehmet” devrine kadar devir
devir Konya ve Aydın taraflarından getirtilerek
Rumeli’ye yerleştirilmiş Türklerdir. Fetihnamelerde Konyarlara “Hudat Gazileri”
unvanı verilmektedir.
Kocacık Yörükleri hakkındaki kayıtlar
“Defderhane” kayıtlarında yani “İlyazıcı” defderlerinde bulunmaktadır.
Kocacıktaki Yörüklerin aşiret adları şunlardır;
Tanrıdag Yörükleri, Karagöz Yörükleridir. Civarlarında Kosavaya doğru “Aktav” ve
“Naldöken” Yörükleri bulunmaktadır.
Bu yörüklerin adları ve işleri “950 tarihli ve 82 numaralı defterlerle “ 1051
tarihli 469 numaralı defterlerde kayıtlıdır.
Hükümet Kocacıklıların bir kısmını Bursa civarındaki
“Cerrah” köyüne yerleştirmiştir. Atatürkün anneleri Zübeyde Hanımın babası hakkındaki
malumatı da Atatürkün babasını ve Kırmızı Hafızı tanıyan Aydın Mebusu “ Tahsin
San” dan aldım. “ Atatürkün validesi Zübeyde Hanım Sofi zade ailesinden
Feyzullah
Ağanın kızıdır. Bunlar Selanik’te doğmuşlardır.
Bu aile bundan 130 sene evvel “Sarıgöl” den Selaniğe gelmişlerdir.
Vodina kazasının batısında Sarıgöl
nahiyesinde on altı köyden ibaret olan bu nahiye ahalisi Makedonya ve Tesalya’nın
fethinden sonra Konya civarı ahalisinden Osmanlı Hükümetinin sevk ve iskân ettiği
Türklerdendir.
Son zamanlara
kadar beş asır müddet içinde hayat tarzlarını, kılık ve kıyafetlerini değiştirmemişlerdir.”…Bu malumata göre, Zübeyde hanımın babası “Hacı Sıtkı” ailesinden “ Feyzullah” Efendidir. Atatürkün
kardesi Makbule hanımın verdiği malumat da şudur; “Annemin babası üç çiftlik
sahibi Feyzullah Efendidir. Büyük pederim Feyzullah Selanik’e bir saat mesafedeki Lankaza Kazasında oturuyormuş.
Lankazanın yarısı iki kardeşe aitmiş,
bir gün annem Zübeyde hanımın dadısı yorgan kaplarken, pek küçük olan annemin
ayağına iğne batmış. Tedavisi için Selanik’e
nakle mecbur olmuşlar…
Annem bir sene Selanik’te Tedavide kalmış...
Bu vesile ile Selaniğe yerleşmişler… Feyzullah Efendi üç kez evlenmiştir. Birinci
karısından, Hüseyin ile Mediha… İkinci karısından ise Hasan ve Zehra… Üçüncü
karısından ise Ayşe Hanım olmuştur. Ayşe
Hanım da annem Zübeyde Hanımı doğurmustur.
Ayşe
Hanım bizim büyük annemizdir. Büyük annemin annesi de “MollaHanım” adında
birisi imiş. Çok okumuş ve Sofu bir kadınmış. Bunları hep annemden duymustum.”…Zübeyde
Hanım Lankaza da doğmuştu. Okuma ve yazma bildiğinden o zamanın tabirine göre kendisine
“ Zübeyde Molla” derlerdi.
Zübeyde Hanımın “Hasan Ağa” ve “Hüseyin Ağa”
adında iki erkek kardeşi vardı.
Hasan ağa Lankaza da ticaret yapmakta idi.
Hüseyin Ağa ise Selanik civarında bulunan
“ Rapla” çiftliğini işletiyordu.
Hüseyin Ağa Atatürk’le Makbule Hanımı büyüten zattır…Bu zat Atatürk Harbiye’de iken vefat etmiştir.…Atatürkün
babası Ali Rıza Efendi Zübeyde Hanımla evlendikleri zaman Yenikapı
Mahallesindeki evlerinde oturuyorlar ve kendiside Çayağzında bulunan
“Papasköprü” sünde memur bulunuyordu… Aralarında yirmi yaş fark bulunmakta idi…Zübeyde Hanım
Yenikapı’daki evlerinde Ali Rıza Efendiden
“Fatma,
Ömer, Ahmet” adında üç çocuğu olmuştu.
Fatma yedi yaşındayken veremden ölmüş, Ömer
ile Ahmet de üçer yaşlarına Çay agzında bulunurken
ölmüşlerdi.
Hatta Ahmedi sahilde bulunan kumluk bir
mezara gömdüklerinden dalgalar cesedi meydana çıkartmış olduğunu anneleri yana
yakıla anlatırlardı.
Atatürk’e Mustafa adını kim koydu? Diye
sordugum zaman şunu anlattılar;“ Agabeyime ad koymak için bütün hısım ve akraba
toplanmışlar.
Birçok adlar söylemişler. Fakat babam bunların
hiç birini beğenmeyerek, agabeyimin adını “Mustafa” koymuş… Bunun sebebi de
babam küçükken kardeşi Mustafa’nın salıncağını sallarken onu düşürüp
ölümüne
sebep olmuş…Kardeşinin hatırasını yaşatmak için agabeyime “Mustafa” adını koymuştur…
Daha sonra annem beni doğurmuş. Benden
sonra Naciye adlı bir kardeşimiz daha oldu, fakat o yaşamadı.
Ağabeyim
Beş yaşındayken ilahiler okutarak merasimle mahalle mektebine başlatılmıştı.
Selanik gençligini yetiştiren “Muallim
Cudi Efendi” ile “Şemsi Efendi” hakkında Ali CanipYöntekin “Çınaraltı”
mecmuasının 92. sayısında şu malumatı veriyor;
“Selanik’te iki meşhur muallim vardı”...
Ali Rıza Efendinin ölümüne ilişkin Zübeyde
Hanım şunları aktarıyor;
“Merhumun, son günlerinde işinin
fena gitmesinden çok müteessir oldu. Kendisini salıverdi. Daha sonra da derviş
meşrep bir hal alarak eridi gitti…
Ben
dulkaldığım zaman yirmi yedi yaşında bir taze idim. Bana da iki mecidiye bir
tekaüt maaşı bağlamışlardı.…Atatürk yedi yaşında iken sevgili babasını kaybetmisti…
Zübeyde hanıma az para maaşbağlandığından Mustafa ile Makbule yi üvey kardesi Hüseyin
Ağanın Rapla çiftligine götürdü. Atatürk
bu çiftlik hayatı hakkında şunları anlatmıştır;
“Babam vefat etti. Annemle beraber dayımın
yanına yerleştim… Annem, mektepsiz kaldığım için endişe etmeğe başladı.
Nihayet Selanik’te bulunan teyzemin evine
gitmege ve mektebe devam etmeğe karar verildi.” Makbule Hanımda çiftlik hayatına ilişkin şunları anlattı;
“Babam ölünce dayım Hüseyin Ağa Selaniğe gelerek… “Bundan sonra size ben bakacağım, bu çocukları ben büyüteceğim diyerek
bizi Selanik civarında Rapta çiftligine götürdü…
Ağabeyimin
sünnet zamanı geldi. Agabeyimi çiftlikte sünnet ettirmeğe karar verdiler. O gün
on altı fakir çocuk da sünnet edildi…
Ağabeyimin bu çiftlikte canı çok sıkılıyordu…
okumak istiyordu. Bunun üzerine annem
Çalı çiftliginde bulunan bir kilisedeki mektebe ağabeyimi gönderdi.
Bir müddet bu mektebe devam ettikten sonra “ben bu mektebe gitmem” diye tutturdu. Annem “niçin
gitmiyorsun”, deyince, “ben kilisedeki gâvur mektebine gitmem” diyerek bu
mektebi terk etti.
Bu
defa annem çiftlikte okuma ve yazması olan Arnavut yazıcı Kamil Efendiye ona hoca tayin etti. Bu hocaya
üç gün tahammül etti.
Sonra
“ben böyle cahil adamlardan ders alamam diye” isyan etti. Bundan sonra komşumuz Hatice Hanımdan ders aldı… Bir müddet sonra da
“kadınlardan ders alamam, mektep isterim” diye tutturdu.
Bundan sonra annem ağabeyimi Selaniğe
halamın yanına gönderdi.
O agabeyimi okutacaktı. Fakat bir yatsı zamanı agabeyimi
simit almağa göndermiş. Agabeyim simidi alıp getirmiş. Lakin halam bu simitleri
beğenmeyerek geri göndermiş. Ağabeyim
halamın bu hareketinden müteessir olarak anneme haber gönderdi.
Agabeyimi
Mülkiye Rüştiyesine yazdırdılar. Burada hocası fena halde kulağını çekmiş. Buna
kızan ağabeyim bu mektebinde terk etti.”
Sonra Askeriye Rüştiye’ye girmesine vesile
olan olay aynen burada da tekrar edilir. Atatürk
Selanik Askeri Rüştiyesine 1893 tarihinde girmiştir. “ Askeri Rüştiyesinde
ateşli zekâsını bilhassa riyaziye
“matematik” dersinde gösterdigi kabiliyet, öğretmenlerinin dikkat nazarını
çekiyordu.
Yukarıda bir kısım metinlerini aldıgım bölümleri
dikkatle inceledigimizde aslında yapılan tüm çalışmaların birbirinden farklı
içerikler taşıdıgı gözükmektedir.
Günümüzde de Atatürk’ün Şeceresine ilişkin
yapılan çalışmaları okumakta ve bu kitapların hazırlanması esnasında basit
tarihsel hataların nasıl yapıla bilecegine akıl sır erdirememekteyiz.
Çeşitli unvanlar ve isimlerin arkasında
hazırlanan bu şecerelerin çok dikkatle incelenmesi ve yapılan hataların en kısa
sürede düzenlenmesi gereklidir.
Atatürk’ün gerçekten bir Şeceresi vardır?
Ve yetkili kurumların ve uzman insanların bu Şecere hazırlığını yaparak Türk ve Dünya
Kamuoyunun önüne koyması oldukça zor degildir.
ATATÜRK’ÜN
KARDEŞLERİ
VE BİR
DEĞERLENDİRME
Mustafa Kemal Atatürk’ün şeceresine ilişkin,
yukarıda vermeye çalıştığımız bilgiler içinde dikkat çeken birkaç konuda kardeşlerine ilişkin bilgilerdir.
Konuyla ilgili yazılmış birçok eserde isim,
doğum, ölüm ve hatta ölüm şekillerinin bile verildiği kardeşleri, Atatürk ile ilgili konularda pek halkımız tarafından
bilinmez.
Bunun en önemli sebebi ise; İlköğretim
yıllarından belki de daha öncesinden Atatürk’e ait bilgilerin yer aldığı ders
kitaplarında bunlardan sadece bilineni Makbule Boysan Atadan’dır.
Sonyıllarda bu isimlere Naciye Hanım da
eklenmiştir. Konunun başında hemen bu kardeşlere ilişkin bilgileri verelim;
Fatma
(1871/72-1875)
Ahmet
(1874-1883)
Ömer
(1875-1883)
Mustafa
Kemal Atatürk (1881-1938)
Makbule
(Boysan, Atadan) (1885-1956)
Naciye
(1889-1901)
Fatma dört, Ahmet dokuz, Ömer sekiz, yaşlarında
o senelerde Rumeli’yi kasıp kavuran salgın kuşpalazı (difteri) hastalığından
öldüler.
En
küçükleri Naciye Hanım, Mustafa Kemal Harp Okulunu bitirdiği sene vefat
etmiştir.
Atatürk’ün kardeşlerine ilişkin
bilinenlerde bunlardan ibaret gibidir.
Aşağıda sunacağımız bilgi ve belgelere her
hangi bir yorum katmadan araştırmacı ve konu üzerinde merakları olanların
bilgilerine sunmak istiyorum[3].
Hürriyet Gazetesi’nin Çukurova’da
çkan,“Hürriyet Çukurova” ekinin 22 Kasım 1989 sayılı nüshasında “Atatürk’ün
akrabası oldugunu söyleyen Ömer Çakır’ın haberi yer almaktadır. Haberde; … Atatürk’ün
ölümünden 50 yıl sonra açılmak üzere kaleme aldığı Vasiyeti’nin 7. Cumhurbaşkan
Kenan Evren tarafından açtırılmadığını
da dile getiren Ömer Çakır, Çeşitli illerde birçok dava açtıgını da belirtiyor.
En
son Akçadağ Sulh Hukuk Mahkemesi’ne 21.03.1991 tarihinde verdiği dilekçeyle dava açan Ömer Çakır’ın davacı olması üzerine
sulh Hukuk Mahkemesi, Akçadag Nüfus Müdürlügüne şu yazıyı yazdı;
‘Davacı
Ömer Çakır tarafından mahkememize verilen dilekçesi yazımız ekinde gönderilmiş
olup,1938 tarihinde ölen Mustafa Kemal Atatürk’ün aile nüfus kaydının
çıkartılarak Mahkememize gönderilmesi
rica olunur. 22.3.1991’ Bu dilekçeye karşılık gönderilen, 12.11.1991tarihli
Mustafa Kemal Atatürk’ün kütük kaydı da
gönderilmiştir.
Ayrıca naklen nereden geldigine dair bir
not’ta burada yer almıştır.
1991 yılında yine Hürriyet Gazetesi’nin “
Hürriyet Bölgenizde” ekinin 16.17.18 Nisan 1991 nüshasında,Ömer Çakır’ın,
“Atatürk’ün akrabasıyım” sözlerine yer verildigini görmekteyiz.
Şahsı ve kimliği hakkında ve Atatürk ile
olan akrabalığına ilişkin bir bilginin yazılı olmadığı ÖmerÇakır’ın öncelikle
aile kimlik dokümanını ortaya koymak gereklidir.
Buna göre; Malatya Merkez Nüfus Müdürlüğünün
21.11.2005 tarihli nüfus kayıt örnegi, Malatya Akçadag Nüfus Müdürlügünün
15.07.1992 tarihli Nüfus kayıt örnegi , Ömer Çakır’ın “1332 yılı ölüm vukuat defterinden
çıkartılan kayıt” dökümanı , Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlügü’nün 15.05.1986
tarihli yazısından yola
çıkılarakhazırlanan soy ağaçları , Bu konuyla ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığının
verdigi cevabi yazıda şunlar
yazmaktadır; Genelkurmay Başkanlığı’nın 21 Ekim 1991 tarihli cevabi yazıda;
‘…1-Genelkurmay
Askeri Tarih ve Stratejik EtütBaşkanlığı’na gönderilen ilgi ara kararıyla,
davacıÖmer Çakır tarafından açılan veraset ilamı davasının görüm ve çözümüyle
ilgili olarak Mustafa Kemal ATATÜRK ve yakınlarına ait nüfus kayıt örneğinin çıkartılarak
gönderilmesi istenilmektedir.
2-
Genelkurmay ATAŞE Başkanlığı Arşivinde şahıslara ait künye kaydı ve nüfus kayıt
örnekleri bulunmamaktadır. Bu sebeple ve
Mustafa KemalATATÜRK ve yakınlarına ait nüfus kayıt örneklerini göndermek
mümkün olamamıştır.
3-Bununla
birlikte Genelkurmay Başkanlığı yayınlarından olan, Başkanlık Kütüphanesinde de
bulunan ve aşağıda bibliyografik künyesi verilen eser üzerinde arşiv
uzmanlarınca yapılan incelemedeATATÜRK’ün şeceresi ve nüfus cüzdanının yer aldığı
tespit edilmiştir.. Cüzdan 993814 B Seri numarasınıtaşımakta ve ATATÜRK’ e 24
Kasım 1934’ de Ankara ili Nüfus Müdürlügü tarafından verildigi belirtilmektedir.
Bu bilgiler ışığında ATATÜRK’ün nüfus
kayıt örneginin Ankara Nüfus Müdürlüğünde olabileceği düşünülmektedir. Bilgilerinize
ricaederim’
demektedirler.
İçisleri Bakanlıgı Nüfus ve Vatandaslık İşleriGenel
Müdürlügü 16.02.1987 tarihli Resul Çakır’ın dilekçesine cevabi yazısında konuyla
ilgili cevabını vermiştir.
Bu kitabın ekler kısmında ise hukuki süreç
de yaşananların neler olduğunu gözlemlemekte mümkündür.
Bu
metinler arasında dikkat edilecek olunursa Atatürk’ün vasiyetinin açılmadığı
yönünde bir iddiatekrarlanmaktadır.
ATATÜRK’ÜN
VASİYETNAMESİ
Mustafa Kemal Atatürk vefatının artık
yaklaştığını anladığı andan itibaren vefatından sonra mirasına ilişkin hemen
harekete geçmiştir.
Ançak medeni kanuna göre, Atatürk’ün
malvarlığını devri imkânsızdı.
Bu konuda çalışılması için Saruhan
Milletvekili Mustafa Fevzi Efendi görevlendirilmiş o da birkaç gün sonra Atatürk’ün huzuruna
çıkarak “ Paşa Hazretleri için hususi bir kanun
çıkartmaktan başka çare bulamadım…” diyerek, T.B.M.M. 12 Haziran 1933
tarihli ve 2307 sayılı “ Gazi Mustafa Kemal
Paşa Hazretlerinin Kanunu medeninin 452 inci maddesine göre tasarruflarının,
mahfuz hisseler hakkındaki hükümden müstesna olduğuna dair kanun” çıkartılmıştır.
Resmi Gazetede ilan edilen 19 Haziran
1933 tarih ve 2431 sayılı nüshasında “Kanun no; 2307 Madde 1-Gazi Mustafa Kemal
Hazretlerinin kanuni medeninin 452. maddesi dairesindeki tasarrufları , mahfuz
hisseler hakkındaki hükümden müstesna olup bütün mallarında muteberdir.
Madde
2-Bu kanun neşri tarihinden muteberdir. Madde 3-Bu kanun hükümlerini icraya
icra Vekilleri Heyeti Memurdur.” denilmektedir.
Yine herkes tarafından malum olduğu üzere Atatürk’ün
6 maddelik 15.09.1938 tarihli vasiyeti
ve Beyoğlu 6. Noterliğince 6 Eylül 1938
tarihli noter İsmail Kunter imzalı kaydı bulunmaktadır.
Bu kadar resmiyet olması ve Atatürk’ünde
henüz vefat etmediği bu günlerde tartışma yokken neden bu konu günümüzde bir
tartışma haline gelmiştir?
Bütün
bu soru işaretlerinin altında yatan Atatürk’ün bu bilinen vasiyetinin dışında
başka bir vasiyetinin olduğu ya da açılan vasiyetnamenin eksik açıldığı yönünde
olmuştur.
Atatürk’ün vasiyeti ile ilgili açılan
konularda ilk olarak ismi geçen 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’dir.
Kenan Evren’in isminin sürekli olarak zikredilmesinin
nedeni ise bu gizli olduğu düşünülen belgenin, Atatürk’ün hayatta iken ölümünün
üzerinden 50 yıl geçtikten sonra bu vasiyetin açılmasını istemesinden
kaynaklanmaktadır.
Tarih olarak da bu yıllar da Cumhurbaşkanlığı
görevi yapan Kenan Evren doğal olarak bu soruların muhatabı haline gelmiştir.
2005 yılında karşıma çıkan ilginç bir
bilgi bu vasiyet konusunun bir açısını aydınlatmamı sağladı. Alattin Tumluer
isimli bir vatandaşımızın uzun bir süredir (25-30 yıl) kendisinin Atatürk
tarafından Mersine gelişinde not olarak ettirdiği fakat bu notun vasiyetname
açıldığında kaybedildiği ya da açıklanmadığı yönünde bilgileri olduğunu dile getirmistir.
Neydi
bu not? “Alattin Tumluer kendisinin Atatürk tarafından ilan edilen bir Mehdi olduğunu”
dile getirmektedir[4].
İşte
bu aralarda sıklıkla gündeme getirilen bu konunun takipçisi, İstanbul
Milletvekili Emin Şirin ile Meclisteki odasında yaptığımız görüşme sonrasında konuya
ilişkin bilgiler vermiş ve yaptığı çalışmalardan bazı notları da şahsıma sunmuştur.
Bu bilgileri olduğu gibi ekler bölümünden bakabilirsiniz.
Burada görülecegi üzerine Devletin yetkili ağızlarının yazılı ve sözlü olarak
teyit ettiklerini kabulden başka bir sonuç çıkartmak mümkün değildir.
Ola ki böyle söylendiği ve anlatıldığı gibi
bir durum gerçekleşirse Devletimizin
itibarı ve güvenirliği tartışma haline gelebilir.

ATATÜRK’ÜN
NAŞI NEREDE?
Yukarda da bahsedildiği ve yine sadece bir
kısmının alındığı saldırıların temelinde Atatürk’ün bu bahsi geçen konularla
hiçbir ilişkisi olmamasına karşınyapılan ve anlatılmaya çalışılan bu hatalı
tarih yazımı
sonucu
ar niyetli kendini bilmezlere fırsat
verilmiş ve verilmeye de devam edilecektir.
Kaldı ki, Genel Kurmay Baskanlığı yakın
birzamanda ilk defa yayınlanıyor ibaresiyle basına, Atatürk’ün Etnoğrafya Müzesinden Anıtkabire taşınmasına
ilişkin görüntüleri dağıtarak Türk Kamuoyunun önüne koydu.
Bu güzel bir gelişmeydi. Ayrıca gelecek
günlerde yeni bilgilerin ve belgelerinde kamuoyuyla paylaşılacağının işareti bu
şekilde verilmiş oldu.
Olumlu ve güzel çalışmaya rağmen hala
eksik vetartışma yaratacak sahnelerde bu açıklamalarda yerettiği de ortadadır.
Öncelikle bu konuya ilişkin belge ve
bilgilere bakıp buradaki eksik noktaları göstermekte fayda oldugunu düşünmekteyim.
Bu konuda yaygın bir metin ve bilgileri tekrar paylaşmak istiyorum;
“Tarih: 10 Kasım 1953 Mermer lahit sökülmüş , betonlar kırılmıs,
tabutu kaldıracak zincirli makaralar lahit salonunun tavanına yerleştirilmişti.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Meclis Başkanı Refik Koraltan, Basbakan Adnan
Menderes ve devletin en üst düzeyi, tabutun çevresindeler...
Lahtin üzeri tamamen açılmış, Atatürk'ün
cenazesini 15 yıldan beri muhafaza eden kurşun tabut ortaya çıkmıştı. Tabut
salonun zeminine yerleştiriliyor. Adnan Menderes birazdan 'Hanımefendi,
buyurunuz'diyecek ve Atatürk'ün kız kardesi Makbule Atadan'ı tabutun yanına
götürecek...
Sonra
betonlar kırılıyor ve tabutu kaldıracak olan makaralar lâhit salonunun tavanına
yerlestiriliyor. ”
Lahitin açılması esnasında görevlendirilen
Prof. Dr.Kamile Şevki Mutlu ile ilişkin yazılan metinlerde ise şunlar söylenmektedir;
“8
Kasım 1953 Pazar gecesi saat 23.00'de Prof. Dr.Kamile Şevki Mutlu’nun ev
telefonu çaldı. Prof. Mutlu, Ankara Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Kürsüsü
Baskan’ıydı. Patoloğdu.
Arayan ise Ankara Valisi Kemal Aygün’dü...
Aygün, "Hocam" dedi, "10Kasım
günü Atamızın naşını Anıtkabir’e taşıyacağız. Bunun için bir komite kurduk. Naşı
geleneklere uyğun olarak toprağa defnedeceğiz. Ancak bozulmadan korunduğunu
belgelemek için muayene etmenizi rica ediyoruz." Diyordu.
Prof. Mutlu önce reddetti. Mutlu, o sırada 40
derece ateşle yatıyordu. Hastalığını gerekçe göstererek bu görevi bir başka
meslektaşının yapmasını rica etti. Ancak Vali Aygün ısrarcıydı: "Ben sizi sarar sarmalar götürürüm, bu
tarihi birgörev" dedi.
Mutlu kabul etti ve 9 Kasım sabahı Etnoğrafya Müzesi'ne gitti. Başbakan Adnan Menderes
oradaydı. Meclis Başkanı Refik Koraltan ve eski baskan Abdülhalik Renda da...
Mutlu, görevden affını istemekle ne büyük hata ettiğini o zaman anladı. Gerçekten
tarihi bir tanıklıktı bu...Ata'nın gül agacından tabutu, 4 Kasım günü, geçici kabrinden
çıkarılıp müzenin holündeki mermer katafalka konulmuştu.
Bir hafta boyunca sırayla ögrenciler,
subaylar ve generaller katafalk basında nöbet tutmuştu.
Nihayet tabutun açılma günü gelip de
komite üyeleri tamam olunca Prof. Kamile Mutlu "Başlayın" talimatını
verdi.
Bunun üzerine tabutun vidaları söküldü.
Tahta tabutun içinde madeni bir sanduka bulunuyordu. Bu
sanduka
da gaz birikmiş olma ihtimali düşünülerek önce bir burgu ile delik açıldı.
Gaz ya da koku çıkmadı. Sanduka talaş doluydu.Sanduka’nın
içi, muhafaza solüsyonu ile ıslatılmış tahta talaşı doluydu.
Bu talaş, naaşın ayak yönüne doğru toplandı. Talaşın arasında,
agzı kapalı ve içi sıvı dolu bir şise bulundu.
Bu, cesedi muhafaza için kullanılan solüsyondan
bir numuneydi. Üzerinde terkibi yazılıydı. Ata’nın naaşı beyaz kefene sarılmış,
sonra kahverengi bir musambayla kaplanmıştı.
Sargıları açmaya başladılar. Herkes nefesini
tutmuştu. Çünkü"Naaş çürüyüp bozulmuş, çıkan gazlar tabutu patlatmış,
nöbetçi er, kokudan bayılmış" diye bir sürü söylenti geziniyordu.
Ve 15 yıl sonra ilk kez Ata'nın yüzünü
göreceklerdi. Kefenin sargıları aralanınca Prof. Kamile Şevki Mutlu, orada bulunanların yardımıyla katafalka çıktı ve
Atatürk'ün yüzüne baktı.
Ata'nın derisi kahverengi bir hal almış, ama
yüzhatları bozulmamıştı. Menderes sapsarı olmuştu.
Prof.Mutlu, gördüğü tabloyu daha sonra şöyle
anlatacaktı:
"Yüzünü örten ıslak pamuk kitlesi kaldırılınca Ata'nın heykel
gibi duran yüzü ile karşılaştım. Uzun sarı saçlarından ince bir tutam, sol göz
kapağının üzerine düşmüştü.
Atatürk,
Dolmabahçe Sarayı'ndaki yatağında uyuyor
gibiydi ." Prof. Mutlu, kenarda bekleyen komite üyelerini tabutun başına
çağırdı. Onlar da tek tek tabutun içine baktılar. En başta Başbakan Adnan
Menderes vardı. Koyu renk takım elbisesi içindeki Menderes de yanındakilerin
yardımıyla katafalka çıktı, ürkek bir şekilde aşağı, tabuta doğru baktı.
O an
ne olduğunu Prof. Kamile Mutludan aktaralım:
"Menderes çok heyecanlandı. Rengi
sapsarı oldu. Birde baktım ki, müzenin kapısına doğru gidiyor. Atatürk'ün
yüzüne bakmadı. Tahmin ediyorum, kendinde o kuvveti bulamadı. En sona
Abdülhalik Renda kalmıstı. O da Ata'yla
karşı karşıya gelir gelmez tabutun yanına yığılıverdi.
Salondaki herkes Atatürk'ü tek tek
gördükten sonra naaş, tekrar solüsyonla ıslatıldı. Ata'nın başı pamuklarla
örtüldü ve vücudu beyaz kefenle sarıldı.
Bu sırada bir komiser, orada görevli adli
tıp doçenti Dr. Cahit Özen'in yanına yaklaşıp avucunda taşıdığı bir kâgıdı
gösterdi ve şöyle dedi: "Bu kâgıdı, Atatürk'ün hemşiresi Makbule Hanım
gönderdi. Kefenin içine Atatürk'ün gögsü üstüne konmasını istiyor. "Doç.
Özen, kâgıda bir gözattı. Eski Türkçe bir şeyler yazılıydı. "Böyle bir kâğıdı
Atatürk kabul etmez. Bize kızar, darılır" dedi.
Komiser kâgıdı katlayıp cebine koydu ve
uzaklastı. Bütün işlemler bittikten sonra salonda bulunanlar naaşın iki yanından geçip
hep bir agızdan besmeleçektiler ve cesedi yeni tabuta yerleştirdiler.
Bu tabutda 15 yıl içinde yattığı büyük gül
agacı tabutun içine konuldu.
Üzeri bayrakla örtüldükten sonra kapağı kapatıldı.
Ve 10 Kasım sabahı, Ata'nın naaşı 15 yıl önce onu Dolmabahçe’den Ankara'ya taşıyan
top arabasına yerleştirilip son durağı olacak Anıtkabir'e taşındı.
Artık ebediyen orada kalacaktı...Atatürk'ün
tabutu, Menderes'in huzurunda açılmıştı. Ata'nın 15 yıl Etnografya Müzesi'nde
bekletilen naaşı, 12 askerin omuzları
üzerinde oradan alınmış ve136 asteğmenin çektigi bir top arabası ve matem marsı
eşliğinde Anıtkabir'e taşınmıştı.
Radyodan naklen yayımlanan o görkemli
tören, en az 15 yıl önceki kadar hüzünlüdür. ”
Evet, bu muazzam günün görüntü ve fotoğrafları
2006’nın 10 Kasım günü TV’lerden izlendi. Hepimizde bu görüntüleri muazzam bir
ilgi ve merakla da izledik.
Öncelikle burada sorulması gereken ilk soru
şu, bu kadar kameranın, fotoğraf makinesinin görüntülediği bu sahnenin içinde
neden Atatürk’ün fotoğrafı yok?
Dile getirildigi gibi mumyalanmış bedeninin bozulmadan duran görüntüsünü çekmek
hiç kimsenin aklına gelmemiş midir?
Ayrıca, Ankara Valisi Kemal Aygün’ün, saat
23.00 da evinden arayarak; "10 Kasım günü Atamızın naşını Anıtkabir’e taşıyacağız.
Bunun için bir komite kurduk. Naşı geleneklere
uygun olarak topraga defnedeceğiz. Ancak bozulmadan korundugunu belgelemek için
muayene etmenizi rica ediyoruz."
Prof. Mutlu önce reddetti. Mutlu, o sırada
40 derece ateşle yatıyordu. Hastalığını gerekçe göstererek bu görevi bir baska
meslektaşının yapmasını rica etti. Ancak Vali Aygün ısrarcıydı
"Sözlerinden neden henüz açılmamış bir tabutun bozulmadan durduğunun
belgelenmesi istendigi düşündürücüdür…
Bunun devamında ise hastalığını mazeret göstererek
gitmek istemeyen Prof. Mutlu’nun böyle bir tarihi olayda bir mazeret
uydurmasının nedeni ne olabilirdi?
İşin tuhaf yanlarından biride Adnan Menderes’in Atatürk’ün cesedine bakmadan
arkasını dönüp gitmesi akıllara acaba
Atatürk katafalk da yok muydu? Sorusunu getirmektedir.
Yine bu tahnit işinde (Atatürk’ün naaşı’nın
korunabilmesi için "tahnit" denilen bir işlem yapılmıştı.) “bu
tahniti gerçekleştiren Gülhane Patolojik Anatomi profesörü Dr. Lütfi Aksu’dur. İşlem sırasında naaşa, şırıngayla
özel bir formül enjekte edilmiş ve
üzerine formüllerin yapıştırıldığı iki küçük ilaç şişesi, Atatürk’ün koltuk altlarına
yerleştirilmişti.” denilerek Bu işlem
sayesinde öldügü günkü haliyle korunabilirdi.
Ancak İslam dini, ölünün defnini şart koştuğundan,
geçici tahnitin bozulması şarttı. Nakilden önce, bu işlem için bir komite
kuruldu. komite, törenden bir gün önce, Başbakan Adnan Menderes'in huzurunda
Atatürk’ün tabutunun açılmasını kararlaştırdı.
Tabut açılınca tahnit bozulacak ve ceset
çürümeye başlayacaktı. Bir başkadeyişle Atatürk’ün (mumyalanmış gibi) korunmus naaşını son görenler, o törene katılanlar
olacaktı. Bu kararların ve yapılan işlemde Özel olarak hazırlanan bu tahnit şişesi,
içindeki madde ve formülleri ne olmustur? Bugün bu şişe elimizde bulunmakta mıdır?
Ayrıca bu tahnit işlemi sırasında
Atatürk’ün iç organlarına dokanılmış
mıdır? Dokanıldı ise bu organlara ne gibi bir işlem yapılmıştır?
Sonuç
Yukarıdan aşağıya kadar incelediğimiz
konulardadikkat çekmeye çalıştığımız konulardan biride Atatürk’ün hakkında
çıkartılan asılsız saldırılardır ki bu saldırılara temelde zemin hazırlayan
nedenlerin başında, Atatürk’ün şeceresinde yıllardır yapılan yanlışlıkların
kemikleşmesi ve şüpheler uyandırmasıdır.
Bu konuda bazı temel görüşlerimizi maddeleştirecek
olursak şunları söylememiz gerekecektir;
1-
Geçmişten günümüze ve bundan sonrada devam edeceğini anladığımız Atatürk’ün manevi
şahsiyetine saldırıların asıl nedeni kendi şahsı değil onun şahsında Yüce Türk Milletidir.
Atatürk dünya üzerinde milleti ve devletiyle
bütünleşmis tek liderdir.
2-
Bu saldırıların mahiyetlerine dikkatle baktığımızda kendi özel hayatı ve yaşantısı
hakkında ortaya konulan eserlerin sağlıklı ve inandırıcı olmadığı muhakkak ki
kesindir.
Bu dış ve iç düşmanlarımızca çok güzel değerlendirilerek
gerçekler saptırılmaya ve Yüce Türk
Milletinin önüne farklı bir kimlikle Atatürk konulmaktadır.
3-
Yine sonuna kadar savunacağımız bir temel gerçek ise bu ülke sınırları içinde
vatan, Millet ve Atatürk edebiyatı yapanların bu saldırılar karşısında yapıcı
çözümler bulmak yerine ya hiç duymazlıktan gelmekte ya da bu tür çalışmalardan
ne tür menfaatsağlayacağının hesaplarını yaparak iki yüzlülüklerini ortaya
koymaktadırlar. Tabii ki bu durumda
toplumun diger kesimleri arasında
ayrımcılığı tetiklemekte ve ülkemizde Atatürk’ü sevenler bir de sevmeyenler
diye toplum ikiye bölünmektedir. Gerçekten Atatürk’ün mirasına samimi olarak inanan Yüce TürkMilleti bu oyunların çok uzağında
yasananları bir süreliğine izleyerek müdahale için gerekli zamanı beklemektedirler
ve o zaman da gelmiştir.
Atatürk hiçbir zümrenin sahipleneceği kadar
dar bir çerçevede bakılmayıp, Ülke sınırlarını aşmıs evrensel bir kişilik
olarak görmek zamanı artık geçmiştir.
Bu sebepten ötürü yıllardır kendilerine
kisisel çıkar ve menfaat edinme yolundan artık vazgeçilmelidir.
KAYNAKLAR
-Sadi
Borak, Atatürk Biyografisinde yapılan yanlışlıklar, A.A.M.D. Sayı;1, Cilt;1,
Kasım-1984
-Yunan
Gazetesi Hronos, 1 Mart 1996
-Zekeriya
Türkmen, A.A.M.D. Sayı; 32, Cilt;11, Temmuz-1995
-Burhan
Göksel,Atatürk’ün Soy Kütüğü üzerine bir çalışma, Kül. Bak. Yay. Atatürk
dizisi;40,1994
-Yusuf
Hikmet Bayur, Atatürk Hayatı ve eseri,
1. Doğumundan Samsuna çıkısına kadar, Güven Mat.Ank.
-Enver
Behnan Şapolyon, Atamız, Güven Mat.1963
-Enver
Behnan Şapolyon, Küçük Mustafa KemalAtatürk’ün Çocukluk hayatı, Rafet Zaimler
yay. Işıl mat.
-
Enver Behnan Şapolyon, Atatürk’ün Hayatı, Zafer Gazetesi ilavesi, Güneş T.A.O.
Matbaası, Ank.1954
-Türk
Gençliğinin Atatürk Hakkında öğrenmek İstediği Konular", Özel Yükselis
Koleji, 1974, Ankara, Sayı: 8 -"Bir Anketin Sonuçlan: Atatürk Hakkında
Neler Öğrenmek İstiyorsunuz?", "BelgelerleTürk Tarihi
Dergisi",1973, İstanbul, Sayı: 74–75–76.
-Lord
Kınross, "Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu" Türkçesi, Ayhan Tezel,
İstanbul Matbaası, 1970, sf. 23
-Doktor
George W. Grawrych H., Cornbat StudiesInstitutie U.S. Army Command And General
StaffeCollege. "Military Culture in The Turkish ArmedForces".
-İslâm
Ansiklopedisi, İstanbul 1949, 10. Cüz sf. 719–807 " Atatürk" Bölümü.
-Şemsi
Belli, "Makbule Atadan Anlatıyor: Ağabeyim Mustafa Kemal", 1959, Ayyıldız Matbaası, Ankara,
sf.22
-Burhan
Göksel, "Atatürk'ün Yaşantısında Demokrasi" (Makale), Atatürk Haftası Armağanı, Genelkurmay-Askerî Tarih Stratejik Etüd
Başkanlığı Yayını, 10 Kasım 1983, Ankara, sf.59-71.
-Burhan
Göksel. "Atatürk’ün Ağzından: Gençleri Seviniz" (Makale), Askerî Hava
Dergisi,Sayı: 250 Kasım 1973.
-Muhterem
Erenli. "Atatürk–1 (Yapı Kredi Bankası Yayını. 1981, sf. 7-37.
-Kılıç
Ali, "Atatürk’ün Hususiyetleri", SelYayınevi, Hisar Matbaası, 1955.
sf.7-27.
-Cihat
Akçakayılıoğlu, "Atatürk" (Komutan, Devrimci ve Devlet Adamı
Yönleriyle) Genelkurmay Bşk. 1980, Askerî Matbaa, Ankara.
-Türk'ün
Altın Kitabı, "Gazinin Hayatı” TürkNeşriyat Yurdu, 1928, Cumhuriyet
Matbaası (Eskiyazı ile), sf. 11-58.
-Sükrü
Tezer, "Atatürk’ün Hatıra
Defteri,T.T.K. Basımevi, 1972, sf.80-199.
-Prof.
Dr. Hamza Eroglu, E. Alb. İsmet Gönülel, Doç. Dr. Muzaffer Ankara, "Atatürk
ve TürkToplumu", Türkiye Zirai Donatan Kurumu Yayınlan Pelin Ofset, 1981,
S: 65-78 (Aile şecereleri ilginçtir.)
-Yusuf
Hikmet Bayur, "Atatürk, Hayatı ve Eserleri–1, Ankara, 1963.
-Uluğ
İgdemir "Atatürk’ün Yaşamı", (1881–1938) T.T.K. Ankara, 1980
-İhsan
Sungu, "Atatürk’ün Babası Ali Rıza Efendi" Belleten T.T.K. Ankara
1939
-Faik
Reşit Unat, "Atatürk’ün Ailesi" V. Tarih Konğresi sf. 737, T.T.K.
Ankara.
-Falih
Rıfkı Atay, "Çankaya" Doğan Kardes Matbaası, İstanbul, 1969, sf.
17-22.
-Şevket
Süreyya Aydemir, "Tek Adam-I Cilt" Remzi Kitapevi
-Prof.
Turhan Feyzioglu, " The Life andAchievements of Mustafa Kemal Atatürk",İstanbul,
1982.Turkish National Commission For Unesco, "Atatürk" T.T.K.
Basımevi, 1981.
-Prof.
Dr. İsmail Hakkı Baltacıoğlu, "Atatürk Yetişmesi, Kişiliği,
Devrimleri" Atatürk Üniversitesi Basımevi, Erzurum, 1973, sf.5-17.
-Ahmet
Niyazi Banğoğlu, Yayımlanmamış Belgelerle Atatürk, Siyasi ve Özel Hayatı,
ilkeleri", İstanbul Gözen Yayınlan, 1981.
-Eflatun
Cem Güney, Atatürk Hayatı ve eserleri, Milli Eiitim basımevi, İstanbul–1963,sf,3–8
EKLER
EK-1
ATATÜRKÜN KARDEŞİ OLDUĞUNU İDDİA EDEN ÇAKIR AİLESİ




























EK-2
ATATÜRKÜN VASİYETİ ARKASINDA Kİ
MEHTİLİK İDDİASI














EK
DOSYA: Zekeriya Türkmen, Atatürk Araştırma Kurumunun Dergisi sayı; 32,Cilt; Xl, Temmuz 1995 teki
makalesinde, “Mustafa Kemal (Atatürk)'in Yemen'e Tayini ve Bununla ilgili
Belgeler”
“…Son dönem Osmanlı Tarihi’ne
bakılırsa, Yemen’de mücadele etmemiş erkân ve ümera hemen hemen yok gibidir.
XX. Yüzyılda Türk dünyasının yetiştirdiği en büyük devlet adamlarından birisi
ve Türkiye Cumhuriyeti’nin de kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk hakkında
günümüze kadar pek çok eser, inceleme ve araştırma kaleme alınmış olmakla beraber,
O’nun hayatında hâlâ bilinmeyen yönlerin bulunduğu yeni ortaya çıkan arşiv
belgelerinden anlaşılmaktadır.
Mustafa Kemal Atatürk hakkında bilinmeyen
hususlar, daha ziyade O’nun 1919 yılından önceki dönemine aittir[5]. Bu
araştırmada, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1909 yılındaki hayatına ait gizli kalmış
bir yönü belgelerle izah edilmeye çalışılacaktır.
Mustafa
Kemal’in Yemen’e Tayinine Kadar Geçen
Zamandaki
Faaliyetleri
Mustafa Kemal Harp Akademisi’nden 11 Ocak 1905’te beşinci olarak mezun olup[6], erkân-ı harp yüzbaşısı rütbesiyle Şam’da bulunan V. Ordu’ya tayin edilerek[7] staj görevine başladı[8]. Şam’daki görevi sırasında (Ekim 1906) arkadaşlarıyla, “Vatan ve Hürriyet Cemiyetim” kurdu[9]. Cemiyet, Suriye-Lübnan-Filistin kıyı şeridinde bulunan bazı şehirlerde şubeler açarak faaliyetlerini sürdürdü[10]. Bilahare Selanik’e gelen Mustafa Kemal tarafından cemiyetin bir şubesi de burada açıldı[11]; fakat kısa bir süre sonra ittihat ve Terakki Cemiyeti ile birleşti[12]. Böylece Osmanlı ülkesinde meşrutî bir sistemin kurulmasına gayret gösteren ve II. Abdülhamid idaresine karşı olan subayların kurduktan cemiyetler tek bir gaye etrafında birleşmiş oldu.
30 Eylül 1907’de III. Ordu komutanlığı emrine tayin edilen Mustafa Kemal[13], Selanik’te maiyet müşiri erkân-ı harbiyesine atandı[14]. Buradaki resmî görevi yanında, diğer taraftan da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin faal bir azası olarak çalışmalara katılıyordu[15].
Mustafa Kemal Harp Akademisi’nden 11 Ocak 1905’te beşinci olarak mezun olup[6], erkân-ı harp yüzbaşısı rütbesiyle Şam’da bulunan V. Ordu’ya tayin edilerek[7] staj görevine başladı[8]. Şam’daki görevi sırasında (Ekim 1906) arkadaşlarıyla, “Vatan ve Hürriyet Cemiyetim” kurdu[9]. Cemiyet, Suriye-Lübnan-Filistin kıyı şeridinde bulunan bazı şehirlerde şubeler açarak faaliyetlerini sürdürdü[10]. Bilahare Selanik’e gelen Mustafa Kemal tarafından cemiyetin bir şubesi de burada açıldı[11]; fakat kısa bir süre sonra ittihat ve Terakki Cemiyeti ile birleşti[12]. Böylece Osmanlı ülkesinde meşrutî bir sistemin kurulmasına gayret gösteren ve II. Abdülhamid idaresine karşı olan subayların kurduktan cemiyetler tek bir gaye etrafında birleşmiş oldu.
30 Eylül 1907’de III. Ordu komutanlığı emrine tayin edilen Mustafa Kemal[13], Selanik’te maiyet müşiri erkân-ı harbiyesine atandı[14]. Buradaki resmî görevi yanında, diğer taraftan da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin faal bir azası olarak çalışmalara katılıyordu[15].
Öte
yandan, Mustafa Kemal Selanik’teki görevi sırasında kurmaylık yeteneğini
arttırmaya yönelik faaliyetlerde bulundu. O, II. Meşrutiyet’in ilânı sırasında
Selanik’te görevli idi. Meşrutiyet’in ilanından kısa bir süre sonra, yeni
rejime tepki olarak ayaklananları bastırmak üzere Trablusgarb’a giden birlik de
görevlendirildi[16].
Mustafa Kemal, Trablusgarp’taki bu
isyanın bastırılmasından sonra tekrar Selanik’e geri döndü ve 13 Ocak 1909’da
Selanik XVII. Redif Fırkası’nda kurmaylık görevine atandı[17].
Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde (BOA)
bulunan belgelerden anlaşıldığına göre Mustafa Kemal, Trablusgarp’tan döndükten
sonra, Selanik Redif Fırkası’ndaki erkân-ı harplik görevi yanında yine aynı
yerde -Selanik’te- bulunan Jandarma Efrad-ı Cedide Mektebi Kumandanlığı
görevine de tayin edildi[18].
Bu mektep kumandanlığında Mustafa Kemal’den
önce de, O’nun samimi arkadaşlarından birisi olan Erkân-ı Harp Binbaşısı Ali
Fethi Bey bulunuyordu[19].
Belgelerden çıkarılan sonuca göre, Ali Fethi Bey Paris ateşemiliterliğine tayin
edilince, öyle anlaşıyor ki Kolağası Mustafa Kemal Bey, Harbiye Nezaretin’ce
yetenekli ve muktedir bir komutan olarak görüldüğünden bu sırada rütbesi küçük
olmasına rağmen bu önemli vazifeye getirilmişti.
Mustafa Kemal, 31 Mart Olayı üzerine Selanik’ten İstanbul’a yürüyen Hareket Ordusunda I. Mürettep Fırka’nın kurmay başkanı olarak görevlendirildi[20] ve Hareket Ordusu ile İstanbul’a girdi[21]. Hatta Hareket Ordusu Yeşilköy’de bulunduğu sırada, Osmanlı basınının bu konuya eğilmesi üzerine basında da, gelen ordu hakkında yer yer haberler yayınlanmaya başlandı. İşte bu sırada Osmanlı basınından Süleyman Nazif -belki de hiç farkında olmadan geleceğin büyük devlet adamı olacak olan- Mustafa Kemal ile mülakat yaparak bunu gazetesinin sütunlarında haber olar vermişti[22]. Mustafa Kemal bilahare ordu ile İstanbul’a girdi[23] ve şehirde asayişin sağlanması ile vazifelendirilen zabitler arasında yer aldı.
Mustafa Kemal, 31 Mart Olayı üzerine Selanik’ten İstanbul’a yürüyen Hareket Ordusunda I. Mürettep Fırka’nın kurmay başkanı olarak görevlendirildi[20] ve Hareket Ordusu ile İstanbul’a girdi[21]. Hatta Hareket Ordusu Yeşilköy’de bulunduğu sırada, Osmanlı basınının bu konuya eğilmesi üzerine basında da, gelen ordu hakkında yer yer haberler yayınlanmaya başlandı. İşte bu sırada Osmanlı basınından Süleyman Nazif -belki de hiç farkında olmadan geleceğin büyük devlet adamı olacak olan- Mustafa Kemal ile mülakat yaparak bunu gazetesinin sütunlarında haber olar vermişti[22]. Mustafa Kemal bilahare ordu ile İstanbul’a girdi[23] ve şehirde asayişin sağlanması ile vazifelendirilen zabitler arasında yer aldı.
Hareket Ordusu İstanbul’a hâkim olduktan
sonra, önemli karakolların komutanlıklarına orduca güvenilir zabitler getirildi.
Bu sırada Kolağası Mustafa Kemal Bey de Galatasarayı Jandarma Karakolu
komutanlığında görevlendirildi[24].
Kolağası
Mustafa Kemal’in Yemen’e Tayini
Mustafa Kemal, Şam’da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurmuş, Selanik’e dönünce bunun İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birleşmesini sağlamışsa da, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde umduğunu bulamamıştı.
Mustafa Kemal, Şam’da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurmuş, Selanik’e dönünce bunun İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birleşmesini sağlamışsa da, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde umduğunu bulamamıştı.
Ordu mensuplarının siyasetle uğraşmaları
31 Mart Olayı örneğinde görüldüğü üzere memleketin birlik ve beraberliği
açısından kötü sonuçlar doğurmuştu.
Bu
yüzden Mustafa Kemal ordunun siyaset yapmasının uygun olmadığını savunmaya
başladı. O’nun orduyu siyasetten ayırmaya matuf düşünceleri İttihat ve Terakki
Cemiyeti erkânınca hoş karşılanmadı. Cemiyetin lider kadrosu, kendilerine bir
gaile çıkarır düşüncesiyle Mustafa Kemal’in İstanbul’dan uzaklaştırılması için
faaliyete geçmekten geri kalmadı.
XIX. ve XX. Yüzyıllar Osmanlı Devleti’nde dış müdahalenin arttığı devirler olarak karşımıza çıkmaktadır. İfade edilen devire kadar arap yarımadasında kabile yaşantısını sürdüren Araplardan bazıları İngiltere, Fransa ve İtalya ile temaslarda bulunuyordu.
XIX. ve XX. Yüzyıllar Osmanlı Devleti’nde dış müdahalenin arttığı devirler olarak karşımıza çıkmaktadır. İfade edilen devire kadar arap yarımadasında kabile yaşantısını sürdüren Araplardan bazıları İngiltere, Fransa ve İtalya ile temaslarda bulunuyordu.
Yarımadanın çeşitli bölgelerinde iktidarı
eline alan emirler birbirleriyle de temas halinde idiler Hicaz’da Mekke Emiri
Şerif Hüseyin, Asir’de Seyyid İdris, Yemen’de İmam Yahya, Necit ve Şamar’da
İbn-i Suud ve İbn-i Reşit vardı. Bunlardan Şerif Hüseyin, İdris ve İbn-i Suud
İngiliz dostu, İbn-i Reşit ise Türk dostu olarak biliniyordu.
Bunlardan Şerif Hüseyin ile İbn-i Suud ve
Seyyid İdris’in arası açıktı. Seyyid İdris XIX. asrın sonlarına doğru Afrika’dan
Asir’e gelip Sıbya bölgesine yerleşerek burada kendisine taraftar toplamaya
başladı[25].
İtalyanlardan da gerekli desteği alan Seyyid İdris Asir’de imamlığım ilan
edince, devlet bunun üzerine kuvvet gönderdi, üzerine gönderilen bir Türk
alayım Cizan’da baskınla çok kötü duruma düşüren İdris, bundan cesaret bularak
büsbütün. şımardı[26]. Bu
sırada Yemen’de kontrolü ele geçirerek yerli hanedanları da yanına çekmeyi
başaran İmam Yahya da devlete isyan etti. Osmanlı Devleti, İmam Yahya’ya bir
takım idari haklar vererek O’nu kendi yanına çekti. İmam Yahya ile en son Ahmet
İzzet Paşa Yemen’de görevli iken 1911 yılında bir anlaşma imzaladı ve bu
anlaşma Yemen’in elimizden çıkışma kadar (1918) yürürlükte kaldı[27].
Öte yandan, Asir’de Seyyid İdris’in isyanını bastırmak üzere hal çareleri arayan Osmanlı hükümeti sonunda bu bölgeyi tanıyan biri olarak bilinen Süleyman Şefik Paşa’yı[28]
Öte yandan, Asir’de Seyyid İdris’in isyanını bastırmak üzere hal çareleri arayan Osmanlı hükümeti sonunda bu bölgeyi tanıyan biri olarak bilinen Süleyman Şefik Paşa’yı[28]
19
Mayıs 1909 tarihinde Yemen’de Asir Mutasarrıflığı ve Askerî kuvvetler
komutanlığına tayin etti[29].
Süleyman Şefik Paşa da İdris’e karşı mücadelesini sürdürebilmek için devlet
merkezinden gerekli desteği aldı. Yukarıda kısaca ifade edildiği üzere, ittihat
ve Terakki Cemiyeti ile anlaşmazlığa düşen Mustafa Kemal’in İstanbul dışındaki
bir yere tayini gündeme geldi.
Bu tayin bir nevi sürgün şeklinde yapılmış
bir tayine benzemekle beraber, Kolağası Mustafa Kemal’in muvafakati
alınmasından dolayı farklı mülahaza edilebilir.
Nitekim Harbiye Nezareti Jandarma Dairesi
Reisi bulunan Ferik Hüseyin Hüsnü Paşa, 13 Haziran 1325/26 Haziran 1909
tarihinde yazdığı tezkirede; Asir Sancağı Mutasarrıf ve Kumandanı bulunan
Süleyman (Şefik) Paşa’dan gelen bir telgraftan bahisle Asir’de bulunan jandarma
kuvvetinin nizam ve intizam altına alınması gerektiğini belirterek “ehil ve
ma’lûmâtı” olmasından dolayı Mümtaz
Yüzbaşı Mustafa Kemal Bey’in rızasının alınarak adı geçen Jandarma Tabur
Komutanlığına tayininin kararlaştırıldığım izah etmektedir.
Ayrıca bu tezkirede, Mustafa Kemal’in daha
evvel Selanik Jandarma Efrad-ı Cedide Mektebi kumandanı iken bilahare ordu ile
İstanbul’a geldiği ve Galatasarayı Jandarma Bölük komutanlığı görevini
yürüttüğü de hatırlatılmakta idi.
Tezkirede bundan başka adı geçen kişinin
sınıf-ı nizamiyeye irtibatının bakî kalacağı, fakat rütbesinin bu derece terfi
ile Asir Tabur kumandanlığına tayini hakkında nezaret ve hükümete gerekli
yazıların yazıldığı belirtilmekte idi[30].
Aynı gün Harbiye Nazırı Salih Paşa tarafından da Mustafa Kemal’in tayini tasdik
edilerek, konu hükümet kanadına iletildi[31].
Hükümet tarafından da onaylanan bu tayin
Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa tarafından 15 Haziran 1325/28 Haziran 1909 tarihinde
padişahın tasdikine sunulmuş ve 16 Haziran 1325/29 Haziran 1909 tarihinde de
iradesi çıkmıştır[32].
Sadaret bu tayinin onaylanmasının ardından 18 Haziran/1Temmuz tarihinde Harbiye
Nezareti’ne durumu tebliğ etmiş, konu hakkında kısa bir bilgi vermiştir[33].
Böylece Jandarma dairesinin teklifi,
Mustafa Kemal’in de onayının alınması üzerine, bu sırada isyanların arttığı bir
bölge olan Yemen’deki Asir Jandarma Taburu Kumandanlığı’na tayin gerçekleşmiştir.
Konuyla ilgili belgelerden anlaşıldığına göre, Asir’de bulunan jandarmanın disiplinsiz ve karışık bir halde bulunduğu ve bu durumdaki birlikleri tecrübe ve bilgisinden dolayı Yüzbaşı Mustafa Kemal’in düzenli birlikler haline getirebileceği ve daha önce Selanik Jandarma Mektebi ve Hareket Ordusundaki görevinin hemen akabinden Galatasarayı Jandarma Bölüğü komutanlıklarında basanlarından dolayı kendisini kabul ettirdiği belirtilmektedir.
Konuyla ilgili belgelerden anlaşıldığına göre, Asir’de bulunan jandarmanın disiplinsiz ve karışık bir halde bulunduğu ve bu durumdaki birlikleri tecrübe ve bilgisinden dolayı Yüzbaşı Mustafa Kemal’in düzenli birlikler haline getirebileceği ve daha önce Selanik Jandarma Mektebi ve Hareket Ordusundaki görevinin hemen akabinden Galatasarayı Jandarma Bölüğü komutanlıklarında basanlarından dolayı kendisini kabul ettirdiği belirtilmektedir.
Mustafa Kemal’in Asir’e tayininde bir de
bir derece terfi ile yapılması karara bağlanmıştı; buna göre Binbaşı rütbesi
ile tayini gerekiyordu.
Kolağası Mustafa kemal, 1 Temmuz 1909 tarihinde Asir’e tayiniyle ilgili işlemlerin tamamlanmasının hemen ardından gerekli hazırlıklara koyulmuş ve bilahare Yemen’e gitmiştir[34].
Kolağası Mustafa kemal, 1 Temmuz 1909 tarihinde Asir’e tayiniyle ilgili işlemlerin tamamlanmasının hemen ardından gerekli hazırlıklara koyulmuş ve bilahare Yemen’e gitmiştir[34].
Mustafa
Kemal Yemen’de Asir Jandarma komutanlığı vazifesine hangi yolu takip ederek
gittiğine dair kayıtlar mevcut olmamakla beraber, iki ihtimal bulunmaktadır.
Karadan demiryolu ile Medine’ye oradan da kıyı şeridini takip ederek gitmiştir
veya deniz yolu ile Akdeniz, Süveyş ve Kızıldeniz yolunu takip ederek Asir’deki
Konfuda limanına oradan da kara yolu ile görev mahalline gitmiş olması
muhtemeldir.
Mustafa Kemal, Asir’de Süleyman Şefik Paşa’nın komutasına girdikten sonra jandarmanın ıslahı konusuna eğilmiş, yerlilerden gönüllü jandarma kaydı yolunda çalışmalarda da bulunmuştur.
Mustafa Kemal, Asir’de Süleyman Şefik Paşa’nın komutasına girdikten sonra jandarmanın ıslahı konusuna eğilmiş, yerlilerden gönüllü jandarma kaydı yolunda çalışmalarda da bulunmuştur.
Mustafa Kemal, bu sırada Asir’de isyan
halinde bulunan Seyyid İdris’in hareketini önlemek üzere Süleyman Şefik Paşa
tarafından önde gelen şeyhlerle birlikte arabuluculukta bulunmak üzere
vazifelendirilmiştir.
Süleyman Şefik Paşa devlet merkezine
yazdığı tezkirede, kamuoyunun İdris’ten yana olduğunu belirterek[35],
kendisinin gerekli tertibatı ve hazırlığı yaptıktan sonra Mustafa Kemal’i İdris
nezdine göndereceğini -belirtmektedir.
Paşa ayrıca, Seyyid idrisle yapılacak
görüşmede Asir Kıt’ası için yapılması düşünülen ıslahat hakkında yerli halkın
düşüncesinin de alınacağını ifade etmektedir[36].
Yapılan bu görüşmelerden önemli bir sonuç
elde edilememiştir. Öte yandan, devlet merkezinden gönderilen 31 Ekim 1909
tarihli şifrede, Mustafa Kemal’in meşayihten üç kişiyle İdris nezdinde icra
ettiği faaliyetin sonucunun merak edildiği belirtilerek, gereken bilginin
gönderilmesi isteniyordu[37]
İlk görüşmelerde istenen sonucu alamayan Süleyman Şefik Paşa, ikinci defa Seyyid İdrisle görüşmelerde bulunmak üzere yine Mustafa Kemal’i görevlendirdi. Paşa, ayrıca Mustafa Kemal’in maiyetine bir hey’et vererek isyandan vazgeçmesi için Seyyid İdris’in yanına gitmesine ruhsat vermiştir.
İlk görüşmelerde istenen sonucu alamayan Süleyman Şefik Paşa, ikinci defa Seyyid İdrisle görüşmelerde bulunmak üzere yine Mustafa Kemal’i görevlendirdi. Paşa, ayrıca Mustafa Kemal’in maiyetine bir hey’et vererek isyandan vazgeçmesi için Seyyid İdris’in yanına gitmesine ruhsat vermiştir.
Bu sırada Asir Kıt’asında Ebha-Sıbya
yolunun keşfine memur edilen[38]
Yüzbaşı Mustafa Kemal heyetiyle beraber İdris’in yanına gidip görüşmüştür.
Bu sırada, Süleyman Şefik Paşa ise
görüşmeler esnasında olumsuz bir durum ortaya çıkması halinde, kendisinin
Cizan-Konfuda taraflarından büyük bir kuvvetle harekete geçerek isyanı kökünden
bastırmak amacında olduğunu belirtmekte idi[39].
Nitekim yapılan görüşmelerde olumsuz bir
sonuç çıkmadı, zaten İdris de bu sırada devlete dehalet ettiğini belirttiği
gibi bölgede bulunan diğer bir Osmanlı komutanı olan Said Paşa ile de
görüşmelerde bulunmuştur[40].
Mustafa Kemal buradaki vazifesini
başarıyla sona erdirdikten sonra İstanbul’a dönmüş ve Genelkurmay karargâhında
vazifelendirilmiştir.
Mustafa Kemal, İstanbul’daki görevi
sırasında da kendini kabul ettirmiş ve 1910 Yılında Fransa’da Picardie Manevralarında
Türk ordusunu temsil eden üç kurmay subay arasına dâhil edilmiştir[41].
SONUÇ
Atatürk hakkında biyografi yazanlar genellikle
bilgileri birbirinden aktararak, klâsik bir metodu takip etmektedirler.
Bilimsel tarih anlayışının hâkim olduğu ülkemizde artık bu metod terk edilerek,
birbirinden nakilden ziyade, arşiv kaynaklarına dayanan araştırma ve
incelemelere büyük önem verilmeli, Mustafa Kemal Atatürk’ün değişik cepheleri
ele alınarak ortaya konmalı, O’nun yüksek dehâ sahibi bir asker-devlet adamı
olduğu vurgulanmalıdır.
Kaynaklardan tespit edilen bilgilere göre Mustafa Kemal’in başarılı bir asker oluşu, dolayısıyla O’nun daha mesleğe atılışının ilk yıllarında mümtaz bir mevkiye gelmesini sağlamıştır.
Kaynaklardan tespit edilen bilgilere göre Mustafa Kemal’in başarılı bir asker oluşu, dolayısıyla O’nun daha mesleğe atılışının ilk yıllarında mümtaz bir mevkiye gelmesini sağlamıştır.
O, genç subaylık yıllarında vatan
coğrafyasının değişik mekânlarında, çeşitli görevleri icra ederek memleketi tanıma
fırsatını buldu; buralardaki görevleri esnasında kendini yetiştirdi. Bu küçük
çalışmada da tesbit edildiği gibi, Mustafa Kemal henüz yüzbaşı rütbesinde iken
Selanik’te Jandarma Mektep Komutanlığı görevinde bulunmuş; Hareket Ordusunun 31
Mart Olayını bastırması sırasında aktif görev almış; başkentin asayişinin
sağlanması konusunda da Galatasarayında bir nev’i inzibatı sağlamakla
vazifelendirilmişti.
Ordunun siyasetten ayrılması konusundaki
fikirlerinden dolayı İttihat ve Terakki liderleri ile anlaşmazlığa düşmesi,
O’nun Yemen/Asir gibi uzak bir vatan köşesine kendi rızasının da alınması ile
tayin edilmesine sebep olmuştur[42].
İttihatçılara göre sürgün şeklinde telakki
edilen bu tayine Mustafa Kemal’in rıza göstermesi, O’nun -belki- ordudaki siyasî
hizipleşmelerden bir müddet uzak kalmak istemesinden kaynaklanmış olsa
gerektir. Nitekim Mustafa Kemal, Asir’deki görevini başarıyla bitirip 1910
yılında tekrar İstanbul’a geri dönmüştür[43].
Yukardaki makalenin sonunda verilen ekleride
konuyla direk bağlantılı oldukları için aynen buraya alıyorum olduğu gibi bu
bölüme almak istiyorum.
EK–1
BOA. İrade Askeriye nr: 32, 11 Cemaziyelahir 1327/16 Haziran 1325-29 Haziran 1909.
Harbiye Nezareti
Jandarma Dairesi
Asır Sancağı mutasarrıf ve kumandanlığına tayin kılman Süleyman (Şefik) Paşa tarafından varid olan tezkirede Asir’de bulunan yerli jandarmanın hal-i intizama vaz’ı ve mümkün olduğu surette ücretli asker haline ifrağı ve bu suretle ale’t-tedrîc asâkir-i nizamiyenin taklîl miktarı orada bulunacak jandarma za-bitanınm ehil ve ma’lûmâtt olmasına mütevakkıf olduğundan ve Selanik jandarma zabitanmdan Beyoğlu zabıtasına memur Mümtaz Yüzbaşı Mustafa Kemal Bey evsâf-ı lazimeyi haiz olduğu gibi rızası da tahsil olunduğundan bahisle bir derece terfi’ile liva-i mezkûr jandarma tabur kumandanlığına tayini iş’ar olunmuş ve mumaileyh, Selanik Efrad-ı Cedide Mektebi Kumandanı iken ahiren Dersa’adet’e celbedilerek elyevm Galatasaray t Jandarma Bölüğü kumandanlığında müstahdem olduğu anlaşılmış olduğundan mumaileyhin sınıf-ı nizamiyeye irtibatı bakî kalmak üzere rütbesinin bir derece terfi’ile mezkûr tabur kumandanlığına tayini tensîb buyrülduğu halde iktizasının ifâ ve emr ü inbâ buyrulması hususunun bâbıâlî canib-i sâmisine inhası babından emr ü ferman hazret-i men lehü’l-emrindir.
Fî: 8 Cemaziyelahir 1327113 Haziran 1325
Şube-i mezbüreye memur alay kumandanı Derviş b. Yusuf Hâmid (Mühür)
Müdür Muavini Miralay Mehmet Arifb. El-hâc Ahmet (Mühür)
Şube-i mezbüreye memur erkân-ı harbiye miralaylarından Tevfik b. Mehmet Tevfik (Mühür)
Daire-i mezbûre şube müdürlerinden erkân-ı harbiye mirlivalarından Hakkı b. Hüseyin Sabri (Mühür)
Jandarma Dairesi Reis Vekili Ferik Münir b Hüseyin Hüsnü (Müfıiir) Tasdik olunmuştur: fî: 13 minhu, Salih Hulusi (İmza)
EK–2
Harbiye Nezareti
Jandarma Dairesi
679
Ma’ruz-ı çöker Kemîneleridir ki,
Galalasarayı Jandarma Bölüğü Kumandanlığı’nda
müstahdem bulunan Mümtaz Yüzbaşı Mustafa Kemal Bey’in sınıf-ı nizamiyeye
irtibatı bakî kalmak üzere rütbesinin bir derece terfi’üe Yemen vilayeti
jandarma alayının Asir taburu kumandanlığına tayini hakkında Jandarma
Dairesi’nden tanzim olunan mazbata leffen takdim-i pişgâh-ı sâmi-yi
sadaretpenâhileri kılmmagla icra-yı icabı merhûn müsa’ade-i celîle-i
fahâmet-penâhüeridir. Ol babda emr ü ferman hazret-i ve-liyyü’l-emrindir. Fi: 8
Cemaziyelahir 1327/13 Haziran 1325
Harbiye Nazırı
bende
Şalini Hulusi (İmza)
bende
Şalini Hulusi (İmza)
EK–3
Dairesi Sadaret
Aıûfetlû Efendim Hazretleri
Galatasarayı Jandarma Bölüğü Kumandanlığı’nda müstahdem Mümtaz Yüzbaşı Mustafa Kemal Bey’in sınıf-ı nizamiyeye irtibatı bakî kalmak üzere rütbesinin bir derece terfi’ile Yemen Vilayeti Jandarma Alay mm Asir Taburu Kumandanlığı’na tayini hakkında Harbiye Nezaret-i Aliyyesinin tezkiresi melfûfu ile arz ve takdim kılmmagla, irade-i seniyye-i hazret-i tâcidârî ve veçhile şeref-südûr buyrulur ise mantûk-ı âlîsi infaz olunacağı beyanıyla tezkire-i senâverî terkîm kılındı efendim. Fî: 10 Cemaziyelahir 1327115 Haziran 1325
Aıûfetlû Efendim Hazretleri
Galatasarayı Jandarma Bölüğü Kumandanlığı’nda müstahdem Mümtaz Yüzbaşı Mustafa Kemal Bey’in sınıf-ı nizamiyeye irtibatı bakî kalmak üzere rütbesinin bir derece terfi’ile Yemen Vilayeti Jandarma Alay mm Asir Taburu Kumandanlığı’na tayini hakkında Harbiye Nezaret-i Aliyyesinin tezkiresi melfûfu ile arz ve takdim kılmmagla, irade-i seniyye-i hazret-i tâcidârî ve veçhile şeref-südûr buyrulur ise mantûk-ı âlîsi infaz olunacağı beyanıyla tezkire-i senâverî terkîm kılındı efendim. Fî: 10 Cemaziyelahir 1327115 Haziran 1325
Sadrazam
Hüseyin Hilmi (imza)
Hüseyin Hilmi (imza)
Maruz-ı Çâker Kemîneleridir,
Reside-i dest-i ta’zim olup melfüflarvyla beraber manzâr-ı alî buyrulan işbu tezkire-i samiye-i sadarelpenâhîleri üzerine mucibince irade-i cenâb-ı padişahı şeref-müte’allık buyrulmuş olmagla, ol babda emr ü ferman hazrel-i veliyyü’l-emindir.
Ft:11C .
Ahir 1327116 Haziran 1325
Reside-i dest-i ta’zim olup melfüflarvyla beraber manzâr-ı alî buyrulan işbu tezkire-i samiye-i sadarelpenâhîleri üzerine mucibince irade-i cenâb-ı padişahı şeref-müte’allık buyrulmuş olmagla, ol babda emr ü ferman hazrel-i veliyyü’l-emindir.
Ft:
Ser-kâüb-i hazret-i Şehriyârî
Halid Ziya (imza)
Halid Ziya (imza)
EK–4
Sadaret-i Uzmâ Metduhî Kalemi nr: 594
Tarih-i tesvidi:
Tarih-i tebyizi:
Harbiye Nezaret-i Aliyyesine,
Suretleri bâlâda muharrer tezkire-i maruza ve şeref-sâdır olan irade-i seniyye-i hazret-i hilafet-penâhiyi mübellig-ı hamiş mucibince Harbiye Nezaret-i Aliyyesinden icra-yı icabına himimet olunmak.
Galatasarayı Jandarma Bölüğü Kumandanlığı ‘nda müstahdem Yüzbaşı Mustafa Kemal Bey’in bir derece terfi’i rütbesiyle Asir Tabur Kumandanlığına tayini hakkında
EK–5
BOA. DH. MUİ., Ds: 1-4/40,16. L. 1327.
Dahiliye Nezareti Muhaberât-ı Umumiye Dairesi, 2. Şube
Dahiliye Nezareti Muhaberât-ı Umumiye Dairesi, 2. Şube
Asir Mutasarrıflığına (şifre) 18 Teşrin-i evvel
1325
Mustafa Kemal Bey ile meşayihten üç zatın tdris nezdine gönderileceği evvelce bildirilmişti. Cereyan eden muamele ve müzakere neticesinin sür’at-i iş’ârı.
Mustafa Kemal Bey ile meşayihten üç zatın tdris nezdine gönderileceği evvelce bildirilmişti. Cereyan eden muamele ve müzakere neticesinin sür’at-i iş’ârı.
EK–6
BOA. DH. MUİ., DS : 1-4/77,5. L. 1327
Babıâli Dâhiliye Nezareti Şifre Kalemi
Asir Mutasarrıflığından alınan şifre hallidir.
Dün cevaben Seyyid’den aldığım mektupta Yemen valisinin beyannamesinden şikâyetle bütün Tıhame’nin hâl-i galeyanda olduğu ve eğer nezdine gidersem, esbabına tevessül ile teskîn-i fitne mümkün ve şu hareketi son cehdi olacağını beyân ediyor. Civar ru’esâ-yı meşâyihten aldığım mektuplarda ve şifahi ifâdâtında dahi bayram ertesi önü alınmazsa kıyâm-ı umumî vaki olacağı bildiriliyor. Bütün efkâr Seyyid”in lehindedir. Sabtya’dan aldığım mevsuk malûmatta dahi Şevval’in üçüncü günü (İS Ekim 1909) harekâtı umumiye emri her tarafa verilmiş olduğundan muhakemât-ı acizâneme göre Seyyid, kat’iyyen harekât-ı ihtilâliye ifâ’ına mutasaddi olsa idi, asker vürüd etmezden evvel şu eyyamı elimede bizi hasr ve tazyik eder idi. Her halde bendeniz siyasetle teskîn-i fitne ile devleti bir ga’ileye sokmamak fikrindeyim. Binaenaleyh her türlü eshâb-ı silaha tevessül etmiş olmak üzere tarihten üç gün sonra Jandarma Kumandanı Mümtaz Kolağası Mustafa Kemal Bey’le meşâyih vefiıkahâdan üç zâtı nezd-i Seyyid’e gönderiyorum. Vereceğim ta’limât, eğer Seyyid teskîn-i fitne ile vtfâk tarafdarı ise her güne tebligat icra içün yollar açılsın, Konfuda’dan buraya erzak, akçe, bilâ-muhafaza gelsün, ben de emir vereyim, iş’ar-ı âhire kadar Konfuda’ya çıkacak kuvvet ileri hareket etmesin, sonra bizzat bir nokta-i mu’ayyenede Seyyid’le birleşeyim. Memleketin ıslâhı neye mutavakkıf olduğunu bilmüzâkere makam-ı hilâfete arz edeyim. Şu teklifimi kabul ederse, nüfûz-ı münteşiresine nazaran tâlib-i salâh olduğu tebeyyün eder. Vallah zaten biz, her suretle mukabele ve müdafaaya hazır olduğumuzdan sell-i seyften müctenip değiliz. Ve fakat şu teklifi kabul etmezse, şüphe buyrulmasm ti Seyyid, pek çok tarafdar zayi edecektir. Binaenaleyh sahile çıkacak askerin bendenizle muharebe etmeksizin hareket etmemesi hususunda lâzım gelenlere emir buyrulması ehemmiyetle müsterhamdır. Yalnız bir de Konfuda’dan aldığım mektupta Cidde’den Ağustos ve Eylül taksitleri henüz gönderilmediği bildirilip burası ise son derece müzayaka içinde olduğundan akçenin sür’at-i irsali esbabının islikmâli başkaca mercûdur.
Asir Mutasarrıflığından alınan şifre hallidir.
Dün cevaben Seyyid’den aldığım mektupta Yemen valisinin beyannamesinden şikâyetle bütün Tıhame’nin hâl-i galeyanda olduğu ve eğer nezdine gidersem, esbabına tevessül ile teskîn-i fitne mümkün ve şu hareketi son cehdi olacağını beyân ediyor. Civar ru’esâ-yı meşâyihten aldığım mektuplarda ve şifahi ifâdâtında dahi bayram ertesi önü alınmazsa kıyâm-ı umumî vaki olacağı bildiriliyor. Bütün efkâr Seyyid”in lehindedir. Sabtya’dan aldığım mevsuk malûmatta dahi Şevval’in üçüncü günü (İS Ekim 1909) harekâtı umumiye emri her tarafa verilmiş olduğundan muhakemât-ı acizâneme göre Seyyid, kat’iyyen harekât-ı ihtilâliye ifâ’ına mutasaddi olsa idi, asker vürüd etmezden evvel şu eyyamı elimede bizi hasr ve tazyik eder idi. Her halde bendeniz siyasetle teskîn-i fitne ile devleti bir ga’ileye sokmamak fikrindeyim. Binaenaleyh her türlü eshâb-ı silaha tevessül etmiş olmak üzere tarihten üç gün sonra Jandarma Kumandanı Mümtaz Kolağası Mustafa Kemal Bey’le meşâyih vefiıkahâdan üç zâtı nezd-i Seyyid’e gönderiyorum. Vereceğim ta’limât, eğer Seyyid teskîn-i fitne ile vtfâk tarafdarı ise her güne tebligat icra içün yollar açılsın, Konfuda’dan buraya erzak, akçe, bilâ-muhafaza gelsün, ben de emir vereyim, iş’ar-ı âhire kadar Konfuda’ya çıkacak kuvvet ileri hareket etmesin, sonra bizzat bir nokta-i mu’ayyenede Seyyid’le birleşeyim. Memleketin ıslâhı neye mutavakkıf olduğunu bilmüzâkere makam-ı hilâfete arz edeyim. Şu teklifimi kabul ederse, nüfûz-ı münteşiresine nazaran tâlib-i salâh olduğu tebeyyün eder. Vallah zaten biz, her suretle mukabele ve müdafaaya hazır olduğumuzdan sell-i seyften müctenip değiliz. Ve fakat şu teklifi kabul etmezse, şüphe buyrulmasm ti Seyyid, pek çok tarafdar zayi edecektir. Binaenaleyh sahile çıkacak askerin bendenizle muharebe etmeksizin hareket etmemesi hususunda lâzım gelenlere emir buyrulması ehemmiyetle müsterhamdır. Yalnız bir de Konfuda’dan aldığım mektupta Cidde’den Ağustos ve Eylül taksitleri henüz gönderilmediği bildirilip burası ise son derece müzayaka içinde olduğundan akçenin sür’at-i irsali esbabının islikmâli başkaca mercûdur.
18 Eylül 132511 Ekim 1909
Asir Kumandanı
Süleyman
Vürûdu 6 Teşrin-i evvel 1325/19 Ekim 1909
Asir Kumandanı
Süleyman
Vürûdu 6 Teşrin-i evvel 1325/19 Ekim 1909
EK–7
Babıâli Dâhiliye Nezareti Şifre Kalemi
Asir Mutasarrıflığından Alınan Şifre
C.14 ve 18 Teşrin-i evvel 1325. İki defa
gönderildiği tebliğ buyrulan 15.000 lira kuvâ-yi cedîdenin masrafı karşılığı
ise sevâhil ve cibâlde inşası mühim olan müdafa’alı kışlaları hangi para ile
yapacağız. Seyyid’e gönderdiğim hey’et meyânma Mustafa Kemal Bey idhal
edilememişti. Aldığım cevap pek mülayim ve zımnen teferru’kârâne idi. Akdemce
arz ettiğim veçhile Seyyid’e vesile-i iğfal kalmamak içün her türlü mes’uliyeti
duş-ı sıhhiyete alarak şeri’atm tamamiyi tatbikına taraf-ı saltanattan me’mûr
olduğunu ilanla halkı tereddüde düşürmüş ve bu suretle şu kıt’ada isyan-ı
umumînin önünü almıştım. Zira şurası kat’iyyen malûm olsun ki, Seyyid burada
bir hükûmet-iarabiyye te’sis maksadıyla halkı isyana davet edemez. Davet etse
de meşayihin mahall-i menâfi’i olduğundan kat’iyyen kabul olunmaz. Bu zâtın
istediği şimdilik zımâm-i halkı her ne suretle olursa olsun eline alıp ileride
maksad-ı hafisini icraya bir zemin ihzarı olması me’mûldür. Binaenaleyh
hükümet, velev yalnız ahkâm-ı şeri’atm buralarda tamamı-yi icrası gibi meyl-i
halka ve menfa’at-i devlete muvafık bir tedbir musibi Seyyidin müracaat ve
mutalebesi ve tavassutu ile kabul ve ilan eder ise, halkı Sey-yid’in kucağına
kendi eliyle atmış olur. Şu mühim/nenin nazar-ı mutala’aya alınması ile Hicaz
ve Yemen ve Asir’de yalnız ahkâm-ı şer’iyenin cari olacağına devlet
kendiliğinden karar verip ilan etmesi şu kıt’aâtm rakipsiz elimizde kalmasını
ve bu suretle lâzım gelen ıslahatın ale’t-tedrîc kemal-i suhuletle mevki’-i
icraya vaz’ını te’min edeceğini arz ile Seyyid’le devletin müzakere edip
verilecek mukarrer at m aksi te’sir hâsıl edeceğine ve zira Sa’idPaşa mülakatı
üzerine devletle musalâha ediyoruz mutala’am tervtc olunacaktır. Herkes ırz ve
edebiyle hareket etsin ve fakat mücrimleri bize getirsin yolunda Seyyid-i mumaileyh
tarafından hakimane ve galibâne neşriyat vaki’ olmakta ve bu ise mumaileyhin
nüfuz ve kudretini tevsi’ etmekte olduğundan âtiyen vehamet zuhuru muhakkaktır.
Şurası da malûm olsun ki, eğer buradan isyan başlarsa, mes’elenin Hicaz’a dahi
sirayeti şüphesizdir. Geçenlerde katil mu’temedleri tutup nam-ı şerife icra
ettiğim iki hıdmet askeri bütün cebeli titrettiği gibifevcfevc merkeze gelerek
icra-yı şeri’at-ı ahmediyede devletle beraber fedâ-yı cana hazır olduklarına
and ve imza verdiler. Görülüyor ki, bütün usâta sihir gibi te’sir eden ahkâm-ı
şer’iyyeyi ilahla bütün halk nâm-ı celîl ile ona katılarak şu kıt’a-i vâsi’in
kan dökülmeksizin teskin ve ıslâh olunacağına ve bundan bagka doğru bir hareket
olmadığına şüphe buyrulmasın. Binaenaleyh bir te-tebbu-ı amîk neticesi olan şu
ma’rûzâtıma müsaade buyrulduğu surette sevahili zabt içün istediğim vesâ’üin
sür’at-i irsali ve çökerlerine muvazzafı bir ta’limât i’tâsı ve afv-ı dima
ıskat-ı fera’iz demek olup buna halifenin bile selahiyeti olmayıp vereseye ait
idüğüne dair Seyyid’e yazdığım mukni’ ve müdellil mektuba cevab-ı muvafakat
aldığım halde tarafından bir hey’et-i meb’use meyanında Ebha-Sabiya tarîkinin
keşfine me’mur Mustafa Kemal Bey’le bazı memurini nezd-i Seyyid’e göndereceğimi
ve lede’l-hâce bunların merkez-i saltanata kadar gitmelerine ruhsat i’tâ
edeceğimi her halde Seyyid’in başka bir maksadı tebeyyün ettiği surette buradan
ve Cîzân üzerinden Sabiya üzerine yürüyüp fesadı kökünden imha vacip olduğunu
bu bâbda tereddüde mahal olmadığını hakikat olarak arza mücasir olurum.
22 Tesrin-i sani 132515 Aralık 1909
vürûru: 25
Mutasarrıf ve Kumandan
Süleyman
vürûru: 25
Mutasarrıf ve Kumandan
Süleyman

[1] -Matbaada basılan 5.000 adet
kitap baskıyı yapan kişi tarafından dağıtılmıştır.
[2] -EK DOSYA: Zekeriya Türkmen,
Atatürk Araştırma Kurumunun Dergisi
sayı; 32,Cilt; Xl, Temmuz 1995 teki makalesinde, “Mustafa Kemal (Atatürk)'in
Yemen'e Tayini ve Bununla ilgili Belgeler”
[3] -EK-1 ATATÜRKÜN KARDEŞİ OLDUĞUNU
İDDİA EDEN ÇAKIR AİLESİ
[4] - EK-2 ATATÜRKÜN VASİYETİ
ARKASINDA Kİ MEHTİLİK İDDİASI
[5] - Maalesef Atatürk biyografileri
kaleme alınırken nedense hep 1926 yılında Emekli Sandığının bir takım kayıtları
dikkate alınmaktadır. 1989 Yılında Atatürk Araştırma Merkezinde İsmet Gönülal
Beyle yaptığımız görüşmede kendisine Atatürk’ün 1915’ten önceki hayatı hakkında
detaylı bilgi nerede bulabileceğimizi sorduğumuzda, cevaben yukarıdaki kaynağı
tavsiye etti. Bu kaynakta da genel bilgiler mevcut idi. Bu açıdan O’nun
hayatında bilinmeyen dönem diyebileceğimiz 1914 öncesi hakkında arşivlerimizde
önemli belgeler olduğu kanaatindeyiz ve yapılacak araştırmalarla bunlar gün
ışığına çıkartılacaktır.
[6] - Salih Omurtak, “Atatürk”, I
A., I, s. 720.
[7] - Ahmet Emin (Yalman) “Gazi
Mustafa Kemal Pasa ile Mülakat”, Vakit nr: 1468,10 Ocak 1922; ayrıca bkz. Yusuf
Hikmet Bayur, Turk İnkılâbı Tarihi. W. Ankara 1983. s. 196; Bernard Lewis,
Modern Türkiye’nin Dogufu. (Çev. Metin Kıratlı), Ankara 1984, s. 203.
[8] - Faik Reşit Unat, “Atatürk’ün
II. Meşrutiyet İnkılâbının Hazırlanmasındaki Rolüme Ait Belgeler”, Belleten,
XXVT/102.1962, s. 344.
[9] - Şalin Omurtak, a.g.e., 720;
Uluğ iğdemir, Atatürk ve Yafamı. c.I. Ankara 1980, s. 9; Yusuf Hikmet Bayur.
a.g.e., s. 196.
[10] - Vakit, aynı nüsha
[11] - E.E. Ramsaur, Jön Türkler ve
1908 İhtilâli, (Çev. N. Yavuz), İstanbul 1982, s. 117.
[12] - Uluğ İğdemir, a.g.e.. Aynı
eser, s. 11; ayrıca bkz. Tahsin Üzer, Makedonya’da Eşkıyalık Tarihi ve Son
Osmanlı Yönetimi, Ankara 1987, s. 23.
[13] - Şevket Süreyya Aydemir, Tek
Adam, I. İstanbul 1963, s. 107.
[14] - Salameı-i Devlet-i Aliyye, 64.
Sene, Dersa’adet 1323, s. 316; ayrıca bkz., Bekir Erkin, “Atatürk’ün
Selanik’teki Askerlik Hayatına Ait Hatıratı”, Belleten, XX/80,1956, s. 599.
[15] - Salih Omurtak, a.g.e., s. 721;
Yusuf Hikmet Bayur, a.g.e., s. 215.
[16] - Bekir Tünay, “Mustafa Kemal re
İttihat ve Terakki”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, I/I, Ankara 1984, s.
257.
[17] - Bekir Tünay, a.g.e., s. 257.
[18] - BOA (Başbakanlık Osmanlı
Arşivii), İrade Askeriye nr: 32, 11 Cemaziyelahir 1327/16 Haziran 1325 tarihli
belgeden Mustafa Kemal’in Selanik’teki Jandarma Mektebinin komutanlığını
yaptığı ifade edilmektedir.
[19] - BOA., Babıâli Evrak Odası
(BEO), Rumeli Müfettişliği Gelen, nr 248949,13 Haziran 1324.
[20] - Gn. Kur. ATASE Arşivi nr:
9-3411, Kls: 71, Ds: 38, F: 4/17.
[21] - Hareket Ordusunun
hazırlanması, İstanbul’a yürüyüşü, İstanbul’a hakim olması, başkentte iktidarı
değiştirmesi ve diğer faaliyetleri hakkında geniş bilgi için bkz,. Zekeriya
Türkmen, Osmanlı Meşrutiyetinde Ordu-Siyasete Çalışması, İstanbul 1993.
[22] - Süleyman Nazif, “Hürriyet
Ordusunda”, (Osmanlı nr: 36. 21 Nisan 1909) başlıklı yazısında şöyle diyordu:
“... Ayastefenos’ta Meclis-i Maarif a’zasından Hikmet Bey’e tesadüf ettim. Beni iki refikimle evine götürdü. Öğle ta’amı yaptık. Hikmet Bey’in hanelerinde III. Ordu kahramanlarından Mümtaz Yüzbaşı Mustafa Kemal Bey’e tesadüf ettim. Selanik Jandarma Efrad-ı Cedide Mektebi Kumandam iken tehlikede bulunan vatanın imdadına müsare’ada pay-ı tahta koşmuş, simdi nefer libasıyla zabitlik yapıyor.”
“... Ayastefenos’ta Meclis-i Maarif a’zasından Hikmet Bey’e tesadüf ettim. Beni iki refikimle evine götürdü. Öğle ta’amı yaptık. Hikmet Bey’in hanelerinde III. Ordu kahramanlarından Mümtaz Yüzbaşı Mustafa Kemal Bey’e tesadüf ettim. Selanik Jandarma Efrad-ı Cedide Mektebi Kumandam iken tehlikede bulunan vatanın imdadına müsare’ada pay-ı tahta koşmuş, simdi nefer libasıyla zabitlik yapıyor.”
[23] - Gn. Kur. A TASE. Arşivi nr:
9-341 k Kls: 71. Ds: 45. F: 7.
[24] - BOA., İrade Askeriye nr: 32. E
Cemaziyelahir 1327/16 Haziran 1325.
[25] - Seyyid İdris çok önceleri
Fas’tan Sudan’a giderek kurduğu İdrisiye tarikatı De taraftar toplamaya
çalışmıştır, İdris tarikatını daha geni; alana yaymak ve daha sonra da buna
dayanarak bir hükümet ve devlet kurmak azminde idi. İdris bunun için en uygun
yer olarak Asır1! seçti ve XIX. Asrın sonlarına doğu buraya yerleşti. Asir,
Osmanlı idari teşkilatına göre bağımsız statüye sahip sancaklardan birisi idi.
1907 Yılından itibaren Osmanlı hükümeti İdris ile ciddi olarak uğraşmaya
başladı. Bkz., Gn. Kur. ATASE Başkanlığı Yayını, Birinci Dünya Harbinde Türk
Harbi: Hicaz, Asir, Yemen Cepheleri ve Libya Harekâtı 1914-1918, c VI. Ankara
1978, s. 26-27,40.
[26] - Tarihe “Ozan Felaketi” adıyla
geçen bu olay İdris’in yöredeki bedevi Arap kabileleri arasındaki şöhretinin
giderek artmasına sebep olduğu gibi kendisine büyük ölçüde katılımlar da oldu.
Bkz., Gn. Kur. ATASE Başkanlığı, a.g.«., s. 4.
[27] - İhsan Süreyya Sırma, a.g.e.,
s. 381.
[28] - Süleyman Şefik Paşa, İstiklal Harbi
yıllarında İstanbul hükümetinin - 1919 yılı Ağustos-Eylül aylarında Harbiye
Nazlılığını yapmış: bilahare Anadolu’da kuva-yı mîlliyeye karşı faaliyette
bulunmak üzere İngiliz desteği ile İstanbul’da hazırlanmış, olan kuva-yı
inzibatiyenin komutanlığına getirilmiş, olan kişidir.
[29] - BOA., İrade Askeriye nr: 19,
29 Rebiyülahır 1327/7 Mayıs 1326. İradede “ahval-i mahalliyeye vukufuna ve
iktidarına mebni Seyyar Topçu Üçüncü Liva Kumandanı Mirliva Süleyman Şefik
Paşa’nın Asir Mutasarrıf ve Kumandanlığına tayin edildiği” belirtiliyordu.
[30] - BOA. İrade Askeriye nr: 31,11
Cemaziyelahir 1327/16 Haziran 1325. lef: 1.
[31] - BOA., Aynı belge, lef: 2.
[32] - BOA., Aynı belge, lef: 3.
[33] - BOA., Aynı belge, lef: 4.
[34] - Mustafa Kemal Atatürk’ün
Asir’e tayini meselesini Yüksek Lisans tezini hazırlarken, 1989 yılında
Başbakanlık Osmanlı Arşiv’inde yaptığımız çalışmalar sırasında tespit ettik.
Zamanımıza kadar yapılan bütün çalışma ve Atatürk biyografilerini
incelediğimizde bu konuyla ilgili hiç bir kayda rastlamadık. Bu konuyu Atatürk
Araştırma Merkebinde olsun Genelkurmay ATASE Arşivin’deki çalışmalarımızda
olsun çeşidi vesilelerle dile getirdiğimizde hiç kimseden bu konu hakkında bir
açıklama bulamadık. Arşivcilik konusunda Türkiye’de mütehassıs bir kimse olan
rahmetli Mithat Sertoğlu Bey’e de bu konuyu sorduğumuzda bu tayin ve vazifeler
hakkında pek fazla bilgi olmadığını, fakat Mustafa Kemal’in aktif bir kişiliğe
sahip olmasından dolayı memleketin pek çok yerinde vazifelendirildiğini ifade
etmişlerdir. Yapılan bu araştırmalardan sonra, bu konuyu hemen o «ırada gündeme
getirmedik. îsim benzerliği olabilir - Yüzbaşı Mustafa Kemal Bey - düşüncesiyle
bulduğumuz belgeleri kuvvetlendirecek bilgilere ulaşmamız gerekmekte idi.
Nihayet arşivde yeni fonların açılmasından sonra yapılan araştırmalarda
Süleyman Şefik Paşa’nın devlet merkezine gönderdiği belgelerden hareketle
Mustafa Kemal’in Yemen’e gittiği ve bilfiil görev yaptığı tespit edilmiştir.
Diğer taraftan dönemin devlet ve askeri salnamelerine (yıllık) de bakarak isim
benzerliği konusundaki şüpheler ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Öte yandan
Mustafa Kemal’in Yüzbaşı rütbesinde iken Selanik’te Jandarma Mektep Komutanlığı
ve Galatasarayı Jandarma Bölük komutanlığı görevleri ile .ilgili bel-, gelen
dönemin basınındaki haberlerle pekiştirerek bir sonuca ulaşmış, fakat Yemen’e tayini
konusunda irade ve belgeleri bulmuş gidip gitmediği konusunda tereddüde
düşmüştük. Bu konuyu bir makale ve ilim camiasına sunmayı bir vazife addettik.
Çünkü Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, daha
genç yaşlarda - henüz 28 yaşında bir yüzbaşı- iken kendisinden Harbiye
Nezareti’nin övgü ile bahsettiği görevinde ehil olduğunu belirttiği bir komutan
hüviyetindedir. Bahsedilen bu konu bilahare, tarafımızdan bir makale halinde neşredilmiştir.
Bkz., Zekeriya Türkmen, “Mustafa Kemal Atatürk Hakkında Bilmediklerimiz:
Atatürk’ün 1909 Yılında İki Görev ve Bir tayini’’, Türk Dünyası Tarih Dergisi,
Sayı: 72, Aralık 1992, s. 29-36.
[35] - Halkın İdris’ten yana olduğunu
gören Süleyman Sefili Paşa, hatta bir cuma günü İdris’ten kendisine hediye
olarak gönderilen gömleği giymek suretiyle aşırı iltifatta bulunmuş, bu olaylar
devlet otoritesini sarstığı gibi, İdris’in büsbütün şımarmasına sebep olmuştur.
Bkz., Cm. Kur. ATASE Başkanlığı Yay., a.g.e., s. 27.
[36] - BOA., Dahiliye Nezareti,
Mukaieratı-ı Umumiye idaresi Evrakı (DH. MVİ), Ds: 1-V77.5.L 1327/ 20 Ekim
1909, lef: 2-3.
[37] - BOA., DH. MU t, Ds: 1-4140. L . 1327131 Ekim 1909.
[38] - Ebha Asir’de dağlık bir
mıntıkada bulunmaktadır. Sıbya ise Kızıldeniz’e yakın bir yerleşim birimidir.
Ebha-Sıbya arasında yer alan yol düzenli bir yol olmamakla beraber denizden
içeriye doğru gidişte en müsait mekanlardan birisidir. Bkz., BOA., Harita
Katoloğu nr: 633, Yemen-Asir haritası.
[39] - BOA. DH. MUİ. DS: 1-7/34, F: 4-5,5
Aralık 1909.
[40] - BOA, DH. MUİ. Ds: f-5/23. 24
Kasım 1909.
[41] - Salih Omurtak, -Atatürk”. tA.
ti. s. 722.
[42] - Atatürk’ün sevdiği türküler
arasında Rumeli türküleri olduğu kadar en fazla yer tutanlardan birisi de Yemen
türküsüdür. O, bu türküyü -belki de- Yemen çöllerindeki o mücadele günlerini
hamlatması bakımından hafızasında devamlı canlı tutmuştur.
[43] - Mustafa Kemal’in Asir’deki
görevi sırasında amiri durumundaki Süleyman Şefik Paşa, en yıllık bir aradan
sonra (1919) O’nun askerlikten tardı yolunda kararlar çıkartacak ve millî
hareketin lideri durumunda olan M. Kemal’e Karşı cephe alacaktır.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder