
KEMİKSİZLER
OGÜN DELİ
(ORPARS)
İÇİNDEKİLER
Önsöz
Giriş
Milli Mücadelede Hain Faaliyetler
Kuvay-i Milliye ve
Paşalarımız
Mandacılar Unutuluyor
mu?
Wilsoncuların Müracatı
Amerikan Görüşü
Milli Mücadele Döneminde Cemiyetler
Masonluk Cemiyeti
Büyük Millet Meclisinde Masonluk Tartışmaları
Mason Dernekleri Açılıyor
Tokat Milletvekili
Ahmet Gürkan’ın Mason Derneklerinin
Kapatılması Hakkında Kanun Teklifi ve İçişleri ve Devlet
Komisyonları Raporları
Masonluğun İlgası İçin Yapılan Kanun Teklifi
1-Derneğin Kökünün Dışarda oluşu
2-Siyasi Mahzurlar
3-Tarafsızlık bakımından
4-Gizlilikten Doğan Mahzurlar
5-Sınıf Tefriki
6-Hurafecilik Vasfı
Bu Kanun Teklifine “Evet” Diyenler
Lions Dernekleri
Üye Kayıp Sebepleri
Lions Amblemi
Bilderbergler
Lozan Barış Antlaşması ve Getirdikleri
Türk – Yunan Mübadelesi
Ekler
Rockefeller’den Burs Alanların Listesi
Ek dosya
Danone Yoğurtları
Türkiye’de Masonluk
ÖNSÖZ
Ülkemizin bugün gerçekten çok önem arz eden temel sorunları vardır. Ve
bunların bir gün içinde okus pokus yaparak çözülemeyecek, zaman dilimlerine ayırıp, kademe kademe
çözümü gerekmektedir.
Bu
sorunların başında ise Kemikleri olmayan , omuriliksiz insan kimliğinde ne
olduğu belli olmayan varlıklar gelmektedir. Biz bunları tanımlamak ve
isimlendirmek için Kemiksizler diyoruz.
Kemiksizler, Kendi şahsi emelleri, para, şöhret’ten başka birşey
düşünmeyen ve bunları elde etmek için tüm ahlaki unsurlardan sıyrılmış, çıkarı
menfaati neredeyse o toplumlar gibi gözüken bir zümredir.
Farklı
topluluklar ve kimlikler içinde olsalar bile birbirlerini tanıyan ve kolluyan
yapıları ançak dikkatli bir göz tarafından farkedileçek olan bu varlıklar
ülkemizin temel sorunlarından biri olarak ilk önce çözümü gereken sorunu olmayı
teşkil etmektedir.
Osmanlı
tarihi önümüzde yazımı ve anlaşılması güç olmayan bir tarihtir. Türk tarihi de
öyle durmaktadır.
Fakat
görüyoruz ki karmakarışık hale getirilmiş ve kendi aslını öğrenmek isteyen Türk
evlatlarından bir haber edilip yazılmıştır. Ve yazılmaktadır.
Bunun
sebebi yukarıda bahsettiğimiz gibi bu kemiksizler tarafından yazılan tarihin
bir sonucudur.
Tarih
yazanların ve bu yazdıkları tarihi savunan akademik eğitimden geçmiş tonlarca
tarihçimiz vardır ve sonuç ortada durmaktadır. Sizce neden böyledir? Bu normal
bir sonuç mudur?
Türk
Evladı!
Öncelikle
önüne konulan tüm bilgi ve bilgileri hemen kabul edip , sorgulamadan. Bu tarihi
bilgileri kimlerin yazdığını ve kimliklerini araştırmadan asla kabul etme ...
Çünkü sana
dayatılan ve doğru olduğu söylenen bir çok bilgi yanlış ve seni geleçekte yok etmeyi hedeflemektedir.
Bugün
tarihçi kimliğiyle boks ringine çıkan boksörler gibi hareket eden tarihçilerin
ne kadarı tarihi bilgileri sana açtığına ve neleri savunup neleri anlatmadığına
dikkat et ki gör .
İşte bu
örneği tüm sorunlarımıza yaydığımızda bu kemiksizleri daha iyi tanıyacak ilk
aşamada onları aramızdan çıkarıp sorunlarımızı çözecegiz. Bunu yapamazsak sorunları
çözmemiz mümkün olmayaçaktır.
YÜCE TÜRK
MİLLETİ!
Tarihin
ve Tarihini yazan Ataların, Gerçekten bugün sana anlatılmamaktadır. Ve tarihine
sahip çıkma zamanı inan geçmiştir. Daha geç olmadan tarihine sahip çık ve
içinde ki asıl asalakları çıkar.
OGÜN DELİ
(ORPARS)
GİRİŞ
Kemiksizler
kitabının hemen başında Milli Mücadele yıllarına ve savaşta görev alanlara
giriş yapılmıştır.
Bunun
sebebi okuyucuyu konu üzerinde
hafızasını, günümüze gelirken nereden nasıl olaylar gelmiş bilgisini en ufak şekilde canlandırmaktır.
Bunu
yapmakta ki baş gayemiz o yıllarda dahi Milli Mücadeleye inanmamış hatta
karşısında mücadele etmiş olanların bugün uzantısı olan “genleri” ve
“fikirleri” bu görüşlerinden nasıl vaz
geçmemiştir. Göstermeyi hedeflemektedir.
Bundan bir
asır önce yaşanan olayların tekrar ediyor olduğu şu günlerde bu hatırlatma ile
yaşanan olayların aslında ne olduğunu kolayca kavrayıp çözüm yollarının
aranması şartı önümüzde durmaktadır.
Yine
günümüzde kahraman olarak gösterilen bir çok kimsenin gerçekte kimler
olduklarının ortaya çıkarılarak henüz
isimleri tarih kitaplarına yazılmamış bu ülkenin gerçek kahramanlarının
gündeme getirilmesi için bir zemin
oluşturmak için iyi bir başlangıç ve fırsattır.
MİLLİ
MÜCADELEDE HAİN FAALİYETLER
Türk İstiklal savaşını kazanan ruh öyle
kutsal ve yücedir ki bugün bu ruh’a düşmanlık besleyenlerin, Türk tarihini yok
etme teşebbüsünde bulunanların karşısında dimdik ayakta durmakta iflah olmaz
hainlerin ise, kutsal abide karşısında diz çökmekten başka çareleri kalmamaktadır
Yedi düvene diz çöktürmüş Osmanlı
imparatorluğun içerisinde yarattıkları fitne ve fesatlar sayesinde yıkımına
neden olanların tohumları bugün yine görev almışlığın verdiği vazife
ruhuyla yıkıcı faaliyetlere
geçmişlerdir.
Bu yıkıcı faaliyetlerin en acımasızı da
medya aracılığıyla yapılmaktadır.
Türk İstiklal Savaşının aslında başlanğıcı
Sultan 2.Abdülhamit’in tahtan indirilmesiyle meydana gelen bir sürecin sonu
olarak da değerlendirmek mümkündür.
13 Nisan 1909 tarihinde “31 Mart Olayı”
olarak tarihimize geçen günde,Rumeli de bulunan Hareket ordusunun İstanbul’a
yürümesi ve yönetimi ele geçirmesiyle sonuçlanan siyasi ve askeri hareket kendi
yaptığı hareketi meşru bir zemine oturttura bilmek için dönemin geleneklerine
göre “Fetva Emini” belgesinin alınması şartı ortaya çıkmıştı.
Bu fetvayı önemli kılan diğer bir konu da
yapılan bu hareketin meşruluğu yanında “İslam dininincede onaylandığının ortaya
koyulması gerekliliğiydi. Fakat dönemin
Fetva Emini;
“Hangi
Padişah tahtan indirildiyse,hemen arkasından memleketin başına bir felaket
gelmiştir, ben bu fetvayı hazırlayamam, zaten görevimden de ayrılmış
bulunuyorum” diyerek istenen belgeyi vermemiştir.
Bunun üzerine şöhretli Hamdi Efendi, gönüllü olarak fetvayı
yazıyordu. Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi tarafından onaylanarak[1] 2.Abdülhamit’in tahtan indirilmesi gerçekleşiyordu.
İşin en acı ve garip tarafı ise 27 Nisan
1909’da Saraya Padişahı bu tebliği sunmaya giden hey’et, Aram Efendi, Bahriye
Feriki Ahmet Hikmet, Emmanuel Karasu ve Esat Toptani Paşa bulunuyordu.
Osmanlı tarihinde ilk kez içinde
azınlıkların içinde bulunduğu bir hey’et tarafından Padişah tahtan indirilirken,
Filistin de kurulması istenen Yahudi Devleti için Padişahın huzurundan kovulan Emmanuel
Karasu’da bu şekilde intikamını almış oluyordu[2].
İşte bu sürecin devamında kendi özgürlük
ve bağımsızlık mücadelesini verme savaşında ve Emperyalistlerin uzun yıllar
boyunca yaptıkları sistemli ve programlı çalışmalar neticesinde ülkeyi işgal
etmesiyle herkesin artık “Her şey Bitti” dediği bir zamanda Türk Milletinin
üzerine doğan Mustafa Kemal Atatürk’ün özgürlük ışığı Milletin aydınlanmasına
öz vatanına sahip çıkmasına vesile olmuştu.
Hiç beklemedikleri bir tepkiyle
karşılaşan Emperyalist ülkeler, yüreğini ortaya koyan bu Millet’in liderinin
birlik ve beraberlik ruhunu ortadan kaldırmak için bir avuç bahtsızdan
faydalanarak Atatürk’ün aleyhinde propağandalara başlamıştır.
20 Temmuz 1922 tarihinde “Nevzad” adlı
İstanbul’da yayınlanan gazetenin ilavesi emperyalistlerin uçaklarıyla Türk
ordusunun üzerine atılarak fitne ve fesat yaratılmaya çalışılmıştır. Türk
ordusunun üzerine atılan fitne broşürlerde; “Şimdi
alınan telgraf: Mevsuken ( sağlam) aldığımız telgrafa nazaran Ankara hükümeti
Başkomutanı Mustafa Kemal paşa Meclis müzakeresinde Ali İhsan
Paşa’ya tabanca endaht etmek (çekmek) suretiyle mecruhiyetine ( yaralama )
sebebiyet verdiğinden Ali İhsan Paşa da o dakika da belindeki tabancayı
mukabeleten endaht etmek suretiyle Mustafa Kemal Paşa’nın maktul ( öldürüldüğü) düştüğü bildirilmektedir.”
Diyerek fitneyi yapan bu hain
gazete ve yazarları bununla da
yetinmeyerek bir not düşer. Bu not’ta ise;
“Elbette
bu kadar milyonlarla ölen masumların feryat âhını cenab-ı Hak bırakmaz, geç de
olsa mutlaka ah yerini bulur.”
Diyerek maalesef ne kadar büyük bir hata yaptığının farkında
değildir.Aslında Türkiye’deki bazı basının günümüzde de farklı bir anlayış
içinde olmadığını izlemekteyiz.
KUVAY-İ MİLLİYE ve PAŞALARIMIZ
Birinci
Dünya savaşının bittiği 1918 yılında imzalanan Mondros Ateşkes antlaşması
(30 Ekim 1918) sırasında, Osmanlı İmparatorluğu ordularının başında
bulunan general ve denk düşen rütbelerde bulunan paşa sayısı 300’den fazlaydı.
Bununla beraber ulusal Kurtuluş
Mücadelesini veren paşa sayısı 3’tür. Bunlar;
Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa ve
Kazım Karabekir Paşa’dır. Bu sayı Cumhuriyet kurulduktan sonra 13’e çıkmıştır.
Paşaların ulusal kurtuluş savaşının üç yılı boyunca fırka / Tümen ve daha üst
kademelerdeki birliklerini komuta eden subay sayısı 100’dür.
Aşağıda isimleri verilen 13 paşa
haricinde diğerleri Kolağası, Önyüzbaşı, Binbaşı, Kaymakam, Yarbay, Miralay, Albay
rütbeleriyle bu savaşa katılmışlardır. Bunlar ise; Ferik cevat (çobanlı), Mirliva Ali Sait
(Akbaytogan), Ferik Mustafa Fevzi (Çakmak), Mirliva Nihat (Anılmış), Mirliva
Yusuf İzzet (Mert), Mirliva Yakup Şevki (Subaşı), Mirliva Mustafa Kemal (Atatürk), Mirliva Muhittin
(Akyüz), Mirliva Ali İhsan (Sabis), Mirliva Ali Fuat (Cebesoy), Mirliva Kazım
(İnanç), Mirliva Kazım (Karabekir), Mirliva Nureddin Paşa’dır.
1920 ve 1921 yılları arasında “Fermansız”,
paşa olan ilk Anadolu Generalleri; Şark Cephesinden Rüştü Paşa, 1309-Top.8,
Rüştü (Sakarya) paşa, 1311-b.p.70, Garp Cephesinde cephe komutanı İsmet (İnönü)
paşa, 1319-sah.Top.I., Cenup cephesinde
Kolordu Komutanı Fahrettin (Altay) paşa, 1315-P.I., Cephe komutanı Refet
(Bele) paşa, 1314-P.39.dur.
1920 – 1923 arasında Türk silahlı kuvvetlerinde 24 Albay,
Miralay T.B.M.M onayıyla General, Paşa olmuşlardır ki bunlar;
1-Mirliva Rüştü Paşa ,1309.Top.8
|
||||
2-Mirliva
|
Rüştü
(Sakarya) Paşa,1311-b.70
|
|||
3-Mirliva
|
İsmet
Paşa (İnönü),1319.Sah.Top.1
|
|||
4-Mirliva
|
Fahrettin
Paşa (Altay),1315-P.1
|
|||
5-Mirliva
|
Refet
Paşa (Bele),1314-p.39
|
|||
6-Mirliva
|
Naci
Paşa (Eldeniz),1309-p.17
|
|||
7-Mirliva
|
Kazım
Paşa (Sevüktekin),1311-b-p.5
|
|||
8-Mirliva
|
Osman
Nuri Paşa (Koptegal),1311-b.p.17
|
|||
9-Mirliva
|
Mehmet
Sabri Paşa (Erçetin),1313.Top.17
|
|||
10-Mirliva
|
Hüseyin
Nurettin Paşa,1313-p.256
|
|||
11-Mirliva
|
Şükrü
Naili Paşa (Gökberk),1314-p.13
|
|||
12-Mirliva
|
Ali
Hikmet Paşa (Ayerdem)
|
|||
13-Mirliva
|
Asım
Paşa (Gündüz),1316-p.2
|
|||
14-Mirliva
|
Mürsel
Paşa (Bakü),1316-p.21
|
|||
15-Mirliva
|
Mehmet
Emin Paşa (Koral),1318.Ağ.Top.1
|
|||
16-Mirliva
|
Kazım
Paşa (Özalp),1318-p.29
|
|||
17-Mirliva
|
Halit
Paşa (Karşı alan),1319-p.257
|
|||
18-Mirliva
|
İzzettin
Paşa (Çalışlar),1319.Top.2
|
|||
19-Mirliva
|
Kazım
Paşa (Orbay),1320.sah.Top.1
|
|||
20-Mirliva
|
Kemalettin
Sami Paşa,1321-is.1
|
|||
21-Mirliva
|
Cemil
Paşa (Conk),1308-p.18
|
|||
22-Mirliva
|
Sami
Sabit Paşa,1312.sv.10
|
|||
23-Mirliva
|
Selahattin
Adil Paşa,1315-b-Top.2
|
|||
24-Mirliva
|
Cafer
Tayyar Paşa (Eğilmez),1316-sv.4
|
|||
Kurtuluş savaşı sırasında General
rütbesine yükseltilen bu Albaylarla Türk Silahlı Kuvvetlerindeki “Paşa” sayısı
daha önceki 13 Paşayla birlikte 37’ye yükselmiştir.
Savaş boyunca 8-9 Temmuz 1919 gecesi Mirliva rütbesindeyken
askerlik hizmetinden istifa eden Mustafa Kemal Paşa 5 Ağustos 1921’de T.B.M.M.
kararıyla rütbesiz olarak “Başkomutan” atanmıştır.
19 Eylül 1921’de de Sakarya savaşının
kazanılması üzerine “Gazi” Şanı ve “Müşir” diye (Mareşalliğe) yükseltilerek,
Türk Silahlı Kuvvetlerinin en yüksek rütbesine ulaşmıştır.
Cumhuriyetin ikinci Mareşali ise, 1922’de
Başkomutanlık savaşı sırasında Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi olan Mustafa
Fevzi (Çakmak) olmuştur.
Şark cephesi komutanı Mirliva Kazım
Karabekir Paşa ise, Ermeni hareketinden sonra 1920 yılında T.B.M.M. tarafından
rütbesi Ferik yapılan ilk Osmanlı paşasıdır.
Kurtuluş savaşı boyunca silahlı Kuvvetler
Komuta kademelerinde Tümen ve daha üst birlikleri komuta etmiş olup da
Cumhuriyet ordusunda daha sonra ki yıllarda Generalliğe yükselmiş Miralaylar
ile Albayların Listesi İse şöyledir;
1
Miralay Mehmet Emin (Yazgan)
2
Miralay Vehbi (Kıpçak)
3
Miralay Muhittin (Kurtis)
4
Miralay Akif (Erdemgil)
5
Miralay Mehmet Emin (Çolakoğlu)
6
Miralay Nazmi (Solak)
7
Miralay Sıtkı (Üke)
8
Miralay Mustafa (Muğlalı)
9
Miralay Mehmet Suphi (Kula)
10 Miralay
Mehmet Hayri (Tarhan)
11 Miralay
Cavit
12 Miralay
Mehmet Kenan (Dalbasar)
13 Miralay
Seyfi (Düzgören)
14 Miralay
Cemil Cahit (Toydemir)
15 Miralay
Abdurrahman Nafiz (Gürman)
16
Miralay Aşir (Atlı)
17
Miralay Naci (Tınaz)
18 Miralay
H.Hüsnü Emir (Erkilet)
19 Miralay
A.Zeki (Soydemir)
20 Miralay
Sabit (Noyan)
21
Miralay Ömer Halis (Bıyıktay)
22
Miralay Ahmet Derviş
23 Miralay
Salih (Omurtak)
24 Miralay
Hulusu (Gökdolay)
25
Miralay Kazım (Dirik)
26 Miralay
Osman Zati (Koral)
Kurtuluş savaşı boyunca Tümen ve daha üst
düzeyde birlikleri komuta edip de, savaş sonrasında Miralay, (Albay) rütbesinde
bulunan komutanların listesi ise;
1
Miralay Mümtaz
2
Miralay Münip (Özsoy)
3
Miralay Veysel
4
Miralay Ali
5
Miralay Hacı Arif (Örgüç)
6
Miralay Reşat (Çiğiltepe)
7
Miralay Şefik (Aker)
8
Miralay Şerif (Yaşağaç)
9
Miralay Ethem Servet (Boral)
10 Miralay
Bekir Sami (Günsav)
11 Miralay
Ahmet Nuri (Öztekin)
12
Miralay İbrahim Çolak
13 Miralay
Mehmet Arif
14
Miralay İsmail Hakkı
15 Miralay
Sadullah (Güney)
16 Miralay
Mehmet Nuri (Conker)
17 Miralay
Mehmet Hulusi (Conk)
18
Miralay E.Necdet- Çallı- (Karabudak)
19 Miralay
Halit (Akmansu)
20
Miralay Mehmet Nazım
Yukarıdaki 20 Miralay (Albay’dan) sadece
ikisi, Bekir Sami Günsav ve Şefik Aker, I.Dünya savaşı içinde, 1916 yılında
Miralaylığa yükselmiştir. Kurtuluş Savaşında da bu rütbeyle görev yapmışlardır.
Ulusal Mücadelede Tümen düzeyinde
birlikleri komuta edenlerin listesi ise;
1
Kaymakam (Yarbay) Mahmut Nedim Hendek,
Şehit
2
Hv. Bnb. Fazıl, Şehit
3
Kaymakam (Yarbay) Mehmet Atıf
(Ateşdağlı)
4
Kaymakam (Yarbay) Mehmet Hayri
5
Kaymakam (Yarbay) Şefik Avni
6
Kaymakam (Yarbay) A. Nuri (Öztekin)
sonra Miralay oldu.
7
Dz. Bnb. Celal (Köprücü Celal)
8
Dz. Bnb. Nazmi
9
Pilot Dz. Bnb. Sami
10 Dz.
Bnb. Fahri’dir.dir
MANDACILAR
UNUTULUYOR MU?
Türk İstiklal Savaşının “ Ya İstiklal Ya Ölüm” parolası
ile yola çıkanların karşısına çıkartılan ve üzerinde uzun süre olumlu ve
olumsuz yönde mücadele edilen “Mandacılık” fikri Milli Mücadelede tam
bağımsızlığı benimsemiş Mustafa Kemal ve onun arkadaşlarının karşısına
çıkartılan önemli engellerden bir
tanesidir.
İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan
mandacılığı fikri günümüzde de olduğu gibi sözde Aydınlarca sürekli olarak dile getirilmiştir.
Erzurum
Kongresiyle birlikte şiddetini artıran bu art düşünce Sivas Kongresinin
yayınlanacak olan sonuç bildirgesiyle sonlandırılacaktır.
Fakat buraya kadar gelmesinde etkili
olanlar kimlerdi ve yapmışlardır diye baktığımızda, yapılan ve söylenenlerin
tarihin gerçekten çok iyi bilinmesini ortaya çıkarmaktadır.
1919 tarihinde Amerika’yı dost ve müttefik
görenler sonra ki yıllarda ve günümüzde bize ne kadar zarar verdiklerini biliyorlar
mıydı bilinmez ama burada tekrarlamamız gereken bir husus vardır ki o da bu
ülkeyi tarihin derinliklerinden, vicdanından
ve milletin iradesinden alarak verdiği kararlar ile ne kadar ileri görüşlü bir
insan olduğunu ortaya koymakta olan Atatürk’ü tekrar saygı ile anmamak ne
mümkün.
İtalyan, Fransız ve İngiliz mandacılığına
sıcak bakmayanlar 3 Haziran 1919 tarihinde İstanbul’a gelen “Türkiye Mandaları
için Müttefikler Arası Komisyon” yayınladığı bir mesajda şunları söylemektedir;
“..Amerika bu mesele hakkında kafi
derece tenevvür
etmemiştir. Heyetin burada anlamak istediği
şey Türklerin, Amerikan mandasını kabul etmeye mütemayil olup olmadıklarıdır.
İstanbul da yaşayan diğer milletler gibi
siz de, gazetelerinizde fikrinizi, temayülünüzü neşrediniz. Bizce , Cemiyet mümessillerinin beyanatından
fazla, halk efkarını temsil eden basının kıymeti vardır. Basın gerek bizi, gerek
heyeti aydınlatmalıdır[3].”
Bu çağrıya ülkedeki Mandacılarda cevapsız kalmazlar. “alaim-i İstiklalin baki kalması şartıyla
Amerikan muzaheretinden istifa” gayesiyle,
“Vahdet-i Milliye Grubu” kurulmuş, ayrıca o günlerin bazı mühim simalarıda
, “Türk Wilsoncular Birliği”ni kurmuşlardı.
Bunlar;Halide Edip (Adıvar),Yunus Nadi, Ahmet
Emin (Yalman), Dr.Celal Muhtar, Ali Kemal, Celal Nuri, Necmeddin Sadık, Mahmud
Sadık’tır.
Bununla birlikte İngiliz taraftarları da
“İngiliz Muhibleri Cemiyeti”ni kurmuşlardı.
Wilsoncular Cemiyeti, Amerikan başkanı
Woodrow Wilson’a da bir mektup yazarak ricalarda bulunmuşlardır;
WİLSONCULARIN
MÜRACATI
“Gazetecileri ve çeşitli mesleklerin ileri
gelenleri ile aydınlarını , içine alan bir halk hareketi, “Türk Wilsoncular Birliği” adını verdikleri
bir birlik kurdular. Gayeleri Milletlerin hakları ile ilğili prensipleri hem
dost hemde düşmanları tarafından kabul edilmiş olan ve dünya da yeni bir sulh ve bolluk devrinin müjdecisi Amerika
Birleşik Devleti’nin Büyük Başkanına başvurmaktır.
… “Türk Wilsoncular Birliği” dini hoşgörü ve
siyasi eşitlik üzerine kurulmuş, kendi sınırları içinde başarı ile ahenk kazanmış
mütecanis olmayan bir halk topluluğuna sahip bulunan Amerikan Cumhuriyetinden, kendi
yardım ve tecrübelerini, Türkiye’deki mütecanis olmayan dinler ve ırklar sorununun
çözümü için kullanmasını istemektedir.
Bu davranışıyla Amerika çok acılı ve
kederli bir milleti sulha ve yeni bir yaşama kavuşturacaktır.
Son yıllardaki teşebbüslere ve
başarısızlıklara bakarak, Türkiye’nin Vatan Severleri ve Aydınları, tarihi gelenekler ve ırklar arasındaki anlaşmazlıklar
yüzünden, kendileri tarafından kabul edilecek herhangi bir sistemin soysuzlaşarak bir baskı idaresine
dönüşeceği kanısını taşımaktadırlar.
Bu sebeple, kendi milletlerinin,belirli
bir müddet için, devlet işlerinde bilgili yabancı bir devletin yönetimi altına
sokulmaya gerek olduğu sonucuna
varmışlardır.
Türk İmparatorluğunda karmaşık meseleler
ve çeşitli kavimlerle uğraşılacağı için,bir çok devletlerden meydana gelecek
bir komisyonda ortaya çıkacak kaçınılmaz amaç ve metot ayrılıkları sebebiyle
Türk vatansever ve aydınları,bu reform işinin tek bir milletin komisyonu
tarafından daha başarıyla yürütüleceğini sanmaktadırlar, karma bir komisyon bu
işi tek bir devletin yapacağı gibi, çabuk ve iyi yapamaz.
Amerika
Cumhuriyeti’nin büyük başkanının bizim bu yardım isteğimizi iyilikseverlikle
karşılayacağını ve Amerika gibi, milletlerarasında asırlar boyunca yapılan kavgalar
ve çekilen zorlukların ve ırklar arasındaki düşmanlıkların sona ermesi
zorunluluğuna inamış olan bir devletin başkanının, müttefikleri ile bizim
aramızda bu mevzuda aracılık yapacağını umarız.
İsteğimiz,
işin sonunda İstiklalimizi sınırlayacak bir vasilik olmayıp, geri kalmış ve
gelişmemiş bir milletin, milletler camiasında şerefli bir mevkie yükseltilmesidir.
Geçmişte Amerika tarafından ortaya atılan
milletlerin hürriyeti ve şimdi desteklemekte olduğu milletlerin tam ve hür
davranabilmeleri haklarını müdafaa eden Wilson Programı’nın vakti gelince bizim milli prensipler çerçevesinde
kendi gelişmemizi garanti altına alacağına inanmaktayız.
1-Padişahın hükümranlığı ve Türkiye için
meşruti hükümet biçimi korunacaktır.
2-Bütün seçimlerde nisbi temsil uygulanarak,
ekalliyetlerin hakları sağlanacaktır.
Bütün
Osmanlı tebaası en alttan en üste kadar
hükümet memurluklarının hepsine alınacaktır.
3-Maliye, Tarım, Sanayi, Ticaret, Bayındırlık
ve Eğitim Bakanlıklarının her birine uzman yardımcılar ile birlikte bir
Amerikan Baş müsteşarı tayin edilecek ve bu müsteşarlardan kurulu Amerikan
Komisyonu, yeni prensipler çerçevesinde, memleketin mutluluğunu ve maddi
gelişmesini sağlayacak reformları yapacak, yeni metotları memlekete getirecek
ve öte yandan memleketimizdeki çeşitli siyasi akımlar yüzünden hiçbir zaman
düzenli biçimde yerine getiremeyeceğimiz içtimai refah ve öğretimle ilgili
bütün işleri düzenleyecek ve bütünüyle yönetecektir.
4-Adliyede reform için, yürürlükteki hukuk
sisteminin köhneleşmiş kurallarını ortadan kaldırmak gayesiyle, Amerikan Baş
müsteşarının uygun göreceği memleket ve milletlerden seçilecek uzmanlardan bir
kurul yapılacaktır.
Bu
kurul,Türk kanunlarını, bütün Osmanlılara adalet ve eşitlik sağlayacak biçimde
yenileştirecektir.
5-Jandarma ve Polis işleri; bir Amerikan
Genel Müfettişine ve onun seçeceği memurlara bırakılacaktır.
6-Türkiye’nin her ilinde, işi mahalli
idarede reform yapmak olan bir Amerikan Başmüfettişi ve ona bağlı mütehassıslar
bulunacaktır.
7-Bu mahalli idare, her ilin hususi olarak
ve en iyi biçimde gelişmesini sağlamak için Amerikan yardımı ile yürütülecektir
8-Bu müddet içinde bütün
milletler,Türkiye’nin tamamen tarafsız olduğunu kabul ve garanti edeceklerdir. Amerika’dan
idaresi istenilen Türk İmparatorluğu’nun sınırları Barış Konferansı’nda saptanacaktır.
Bu reformların bütün ve tam olarak yürütülmesi hususunda gerekli
görülecek teminatı kabul etmeye hazırız.[4]” Demekteler.
Basın da ise Ahmet Emin Yalman ve
Halide Edip’in mandacılık konusundaki yazılarının ağırlığı
iyice hissedilmektedir.
Ahmet
Emin Yalman , 21 Temmuz 1919 tarihli Vakit gazetesinde şöyle demekteydi;
“Hariçten hiçbir iz’ac ve müdahaleye
mar’uz bulunmasak bile, istiklalimizi şimdilik yalnız başımıza idameye muktedir
değiliz ve bir müddet hayırhah (İyilik dileyen) bir mürşidden ders almaya ve
muzaheret görmeye muhtacız
Farz edelim ki, bizim arazimize kimse el
sürmek istemiyor; bize kapitülasyonlar kalktı, kimse sizin işlerinize müdahale
etmeyecek istediğinizi yapınız, diyorlar.
Acaba bu vaziyette biz, kaç gün istiklal-i
tam sahibi olabiliriz ve kaç gün sonra mevcudiyetimizi de kaybetmek tehlikesine
ma’ruz kalırız?..
İktisaden ve içtimaen pek iptidai bir
halde bulunan Anadolu,Türk ırkını yaşatabilmek ve inkişafa mahzar etmek için
pek çok paraya muhtaç…
Hiçbir
işimize karışmaksızın bize bu parayı emniyet edecek babayiğit dost kimdir?
Haydi parayı da memlekette bir mıntıka-i
nüfuz tefrikine hacet bırakmaksızın tedarik ettik. Hatta memleket dahilinde
i’mar ve ıslah faaliyetlerinde kullanılabilecek unsurlarıda bulduk. Yarım
asırdan beri devam eden idare sisteminin arkası alınacağına, paradan ve faal
unsurlardan hakkıyle istifade edilecegine ve memleketin fırka ve sandalye
kavgaları arasında inkıraz bulup gitmeyeceğine bizi kim te’min edecektir..” derken 8 Ağustos 1919 tarihinde Vakit’te ki yazısında da şunları
diyordu;
“Amerikalıları
razı etmenin bize düşen bir vazife olduğu, muzaherete muhtaç isek bile, bunu
biz istemeyelim, kendileri kabul ettirsinler, diyenlerin yanlış yolda oldukları…”
Yine devamında 13 Ağustos 1919 tarihli Vakit deki yazısında
ise;
“…Böyle
bir kanaati izhar ederken ne kadar büyük bir mes’uliyet-i maneviye altına
girdiğimizi müdrikiz. Dört sene, bir Amerika darülfünunda içtimaiyat ve tarih
tahsil ettikten, Amerika’nın tarihini, hayat-ı umumiyesinin her safhasını yakından
tanıdıktan, memleketin her tarafını dolaşarak halk ile temas ettikten sonra
ihar ettiğimiz bu kanaat, filhakika şahsi bir mahiyeti haizdir.
Bu
kanaate iştirak etmek için Amerikalıları aynı surette tanımak icabeder.
Mamafih tanımayanları da, kolayca ikna
edecek bir misal varsa, o da, Amerika’nın Filipin’de ve Küba’da takip ettiği siyasettir…” demekteydi.
Sivas Kongresi öncesi yazdığı bir yazıda
ise;
“Okuyucularımızın
her birini kendi kendilerine; memleketin mukadderat-ı atiyesi hakkında müspet
ve canlı bir kanaatin var mıdır, yok mudur?
Sualini sormaya davet edeceğim. Mesela, umumi
surette istiklal istemekten ibaret bir kanaati, biz, canlı ve müspet addetmeyeceğiz…müsmir
ve ameli bir siyaset yolu aramayarak sadece beklemeyi ve bu suretle, “istiklal
isteriz” diye bağırmayı meslek ittihaz edenlerle, memleketin sayısız dertlerine
ameli bir çare arayanlar arasındaki fark bir tarafın nazariyeler üstüne uzanıp
yatmasından ve diğer tarafın büyük maddi ve manevi mes’uliyetten korkmayarak ve kaçmayarak ameli bir yol
aramasından ibarettir.
Birçokları:
“Bizimle insani nokta-i nazardan iştiğal edecek ve sonra kendi kendine
çekilecek bir devlet bulunamaz. Bu bir
hayaldir.” Diyorlar, biz iddia ediyoruz ki, böyle bir devlet vardır ve Amerika
dır. Bir kısmımız “İstiklal” diyerek
natıkaperdazlık ve avamperestlik ediyoruz[5].”
Atatürk yıllar sonra A.Emin Yalman hakkındaki görüşünü net bir
şekilde ortaya koyacaktır.
Mustafa Kemal Paşa Ahmet Emin Yalman’ı görünce,
“Ben hayatta iken sen bu memlekette yazı
yazamazsın.” Dedi.
“…Bir
gün Mustafa Kemal Paşa Meclisteki reisicumhur salonundan çıkmak üzere iniyordu.
Büyük koridorda, elliden fazla mebus
vardı…
Yalman, kendisine tazim ve hürmetlerini
özetlemek üzere, merdivenin dip tarafında duruyor. Yerden kandilli bir temenna
ile eğildi.
Kalkınca kendisini tanıyan reisicumhur
“vay herif, sen beni tazüm etmeğe mi geldin, def olup git memleketten, elimi kana
bulaştırma.
Ben hayatta iken sen bu memlekette yazı
yazamazsın.”
Dedi ve kapıdan çıkıncaya kadar Yalman’a
küfürler savurarak gitti.
Beş gün sonra Amarikaya giden ilk vapura
Yalman atladı ve Amarikaya gitti.
Ancak beş sene sonra Atatürk’ün ölümünde
geldi ve hiçbir şey olmamış gibi yazılarına devam etti[6].”
Halide Edip Adıvar’da mandacılık konusunda Atatürk’e yazdığı bir
mektupta fikrini ortaya koyuyordu.
10 Ağustos 1919 tarihli Mustafa Kemal’e
yazdığı mektup’ta şunları diyordu;
“İngiltere, Türk’ün birliğini,
ilerlemesini, gerçek bir istiklal kazanmasını, gelecek için bile olsa istemiyor.
Yeni vasıtalar ve görüşlerle, yeni ve güçlü
bir Müslüman Türk hükümeti, başında halifede
olursa, İngiltere’nin Müslüman esirleri için bir kötü örnek olur.
Türkiye’yi bütün olarak İngiltere alabilse,
kafasını kolunu koparır, birkaç yılda kendisine gönülden bağlı bir sömürge
durumuna getirir.
Birbirini yok eden, menfaat, hırsızlık ya
da macera ve şöhret için yaşayanların sonsuz isteklerini yerine getiren hükümet
anlayışı yerine, milletin rahatlığını ve refahını sağlayacak ve halkımızı,
köyleri, sağlığı ve düşünüşü ile yepyeni bir halk haline koyabilecek bir
hükümet anlayışı ve uygulaması bize gereklidir.
Bu işin istediği para uzmanlık ve güç bizde
yok. Yabancı devletlerden ödünç para almak, siyasi esirliği artırıyor. Kayırma
bilgisizlik ve çok konuşmaktan başka olumlu bir netice veren bir yaşayış düzeni
bulamıyoruz.
Bugünkü hükümet adamlarına değer vermese
bile, halkı ve halk hükümeti kurmayı yararlı bilen, Filipin gibi vahşi bir ülkeyi
büyük kendi kendini yönetebilen yepyeni bir makine haline koyan Amerika, bu
hususta çok işimize geliyor.
On beş yirmi yıl sıkıntı çektikten sonra
yeni bir Türkiye’yi her kişisi tahsilli ve anlayışı ile gerçek istiklali
kafasında ve cebinde taşıyan bir Türkiye’yi ancak Yeni Dünya’nın kabiliyeti
verebilir.
Türkiye’yi kesin karar ve irade sahibi
olan bir iki kişi belki kurtarabilir.
Macera
ve savaş devri artık geçmiştir. Gelecek için birlik ve kalkınma savaşı açmak
zorundayız sınırlarında bunca çocuğu ölen zavallı yurdumuzun düşünce ve
medeniyet savaşında kaç şehidi var?
Biz Türkiye’nin hayırlı evlatlarından
yarının kurucuları olmalarını istiyoruz.
Rauf (Orbay) bey kardeşimizle sizin,
temelleri bile çöken zavallı yurdumuz için uzakları görerek birlikte düşünüp çalışmanızı
bekliyoruz[7].”
Bu sıralarda İstanbul’da bulunan İsmet
(İnönü) nün, Kazım Karabekir’e yazdığı 27 Ağustos 1919 tarihli mektupta;
“Bütün
memleketi parçalamadan bir Amerikan Murakabesine tevdi etmek yaşayabilmek için
yeğane ehvan çare gibidir.” Demekte mektubunun sonunda ise;
“Şimdi İstanbul’da belli başlı iki cereyan
vardır; Amerika ve İngiliz taraftarlığı… İngiliz taraftarlarını, Hürriyet ve itilaf,
Türkçe İstanbul gazetesi, Adil bey ilh… Mütebakisi Tevfik paşa dahil olduğu
halde Amerika muaveneti taraftarıdır.
Evvelce Amerika’nın kabul etmesi pek
şüpheli olduğu için İngilizler sakin idiler.
Halbuki, tahmin hilafına olarak, Amerika’da Türkiye’ye gelmek için temayül
artmış, neşriyat başlamış olduğu için İngilizlerde de telaş artmış.
İstanbul’da propağandaya başladılar.
Taraftarlarını hükümet ile beraber körüklüyorlar.
İstanbul’un bazı mahallerine beyannameler
bile dağıtmışlar. “İngilizleri isteriz.” diye… İngilizlerin emeli bu esnada
memlekette Amerika Heyeti’nin
tatbikatını ve temayülatını iptal edebilecek cereyanlar izhar ve ilan ettirmek,
bu surette bir defa Amerika işini suya düşürdükten sonra yine bildiklerini
yapmaktır. Diye tahmin olunuyor.
Korkuluyor
ki, bütün Asya’yı eline geçirmiş olan İngilizler, yegane kabiliyet-i harbiye ve
ihtilaliyesi olan Türkiye’yi elinde bulundurarak tamamını çürütüp mahvetmek
isteyeceklerdir. Eğer Amerika’nın gelmesi suya düşerse İngilizler için bugünkü
taksim vaziyetini tevsi etmekten başka yapılacak bir şey yok gibidir ki,
İngilizlere diğerleri bu hususta muavenet edecekler, muhalefet etmeyeceklerdir.
Eğer Anadolu’da halkın Amerikalıları
tercih ettikleri zemininde Amerika Milletine müracaat edilse pek ziyade faydası
olacaktır, deniliyor ki, bende tamamıyla bu kanaatteyim.
Bütün memleketi parçalamadan bir
Amerikanın murakabesine tevdi etmek, yaşayabilmek için yegane ehvan çare gibidir.
Fakat bugün bu kanaatin kıymeti onun izharındadır[8].” demekteydi.
AMERİKAN GÖRÜŞÜ
Sivas Kongresinden hemen bir hafta kadar
sonra Sivas’a gelen General Harbord, Erzurum’da Kazım Karabekir paşa ile
görüşmüştür.
Manda mevzuunda… şöyle bir konuşma geçmiştir.
Harbord-
“Amerika sermayesi ile Türkiye’ye yardım
etmek ister. Bunu iyi karşılayacağınızı, şimdiye kadar görüştüğümüz devlet
ileri gelenlerinden ve halkınızdan anladık. Fakat bu sermayeyi korumak için bir
miktarda asker getirmek ister.”
Karabekir-
“sermayenizi getirmekle, siz de Türk milleti
de yarar görür. Bu itibarla bunun manası vardır. Fakat asker ne olacak? Bunun
sizce manası nedir?”
Harbord-
“Gerektiğinde
sermayenin her duruma karşı korunması için uygun miktarda birlik.”
Karabekir-
“sermayenizi Türklerin yağma etmesinden mi korkuyorsunuz, yoksa dışarıdan
bir devletin saldırısından mı? Eğer Türklerden korkuyorsanız, bu büyük
haksızlık ve bizi hiç tanımamaktır.
Türk
her zaman sözünde durmuştur. Yazık ki, bize verilen sözde duranlar azdır.
Bundan biz şimdiye kadar çok zarar ettik.
Bundan başka Türklerin yağmasını
düşünüyorsanız getireceğiniz kuvvetlerin daha önceden ellerindeki silahlarının
alınacağı da düşünün. Bizim tarihimize bakın! Türk’e boyun eğdirilmiş midir?
Asırlarca bağımsız yaşamış bir millet
üzerinde askerle hakimiyet kurmak mümkün müdür?
Mesela şu bulunduğumuz Erzurum’a hakim
olabilmeniz için en az üç yüz bin süngü gerekir. Siz sermayenin kazancıyla
asker mi besleyeceksiniz? Bu, Türkiye’yi istila demektir ki buna milyonlar
ordusu gerekir ve bunun için çok büyük kanlar akar.
Siz Türk sözüne güvenin. Türkler gözünde,
Amerikalıların insanlıkla en ileri gitmiş bir millet olduğunu gösterin Hürriyet
ve istiklalimizi alacak sermaye, bizim için ateştir[9].”
Turgut Menemencioğlu Mandacılık
konusunda, General Ali Fuat Cebesoy’un 1953’de yayınlanan “Milli Mücadele
Hatıraları’nda (s.175) tarihi bir vesika başlığı altında Sivas Kongresinin oy
birliğiyle alınan kararlar arasında ABD senato başkanlığı’na gönderilen bir
telgrafın Türkçe tercümesinin vermekte. Bu metinden de anlaşılmakta ki
kurulacak olan devletin dış politikasında dengelerin çok iyi bir şekilde konulması
ve uygulanması hemen göze çarpmaktadır.
Yukarıda
anlatılmaya çalışıldığı gibi ne olduğu ve ne amaçları içerdiği döneminde pek
anlaşılmayan mandacılık fikrinin bugün Büyük Ortadogu Projesi “BOP” olarak karşımıza
konulması bizi şaşırtmamalıdır.
Atatürkün
Siyasi bir suikast sonucu öldürülmesinin hemen ardından yönetime gelenlerce, Resmi Gazetenin 10
Temmuz 1945, sayı; 6053 ve 15 Şubat 1947, Sayı; 6533 tarihlerinde, Milli
Mücadelenin en çetin safhalarında Amarikaya meyletmeyenlerin “ikili anlaşmalar”
ve daha sonra bunu izleyen anlaşmalarla nasıl bir kurt kapanı içine sokulmaya
çalışıldığımız ortadadır.
İş
öyle safhalara gelmiştir ki, Yüce Türk Milletinin bağrından çıkararak ordusuna
emanet ettikleri askerlerinin başına çuval geçirilmiş, kendi ülkesinde
siyasetcileri , Amerika Birleşik Devletleri Başkanı, kendini bilmez Bushun elini sıkmak için tırak
ve el temizliğine tabi tutulmuştur.
MİLLİ
MÜCADELE DÖNEMİNDE CEMİYETLER
Son
zamanlarda ağırlığını neredeyse her alanda iyice hissettirmeye başlayan “sivil
toplum kuruluşları” diğer bir deyişle de dernekler, kuruluş, amaç ve gayeleri
ne kadar farklılık gösteriyor olsa bile ülke yönetimi üzerinde de etkilerini
gün geçtikçe hissettirmektedirler.
İyi
niyetle bakıldığında aslında bu durumun rahatsız edici değil olumlu yönlerinde
olabileceği ortaya çıkmakta.
Fakat, yine de “ Küreselleşme” adı altında dış
merkezlerin idaresi altına giren ya da bunların ülkemizde kurdukları dernek ve
vakıfların faaliyetlerini incelediğimizde bu durumun ülkemiz açısından nahoş
bir durum yarattığı ortadadır.
Aşağıda
isimleri ve faaliyetleri açık bir şekilde Atatürk ilke ve Devrimlerinden uzak
aksine taban tabana zıt olan ve bununla birlikte kendilerini “Atatürkçü” kabul
edip bu zırhın arkasında gizli emellerini gerçekleştirme çabasına girenleri gördükçe,
bugün hak etmediği bir nokta da bulunan ülkemizin bu durumlara gelmesinin bir
tesadüf olmadığı aksine planlı ve proğramlı bir çalışma sonucunda böyle olduğu
ortaya çıkmaktadır.
Bugün
yenileri her geçen gün hızla kurulan bu derneklerin arkasında bulunan şahıs ve
şahısların kime ve neye dahi hizmet ettiklerini anlamadan kendi iktidarlarını
güçlendirme yolunu seçmeye yönelmeleri maalesef bize tarihten yeteri kadar ders
almadığımız fikrini tamamıyla doğrulamaktadır.
Belki de
“ tarih tekerrür eder” sözünün altında yatan asıl gerçeğin, tarihi çok iyi
bilenlerin bu tarihten yeteri kadar ders almadıklarını ortaya koyar.
1923
tarihinde resmi olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti Osmanlının 700
yıllık tarihin hemen ardından kurulması ve Anadolu topraklarının Türkler tarafından
yurt olarak bilinmesi bu ülkeyi anlamlı kılan nedenlerden bir kaçıdır.
Fakat kan
emici Emperyal güçler ve onların yandaşlarının bu topraklar üzerindeki emel ve
istekleri bu kutsal yurt topraklarının muhafazasının ayrı bir önem taşıdığını
bizlere göstermektedir.
Osmanlının
son yıllarına baktığımızda özellikle Avrupa da gelişmeye başlayan ve Fransız
Devrimiyle ivmesini hızlandıran akımlar burada kurulan derneklerin ülkemiz
içinde de benzerleri oluşturulmak suretiyle özellikle milliyetçilik akımının
kullanılması“özgürlük” ve “hürriyet” adına Devletin içindeki etnik yapılar
hareketlendirilmiş ve kurdukları derneklerle Osmanlı imparatorluğunun yıkımında
büyük katkı göstermişlerdi.Tabi ki bu yıkıcı durum karşısında kurulmuş ve ülke
çıkarlarını koruma amacı taşıyan dernek ve kuruluşlarda yok değildir[10].
Bu yıkıcı faaliyetlerin altında yatan asıl hedefin
ne olduğuna bakacak olursak açık bir şekilde Siyonistler olduğu ortaya
çıkmaktadır.
Aslında
Siyonist fikir babalarının çok az bir nüfus ile bu yıkıcı faaliyetleri
gerçekleştirmesi de mümkün değildi öyleyse asıl etmenlerden ana kol olan bu
ülkenin aydınlarının gaflet ve delaletleri ile iktidar ve onun asıl temeli
hırsları yatmaktadır.
Osmanlı
İmparatorluğu döneminde kurulmuş olan aşağıda karışık olarak isimlerini vermeye
çalıştığımız dernek ve kuruluşların büyük bir kısmı bugün yok gibi gözükse de
onların fikir ve düşüncelerinin bugün değişik isimler altında varlığını
sürdürdüğünü görmekteyiz.
Osmanlı İmparatorluğunun işgali
esnasında ve öncesinde kurulmuş olan ve faaliyetlerini sürdüren cemiyetler ve fırkalar mevcuttur.
Bunların faaliyet alanlarıyla ikiye ayrılması gerekirse faydalı ve zararlı diye iki basamakta
incelemek mümkündür.
Buna göre öncelikle Faydalı cemiyetler; Milli Mücadele’nin başlatılmasında en önemli
yeri alan bu cemiyetler bölgesel amaçlı İşgal veya
işgal edilen yerlerde kurulmuşlardır.
Sivas Kongresinden sonra da Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti adı
altında birleşmişlerdir. Bunlardan
bazıları kısaca şunlardır; Trakya Paşaeli Cemiyetiİzmir Müdafaa-ı Hukuk-ı
Osmaniye Cemiyeti Şark Vilayetleri Müdafaa-ı Hukuk-ı Milliye Cemiyeti Trabzon Muhafaza-ı Hukuk-ı Milliye
Cemiyeti ,Kilikyalılar Cemiyeti,Redd-i İlhak Cemiyeti, Trakya Paşaeli Cemiyeti,
İzmir Müdafaa-ı Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti, Şark Vilayetleri Müdafaa-ı Hukuk-ı
Milliye Cemiyeti ,Trabzon Muhafaza-ı Hukuk-ı Milliye Cemiyeti, Kilikyalılar Cemiyeti
,Redd-i İlhak Cemiyeti ,
Trakya Paşaeli Cemiyeti; Edirne’de
kurulmuştur. Trakya Bölgesinin
Yunanistan’a katılmasını engellemeye çalışmıştır.
Silahlı direniş hareketleri için gerekli
hazırlıkları yapmaya çalışmıştır.
İzmir Müdafaa-ı Hukuk-I Osmaniye Cemiyeti; İzmir’in işgalinden önce kurulmuştur.
Bu bölgenin tamamen Türk olduğunu
savunmuştur.
Basın yoluyla seslerini duyurmuşlardır
Yörede bulunan diğer cemiyetlere silah ve cephane sağlamışlardır.
Şark Vilayetleri Müdafaa-ı Hukuk-ı Milliye
Cemiyeti; Genel merkezi İstanbul’dadır. Erzurum ve Elazığ’da şubeleri
açılmıştır.
Doğu illerimizin Ermeniler’e verilmesini
önlemek amacıyla kurulmuştur. Mustafa Kemal Paşa tarafından güçlendirilmiştir.
Mustafa Kemal Paşa bu cemiyet aracılığıyla öteki cemiyetleri birleştirmiştir.
Trabzon Muhafazaa-ı Hukuk-ı Milliye Cemiyeti;
Pontus davası güden Rumlar’ karşı kurulmuştur. Karadeniz Bölgesinde faaliyet
göstermiştir. Yörede ayrılıkçı amaçlar benimseyen bazı yerel kuruluşlarla da
mücadele etmiştir.
Kilikyalılar Cemiyeti; Merkezi Adana’dadır. Adana ve dolaylarındaki
Fransız işgaline karşı direniş hareketlerini teşkilatlandırmıştır. Adana ve
dolaylarındaki Ermeni hareketlerine karşı mücadele vermiştir.
Redd-i
İlhak Cemiyeti; Ege Bölgesinde faaliyet göstermiştir. Silahlı
mücadele vermiştir. Gerilla birlikleri kurup Yunan ordusuna karşı mücadele
vermişlerdir.
Buna
karşın ülkede zararlı cemiyet olarak
görecegimiz iki farklı cemiyette
mevcuttur.
Bunlardan ilki maalesef Türklerin milli
mücadeleye karşı olanlarınca kurulan cemiyetler ve çeşitli etnik kimlikleri içinde
faaliyet gösterenlerin oluşturduğu cemiyetlerdir.
Öncelikle bakmamız gerekenlerden Türklerin Kurdukları Zararlı Cemiyetlerdir. Bunların dikkat çekenlerinden
bir kaçı ise şunlardır ; Sulh ve Selamet-i
Osmaniye Fırkası; Bu cemiyet
vatanın kurtuluşunun padişah ve halifenin buyruklarına uymakla mümkün olacağı
görüşünü benimsemiştir. Padişah ve Damat Ferit hükümetini desteklemiştir.
Teali İslam Cemiyeti; Kurtuluşun halifelik
makamına bağlılıkla olacağını savunmuşlardır. Düşmana karşı direnmenin gereksiz
olduğunu savunmuşlardır. Padişah ve Damat Ferit hükümetini desteklemişlerdir.
İngiliz
Muhipler Cemiyeti;İngiliz himayesini savunmuşlardır. Tek kutuluş yolunun
İngiliz Hükümetinin isteklerine uymakla mümkün olacağını savunmuşlardır. Damat
Ferit Paşa gibi birçok ileri gelen şahsiyet bu cemiyetin üyesidir.
Wilson Prensipleri Cemiyeti; Amerikan
himayesini savunmuşlardır. l. Dünya Savaşından sonra Wilson tarafından
yayınlanan ilkeleri benimsemişlerdir.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası; Bu cemiyet üyeleri milli mücadele esnasında
İstanbul Hükümetlerinde görev almışlardır. İngilizler’le işbirliği
yapmışlardır.
Kürt Teali Cemiyeti ;Sözde Wilson
ilkelerine dayanarak bağımsız bir Kürdistan Devleti kurmayı amaçlamışlardır [11].
Zararlı cemiyet olarak gördüğümüz ikinci cemiyetse
etnik kimlik yapılıdır. Bunlara ilişkinde şunları saymak mümkündür; Mavri Mira
Cemiyeti, Etnik-i Eterya Cemiyeti, Taşnak
ve Hınçak Cemiyeti, Musevi Alyans Cemiyeti, Sulh ve Selamet-i
Osmaniye Fırkası, Teali İslam Cemiyeti, İngiliz Muhipler Cemiyeti,Wilson Prensipleri Cemiyeti,Hürriyet ve İtilaf
Fırkası, Kürt Teali Cemiyeti.
Mavrimira
Cemiyeti; Bizans İmparatorluğunu yeniden
canlandırmak amacını güdüyordu. Ege Bölgesinde ilerleyen Yunan kuvvetlerine
yardımcı oluyorlardı. Bu cemiyet pek çok alt teşkilatı da yönetim altına
almıştı.
Etnik-i Eterya Cemiyeti; Trabzon ve çevresindeki Rumları
birleştirmeyi amaçlamıştır. Bu bölgede bir Pontus Devleti kurmaya çalışmıştır.
Bu cemiyet aynı zamanda Mavri Mira Cemiyeti ile ortak hareket etmiştir.
Taşnak ve Hınçak Cemiyeti; Ermenilerin kurduğu zararlı bir cemiyettir.
Ermeni Patrikhanesine bağlı olarak çalışmıştır. Doğu Anadolu’da bağımsız bir
Ermenistan Devleti kurmak amacını gütmüşlerdir.
Musevi Alyans Cemiyeti; Yahudilerin özgürleşmesi yolunda maddi ve manevi kalkınmayı amaç edinen
Evrensel Yahudi ittifakı (Alliance
Israelite Universelle) genelde Doğu’daki
çalışmalarında bu temel amaca yönelmiştir
Örgütün
temeli 1860 yılında Paris’te atılmıştır. 1862-1914 yılları arasında Akdeniz
Havzasında tarım okulları ve çıraklık
kuruluşları ile önemli bir eğitim alanı olmuşlardır. İlk çıraklık kuruluşunu
1873 yılında faaliyete geçirebilmiştir.
14 ve 15
yaşları arasındaki yoksul öğrencilerin, 3-4 yıllık çıraklık eğitiminden sonra, kent
patronlarının yanına verilmesine dikkat edilmiştir.
Kuruluş
çırağın temel ihtiyaçlarını karşılıyor ve
işverene de ayda 7-8 franklık bir ücret ödüyordu.
Eğitim
Yahudi tarihi esas alınarak veriliyordu. Bu örgütün etkilerini daha iyi
anlayabilmek için aşağıdaki tablolara bakmak yeterli olacaktır[12]. Osmanlı topraklarında Yahudi ittifakı (A.I.U) okulların dağılımı ise;
İSTANBUL
ÇEVRESİ (1911)
ERKEK
|
KIZ
|
TOPLAM
|
||
Kuzguncuk
|
170
|
270
|
440
|
|
Galata
|
608
|
800
|
1480
|
|
Haydarpaşa
|
175
|
122
|
297
|
|
Hasköy
|
471
|
515
|
986
|
|
Eske Nazi (Goldscmidt)
|
296
|
-
|
296
|
|
Rabbani okulu
|
30
|
-
|
30
|
|
Dağ Hamamı
|
140
|
-
|
140
|
|
GENEL
TOPLAM
|
1890
|
1707
|
3597
|
EGE
BÖLGESİ
ERKEK
|
KIZ
|
TOPLAM
|
|
Aydın
|
225
|
142
|
367
|
Akhisar
|
90
|
62
|
152
|
Manisa
|
182
|
145
|
327
|
İzmir
|
321
|
422
|
743
|
Tire
|
156
|
78
|
234
|
Milas
|
153
|
“
|
153
|
Menemen
|
92
|
“
|
92
|
Nazilli
|
103
|
“
|
103
|
Bergama
|
110
|
“
|
110
|
Urla
|
96
|
“
|
96
|
Diğer iki okul
|
Belli
|
Degil
|
374
|
Genel toplam
|
1528
|
849
|
2751
|
TRAKYA
–MARMARA BÖLGESİ
ERKEK
|
KIZ
|
TOPLAM
|
||
Dimetoka
|
belli
|
değil
|
271
|
|
Gelibolu
|
“
|
“
|
327
|
|
Gümülcine
|
“
|
“
|
246
|
|
İstip
|
“
|
“
|
102
|
|
Saray
|
“
|
“
|
152
|
|
Edirne
|
1023
|
929
|
1952
|
|
Kavala
|
79
|
101
|
180
|
|
Yahya
|
387
|
243
|
630
|
|
Kırklareli
|
-
|
134
|
134
|
|
Manastır
|
269
|
206
|
475
|
|
Preveze
|
102
|
-
|
102
|
|
Rodos
|
311
|
302
|
612
|
|
Selanik
|
930
|
625
|
1555
|
|
Silivri
|
127
|
90
|
217
|
|
Çorlu
|
245
|
-
|
245
|
|
Üsküp
|
210
|
160
|
370
|
|
Bursa
|
127
|
161
|
288
|
|
Kasaba
|
110
|
-
|
110
|
|
Çanakkale
|
140
|
130
|
276
|
|
Diğer 5 okul
|
Belli
|
Degil
|
1272
|
|
Genel Toplam
|
4066
|
3080
|
9456
|
ORTADOĞU
ERKEK
|
KIZ
|
TOPLAM
|
|
Halep
|
273
|
260
|
533
|
Beyrut
|
247
|
272
|
519
|
Hayfa
|
220
|
172
|
392
|
Şam
|
259
|
243
|
502
|
Yafa
|
154
|
-
|
154
|
Kudüs
|
290
|
275
|
565
|
Safed
|
75
|
171
|
246
|
Tiberias
|
98
|
187
|
285
|
Amara
|
229
|
-
|
229
|
Bağdad
|
658
|
782
|
1440
|
Basra
|
314
|
-
|
314
|
Hanekin
|
166
|
-
|
166
|
Hille-Hindiye
|
195
|
-
|
195
|
Kerkük-Kefil
|
314
|
-
|
314
|
Musul
|
151
|
69
|
220
|
Selahiye
|
86
|
-
|
86
|
Trablusgarp
|
160
|
212
|
372
|
Diğer 10 okul
|
belli
|
degil
|
1632
|
Genel toplam
|
3889
|
2643
|
8164
|
İZMİR-EDİRNE
YAHUDİLERİNİN MESLEK DAĞILIMI (1900)-Genel Nüfus (15.000)
Meslek
|
A.I.U.Dışı işçi
|
A.I.U.Kökenli
işçi
|
Toplam
|
|
Terzi(Avp.Usulü)
|
160
|
4
|
164
|
|
Tenekeci
|
18
|
-
|
18
|
|
Koyun kırpıcı
|
60
|
-
|
60
|
|
Duvarcı
|
60
|
-
|
60
|
|
Şekerci
|
48
|
-
|
48
|
|
Peynirci
|
44
|
-
|
44
|
|
Ayakkabıcı
|
115
|
8
|
123
|
|
Terzi(Türkusulü)
|
48
|
-
|
48
|
|
Çiltci
|
18
|
-
|
18
|
|
Şapkacı
|
17
|
1
|
18
|
|
Sobacı
|
9
|
2
|
11
|
|
İmbikçi
|
19
|
2
|
21
|
|
Çilingir
|
4
|
1
|
5
|
|
Marangoz
|
4
|
4
|
8
|
|
Camcı
|
4
|
3
|
7
|
|
Badanacı
|
8
|
-
|
8
|
|
Fotoğrafçı
|
2
|
-
|
2
|
|
Genel toplam
|
638
|
25
|
663
|
Yukarıdaki
tablolardan da anlaşılacağı üzere temelde Yahudi eğitimini temel alan bu
okullara ek olarak bu işin geçmişte kaldığı ve günümüzde var olmadığını düşünmek
yanlış olacaktır.
Aşağıda
verilen “Sabataycı
Havra Projesi” buna en güzel örneklerden biri olaçaktır sanırım



MASONLUK
CEMİYETİ
Osmanlı
İmparatorluğunun yıkımında etkisi açıkça orta da olan Masonlar ve Masonluk
Cemiyetlileri , Cumhuriyet Döneminde her ne kadar kabul etmiyor olsalar da
Atatürk tarafından kapatılmak suretiyle faaliyetlerini resmi olarak durdurmuş
gözükseler de faaliyetlerine devam etmişler.
Atatürk’ün
vefatından sonra tekrar derneklerini (arkalarında siyasi destek de alarak )
faaliyete geçirmişlerdir.
2004
yılında yayınlamış olduğum “Agoni” ve 2006 da “Atatürk Nasıl Öldürüldü?” isimli
iki eserde de bahsi geçen konular nedeniyle bir açıklama beklenmiş, kamuoyunun
da bu yönde ki istek ve arzusu kendi resmi web sitelerinde sadece Atatürk’ün
masonluk Derneğini kapatmadığı yolunda olmuştur.
Kendi resmi web sitelerinde bu konuya ilişkin
dile getirdikleri sözleri ise ; “1935
yılında Türk Yükseltme Cemiyeti adı altında dernek statüsünde çalışan Türkiye
Büyük Locası kendi çalışmalarını bizzat kendisi tatil etmiştir.” Şeklinde
olmuştur.
Ülkede
oluşan siyasal ve sosyal ortam göz önüne alınarak, Türk Ocakları, Kadınları
Himaye Cemiyeti, Muallimler Derneği, İzcilik Teşkilatı gibi kuruluşlar yasayla
kapatılmış ve parti denetimi altına alınmıştır.
Atatürk,
aynı zamanda Mason olan dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile görüşür ve ondan
Masonların üst düzey yöneticilerine genel durumu açıklamasını ve yasaya gerek olmadan
kendi kendilerini tatil etmeleri mesajını iletmesini ister.
Sonunda
10 Ekim 1935 günü Mason yöneticileri tarafından imzalanmış bildirge Anadolu
Ajansı tarafından yayınlanır: “Mes’ul ve
maruf imzalar altında Ajansımıza verilmiştir.
Türk
Mason Cemiyeti memleketimizin sosyal tekamülünü ve günden güne artan muazzam
terakkilerini dikkate alarak ve Türkiye Cumhuriyetinde hakim olan demokratik ve
cidden laik prensiplerin tatbikatından doğan iyilikleri müşahede ederek
faaliyetine, bu hususta hiç bir kanun olmaksızın nihayet vermeyi ve bütün
mallarını memleketimizin sosyal ve kültürel kalkınmasına çalışan Halk Evlerine
teberruu muvafık görmüştür.”
Tabii ki bu
sessizlikleri ve konu üzerine bir açıklama getirmiyor olmaları da
göstermektedir ki, Atatürk’ün ölümünde masonların parmakları olduğunu ortaya koymaktadır.
Ne kadar
siyasetin dışında olduklarını her vesile ile dile getiriyor olsalar bile ileri
de anlatacağımız örneklerden de anlaşılacağı üzere siyasetin dışında değil
bizzat içinde yer aldıkları hatta yaptıkları faaliyetlerle ülkemize ne derece
zarar verdikleri ortadadır.
Basının da neredeyse büyük bir kısmını
ellerinde tutan masonlar haklarında olumsuz çıkacak her haberi çok güzel bir
şekilde kamufle etme ve kendileriyle
mücadele edenleri de topluma farklı şekilde lanse etmek suretiyle kendilerini
bu şekilde gündemden düşürmeye çalışmaktalar.
Buna
güzel bir örnek olarak şunu verebiliriz; 1997 yılı Ocak ayında İstanbul’da iki
büyük Mason locasında çekilen gizli kamera görüntüleri, Türkiye Masonları
üzerinde sok etkisi yapmıştı.
Kanal 7
ekranlarında yayınlanan bu gizli kamera görüntülerinin birincisi İstanbul’da
bir locada gerçekleştirilir. Görüntülerde bir kaç işadamının Masonluğa giriş
merasimi, Masonik bir nikah töreni ve genel kurul toplantısının görüntüleri yer
almaktadır.
Masonluğa yeni giren bir kişilerin göğsüne
kılıç dayanarak ölüm iması yapılması, ellerini boğazında tutan salon görevlilerinin
bu imayı tekrarlaması Masonluğa
yabancı olan Türk halkının oldukça ilgisini
çekmiştir. Bu görüntüler yayınlandıktan birkaç gün sonra, İstanbul’da adresi bilinmeyen
bir Mason locasında yalnızca 33. dereceden masonların katılabildiği
"şeytana tapma ayini"nin görüntüleri ekranlara yansır.
Görüntüler
Kanal 7 ekranlarında dakikalarca yayınlanır. Ayini yöneten büyük üstad, locanın
ortasında kesilen bir keçinin kanını içmekte ve Ibranice bazı dualar okuyarak
şeytana tapma ayinini sonuçlandırmaktadır.
Gizli
kamera görüntülerinin yayınlanması ile birlikte masonluk, ciddi bir tartışma
konusu haline gelir. Ancak masonların kontrolündeki bazı medya kuruluşları bu konuyu
hasır altı edebilmek için olağanüstü bir caba harcar.
Bu medya
kuruluşları, Mason localarındaki gizli kamera görüntülerini gündemlerine dahi
almazlar.
Aynı günlerde ortaya çıkan Aczi mendi Şeyhi
Müslüm Gündüz ve Fadime Şahin konusu ise bu gazete ve televizyonlarda günlerce
birinci haber olarak yer alır.
Bugün o
mason törenini sunan ise Ahmet Hakan’dır. Hürriyet'de yazıyor. Vakit'den Hasan
Karakaya'ya göre, bu olaydan sonra İsrail Masonluk Yüce Konseyi'nden Türkiye
Masonları Büyük Ustadı Necip Arıduru'ya sert bir uyarı gelir.
Masonluktan
ayrılan bazı kişiler tarafından basına sızdırılan 27 Mart 1997 tarihli uyarı
metni, Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcı anlamını taşımaktadır...
Bu uyarıda, özetle denilir ki:
1 - Türk basınındaki ve ilgili kuruluşlardaki
biraderleri örgütleyin ve Refah Partisi'ni iktidarı bırakmaya mecbur etmek için
gerekli diğer bütün tedbirleri alınız.
2 - RP'nin itibarinin tamamen yok olması ve
seçmenlerinin ümidini kaybetmesi ile neticelenen siyasi bir konjonktür oluşturun.
3 - Her çeşit belgeyi, tutanağı, sirküleri ve riskli
mektupları büyük sekreterlikten uzak tutun.
4 - Locaların toplantılarını belli bir zamana kadar,
alışılmış merkezlerde gerçekleştirmekten kaçının.
5 - Size ikinci bir talimat ulaştırılıncaya kadar
müracaat edenler konusunda son derece dikkatli işlemler yapın; aynı yanlışlıklara
düşmeyin.
6 - Mason olmayanların ve mason cemiyetinden
çıkarılmış eski masonların tapınaklara girişine kesin bir şekilde mani olun.
7 - Masonluğa ihanet etme sucunu işlemiş masonlara
karşı tahkikatlara devam edin.
Dönekleri,
Iskoc Riti'nin prensiplerine, âdetlerine ve geleneklerine uygun bir şekilde
cezalandırın.
8 - Masonluk aleyhindeki radyo, gazete, televizyon,
kitap, dergi gibi yayınları izleyip bunlara mani olun.
Refah Partisi'ne mensup İslâmcı basını
ekonomik, siyasi ve adli baskı yoluyla görevini yapamaz hale getirin.
9 - Bağımsız Büyük Komitemizi, bu skandala yol açan
belirsizlikle ilgili ayrıntılı bir tutanak fezlekesi hazırlamakla görevlendirin
ve neticeleri Fransa Yüce Konseyi'ne bildirin[13].
Localar
piramit seklindedir; en alttaki Loca Türk Yükseltme Cemiyeti resmi adı Hür ve
Kabul Edilmiş Büyük Mason Locasıdır.
Bu Locada
çoğunlukta Anadolu da ki Lions ve Rotary üyelerinden oluşur; 155 Locası vardır
ve 15.000 yakın üyesi bulunur[14].
Bir üst Loca ise Türk ve Türkiye adlarını kaldırma gereği duymuştur.
Büyük Mason
Maffilliğidir.1991 de adını Özgür Masonlar Locası olarak değiştirmiştir. Bir
üst kurul olan Türkiye Mason Derneğinden tam aforoz edilmeyen Egeradan kovulan
üyelerden oluşur.
Türkiye
Yüksek Konseyi yani Türkiye Mason Derneğidir. Bu locadakiler üst düzey
masonlardır, isimleri sır gibi saklanır. 35 Locası ve 3000 üyesi bulunur.
Bunların altında çalışan localar yani derneklerdir, bilinenleri:
1-Arkadaşlık Yurdu Derneği,
2-Dostluk Yurdu Derneği,
3-Fakirleri Koruma Derneği,
4-Göz Nurunu Koruma Vakfı,
5-İhtiyarlara Yardım Derneği,
6-İhtiyarlar Yurdu Derneği,
7-Matan Basater Bikur-Halim Yardım Kolu,
8-Yetimleri Koruma ve Yardım Derneği,
9-Yoksullara Yardım Derneği,
10-Yoksul Öğrencilere Yardım Derneği,
11-Yardım Bakım Hayır Derneği,
12-Rotary, Lions, Propeller Kulübeleri,
13-Adenauer Vakfi,
14-Yeni Bizans Derneği,
15- 500. Yıl Vakfı,
16-Mânevî Cihazlaşma Derneği. [15]
Yukarıdaki
konuda da bahsi geçtiği gibi Masonların siyasette geniş şekilde yer alması
zaman zaman partiler arasında da problem olma özelliği de arz etmektedir.
Öyle ki
1948 tarihinde açılmasında bir mahzur olmadığını dile getiren İnönü’ye, Celal Bayar
da destek vermiş fakat yine Celal Bayar’ın Partisinden bu derneğin kapatılması
yolunda mecliste kanun tasarılarıyla karşılaşmaktayız.
Yine
aşağıda da geçeceği gibi İskoçya’dan alınan izin belgesinin 6 Haziran 1340/1942
olması bu tezimizi kuvvetler derecededir.
BÜYÜK
MİLLET MECLİSİNDE MASONLUK
TARTIŞMALARI
Büyük
Millet Meclisinde Masonluk Müzakereleri
Demokrasinin bir gereği olarak bizleri yönetme
hakkını devrettiğimiz Meclis ve onun saygı değer milletvekilleri göreve ilk gün
ettikleri aşağıdaki yemin ile başlarlar.
Hepimizin
ekranlarda izlediğimiz bu yemini eden milletvekilleri kürsüye milletin vekili
olarak geldikleri ilin listesi okunarak sıralı halde bu kutsal yemin üzerine
and içerler.Bu cümleleri anlayamayacak ve kavrayamayacak bir insan ülkemizde
var mıdır?
"Devletin varlığını ve bağımsızlığını,
yurdun ve halkın bölünmez bütünlüğünü, halkın kayıtsız şartsız egemenliğini koruyacağıma;
hukukun üstünlüğüne, demokratik, laik
ve sosyal hukuk devleti ve Atatürk ilkelerine bağlı kalacağıma; halkımın refah
ve mutluluğu için çalışacağıma; her yurttaşın insan haklarından ve temel hak ve
özgürlüklerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya bağlılıktan
ayrılmayacağıma; namusum ve şerefim üzerine and içerim."
Demektedirler.
Yukarıdaki
hatırlatma sadece bu meclise gönderdiğimiz insanlara değil bu ülkenin havasını
soluyup, suyunu içip ekmeğini yiyen herkesedir.
Konunun
daha anlaşılır olması için geçmişimize bir bakmamız gerek bunun içinde
Özellikle İttihat ve Terakkicilere ve bağlantılarına;
İttihat ve
Terakkinin içine sızarak ülke topraklarını dış mihrakların kontrolüne ve
yönetimine devredenler arasında maalesef gerçek Türk olduğunu iddia eden insanlarda
vardır.
Bunlar
tamamen kontrollerinin dışarıdan Siyonistlerce yapılan programlar dahilinde hareket eden insanlar olup 7 asırlık bir
imparatorluğun çöküşüne zemin hazırlamış, hızlandırmışlardır.
Necip
Fazıl Kısakürek’in “Ulu Hakan 2. Abdülhamit han” adlı eserinin
5.baskı.sf.674-689 da geçen İngiliz istihbarat raporlarını yayınladığını
görüyoruz bu raporlarda geçen ifadelerin dikkatle okunması ve bugün başımıza
gelenlerin bir tesadüf olmadığının teyidi için gerçekten çok önemlidir.
Necip
Fazıl Yayınladığı bu belgeye ilişkin şu bilgileri veriyor;
Londra
Üniversitesi Siyasi Bilgiler Fakültesi Profesörlerinden (Eli Kidor) 1994
yılında (Arabic Political Memoirs and other studies-Arap Siyasi Hatıraları
vesair inceleme ve çalışmalar) isimli bir kitap yayınlanıyor.
Bu
ülkemizde faaliyet gösteren masonların Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmadan
önce Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki faaliyetleriyle birlikte İngiltere’nin
bizlere bakış acısını çok güzel bir şekilde yansıtmaktadır
1910
yılında İngiltere’nin o zamanki Hariciye Nazırı “Sir G. Lowther”in , “Sir C.
Harding” e iki kere “ Gizli” ve “Mahrem” kaydıyla İstanbul’dan gönderdiği
raporda Prof. Lowther ( Eli Kidor) bahse şöyle başlıyor;
İstanbul,29
Mayıs 1910, İttihat ve Terakkiye yakınen bağlı olduğu söylenen, İstanbul
Farmasonlarının Mısırda temsilciliğine Muhammed Ferid’in seçildiğine dair
rivayetlerle ilgili olarak (Gorst)’ün 23
Nisan ve senin 25 Nisan tarihli telgraflarınız, beni Jön Türk cereyanında
Avrupa Farmasonluğunun teşiri hakkında izahat vermeye itiyor.
Bunu özel
ve çok gizli yazıyorum.Zira Türkiye’deki
yeni Farmasonluk,İngiltere ve Amerika’dakinin aksine büyük çapta gizli…Politik
hedef hakkında bilgi çok gizli elde ediliyor ve Politik sırları ifşa edenler
(Mafia)nın (Komite) nin eliyle cezalandırılıyor.
Bir kaç
gün önce ifşaatta bulunan yerli bir Mason, Askeri Mahkemeye sevk edilmekle
tehdit edildi…Birkaç yıl önce, Selanikli Yahudi Mason (Emannuele Carasso)- ki halende Osmanlı Meclisinde Selanik Temsilcisi-
orada Makedonya ( Risorta) isimli İtalyan Farmasonluğuna bağlı bir loca kurdu.
Bu adam
görünüşte Sultan Hamit’in casuslarını aldatmak maksadıyla, fakat aslında
Türkiye de Yahudi tesirini kuvvetlendirmek için (Jön Türkleri) Farmasonluğu
kabule teşvik etmiştir.
…Müslümanların
Masonluğa karşı büyük nefreti vardır, onu dinsizlikten beter sayarlar…
13 Nisan
1909’da Cemiyete karşı ayaklanmada da bu unsurun önemini inkâr mümkün değildir.
…Sultan
Abdülhamit’e tahtan indirildiği haberini getirenlerden biri (Carasso) idi ve Sultan,
Selanik’te Cemiyetten İtalyan Yahudi bankerlerinin evine kapatıldı.
Remzi
Beyin kardeşide muhafız olarak başına dikildi. Sultanın tahtan indirilmesinden
sonra Selanik’teki Yahudi gazeteler “ İsrail’i Ezen” Sultandan kurtulduğu için
sevinçli yazılar yazdı.
Zira
Abdülhamit Siyonist lider (Herz)in Musevilere kırmızı pasaport isteğini iki
defa reddederek, Siyonistlerin Filistin deki emellerini baltalamıştı.
1909
Hamburg’daki 9. Siyonist Kongresinde “Türk İhtilalinin Mucizesi” Yahudi
başarısının doğurduğu sevinçle kutlanmıştı. Aynı zamanda… Farmason (
Kripto-Yahudi) ve Selanik Milletvekili Cavit Bey Maliye Bakanı oldu. Farmason
olan Talat Bey, İçişleri Bakanı yapıldı…
…Askeri
Mahkemelerdeki subayların çoğu farmasondu. Parlemontoya verilen “emir” le çok
sıkı bir Basın Kanunu çıktı ve Selanikli bir ( Kripto-Yahudi) “ Directeur du
Bureau de la Presse-
Basın Bürosu Müdürü” oldu.
Bu çok
kudretli bir mevkii idi; zira böyle bir mevkie sahip kişi, istediği gazeteyi
“eni rejimi tenkit” ( Buna gericilik deniliyor) sucuyla kapatabiliyor, sahibini
veya yazı işleri müdürünü askeri mahkemeye sevk edebiliyordu…
…Aynı
zamanda eski Polis teşkilatının yerine sureta halk getirildi. Polis ve
Jandarmayı kontrol eden bu teşkilatın başına da Selanikli bir farmason
geçirildi, “Parlemontoya verilen emirle İttihat ve Terakki, Bulgar,Yunan vs.
arasındaki rakip teşkilatları ezecek
“Loi Sur Les Associations-Dernekler Kanunu çıkardı
ve Politik Parti ve Sosyal Cemiyet” ilan etti .
…Fark
ediliyordu ki, Makedonya’nın başlıca kasabalarında ve Başşehirde, muhtarlar
gibi Farmason locaları beliriyordu.
Yalnız
başşehirde geçen yıl 12 loca başlatıldı. Locaların gizliliği aslında “açık”
olduğunu iddia eden cemiyetin gizli faaliyetlerini sürdürme ve mevkilerini
muhafaza edebilmelerine yardımcıydı…
…Cemiyetin
ordu üzerindeki nüfuzunu muhafaza edebilmesi için, subaylar Makedonyalı Niyazi
beyin doğum yeri olan “Resne” den alınan isimle Resne locasına katılıyordu. Locanın
başı Niyazi Bey’in kardeşi Osman Fehmi Bey idi. Cemiyetin Milletvekili ve
Senatörlerinin çoğu ise İçişleri Bakanı Talat Bey ve Maliye Bakanı Cavit Bey’in
mensup oldukları “La
Constitution ” locasına katılıyordu…
Yukarda
belirtilen localar dışında 1909-1910 arasında İstanbul’da şu localar
kurulmuştur. “Vefa Oryantal-Şark Vefa”,
“Les Vrais amis de L’ Union et Progres-İttihat ve Terakki Gerçek
Dostlar”, “Byzantio Risorta”, “ La Veritas-Hakikat ”, “La Patrie-Vatan ”, “La Renaissance-Yeniden Doğuş ”
ve Makedonya Risorta’nın kolu
“ Şafak”
…Çingene
asıllı İçişleri Bakanı Talat Bey ve (Kripto-Yahudi) Maliye Bakanı Cavit Bey,
Cemiyetin olduğu gibi, kabinenin de en önemli kişileri, aynı zamanda
Türkiye’deki farmasonluğun da liderleri gibi ajan kullanmaları şüphe uyandırıyor.
Bir yıl
kadar önce İçişleri Bakanı olduğundan beri Talat Bey Farmason Cemiyetin
ağlarını İmparatorluğa yaymaktadır.
Her yere,
önemli mevkilere mason veya güvenilir cemiyet üyelerini tayin ediyor. Şayet
mecliste çoğunluk bütün baskı ve tedhişe rağmen muhalefetini fazla ileri götürür.
Talat ve
Cavit’in Bakanlıklarını tehlikeye düşürürse bu beyler derhal bir darbe ile
meclisi dağıtacak Cemiyetin üyeleri ve Farmason localarının kişileri tarafından
idare edilecek bir şeçimle eyaletlerden daha yumuşak başlı temsilciler gelecek.
...Türkiye’nin
görünmeyen hükümeti Büyük localardır ve Talat Bey “ Üstad-ı Azam” Liderlerin
çogu halkın İslam dinine bağlılığını Politik bir silah olarak kullanıyor;
Kitlelerin inancını şovenlik ve (Pan İslamizm) e dönüştürüyor.
…Anayasa
bir bakıma ekonomik gelişme ifadesidir; Fakat Türk’ün ekonomik organizması çok
zayıftır ve desteksizdir.Bir hafta dahi ayakta duramaz. Başlangıçta Ermeniler,Bulgarlar
ve Osmanlı Yahudilerinin ekonomik destek vazifesini görecekleri ümit edildi.
Fakat (
Jön Türk) yalnız Yahudilerle birleşti;Yabancı ve Osmanlı ve diğer ırkları bir
yana itti.Aynı durum Macaristan’da da görülebilir.
Türk
aslından olan Macarlar da iş kafasından yoksundur ve ekonomik mali bakımdan tam
manasıyla Yahudi’nin tahakkümüne girmiştir.
Yahudi
Türk’ün ekonomik hayatını yöneltmektedir ve İsrail’e kutsal olan yerleri
Türkiye elinde tuttuğundan, yahudinin tahakkümunu sürdürüp idealleri için
kullanılması tabiidir.
Gaye
(İsrael zangwill) in ( Fort nightly Review) dergisinde belirttiği gibi Filistin
veya Babil’de otonom bir Yahudi Devleti kurmaktır.
Türkiye’de
sınırsız Yahudi göçünü sağlamak, Rusya ve Romanya’daki Yahudileri
Mezopotamya’ya transfer etmek, yıllardır hedef tutulmuş, bu yolda çalışılmıştır.
Bellidir ki, Genç Türkiye üzerinde
hakimiyetini sağla mak için çırpınan yahudi; Türklerle,Ermeniler ve Rumlar
arasında düşmanlığı körüklüyor.[16]
Yukardaki
verilen bilgiler ne kadar ibret verici ve üzerinde uzun uzun düşünmeyi
gerektiriyor. Neredeyse her bir satır cümle için kitaplar yazılaçak bu belgenin
ve bunun gibilerin bugün ülkemizde yok
kabul edilip kendi kaderine boyun bükmüş bir milleti düşüne miyorum.
Kaldı ki
tarihin , her ne kadar taraflı olarak sapıtılmasına karşın yine de gölgede
kalmış kısmından yola çıktığımızda bu topraklar için bedenini, terini, tenini ve kanını feda
etmiş, karşılığında hiçbir bedel istemezken, gözlerini bu kutsal yurt
toprakları için yuman Atalarımızın önünde saygı ile eğilmemiz gerekmez mi?
MASON
DERNEKLERİ AÇILIYOR
1935
tarihinde Atatürk tarafından kapatılmasının ve vefatından hemen sonra acılan
Mason derneği’nin Türkiye Büyük Millet Meclisinde de tekrar kapatılması yönünde
faaliyetleri hızlandırmıştır.
Önderliğini,
Ahmet Gürkan ve Gazi Yiğitbaş ve Sinan Tekeli’dir. Afyon Milletvekili Gazi
Yigitbaş’ın verdiği soru önergesi şöyledir;
Yetmişinci içtima;30.04.1951
Birinci oturum açılma saati;15.05
Başkan-Başkan vekili; Fikri Apaydın
Afyon
Milletvekili Gazi Yiğitbaş’ın Masonlukla ilgili soru önergesi kâtip tarafından
okunur;
“Büyük Millet Meclisi Başkanlığına;
Ulus
Gazetesinin 20/01/1951 tarihli nüshasının ikinci sahife üçüncü sütununda bir
çok Milletvekillerinin Mason Cemiyetine kaydolunmak için müracaat ettikleri
hakkında bir haber neşredilmiştir.
Bu haberde
“Ticaret ve Ekonomi Bakanı Zühdü Velibeşe tarafından bu cemiyete girmeleri için
Milletvekillerine tavsiye edildiği, milletvekillerinden büyük bir kısmının
cemiyete kabul edilmediği, mason olması arzu edilenlerin daha ziyade ileri de
bakan olması muhtemel bulunanlarla büyük servet sahibi olanlardır.”
denilmektedir.
Malum
olduğu üzere bu cemiyet, kökü dışarıda, gizli ve zararlı beynelmilel bir
cemiyet olduğundan Atatürk tarafından kapatılmıştır.
Bu
cemiyetin ifşa edilen bazı esrarlarına göre Allah, Din, Mukaddesat tanımadığı
gibi millet içerisinde de çeşitli sınıf imtiyazları yarattığı anlaşılmaktadır.
Gerçi her
şahsın ferde vicdan hürriyetine, dilediği din ve mezhebi intihap arzusuna hiç
kimsenin karışmaya hak ve salahiyeti yoksa da Türk Milletinin yüzde doksan beşi
İslam dinine mensup olmakla beraber Milletvekillerinden de aynı nispette kahir
bir çoğunluk Müslüman tanındığı halde şimdi bu haberle aynı milletvekillerinin
dinle alakası olmayan gizli ve zararlı bir cemiyete girmiş veya girmek için
teşebbüs etmiş olduklarını göstermek tabiatıyla milletimizin gayri memnunluk
hislerini hareket getirmiştir.
Bununla
beraber uzun senelerdir laik kelimesinin hakiki manasının hilafına olarak
memlekette İslam dinini yıkmak, itikat ve vicdan hürriyetini ağır baskılar
altında bulundurmak gibi yayılmış olan yanlış hareket ve tatbikatı tashih
ederek din ve vicdan hürriyetine müdahale edilmesinin temini ve 14 Mayıs
seçimlerinde dahi başka sebepler meyanında bu gaye dahi esas tutulduğu
milletimiz tarafından şiddetle arzu edilmiş bulunduğundan bu defa mezkur gaye
ve arzunun tam aksine olarak, Allah, Din vesair mukaddesat tanımayan gizli bir
cemiyete milletvekillerinin kaydedilmiş oldukları hakkında yalan neşriyat
yapmak milletvekilleri ve dolayısıyla Demokrat Parti ve hükümeti aleyhine tertip
ve tasnif edilmiş bir suikastın mahsulü olduğu tezahür etmekteydi.
Çünkü;
Temas ettiğim bir çok milletvekili arkadaşlar tarafından mason olmadıkları ve
mason cemiyetine dâhil olmak için de müracaatta bulunmamış oldukları beyan
edilmiştir.
Bugüne
kadar aradan 18 gün geçtiği halde gazetelerde adı geçen Ticaret ve Ekonomi
Bakanı Sayın Bay Zühtü Velibeşe’nin ise; mezkûr haberi tekzip etmemiş olması da
Milletvekili arkadaşları Türk Milleti nazarında halen masonluk şubesi altında
bulundurmaktadır.
Binaenaleyh Mason olmayan ve mason cemiyetini
müracaat etmemiş bulunan sayın milletvekilli arkadaşları ve dolayısıyla
Partimizin suizan altında bırakmamak için aşağıdaki sorularımın Başbakan
tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını saygı ile arz ve rica ederim.
1-Beynelmilel, gizli zararlı ve kökü dışarıda
olduğundan evvelce Atatürk tarafından kapatılmış olan Masonluk cemiyetinin Halk
Partisi hükümetleri zamanında yeniden açılmasına müsaade edilmiş ise de
hükümetimiz tarafından icrayı faaliyet etmesine müsaade edilecek midir?
2-Milletvekillerinin kahir çoğunluğu böyle bir
müracaatta bulunmadıkları halde
“ Milletvekillerinden büyük bir kısmının kabul
edilmediği” tarzında hilafı hakikat haber neşrinde
3-İslam Dinine mensup olan Türk Milleti nazarında milletvekillerine,
dolayısıyla Demokrat Partiye ve hükümetine karşı itimatsızlık, nefret ve fitne
uyandırıcı ve bu anlayış neticesi olarak milleti tereddüde ve şüphelere sevk ve
tahrik eden;
4-Halk Partisinin iktidardan tavsiye edilmesinde
mevcut birçok sebepler meyanında (En fazla belki de birinci derece de müessir
ve amil olan sebep: Halk Partisinin laiklik perdesi altında din yıkıcı,
medeniyet ve garplılaşmak perdesi altında ise milli ahlak ve an’analerimizi yok
edici istikamet takip edilen iş olması bulunduğuna göre) gizli ve zararlı
tarikat mahiyetini taşıyan Mason Cemiyetine Partimiz mensubu milletvekillerinin
dâhil olmuş bulunduklarını göstermek aynen Halk Partisinin olduğu gibi
partimizin ve hükümetimizinde ilerde Türk Milleti tarafından tavsiyeye tabi
tutulması için kötü maksat takip etmiş bulunduğu sarahatle anlaşılan neşriyat
sahibi hakkında hükümetinizce ne gibi muamele yapılmıştır?
5-Mezkur neşriyatla milletimizin müteessir ve mütereddit
bir vaziyete düştüğü,mütemadi soruşturmalar karşısında kaldığımızdan
anlaşıldığı cihetle hükümetimiz tarafından milletimizi tatmin için tereddüdüne
izale edici herhangi bir tedbir almak tasavvurunda mıdır?[17]
Afyon Milletvekili
Gazi Yiğitbaş
Afyon
Milletvekili Gazi Yigitbaş’ın bu soru önergesine karşı cevap vermek için
kürsüye gelen İçişleri Bakanı Halil Özyürek (İzmir Milletvekili) konuşmasında;
“Şimdi
söyleyeceğim sözler, biraz evvel başkanlık makamından neticesi arz edilmiş olan
sayın Gürkan arkadaşımızın teklifi kanunisi hakkında geçen gün cereyan eden
müzakerelerde söylenmiş olanların tekrarından ibaret bir mahiyet taşımaktadır…
Binaenaleyh
Başbakan adına arz-ı cevap veriyorum.”
“Masonluk memleketimizde ilk defa 30 Haziran 1872
tarihinde (Tekamül-ü Fikri Cemiyeti) unvanı ile İstanbul vilayetinde tescili yapılmış
ve bu tescil keyfiyeti 2000 numaralı ilmühaberle teyit edilmiştir.
16 Mayıs
1929 tarihinde bu unvan (Türk Yükseltme Cemiyeti) ne tebdil edilerek bu isimle
tekrar tescili yapılmış ve üçüncü defa 11 Ocak 1933 tarihinde nizamnamesinde
bazı tadiller yapılmak suretiyle (Türk Yükseltme Cemiyeti),(Türk Büyük Meşriki)
namile yeni bir tescil muamelesi ifa edilmiştir.
1935
senesine kadar faaliyetine devam eden 3 Kanunuevvel 1935 Muhiddin Osman
imzasıyla İstanbul valiliğine verilen bir beyanname ile faaliyetine son
verildiği bildirilmiştir.
Emniyet-i
Umum iye’de mevcut dosyasında bulunan malumata göre tatil-i faaliyet etmesini
müteakip menkul ve gayrimenkul mallarını kendi rızasıyla Halk Partisine devir
ve teslim ettiği görülüyor.
Ancak bu
devir işinin umumi heyet kararına iktiran edip etmediği hakkında bir bilgi
yoktur.Bilahare 5 Şubat 1948 tarihli pullu ve dernek mührünü taşıyan bir
istidaname ile İstanbul Valiliğine müracaat olunarak üyelerinin fikri
temayüllerine hürriyet,müsavat ve kardeşlik prensiplerinin Türkiye hudutları
içinde gelişmesine çalışmak ve hayır işleriyle uğraşmak maksat ve gayesiyle (
Türkiye Mason Derneği) adile bir dernek kuruldu.
Dernek
merkezinin İstanbul olduğu, lüzum görülen yerlerde şubeler açılabileceği,Galata
Assikürasyoni cenarali hanında 6 numaralı oda da çalışacağı ve idare kuruluna
seçilen azanın isimlerini ihtiva eden listenin de dernek tüzüğünün ilk nüshasının
birlikte tevdi edildiği beyan edilmiştir ve bu istidaname altında Mecdi Ali Akasya,Cevdet
Hamdi Balım,Cemil Hamdi Balım,Muhib Nihat Kuran,Hazım Atıf Kuyucuk,Mustafa
Hakkı Nalçacı ve Yahya Orhan Tahsin,imzalarının konulmuş olduğu görülmüştür.
İliştirilen
liste de; reis Mustafa Hakkı Nalçacı, reis vekili Yahya Orhan,Umum Müfettişi
Mecdi Ali Akasya, raportör Hazım Atıf Kuyucak , genel katip Mühip Nihat Uran, Muhasebeci
Cevdet Halim Balım, üye Cemil Hamdi Balım isimlerinin yazılı olduğu
anlaşılmıştır.
Derneğin
İzmir’de bir şubesinin açıldığı, İzmir valiliğinin 1-1-1949 gün ve emniyet
şubesinin 3/248 sayılı yazısında ve Ankara da 10 Ocak 1949’da bir şubesinin
açıldığı da dosyasında bulunan kayıtta belirtmiştir.
Bundan
başka 21-2-1950 günü, eski idarecilerden avukat Ali Galip Taş ve doktor Hazım
Tiner imzalarıyla İstanbul Valiliğine verilen bir beyannamede cemiyetin
fevkalade içtimaa çağrılacağı bildirilmiş ve 11-3-1950 günü yapılan toplantıda
cemiyetin yeni idare üyeleri seçilerek isim listesi vilayete verilmiş ve bu
suretle cemiyetin faaliyete geçtiği tespit olunmuştur. Dosyamızda mevcut kayıt ve malumat bundan
ibarettir.”
Resmi
kayıtlardan alınarak verilen bu bilgilerden sonra İçişleri Bakanı Halil Özyürek
sözlerine derneğin tüzüğüne ilişkin bilgilerde ise şunları söylemekte;
“Biraz
evvel dilekçe ile birlikte tevdi edilmiş olduğundan bahsettiğim (Türkiye Mason
Derneği Statüsü) ismini taşıyan tüzüğün ikinci maddesinde (Derneğin mevzu ve
gayesi; üyelerinin fikri, felsefi, ilmi ve ahlaki tekâmüllerine, hürriyet, müsavat
ve kardeşlik prensiplerinin Türkiye hudutları içinde gelişmesine çalışmak ve
hayır işleriyle meşgul olmaktan) ibaret olarak gösterilen faaliyet mevzularıyla
birlikte bu gayelere varmak için derneğin mecmua, risale neşir ve üyeler
arasında konferanslar, müsabaka ve münakaşalar tertip ve tanzim edecegi de
yazılıdır.
Tüzüğün üçüncü maddesi kurucu üyelerin
isimlerini, dördüncü maddeye üye olmak için gereken şartları ihtiva etmekte,
beşinci madde de her üyenin dilediği zaman dernekten istifa edebileceği ve her
üyenin sebep gösterilmeden genel kurul kararıyla dernekten çıkarıla bileceği, altıncı
maddesinde şubeler açılabileceği ve şubelerin ancak kendi çevreleri içinde derneğin
maksat ve gayelerinin husulüne çalışacağı ve bunu takip eden,diğer maddelerde
genel kurulun sureti teşekkülü, salahiyetleri,gelir kaynakları,cemiyetler
kanunu hükümlerine göre defter tutulacağı ve fesih veya infisah halinde
mallarının genel kurulca bir karar verilmemiş ise Çocuk Esirgeme Derneğine verileceği
tespit edilmiştir.
Görülüyor
ki,Mason cemiyeti,Cemiyetler kanunu hükümlerine göre teşekkül etmiş bir
dernektir.
Arz ettiğim
bu bilgiler dışında kökünün dışarıda olduğunu,gizli ve esrarlı beynelmilelci
bir cemiyet bulunduğu hakkında malumat mevcut olmadığı gibi Atatürk tarafından
kapatıldığı hakkında bir kayıt yoktur.
Yalnız
evvelce arz ettiğim gibi üyelerinin birisi tarafından 1935 senesinde
faaliyetinin tatil edildiğinden başka da bir bilgi bulunmamaktadır.” demektedir.
Soru
önergesinin ana konusuna ilişkin ise;
“Bazı
bakanların mason oldukları ve başkalarını mason olmaya tahrik ve teşvik
ettikleri hakkında bir bilgimizde yoktur.
Nereden
olursa olsun bir mason cemiyetinin mutlaka ve behemehal kökü hariçte olan bir
merkeze bağlı olduğunu da bilmiyoruz” Bakan konuşmasının sonun da ise;
“Memleketimizde bu cemiyetin durumunu arz ettiğim
fazla bir bilgi hakikaten kanuna ve adaba uymayan bir faaliyeti varsa bunun
açıkça ifade edilmesi icap eder.
Biz bunu
mücerret bir cemiyet olarak tanıyoruz” demekte.
Bakanın
konuşması bittikten sonra soru önergesini veren, Afyon Milletvekili Gazi
Yiğitbaş söz alır.Yiğitbaş şunları demiştir;
1-Cemiyetler kanunun 9. maddesinin A fıkrası (
Devletin siyasi ve milli birliğini bozma amacını güden derneklerin kurulması
yasaktır) demektedir.
Bu
derneğin nizamnamesinde lise tahsilinden aşağı olanların kabul edilmediğine,
gazetedeki ilana göre de milletvekillerinden ileride bakan olması muhtemel
olanlarla ehl-i servet bulunanların kabul edildiğine ve bir çok
milletvekillerinin kabul edilmemiş olmalarının yazıldığına göre memlekette münevver,gayri
münevver, zengin, fakir diye vatandaşlarının sınıflara ayrılmasına meydan
verildiği aşikardır.
Bu
surette milli ve siyasi birliği bozmaktadır şu halde aşağı tahsilli olanlarla
fakir olanlar, ileri de bakan olmak istidadında olmayan milletvekili arkadaşlar
bu dernek dışında bırakılıyor. Milletlerarasında sınıf imtiyazı yaratmakta
olması bakımından Anayasanın 69.maddesine göre de aykırıdır. Aynı zamanda bu
derneğin gayesinde dünya da mason hakimiyeti kurmak ve mason kardeşliği tesis
etmek olduğuna göre milliyetçi ve halkçı olmadığından dolayı da mevcudiyeti
kanunlarımıza aykırıdır. Paris’teki bir toplantıda üstad-ı azam (1889) Amiable
şöyle demişti;
“
Masonluğun gayesi; Demokrat bir dünya Cumhuriyeti tesisidir. Buna göre Mason ihtidadında kozmopolitlik
esastır” diyor.
Farmasonların
demokrasi rejiminden faydalanarak halk efkârına nasıl nüfuz ettiklerini ve
devlet idaresini ele geçirmek için neler yaptıklarını Fransız meşrik-ı azamı
1904 salnamesinin 432.sayfasında bakınız ne diyor;
“Meşrik-i
azamın 104 locası Fransa’da yayılan nur’un mabetleridir..
Binlerce
vatandaş localara gelip kendi hayati meselelerini müzakere ederler ve orada
hazırlanan fikirlerini gazetelerde ve siyasi komitelerde müdafaa ederler.
Böylece efkâr-ı umumiye hazırlanır ve seçimlere tesir eder. Netice de millet
meclisi bizim arzumuza tabi kalır. Bu masonluğun tabiyesidir.Ve demokrat
rejimlerde daima böyle olmalıdır” denilmektedir.
Diğer bir
mason ( Yahudi) Adolf İsak ise;
“Bizim
yaratmak istediğimiz birlik, ne Fransa ne İngiltere’dir, her fırsattan istifa
edilmesi lazımdır.”diyor
2-Cemiyetler kanununun 9.maddesinin B fıkrası şöyledir;
“Din, mezhep ve tarikat esaslarına dayanan
derneklerin kurulması yasaktır.”
Mason
Derneğinin kendi gizli kitaplarında ve toplantılarında aldıkları karar ve beyan
ettikleri nutuklarına göre masonluk bir dindir ve bir tarikattır.
Masonların
mecmuası olan Akasya’nın 860. sayfasında “ Mason müsellesi dinin yerini, mason
locaları mabetlerin yerini tutacaktır.” Yazılıdır.
33 dereceli Musevi Sehami kardeşin kardeşlerine yayınladığı
üstad kitabının 15.sayfasında “masonluk bir dindir mahfellerin adı mabettir.
Merasimlerinin adı ayindir.”diyor
3-Cemiyetler Kanununun 10.maddesinde;
“ Merkezi
yurt dışında olan bir cemiyetin Türkiye de şubesi açılamaz ve ulusal
maksatlarla cemiyet kurulamaz”diye yazılıdır. Bu mason derneğinin kökü taşra da
ve İskoçya’dadır.
Derneklerin
kurulması, rütbe ve derecelerin tevcih ve tasdiki merkeze aittir. Oranın
muvafakatı olmadıkça dernek kurulamaz. Verilen rütbe ve dereceler muteber sayılmaz,
İşte delili olan şahadetnameyi okuyorum;
Sanii Azamı kainat Şerefine
Müsavat Hürriyet Uhuvvet
Terakki Kuvvet İttihat
İskoçya tarikatı kadime ve makbulesinin hakim
mıntıkai bürucun kubbe-i kevkebedarı altında 41 derece bir dakika ve 15 saniye
arz-ı şimalide vaki İstanbul vadisinde... İskoçya tarikta-ı kadime ve
makbulesinin hakim müfettişi azamı umumiler Türkiye ve tevabii şuray-ı alisi
lakonkort hakim şapitirne Üstad-ı hafi derecesinde bulunan aziz biraderimiz
Mustafa Saffet’in Lakokort Şapitrinde dokuzlar müntehibi dokuzuncu derecede
irtika ettiğini tastik eder, yeryüzünde mevcut kadim ve cedit muhtelif
derecelerdeki bilcümle hür ve muntazam masonların kendisini olveçhile
tanımalarını ve muavenet ve teshilata mazhar kılmalarını tavsiye ve umumi
masonluga dahil ve mer’i ve muteber olan her hangi tarika mensup masonlara
mukabeleten muavenet ve teshilat göstermeyi vadeyler.
Hat-.-EA
Y.O.R
İmza
Türkiye Cumhuriyeti
İstanbul Vadisi
Şuray-ı alisi hakimi
P.mah.H.A.EA.ES.EA
T.P.S.G.C.G.M.
Mühür
Haz.EA
Mühür
Hazinedarı Kebiri Umumi
Görülmüş ve 385 numarasiyle kaydedilmiştir.
Mühür
O...MH.İmza
Dersadet vadisinde kain Lakonkort H.Şa.Y.
Martikölünün 6 Haziran 1340/1942 tarih ve 195 numarasına kaydedilmiştir.
Mühür ve İmza
Sayın
arkadaşlar! Şimdi gelelim Cemiyetler kanununun 15 maddesine bu madde diyor ki;
“Partilerden
başka cemiyetler, birden fazla mevzuu ile uğraşamazlar...” mason dernekleri her
memlekette bir mevzu ile mi meşguldür?”[18] demektedir.
TOKAT
MİLLETVEKİLİ AHMET GÜRKAN’IN MASON DERNEKLERİNİN KAPATILMASI HAKKINDA KANUN
TEKLİFİ VE İÇİŞLERİ VE DEVLET KOMİSYONLARI RAPORLARI (2/156) 29.011951
B.M.Başkanlığına
Mason Derneklerin kapatılması Hakkındaki Kanun
teklifimi ekli gerekçesiyle takdim ediyorum.
İlği komisyona havalesiyle kanuniyet kesbetmesini
arz ve teklif ederim.
Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan
Masonluğun
Reddini icabettiren sebeplere müstenit gerekçe Ahmet Gürkan gerekçesinin giriş
bölümünde Mason derneklerinin Türk milliyetçiliği ve İslam dininin düşmanlığı
üzerine kurulduğunu ve kökünün dışarıda bulunduğu tespitinde bulunduktan sonra
Masonluğun bir tarikat olduğu tespitinde bulunur.Buna göre;
“Mason
anayasasından bazı maddeleri vermezden evvel şunu bilhassa nazarı dikkatinize
arz ederim ki masonlar, kendi teşekküllerine (tarikat) derler.Bunun tam
ifadesini aşağıda sıralanacak olan maddeleri (tarikat) kelimelerinde bulmak çok
basit bir hakikattir.
Türkiye Maşrıkı Azam Kavanini Esasiye Kitabı:
Birinci Bap-Tarikatın teşekkülü
Madde 7-Tarikatın cetvelinden
Madde 10-Tarikatın vukubulan taahhüdatından
Madde 25-Tarikatın idaresi
Madde 34-Tarikatın masrafları
Madde 65-İkinci ve üçüncü dereceler, ancak tarikatın
kendisine mahsus süveri rumuziye dairesinde tevcih olunur.
Madde 38-Deracatı selasiyei rumuzuniyenin hâkimi müstakilli
olan ve bütün Türkiye’ye isalei nur ve ziyaya mecbur ve memur olan maşrıkı azam
Madde 92-Bir mahfel tesisi maşrıkı azamca İskoçya
tarikatıne muvafık olarak tanzim olunacak talimatname mucibince icra olunur.
Madde 93-Maşrıkı azam birinci derecede üçüncü
dereceye kadar İskoçya masonluğunun bilcümle salahiyetlerini cami olup ilk üç
derecesinin idaresi hususunda Türkiye de kendine muadil veya mafevk hiçbir
kuvvet tanımaz. Üstad derecesi fevkindeki deracat, İskoçya şurayı âlisine ait
bulunmak hesabiyle maşrıkı azamın salahiyeti ilk üç dereceye munhasır olup bu
dereceleri geçmez.
Madde 121-Maşrıkı azam masonluk ittihadının kuvveden
fiile çıkmasına müttehiden çalışmak üzere dünyanın her tarafındaki mason heyeti
muazamasiyle tesis ve idamei münasebet eyler
Türkiye Maşrıkı Azamı Dâhili Nizamnamesi;
Madde 26- Maşrıkı azam, meşarıkı muazzameyi ecnebiye
ile münasebetini ve süreti Umumiyede tarikatın süvari icraiyesini tesbit eder.
Madde 37-Maşrıkı azamın murahaslarıyle muvazzafini
esasiyesi bir önlük ile bir de sadra muallâk bir kordonu hamildirler
Madde 38- Önlükler İskoçya tarikatında müstamel
olduğu veçhile kenarı mavi kareli renktedir.
Madde 39-Kordon dahi aynı renk ve şekilde bulunaçaktır.
...Üstadı azamın kordonu, önünde sırf madenden
menkuş bir (Güneş) timsali bulunaçaktır.
Üstadı
azam muavininin kordonu önünde bir (Sakakuşu) tasviri ve muvvazzafini sairenin
kordonlarında heyeti mecmuası bir (müselles) teşkil eder surette maşrıkı azam
hurufu ile fevkinde bir çeşmi basiret mürtesem bulunacak ve azayı sairenin
kordonları da ikişer (Akasya dalı ile müzeyyen ) olaçaktır.
İşte
yukarıdaki maddeler, tetkik edildikten sonra görülür ki mason dernekleri,hem
tarikat ve hem de beynelmileldir.
Yani
Cemiyetler kanununun 9 ve 10. maddeleri hilafına kurulmuş daha doğrusu
kapatılması zaruri bir cemiyettir...
İş bunula
da bitmemektedir.Masonlar,daima yaşadıkları milletlerin idarelerini eline almak
için daha çok devlet adamlarını veya devlet makamlarını yedi icratına alması
muhtemel siyasileri kendi derneklerine almak için cansiperane çalışırlar...
Merhum
Atatürk bu dernekleri haklı olarak kapatma emrini verirken hiç şüphe yok ki,
milliyetcilik hislerinden aldığı ilhamla hareket etmiştir.
Nitekim
Türk maşrıkı azamı ve hala da aynı dereceyi muhafaza eden mason dernekleri
Başkanı Mustafa Kemal, Atatürk’le yaptıgı konuşmada cevap olarak Atatürk’e
şöyle demişti;
“Evet,
memleket dâhilinde realize etmek istediğimiz yüksek ideal ile masonlugun
tahayyül ve realize etmek istediği ideal aynı olabilir. Halk fırkasının
umdeleri memleket hudutları haricinde intişarına vesile olan rasyonel hissi bir
teşekküldür. Bu bakımdan hikmeti vucudu reddedilemez.”
...Atatürk açık olarak ve Türk maşrıkı azamının
ağzından masonluğu hariçle münasebet tesis eden bir teşekkül olduğunu işitir
işitmez bu teşekkülün kapatılmasını emretmiştir.
Gerçi
cemiyetler kanununun 9 ve 10. maddeleri mason derneklerinin kapatılmasına kâfi
iseler de; Bu kanunun meri olduğu bir devirde bu derneklerin teşekkül ve hatta
taazuv etmiş olması ve bugüne kadar da müsamaha görmesi onlara bir nev’i müruru
zaman gibi bir defi hakkı verebilir.
İşte bu bakımdandır ki, Mason derneklerinin
kapatılması için yeni bir kanun tedvinine ihtiyaç olduğu kanaatiyle iş bu ( Mason Derneklerinin seddi kanunu)
teklifini hazırladım.
29.01.1951-Mason
Derneklerinin Kapatılmasını amir kanun teklifi
Madde 1-Ne namda olursa olsun bir daha açılmamak
üzere mason dernekleri kapatılmıştır.
Madde 2-Kapatma işi kanunun neşrinden 15 gün içinde
bitirilir.
Madde 3-Bu kanun neşri tarihinde yürürlüğe girer
Madde 4-Bu kanunu bakanlar kurulu yürütür.[19]
B.69:27.4.1951–0,1
Tokat
Milletvekili Ahmet Gürkan’ın, Mason Derneklerinin kapatılması hakkında kanun
teklifi ve içişleri ve Adalet Komisyonları raporları münasebetiyle;
Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan konuya girmeden önce
kısaca Masonluğun tarihcesi ve Türkiyedeki faaliyetlerine ilişkin bilgiler
aktardıktan sonra;
“Sevgili
arkadaşlarım; beşeriyete hizmet etmek isteyenler muhakkak ki Kızılay
teşkilatına girebilirler.
Çocuk
Esirgeme Kurumuna girebilirler, fakat böyle mahiyeti belli olmayan, gizli
çalışan, beynelmilel olduğu herkesce malüm ve müsellem bulunan bir teşkilata girmekle
bu olmaz
Arkadaşlarım;
hukuk bakımından iddiaları şudur; Diyorlar ki; Anayasa bize vicdan hürriyeti
vermedi mi? Dernek kurma hakkı vermedi mi?”…Kralcı esaslara dayanan bir dernek
kurmak isteyen birkaç kişi çıksa bunlara müsaade edebilir miyiz? (Hayır
sözleri)
...
Sevgili
arkadaşlar, kanun kapamaya kâfidir diyorlar. Fakat 9. madde diyor ki,
“Arsıulusal maksatlarla cemiyet kurulamaz” Bana dediler ki, Kızılay da
Arsıulusal maksatlarla kurulmuştur. Evet, ama cemiyetler Kanunun da onun için
maddei mahsusa vardır. Kızılay Beynelmilel hazırlanan bir program dâhilinde
çalışabilir, fakat kökü dışarda değildir. Merkezi umumisi Ankara’dadır.[20]
MASONLUĞUN
İLGASI İÇİN YAPILAN KANUN TEKLİFİ
1965 Yılında
Meclis’e Masonluğun ilgası için bir kanun teklifi verilmiştir. Kanunlaşmayan bu
teklif aynen şöyledir;
“ Millet
Meclisi Muhterem Başkanlığına;
657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu’nun 7. maddesinin degiştirilmesinin dair imzaladığımız
kanun teklifimiz, gerekçesiyle birlikte takdim kılınmıştır.
…Gerekli
muamelenin yapılması hususunda yüksek delaletlerinizi saygılarımızla arz ve
rica ederiz.
1-Süleyman Arif Emre, Y.T.P. Adıyaman Milletvekili
2-Hüsnü Dikeçligil, A.P. Kayseri Senatörü
3-Mevlüt Yılmaz, A.P.Balıkesir Milletvekili
4-Nihat Diler, Y.T.P.Erzurum Milletvekili
5-İsmet Kapısız, M.P.Konya Milletvekili
6-Hasan Aksay, A.P. Adana Milletvekili
7-Bahaddin Uzunoğlu, Samsun A.P. Milletvekili
8-Ahmet Tevfik Paksu, A.P. Maraş Senatörü
9-Akif Hikmet Güner, A.P. Kırklareli Milletvekili
10-Osman Yüksek, Müstakil Antalya Milletvekili
11-Fehmi Cumalıoğlu, M.P Kayseri Milletvekili
12-Mustafa Akalın, A.P. Afyon Milletvekili
13-Gıyaseddin Duman, A.P. Sivas Milletvekili
14-Hasan Akçalıoğlu A.P. Antalya Milletvekili
15-İsmail Hakkı Yılamlıoğlu, C.K.M.P. Kastomonu
Milletvekili
16-Nureddin Ardıçoğlu, Bağımsız Elazığ Senatörü
17-Sami Binicioğlu C.K.M.P. Manisa Milletvekili
18-Şerafeddin Paker, A.P. Sakarya Milletvekili
19-İsa Bingöl, A.P. Muş Senatörü
657 Sayılı
Devlet Memurları Kanunu’nun 7 nci maddesinin değiştirilmesine dair kanun;
Madde: 1- 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 7
nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
‘’Madde: 7- Devlet Memurları kökü dışarıda olan cemiyetlere
veya müstakil olmakla beraber kökü dışarıda olan cemiyetlerle irtibatı olan
cemiyetlere ve maksadını veya metodunu kısmen veya tamamen gizli tutan
teşekküllere ve her ne şekil ve nam altında olursa olsun mason cemiyetine veya
benzeri cemiyetlere ve siyasi partilere üye olamazlar.
Herhangi
bir siyasi parti ve kişinin yararını ve zararını hedef tutan bir davranışta
bulunamazlar.
Görevlerini
yerine getirirlerken aile, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din,
mezhep ve dernek ayrımı yapamazlar’’
Madde:2-Bu kanun yayımı tarihinde yürülüğe girer.
Madde:3-Bu kanunu Bakanlar Kurulu yürütür
GEREKÇE:
Kanunlarımız
prensip olarak şahıs hürriyetini, temel ittihaz etmiştir.şahıs hürriyetinin
çeşitli tezahürleri arasında siyasi ve gayri siyasi cemiyetler kurmak veya
kurulmuş olan bu türlü cemiyetlere girmek hürriyeti de vardır.
Ancak bu
hak ve hürriyetlerin kullanılmasında fertler tamamen serbest bırakılmış olup,
bu hürriyetler diğer hukuk kaideleri ve evveliyetle amme intizamına taalllük
eden hükümlerle sınırlandırılmıştır.
Yine
kanunlarımız gayri siyasi derneklere üye olanların Devlet memuru olmalarına
müsaade etmiştir. Ançak, gayri siyasi dernekler içerisinde mason derneğinin
taşıdığı hususiyetler diğerlerinden tamamen farklı olup, bu dernek mensuplarının
Devlet memuru olmalarına mani çok mühim mahzurlar mevcuttur.
Bu
derneğin dünyaca üzerinde ittifak edilen ve tarihi bir realite bilinen başlıca
vasıfları şunlardır;
1-Masonluk kökü dışarda bir cemiyettir.
2-Muvazzaalı yollardan siyaset yapmaktır.
3-Devlet teşkilatında mühim mevkilere kendi mensuplarını
getirmekte ve hak tevziinde tarafgirlik yapılmasına amil olmaktadır.
4-Gizli usullerle, gizli işaretler kullanılmaktadır.
5-Sınıf tefrikine giden bir fonksiyonu vardır.
6-Mevcut dinler dışında gizli bir tarikat mahiyetindedir.
1-DERNEGİN KÖKÜNÜN DIŞARDA OLUŞU;
Teşkilat
itibariyle dünyanın muhtelif memleketlerine yaygın olan ve muayyen merkezlerden
idare edilen derneğe hukuki manada tam bir teşhis konulduğu takdirde “Gizli ve
Beynelmilel bir Devlet” diyebiliriz.
33 dereceye
ayrılan bu dernek mensupları üst derecedekilere mutlak surette itaatle
mükelleftirler. Bu itaat ayrıca hususi yeminlerle de teyit edilmektedir.
Bu disipline ilaveten her derece, bir üst
derecenin sırrına vakıf değildir. O halde en üst derecenin takip ettiği gizli
gayenin ne olduğu bilinmeden bütün teşkilat kademeleri mutlak bir itaat
göstereceklerdir.
Böyle bir
teşekküle dış merkezlerden verilecek gizli emirlerin Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti’nin ve Türk Milleti’nin yüksek menfaatlerine aykırı olması halinde
bugün mevzuatımızda doğacak mahzurları önleyecek hiçbir tedbir mevcut değildir.
Milli
menfaatlerimize aykırı bir faaliyete, memleketimizdeki şubelerin ve hele alt
kademelerin, mahiyetini bilmeden itaat etmeleri ve sebebini tahkik imkânından
mahrum bulunmaları milli menfaatler bakımından çok mühim endişeler tevlit
edecek bir mahiyet arz etmektedir...
Dernekten
daha ziyade, hukuki yapısı itibariyle gizli bir devlet teşkilatına yakın olan
bu cemiyet mensuplarına, bir şahsın aynı zamanda iki Devletini memuru olamıyacağına
dair hukuk kaidesinin tatbiki icap eder.
Türk ceza
kanunu’nun 143.maddesi ve cemiyetler kanunu’nun 10.maddesi merkezi yurt dışında
olan cemiyetlerin kurulmasını yasaklamıştır..
Ancak
cemiyetler kanununun 10.maddesinini 2. fıkrası, Bakanlar kuruluna istisnaen
bazı hallerde bazı cemiyetlere yurt içinde şube açma müsaadesi vermek yetkisini
tanımıştır.
Fakat
kabul edilen bu istisna, maddenin vaz’ettiği temel kaidenin taşıdığı ve daha
ziyade milli menfaatleri siyasetten doğan endişelerin tamamen terk edilmesine müsait
değildir...
Bu dernek
milliyetciliğe ve dine muarızıdır.Her ne kadar alt derecelerde üyelerin
milliyetcilik ve din konusunda taşıdıkları kanaatlere müsamaha ile bakılmakta
ise de, dereceler arttıkca üyeler bu mefhumların bir dava olmaktan çıktıgı
görülmektedir.
Görüldü
ki cemiyetler kanununun 9. maddesinin A fıkrası, izahına çalıştığımız bu
mahzuru bertaraf etmek için kat’i bir hüküm koymuş ve (Milli Birliği bozma
amacı güden) cemiyetleri sureti kat’iyede yasaklamıştır..
Milli
vicdandan doğmayan, kökü dışarda bulunan bir fikir ceryanını istisnai hudutları
aşarak esas gaye haline getirilmesi, milli birliği bozan ve zaafa ugratan bir
harekettir. Bu haliyle mezkur derneğin tamamen kapatılması ve Atatürk’ün bıraktıgı
noktaya avdet edilmesi lazımdır.
Ancak bu
amaliye idari ve ve kazai bir faaliyet neticesinde gerçekleşebileceginden biz
bu teklifimizle mevcut mahzurları izale edecek teşrii bir de tedbir getirmiş
bulunuyoruz.
2-SİYASİ
MAHZURLAR
Herne
kadar Mason Derneği görünüşte gayri siyasi bir şekil bürünmüş ise de,aslında
Masonların en büyük gayeleri Devlet müesseselerine ve siyasi teşekküllere
sızarak iktidara gelmektir.
Bu metod
yalnız memleketimizde degil,diğer devletlerin bünyelerinde de tatbik edilmekte
ve yer yer başarıya ulaşmaktadır.
......Öte
yandan masonlar elde ettikleri siyasi teşekkülle rin esas gayelerini bir tarafa
bırakmakta ve o teşekkülü kuran ve ayakta tutan milli iradeye rağmen teşekküle
masonik bir siyasi teşekkülde vazife alması yadırganacak bir hareket değildir.
Ancak
kendine mahsus programı ve ideali olan bir siyasi partinin gizli ve hileli
usullerle içten fethedilmesi ve böylece masonik gayelere alet edilmesi içtimai
ve siyasi dürüstlüğün icaplarına aykırıdır.
Muhtelif
memleketlerde bulunan müşahhas misalleri mevcuttur.
Siyasi
teşekkülleri zapdedeçek kadar siyasi olan bir derneği, metotlarını gizlemek
için büründüğü gayri siyasi hüviyet içersinde mütalaa etmek,onun takdiğine
kurban gitmek saf dillik olur.
Bu bakımdan vakıaları değerlendirerek siyasi
parti mensuplarına konulan yasagın bu dernek mensuplarına da teşmili suretiyle
Devlet memuru olmalarının önlenmesi gerekir.
3-TARAFSIZLIK
BAKIMINDAN
Devletin
hikmeti vucudu, kuruluş gayesi vatandaşlar arasında her işte icrayı adalet
etmektir…..657 sayılı Kanunun 7.maddesinin diğer hükümleri arasınada ifadesini
bulmuştur;
“Madde:7-Devlet
memurları siyasi Partilere üye olamazlar, her hahgi bir siyasi parti veya
kişinin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar, görevlerini
yerine getirirlerken, aile,ırk, cinsiyet, siyasi düşünce,felsefi inanç,din ve
mezheb ayırımı yapamazlar.”denilmektedir.
…
…
Tadilini istediğimiz 7.maddenin esas maksadı, bu
hassas ölçüyü idari muamemelere de tatbik etmektir
4-GİZLİLİKTEN DOGAN MAHZURLAR
3512 sayılı
Cemiyetler kanununun 9.maddesinin 1. Fıkrası “ Gizli tutulan, gayesini
saklayan” Cemiyetleri yasak etmiştir.
Mason
Dernegi herkesin bildiği gibi 33 derecedir ve her derece bir üst derecenin
sırlarına vakıf degildir…
Buna ilaveten hepsi de evkar-ı umumiyeden gizlidir
5-SINIF
TEFRİKİ
Anayasamızın
12.maddesi, Cemiyetler Kanununun 9.maddesi ve Devlet Memurları Kanununun
tadilini istediğimiz 7. maddesi sınıf tefrikine veya bir zümreye imtiyaz verilmesine
karşı hükümler vaz’etmiştir.
Bu
istismarın önlenmesi veya hiç olmazsa resmi müesseselerin bu istismara alet
olmaktan kurtarılması elzemdir.
6-HURAFECİLİK
VASFI
Kanunlarımız
hurafeyi ve ilmi izahı olmayan batıl inanışları, hurafe ve tarikatları
yasaklamıştır… Mezkûr dernegin hiçbir din ve tarikatta bulunmayan garip gayri
ciddi, hurafe ve ayinlerle karışık bazı merasimlerle iştigal etmesi, müsamaha
olunacak hallerden değildir.
…
Milletin istemediği kimselerin zorla milletin
başında tutmak milli iradeye hürmetsizlik oldugu kadar, idare edilenlerle,
edenler arasında sevgi yerine nefreti hâkim kılmaktan başka bir netice
doğurmaz…
Saygılarımla
Mecliste
bulunan 222 Milletvekili oylamaya katıldı. Neticede 7 Çekimser,58 kabul ve 157
red oyu ile kanun teklifi kabul edilmedi.[21]
"Her
ne kadar masonluk her memleketin hudutları içinde milli ise de,hakikatte onun
başlıca gayesinin dünya kardeşliği olduğunu hiçbir zaman gözden kaçırmamak
lazımdır.
Buna da
ancak muhtelif masonik iktidarların kendi aralarında meydana gelecek samimi bir
anlaşma ile varılabilir..." demekle birlikte ,dünya üzerinde iktidar da
bulunan ya da hazırlanan masonlar olduğu vurgusu yapılmakta. [22]
Bu sürecin
devamında 3 Aralık 1935'de ne kadar da kabul edilmek istenmese de bizzat
Atatürk'ün emriyle kapatılan mason derneği 5 Şubat 1948'de " Türkiye Mason
Derneği" ismiyle tekrar faaliyetlerine resmi olarak başlamış bunun hemen
akabinde ise Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan'ın başını çektiği bir grup
milletvekili bu derneğin tekrar kapatılması için çalışmalar yapmışlardır.
1949
yılında meşhur 163. maddenin meclisteki müzakeresinde Seyhan Milletvekili Sinan
Tekelioğlu'nun "Mason teşkilatını serbest bırakıp Müslümanları böyle bir
kanunla tazyike başlamak doğru değildir..."diyerek meclis kürsüsünde
aldığı masonluk daha sonra 1951'de Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan'ın bir kanun
teklifi ile Büyük Millet Meclisinde görülmüştür.
Ahmet Gürkan'ın Kanun teklifi şu idi;
Madde-1 Ne namda olursa olsun bir daha açılmamak
üzere Mason Dernekleri kapatılmıştır.
Madde-2 Kapatma işi kanun neşrinden on beş gün
içinde bitirilir.
Madde-3 Bu kanun neşri tarihinde yürürlüğe girer.
Madde-4 Bu kanunu Bakanlar kurulu yürütür.
Kanunun gerekçesinde;
"Masonluk beynelmilel bir teşkilattır. Din,
ırk, mezhep ve milliyet farkı gözetmediği için cemiyete mensup bir mason çok
kerre kendi milletinin ve vatandaşlarının, kendi dininin ve dindaşının aleyhine
karar ve hareketlere iştirak etmektedir.
Masonlar
Cemiyetlerinin ve kendilerinin menfaati uğruna bütün mukaddes bilinen şeyleri ayaklar altına
almaktan çekinmezler."demekte.
Ahmet
Gürkan'ın bu kanun teklifi Dâhiliye (İçişleri) Encümeni'nin "Kapatma
salahiyeti Mahkemelere aittir. Mütalasıyla reddedilmiş, ekseriyetle alınan bu
red kararına Adliye encümenide katılmış ve kanun teklifi Komisyonların bu red
kararıyla 1951 yılının 27 Nisan günü Meclis Umumi Hey'etine gelmiştir. O gün komisyon raporlarının okunmasını
müteakip teklif sahibi Ahmet Gürkan söz almış ve konu üzerindeki fikirlerini
dile getirmiştir.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ında izlediği bu
kanun teklifinin müzakeresi sonunda yapılan oylamada, elli kabul, üç çekimser,
yüz yirmi beş red oyu kullanılmış, ancak bu oylamada kanuni nisab olmadığından
30 Nisan günü yapılan ikinci oylamada elli dokuz kabul, yedi çekimser, yüz elli
yedi red oyu verilmiş, böylece mason localarının kapatılması teklifi reddedilmişti.
BU
KANUN TEKLİFİNE "EVET" DİYENLER
1-Gazi Yiğitbaşı
2-Bekir Oynaganlı
3-Süleyman Kerman
4-Halis Öztürk
5-Ömer Bilen
6-Abdullah Gedikoğlu
7-Ali Fahri İşeri
8-Keşşaf Mehmed Korkod
9-Talad Oran 39-Hamdi
Dayı
10-Salahaddin İnan
11 -Zuhuri Danışman
12-Vahid Yöntem
13-Halil Ayan
14-Süreyya Öndik
15-Kazım Arar
16-Mecid Bumin
17-AbbasGigin
18-Mes'ud Güney
19-Yusuf Kamil Aktuğ
20-Mustafa Ekinci
21-M.Remzi Bucak
22-Yusuf Azizoğlu
23-Nazım Önen
24-Suphi Ergene
25-Abdullah Demirtaş
26-Sabri Erduman
27-Süleyman Kuranel
28-Cevdet San
29-Samih İnal
30-Salahaddin Ünlü
31-İsmail Berkok
32-Kamil Gündeş
33-Ali Rıza Kılıçkale
34-Saim Önhun
35-Kemal Atatman
36-Nuri Ocakcıoğlu
37-Mehmet Kolu
38-Ahmed Kadıoğlu
40-Halil Nuri Yurdakul
41 -Süreyya Tellaloğlu
42-Haşim Alişan
43-HasanFehmi ustaoğlu
44-Şükrü Uluça
45-Arif Nihat Asya
46-Sinan Tekelioğlu
47-Salim Serçe
48-Mehmed Daim Süalp
49-Ahmed Gürkan
50-Hamdi Koyutürk
51-Mustafa Özdemir
52-Nuri Turgut Topcuoğlu
53-Hasan Remzi Kulu
54-Celal Tuncel
55-Yusuf Karslıoğlu
56-Faik Erbaş
57-Fuad Nizamoğlu
58-Haşim Tatlıoğlu
59-Rıfat Siyavuşoğlu
Bu
mevzuda aynı yıl Afyon Milletvekili Gazi Yiğitbaş'ın sözlü sorusu ile Masonluk
yine ele alınmış daha sonra 1965-1969 döneminde bazı senatör ve milletvekilleri
masonluğu yine meclise getirmişlerdir. Bunlar ise;
1-Hasan Aksoy
2-Süleyman Arif Emre
3-Serdengeçti Osman Yüksel
4-Mustafa Akalın
5-Hasan Akçalıoğlu
6-Mevlüt Yılmaz
7-Nihad Diker
8-Nureddin Ardıçoğlu
9-Hüsnü Dikeçliliğil
10-Fehmi Cumalıoğlu
11 -Arif Hikmet Güner
12-İsmet Kapısız
13-İsmail Hakkı Yılanlıoğlu
14-Ahmet Tevfık Paksu
15-Sami Binicioğlu '
16-İsa Bingöl
17-Şerafaddin Paker
18-Gıyaseddin Duman
19-Bahaddin Uzunoğlu
Masonlar kapanmalarının
ardından bir süre uyku dönemine geçmiş daha sonra iktidarın ve Cumhurbaşkanının
da açık desteğiyle tekrar faaliyetlerine geçmişlerdir[23].
LİONS
DERNEKLERİ
Lions
Dernekleri, bilinen adlarıyla da Masonların arka bahçesi olarak tanımlamakta
mümkündür.
Bu
tanımlamayı yaparken Tabiki öncelikle kendi yayın organlarına bakmak ve onların
verdiği bilgiler ışığında daha doğru oluyor.
Çünkü ne
kadar gizlemek isteseler de elimizdeki bilgile aşağıda da anlatılacağı üzerine
bunu açıkça ortaya koymaktadır.
Bununla
birlikte sürekli “Atatürkçü” olduklarını dile getirmelerine rağmen kendi “and”
larında Atatürk ikinci sıra da yer almakta, “Lions Tüzük ve Yönetmeliklerinden
sonra” gelmektedir.
Yine bu
and’larında dile getirdikleri diğer bir konu ise (Bu Masonlar ve Rotaryler
içinde geçerlidir.) Kendi and’larında, “İnsanlığın barış ve mutluluğu, ulusumuzun
güvenliği” derken de bu ifadede yer alan “ulus güvenliği” ikinci sıra da yer almıştır.
Lionsların
tekrar yine kaynaklarına bakacak olursak, yöneticilerine yönelik hazırlanan
“Lions Bilgi Demeti” adlı kitapta,
![]() |
II. Görev Devri Töreni (1,8)
“Tören
yönetmeni: Yeni yöneticilere görevlerini ayrıntıları ile anlatmak niyetinde değilim.
Yöneticilerin adları uluslar arası Lions’a bildirilmiştir.
Oradan gönderilen bilgilere göre
görevlerinin gereğini yapacaklardır.
Buna rağmen
her yöneticiyi çağırarak Yönetim Kurulundaki görevlerini özetleyeceğim ki
üyeler kendilerinden beklenileni bilsinler” (s. 175)
Tören
yöneticisi görevlerin ne olduğunu özetleyeceğim diyerek gerçek bilgilerin
dışında (Amerika’dan geleceği söylenen teslimatlara hiç girmeden belirtilen
sıradan işleri sıralayarak konu bir şekilde üstü örtülmeye çalışılmakta. Ama
devamında tören yönetmeni saymanı yanına çağırarak.
“Sayın Sayman, şu anda devir aldığınız göreviniz
gereğince bütün kulüp gelirlerinin koruycusu olduğunuz gibi gelirleri ve
ödentileri toplamak ve bankaya yatırmak mali işler komitesine yardımcı olmak,
bütçeyi birlikte hazırlamak, yönetim kurulunun direktifleri uyarınca
harcamaları yapmak görevleriniz arasındadır.
Her ay
mali durum çizelgelerini Yenetim kuruluna sunarak ve altı ayda bir uluslar
arası büroya mali durum raporunu göndermek, ödenti ödemeyen üyeleri yönetim
kuruluna bildirmek de görevleriniz arasında olmaktadır.
Sayman olarak görevlerinizi en iyi bir biçimde yapmaya
and içer misiniz?”
Lionsların
paraları yurt dışına gönderilmektedir.
Tören yönetmeni son olarak da Başkanı çağırır.
“Sayın başkan, hem kulübün hem de yönetim kurulunun
başı olarak görevi devir almış bulunmaktasınız. Bu sıfatta bütün kulüp
toplantılarına, yönetim kurulu toplantılarına ve diğer toplantılara katılmak
görevinizdir.
Yönetim ve
çalışma komitelirinin uluslararası genel merkezin öngördüğü biçimde seçilmesini
sağlamak ve gerektiğinde toplantılarına katılıp başkanlık yapmak yine buradan
anlaşılmaktadır ki yönetim aslında Amerika’dan yapılmaktadır.
III. Kitap’ın Hazırlandığı Kapaklar Bölümü
IV. Üyelerin Korunması (8)
“Her yıl lions kulüpleri dünya üzerinde 200.000’den
fazla insanın lions kulüplerine katılma davetini kabul etmesiyle en büyük ve en
insancıl hizmet kuruluşunu oluşturmaktadır. Her yıl yaklaşık 175.000 kişide
üyeliklerini sona erdirmek istemektedirler, en acısı 3. yılında Lionsu terk
etmektedirler.
Lionsun gerçekten söylendiği gibi sadece “hayırsever”
ya da “hoşgörü” olmadığını gerçekte neye hizmet ettiğini görenler bu kulüpten
ayrılmaktadırlar. Üyelikten ayrılma sebepleri
ise;
“Bu neden olmaktadır” Bu üyelerden bazıları, ölüm,
hastalık, ekonomik nedenler, lions kulüplerinin olmadığı bir bölgeye nakil gibi
makul sebeplerle ayrılmaktadırlar. Diğerleri gerçek bir lionsta olması gereken
özellikleri taşıyamadığından fakat birçoğu külüplerimizin güçlü bir üyelik
geliştirme programları ile önlenebilecek sebeplerden dolayı ayrılmaktadırlar.
Üye kayıplarının sebeplerinden önemlisi, yetersiz yönlendirme yetersiz katılım
veya dâhil olma, sönük toplantılar, zayıf kulüp yönetimi, çok az anlamlı kulüp
projeleri, önerici üyenin yetersiz ilgisi, uygunsuz giriş, yetersiz arkadaşlık
ve dostluk…
Bu üye kayıpları uluslar arası lions yöneticileri
tarafından şu maddelerle dile getirilmekte; (s. 168)
ÜYE
KAYIP SEBEPLERİ
1-
Zayıf kulüp
yönetimi
2-
Nitelikli
üyelik için uygun olma eksikliği
3-
Uygun olmayan
üyeliğe giriş töreni
4-
Yeni üyelere
uygulanan yetersiz yönlendirme, eğitimi
5-
Aktivitelere
katılmamak veya az ilgi göstermek
6-
Kefil
(sponsor) veya öneren üyenin sorumluluklarını yerine getirmemesi
7-
Eski ve yeni
üyelere yetersiz ilgi göstermek
8-
Dostluk ve
arkadaşlık eksikliği
9-
Kulüp içinde
klikleşme
10- Komitelere üye tayinindeki hatalar ve yeteneklerin uygun
kullanılmaması
11- Anlamlı olmayan
kulüp projeleri
12- Kulüp beklentilerini iyi ölçememek
13- Sıkıcı (çok resmi ve katı) kulüp genel toplantıları
14- Yanlış toplantı saati ve/veya yeri
15- Zayıf düzenleme, planlama veya amaçlar müşterek bir…
Ulaşmada kişisel veya toplu disiplin yetersizliği
16- Üyeler arası tanışma yetersizliği
17- Motivasyon, heyecan veya kendini adama yetersizliği
18- Kulüp yöneticileri veya ülkeri arasında haberleşme
kopukluğu
19- Çok kutlama, bale ve sosyal faaliyetler sonucu
pahalı üyelik
20- Transfer üyelerinin iyi takip edilmemesi
21- Yeni ve eski üyelerin yönetim çevresi ve uluslar
arası forum, konsorsiyom, bölge ve kesim toplantıları gibi faaliyetlere katılma
konusunda cesaretlendirme eksikliği
22- Halk ve çevre desteğini kazanmak için yetersiz
eğitim
23- Sürekli üyelik geliştirme ve artış eksikliği
LİONS
AMBLEMİ (1.8)
“Uluslar
arası lions kulüpleri birliği kurulduktan sonra 1919 yılında birliğe amblem
bulma çalışmalarına başladı. Ressam Rose Benheur’un ünlü bir tablosundaki
“Aslan Başı” profili alınarak sağa ve sola bakan durumda yerleştirilmesi
erguvani rengi zeminli bir desen ortasına “altın”dan L harfinin basılması ve
buna “Uluslar arası Lions” yazısının eklenmesi fikri büyük bir beyeni kazandı.
31 Aralık 1921’de uluslar arası yönetim kurulu resmi amblemini kabul etmiş
oldu.
BAŞKANIN
GÖREVLERİ (s. 51)
“Kulübün en
üst yöneticisi olarak Başkan’ın kulüpten kulube ve ülkeden ülkeye değişen
görevleri olabilir.
Başkan, kulübün ulusl ararısı tüzük ile yerel yasa ve tüzüklere uygun olarak çalışmasını
sağlamak zorundadır. Bir kulüp uluslararası tüzük ile yerel yasa ve tüzüklerle
çelişkiye düşmeyecek bir tüzük kabul edilebilir. Tüzük olmaması halinde uluslar
arası yönetim kurulunun kabul ettiği Tip Tüzüğe göre faaliyette bulunduğu kabul
edilir.
MALİ
KONULAR (s. 54)
“Kulüp, mali konuları için bütçe sistemi
uygulamalıdır. Bu yöntemin amacı, belirli bir dönemin gelir ve giderlerini mümkün
olduğu kadar iyi tahmin ederek bir bütçe hazırlamak ve böylece yönetim kuruluna
kulübün mali konularını yönetmede sağlıklı bir kılavuz oluşturmaktadır. Her
lions kulübünün dönem için iki bütçesi olmalıdır:
1)
Yönetim
Bütçesi
2)
Hizmetler
Bütçesi
Yönetim Bütçesi; Kulübün temel mali konusuyla
ilgilidir. Gelirleri üyelerin aidatlarından karşılanır.
Hizmetler Bütesi; Kulübün ele aldığı hizmetlerle
ilgili geliri, oluşturulan fon yaratma projelerinden sağlanır. Fon yaratma
projelerinden elde edilen gelirler hiçbir şekilde yönetim masraflarının karşılanmasında kullanılamaz.”
Bu projelerden biri:
Göz Nurunu Koruma ve Görme Özürlülerine Hizmet (6.8)
(s. 121)
“Lions takviminde Ocak ayı “göz nurunu koruma ayı”
olarak kabul edilmiş ve “Beyaz baston haftası” bu ay içinde değerlendirilmiştir.
Kulüplerimizin hizmet komiteleri içinde bulunan ve
ikinci başkan yardımcısına bağlı olarak hizmet veren “Göz nurunu koruma ve
görmezlerle çalışma”nın değişmezliği bu hizmet anlayışından ileri gelmektedir.
HELEN KELLER “Körlerin Mesleği” olarak tanınır. 1925
yılında yapılan uluslar arası genel kurulda konuşma yapan Keller lionsların
karanlıkla savaşta görme özürlülerin şovalyesi olmaya davet ediyordu. Lionslar
bu daveti kabul etti. Genel Kurulda en büyük çalışma programı olarak ele almışlardır.
Bugün dünyadaki göz bankalarından bir çoğunu lionslar yönetmektedir. Bu
bankalarda yılda 20.000’den fazla görmeyi temin eden cornea transferi
yapılmaktadır. Lionlar dünyada birçok kılavuz köpek eğitim merkezlerini
yönetmektedirler. Dünyadaki birçok göz araştırma merkezi Lionların desteğinden
faydalanmaktadır. Şeker hastalığından kaynaklanan körlük olaylarının artması
karşısında şeker hastalığı ile mücadele de eğitim ve araştırmayı…” (s. 121-122)
Lions kulübü 7 Haziran 1917 günü Melvin Jones tarafından
kurulmuştur. Uluslar arası lions kulüpleri birliği bugün birleşmiş milletlerde,
dünya gıda tarım teşkilatında ve Unicef gibi uluslar arası kuruluşlarda
temsilci, gözlemci ve danışmanlar… (s. 28)
Her
13 Ocak tarihinde Lionsun kurucusu olan Melvin Jones’in doğum gününü kutlayan
Lionslar acaba ülkemizde kuruluşunda emeği geçen kaç kişinin doğum günü kutlamışlardır.
BU
KLÜPLERE, YANI Lions VE ROTARYEN'E ALINACAK ÜYELER IÇIN ŞU KURALLAR UYGULANIR:
- SELECTION
- ELECTION
- INDUCTION
- EDUCATION
- ASSIMILIATION
Bu kelimeler Eleme,Seçme,Tanıtma , Eğitme ve kendine
benzetme demektir. Nitekim 1984'de
ROTARY INTERNATIONAL Başkanı seçilen eski Türkiye Lion Kulupleri başkanı Münip Tarhan:
"Lionların birbirlerine kan bağından daha kuvvetli bağlarla bağlı” olduğunu söylüyordu. Çünkü bu söz doğrudur ve daha açık bir cümle ile söylemek gerekeçekse Türkiye’deki ROTARY ve LİONS Kulupleri olduğu gibi Türk yasalarına göre değil, Uluslararası ROTARY ve LİONS yasalarına bağlıdırlar[24]..
"Lionların birbirlerine kan bağından daha kuvvetli bağlarla bağlı” olduğunu söylüyordu. Çünkü bu söz doğrudur ve daha açık bir cümle ile söylemek gerekeçekse Türkiye’deki ROTARY ve LİONS Kulupleri olduğu gibi Türk yasalarına göre değil, Uluslararası ROTARY ve LİONS yasalarına bağlıdırlar[24]..
ULUSLAR ARASI LİONS KULUPLERİ BİRLİĞİ
118-U(7)( bu bölüm ekler bölümünde Ek:2 olarak
BİLDERBERGLER
1877
yılında 5 dünya zengini tarafından kurulan örgüt ismini 1954 yılında ilk
toplantısını yaptığı Hollanda’daki Bilderberg otelinden alan heyetin ilk
başkanı Hollanda Prensi Bernhard yapmıştır. Örgütün Merkezi Hollanda’dır.
Grubu
tasarlayıp oluşturan asıl kurucu İsveç Franmasonlugunun üstadı-ı azam Yahudi
din adamı Joseph Retinger’dir.
Grubun
finansmanını Yahudi Rockefeller Vakfı ve Yahudi Banker Rothschild ailesi
karşılamaktadır.
Bu örgütte
diğer Mason, Rotary ve Lions… gibi derneklerin yönetim ve organizasyonları
İsrail tarafından yapılmaktadır.
70 bas
Hahamdan oluşan Sanhedrin örgüt hiyerarşisinin en yukarı noktasındadır.
Merkezden Bilderbergi yönlendirenler, Hahamlar ve 33.dereceden masonlar arasından
seçilmektedir.
Düzenli
olarak her yıl toplantılar yapmakta olan bu örgüt kendi sahalarında tanınmış
120 kişiye çağrı yapmaktadır.
Yapılan bu
toplantılara katılanların isimleri yer almış olsa da toplantının içeriği
hakkında bilgi verilmemektedir.
Türkiye’de
toplantılar 1959 yılında Yeşilköy, 1975’te ise İzmir (Çeşme) de yapılmıştır.
Yapılan bu
iki toplantıya da, Süleyman Demirel ve Ecevit’te katılmıştır.
Türkiye’de isimleri Bilderbergin daimi üyesi ve
Türkiye masasını 20 yıl sürdüren Selahattin Beyazıt yürütmüş daha sonra bu
göreve Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfının da kurucu üyesi olan Vehbi Koç’un kızı
Suna Kıraç yürütmektedir[25].
LOZAN
BARIŞ ANTLAŞMASI VE
GETİRDİKLERİ
Türkiye Cumhuriyeti Devleti resmi olarak
Lozan Barış antlaşmasıyla (20 Kasım 1922) sınırlarını belirlemiş ve Dünya
Devletleri arasındaki saygın yerini
almıştır.
Fakat Emperyalistlere karşı bağımsızlık ve
özgürlük mücadesi sonunda imzalanan bu antlaşma ülkemizde tartışılır olma
özelliğini henüz kaybetmediği
izlenmektedir.
Lozan Barış antlaşmasının heyetinde
bulunanlarda bu tartışmaların bir parçası olmaktan günümüze kadar kurtulamamışlardır[26].
Lozan’a giden heyet’in seçilmesi sırasında
yaşanılan tartışmalara rağmen en son olarak bu heyet’te karar kılınmıştır.
Konferans sonuçlarını, 21 Şubat’ta,
T.B.M.M. yapılan “gizli” bir oturumla Milletvekillerine heyetin başkanı İsmet İnönü konuyu şöyle özetliyordu;
“Arkadaşlar,
Konferansta meseleler üç grup halinde ele alınmıştır. Siyasi meseleler
arasında, arazi, hudutlar, Boğazlar ve azınlıklar konuları, ikinci gurupta mali
ve ekonomik konular, üçüncü gurupta da kapitülasyonlar ve bunlara bağlı pek çok
mesele görülmüştür…”
Bu antlaşmanın içinde yer alan Türk –
Yunan mücadelesi özellikle inceleme gerektiren bir konudur.
Büyük doğu; sayı:2, 21 Ekim 1949’da, Necip
Fazıl Kısakürek’in Köşesinde (Dedektif x bir) “İŞTE!” başlığıyla Lozan’a
ilişkin bilgiler aktarırken şunları aktarıyor;
“Milli Müdafaa hareketinde, Operat askeri
düşman ordusunun denize döktükten sonra, prensip bakımından tasviyesi
kararlaştırılmış bulunan Türkiye’nin, büyük itilaf Devletleri tarafından hiçbir maddi tazyik
görmeden istiklalini tastik ettirmeğe. Meğer muvaffak olması, selim aklın tabi
görebileceği bir iş değildir.
Türkiye’ye
birinci dünya harbi bozgunundan itibaren tatbik edilmeğe başlanan şartlarla
Lozan Konferansında tatbik olunan son şart arasındaki mesafe, sadece Anadolu
zaferinin temin edebileceği bir iş olmadığına
göre, mutlaka garp alemine, kendi elimizle, konferans kulislerinde gizli olarak
büyük bir ivaz verilmiş olmalıdır.
Evet onlara ne verdik ki, bize
istediklerimizi hemencecik verdiler, bizi kendi halimize başıboş bıraktılar?
Suri ( görünürde ) istiklalimizi elde
edebilmek için, onlara bir milletin hayatında dünyalara bedel bir kıymet feda
ettiğimiz aşikardır. Acaba bu kıymet nedir?
Bu kıymet, Türk Cumhuriyeti’nin bütün
dini varlığın, mukaddesat alakası, manevi müesseseleri ruhi temeli, tek kelimeyle
top yekun manevi hayatıdır.
Yani, Garp dünyası bize, bütün bunları
feda etmek, manevi hayatımızı çiğnetmek pahasına maddi hayatımızı bağışlamıştır.
Hadisede
en büyük müessir, her zaman ve mekanda olduğu gibi, Yahudi parmağıdır.…Türk
istiklal hareketini başından sonuna kadar dikkatle takip ettirmiştir.
Yahudilik, Türk istiklal hareketini en ince bir müşahede zekası tahlil
süzgecinden geçirmiş, bu hareketi idare edenlerin şahsi temayülleri ve fikri
kaynaklarıyla, temsil ettikleri milli dava arasında ne oldukları, ne yapmak
istedikleri ve ne yapabilecekleri bakımından her türlü muayene ve muhasebeti
yerine getirmiştir.
Hadise Şöyle başlamıştır;
Lozan
konferansı başında itilaf devletlerinden İtalya, Türkiye’yi müstemlekeleştirme
davasında, İngiltere’nin arslan payını alıp Akdeniz de müthiş bir avantaja geçmesi ve böylece İtalya’nın
durumunu sarsacak bir muvazenesizlik doğmaması için vazgeçmiş, aynı tavrı
İngiltere ‘den de beklediğini ima eden bir tavır takınmış ve işgal altında
tuttuğu yerleri tahliye etmiştir. İtalya’yı bu salim politikaya sevk eden
âmiller (yapanlar) arasında, bazı ittihat ve terakki paşalarının da telkinleri
rol oynamıştır.
Biraz sonra, Fransa da, Sırf İngiltere’yi
hudutsuz bir avantaja kondurmamak için İtalya’nın fikir ve temayülüne iştirak
eder gibi olmuştur. Bu hava doğar doğmaz, üç büyük itilaf Devleti unsuru
arasında en kuvvetlisi olan İngiltere yalnız kalmış ve hiçbir Tazyike
kapılmamaktaki ısrarında devam etmiştir.
…Müthiş bir adam birden bire sahneye çıktı.
Bu adam, o zaman İstanbul Haham başısı
meşhur Hayim Naum…
Hahanbaşısının sahneye çıkışı, Yahudi
metodunun en korkuncuyla, Amerika’ya gitmek ve orada üniversite üniversite
dolaşarak Türkler lehinde (!) konferans vermek suretiyle başladı.
Böylece daha evvel Ermeniler tarafından
zehirlenmiş bulunan Amerikan umumi efkarı, Hayim Naum gibi bir Yahudilik
otoritesinin lehteki propagandasıyla düzelmeğe başlıyor ve hadise Türkiye de
görülmemiş bir hayret, hassasiyet ve minnet uyandırıyordu. O devrin
gazetelerine, bilhassa “vakit” gazetesine göz atmak yeter.
Hayim Naum, eşine alemde rastlanmamış bir
“suret-i hak” tertibiyle Türk Milletini göklere çıkarıyor. İstiklalin bu tarihi
millete ait en tabii hak olduğunu bildiriyor medeniyet aleminde Türk’ün parlak mevkiinden bahsediyordu.
Halbuki bu şefkat ve himaye maskesinin altında, Türk’ün maddi vücudunu serbest
bırakıp kalbini ve onun merkezindeki ruhunu yiyecek kanlı sırtlar dişleri
pırıldıyor, fakat henüz kimse bunu fark edemiyordu.
Hayim Naum isimli müthiş şahıs, aslen
Manisalıdır; korkunç bir Yahudi dehasına maliktir, bir aralık Paris’te de hahambaşlık
etmiştir. Şimdide Mısırda bulunması (1949 yılından bahsediyor.), İslam’ı
esaslar bakımından gittikçe bozulmaya yüz tutan Mısır’ın belirttiği vaziyet ve
hedefi pek güzel ifşa eder.
İşte bu Hayim Naum, Yahudilik
genelkurmayınca idare edilen kapitalizme ve emperyalizm dünyasında Türkler lehinde
vaızlar(!) vermeğe koyularak, işe Türkiye’yi müstakil hale getirdikten sonra
içinden yıktırmak maksadıyla ilk defa Amerika da başlamıştır. Fakat Türkiye ve
bütün İslam alemi dahil, bundan hiç kimse şüpheye düşmemiş üstelik derin bir
minnet duygusuna kapılmış, bu hareketi meleklere mahsus bir şefkat tecellisi
gibi alkışlamıştır.
Hahambaşı Hayim Naum, Amerika’ya
hareketinden evvel, Beyoğlun da, Tünelin’nin yukarısında Beneberit isimli Mason karargahında, tam bir Yahudi
genelkurmayı olan bu yerde, Alber Karasu, Nesim Mazilya, dişçi Sami Könzberg
(Atatürk’ün dişçisi), fotoğrafçı Vaynberg gibi, Türkiye deki gizli Yahudilik
hükümetinin temsil ve teşkil eden insanlara karşı şöyle demişti;
Gayelerimizin
üçü de istihsal (meydana getirme ) olunmuştur. Sıra dördüncüsüne gelmiştir.
Bunun içinde en mükemmel bir fırsat doğmuştur. İşte Anadolu da milli bir Türk
mukavemeti peydahlanmış ve ilk neticeyi almış bulunuyor. Bu hareketin başındaki
zat, bizim, bütün şahsi fikir ve temayüllerini tanıdığımız bir kimsedir. Son
derece ileri görüşlü, ananeye zıt kafalı bir zattır. Ruhunda garp medeniyetine
karşı çözülmez rabıta ukdeleri vardır. Fevkalade tesir ve telkin kabiliyetindedir.
Türk milleti gibi uysal bir kütleye her türlü yenilikleri sindirecek bir şef
olmak kabiliyeti yalnız bu zattadır. İşte bizim de planımız, şimdi bu müstesna
kabiliyet ve istidatları vadeden zata, İslam birlik ve şuurunu çözdürmek
olmalıdır. Şu an, Türkiye’de din hakimiyet ve timsalini yıktırmak için en
bulunmaz tarihi fırsat dakikasıdır.
Azasını teker teker saydığımız ve
bilahare biri rejim şef’inin dişçiliğini yapan iki malum şahısla berber Yahudi
meclisi, bu fikirlere tamamen iştirak etmiş, aralarında gerekli bütün planlar
tespit olunmuş; ve bunun üzerinedir ki, Hayim Naum isimli zata Amerika seferi
düşmüştür. Fakat hadiseden, tertibattan, görüşülen şeylerden ve alınan
kararlardan hiç kimsenin, hatta bahis mevzuu büyük zatın da haberi olmamıştır.
Hayim Naum, her şeyden evvel Amerika’da
ki Yahudilik merkezleriyle temas edip bunların mütalaa, tasvip ve himayesini
temin ettikten sonra… Türkiye lehindeki konferans serisine geçmiştir… Türk
dostu (!) zatın beklemedik propagandaları üzerinedir ki, Hayim Naum ismi, Türk
matbuatının minnet ve şükranla baş köşesine geçirilmeğe başlamıştır.
Hayim Naum, Amerika da işini bitirir
bitirmez, plan icabı, hemen Londra’ya geçti ve aynı propagandaya oradan da
devam etti… propaganda, ancak zemini hazırlayabilirdi. Bu zemine atılacak temel
için bir devlet eli lazımdı. Hayim Naum ise bu devlet elini, daha planın en
başında hesaba katmıştı.
Hayim Naum, Londra’da derhal Lord Kürzan
ile temas aradı ve temin etti. O zaman ki İngiliz politikasının nazımı
mevkiinde bulunan bu Lord, nesebinin bir tarafıyla Yahudi’ydi. Hahambaşı,
davayı aynen kabul etmek için bütün şartlara malik bulunan Lordu en çok
Türkiye’ye bazı ivazlar vermek ve istiklalini kabul etmek mukabilinde ona
İslamiyet’i arka döndürmenin mümkün olacağı mevzuunda ikna etti. Böylece
Türkiye de, İslam alemi üzerinde nüfuz ve ehemmiyet ifade edecek hiçbir vasıf
kalmayacaktı. Hayim Naum, İngiliz Lordu’na milyonlarca sterlin ve yüz binlerce
insan feda ederek elde edilemeyecek bir kazancı, basit ve bedava bir formülle
taktım ediyordu. Hayim Naum’un son sözü şu oldu;
-
Türkiye’nin mülki tamamiyetini kabul ediniz; onlara, ben İslamiyet
temsilciliğini attırmayı kabul ve taahhüt ediyorum!
… Lord Kürzon, hahambaşısının bu teklifi
karşısında o kadar heyecana düştü ki, bir İngiliz politikacısına yakışmayacak
bir tarzda hislerini belli eden bir taşkınlık gösterdi, elini hareretle uzatıp
teklifi kabul ve Hayim Naum’u tebrik etti.
Bunun
üzerine Hayim Naum, derhal koşar adımla Lozan yolunu tuttu. İsmet paşa
Lozan’dadır ve o güne kadar hemen her devletle anlaşmış olduğu halde bir türlü
İngilizlerle anlaşmanın çaresini bulamamıştır. Şüphesizdir ki, Ankara’yla beraber,
hiçbir tertipten haberdar değildir.
Hayim Naum derhal İsmet Paşa ile bir
konuşma yaptı ve onunla, geceleyin, geç vakitlere kadar beraber kaldı. Son derece
nazik, gizli ve hileli bir dil kullanan hahambaşı, teklifini, Türk murahhaslar
Heyeti Reisine, mümkün olduğu kadar zehirsiz ve yumuşak şekilde bildirdi. Heyet
reisi, hayretler içinde, bu teklif ve telkine şu cevabı verdi;
-
Meseleyi Ankara’ya bildirip mütalaa ve direktiflerini aldıktan sonra size cevap
verebilirim.
Ve İsmet Paşa, teklifi, şifreyle
Ankara’ya bildirdi.
Ankara’daki Devlet ve hükümet başı,
haberi alır almaz, derhal Hayim Naum’un Ankara’ya gelmesi talimatını gönderdi.
Hahambaşı hemen Türkiye yolunu tuttu.
Lozanda’da İsmet Paşa maiyetinden
birine, bir gece evvel hahambaşının kendisine geldiğini ve şu, şu, şu
tekliflerde bulunduğunu anlatıyor ve o zatla paşa arasında, aşağıdaki konuşma
geçiyor;
-yahu,
bu kerata bize İslam’i temsilciliğimizi kaldırtmak istiyor!
- Hiç olacak şey mi bu?
- Vallahi öyle…
- Ya ne olacak şimdi?
- Ankara’ya yazdım; bakalım ne cevap
verecekler?
Hayim Naum, Ankara da bir gece kalıp
derhal İstanbul’a dönüyor ve Ankara da aldığı talimatı hamil
(yüklü
) olarak Lozan’a damlıyor.
Ve Lozan da barış antlaşmasına geçiliyor”[27]
TÜRK
– YUNAN MÜBADELESİ
Lozan’da alınan kararlardan bir tanesi
olan mübadele, Türk ve Yunan hükümetince 30 Ocak 1923’te imzalamıştır.
Aslında bu mübadelenin bir de geçmişi
mevcuttur. Yani mübadele kararı Türk Hükümetinde önce ittihat ve terakki
döneminde başlayan bir süreçtir.
1914 yılının başlangıcında, ittihatçılar
Balkan savaşlarının ardından Makedonya’dan sürülen Müslüman ahaliye karşılık
çoğunluğu Urla yarım adası ve Ayvalık’ta yaşayan 150 bin kadar Rum’u Yunanistan’a
yolladı.
Bunu takiben, Atina’daki Osmanlı elçisi
Galip Kemali Bey (Söylemezoğlu) Yunanistan Başbakanı Venizelos’a İzmir’deki
Rumlara Makedonya’daki Müslüman nüfusun mübadelesinin doğru olacağını iletti.
Kısa bir zaman sonra, Venizelos “gönüllü” ve
“eş zamanlı” bir mübadele önerisini kabul edeceğini bildirdi.
Ardından I.Dünya savaşı’nın hemen öncesinde
Venizelos sarayda, Osmanlı Devleti’nin Midilli, Sakız ve Sisam üzerindeki
egemenliğini kabul etmesi karşılığında, Yunan Makedonyası ve Epir’deki
Müslümanlara Türk Trakya’sı ve Aydın vilayetindeki Rumların karşılıklı
değişimini öngören bir antlaşmaya imzaladı.
Bu sınırlı nüfus değişimi için karma bir
komisyon kuruldu, fakat Osmanlı Devleti’nin I.Dünya savaşına girmesinin sonucunda
anlaşma onaylanmadan rafa kaldırılmıştı.
Lozan barış antlaşmasının ortaya çıkardığı sonuçlardan birisi olan
mübadele konusunda Mustafa Kemal Atatürk, milli mücadelenin zaferle
sonuçlanmasının hemen ardından ülkede çeşitli fikir ve düşüncelerin toplum
üzerinde hakim olmaya başladığını görür bunun üzerine Atatürk, İstanbul’un
ileri gelen gazetecileriyle İzmit’te gizli bir basın toplantısı düzenledi.
Bu
toplantıda bulunan gazeteciler[28] 16 – 17 Ocak 1923’te saat; 22:00’da başlayıp
sabah saat; 03:00’a kadar süren bu toplantı gayet gizli yapılmış ve uzun bir
sürede burada konuşulanlar gizli kalmıştır.
Toplantıda bulunan gazeteciler o günkü
şartları içeren ve gelecekte Türkiye Cumhuriyetinin sorunu olabilecek her konuda
sorular sormuşlardır.
Bu soruların her birini aldıktan sonra
Atatürk bunları tek tek cevaplamıştır. Bu sorulardan bir tanesi de, Ahmet Emin
Yalman’ın mübadeleye ilişkin sorusuydu.
Ahmet Emin Yalman sorusunda; “Nüfus, göçmen alma ve bugünkü nüfusun
çoğaltma sorunları var. Savaş ve sefalet yüzünden azalan nüfusun çoğaltılması
için ne gibi önlemler alınacak?” demekteydi. Mustafa Kemal bu soruya ise
şöyle cevap vermişti.
“Gerçekten
de nüfusumuz topraklarımıza göre çok az. Bunun nedeni açıktır. Önceleri büyük
imparatorluklar peşinde koştuk. Ülkeler ele geçirdik. Dünyayı almak istedik.
Her işgal ettiğimiz ülkeye Anadolu halkını gönderdik, oralarda öldürttük.
Avrupa’nın bir bölümü, Mısır, Irak’ı, Hicaz’ı ve Yemen’i savunma ve korumak
için kim bilir ne kadar Türk gencini öldürttük.
Şimdi
bu durumu düzeltmek için sosyal önlemler alacağız. Dışarıda göçmen getireceğiz.
Askerlik süresini kısaltacağız, insan gücü yerine makineya yer vereceğiz…”
diyerek soruyu cevaplandıran Mustafa Kemal sözünü bitirdikten sonra hemen
arkasından, Suphi Nuri ileri söz alarak, ülkenin o günlerde bulunduğu durumu
anlamamızda yardımcı olacak olan şu soruyu sorar;
“Paşam
bir de Ermenilerin yurt sorunu var. Onlara toprak verilmezse, şuraya – buraya
gurup gurup gelebilecekler mi?” der. Atatürk;
“Bunu
önleyemeyiz. Bu toprakları sadece Ermeniler istemiyorlar. Gildaniler,
Asurlular, daha bilmem kimler bu hevesteler. Eğer hepsine toprak vermeye
kalkarsak, bizim elimizde kalmaz. Bizden o kadar çok istiyorlar ki…”
demekteydi.
Gerçektende 1071 yılında Anadolu’ya
geçen Türkleri bu topraklardan atmak hevesiyle yüz yıllardır. Saldırılarda bulunan
haçlı zihniyeti hala bu hevesinden vaz geçmiş de değildir. Bunu çok iyi gören
ve değerlendiren Mustafa Kemal Atatürk o muhteşem dehasıyla yeni Türkiye
Cumhuriyetinin temellerini çok sağlam bir zemin üzerine oturtmak gayesiyle
öncelikle iş olarak bu mübadele işinin tamamlanması gerektiğini fark etmişti.
Çünkü, ülkenin açık ve alenen gözüken
harabeliği dönmüş hali, iktisadi hayatın felç olduğu bu tarihlerde, Yunanlıların,
Yunanistan da bulunan Müslüman Türk halkına karşı yaptığı zulüm’e yönelik
bilgiler gerçekten dikkat çekiciydi.
15 Mayıs 1919 tarihinde, Amiral Kaltorp’un
Mondros müterekenamesinin 7. maddesi gereğince itilaf devletleri namına,
İzmir’i Yunan askeri birlikleri tarafından işgali ile başlayan saldırılara
burada bulunan sivil Rumların destek vermesi sonucu oluşan katliamlar sonunda
Mustafa Kemal Atatürk 28 Eylül 1923’te yayınladığı bir beyannamede söyle demekteydi;
“Türk
milleti, Allah’ın inayetine güvenerek hayatını kurtarmaya, yaşamak hakkına
malik olduğu dünyaya göstermeye azmettiği gün, biliyorsunuz ki bütün vesaitten
mahrum, yalnız iman ve aşk-ı istiklal kuvvetine malik idi. Türkler bu sayede istihsal
etkileri zafer mücahedelerini tetviç ederken alem-i İslam’ın pek ulvi bir alaka ile mütehassis
olduklarını şükranla görmüş ve bunu daima minnetle yadetmekte bulunmuştur. İşte
bu alakaya istinaden, şimdi de bütün din kardeşlerimizden yine kendi kardeşleri
için şefkat ve merhamet rica ve tavassutunda bulunacağım; Türk milleti zafere
kavuştu, fakat elyevm muazzam bir iş karşısındadır:
Yunan
idaresi karşısındaki dindaşlarımızın mübadelesi ve Türk toprağına iskanları: bu
kardeşimiz bugün Yunan zulmü altına inliyor. Bugün muhtelif mahallerden gelen
feryatnameler her Müslüman’ ağlatacak derecede acıklıdır. Bunların bir an evvel
kurtarılmaları artık her şeyden evvel bir vazife-i diniye olmuştur. Bizler gibi
bir yuva sahibi olan yekunu altı yüz bini geçen bu kardeşlerimizi Türk
toprağına kavuşturmak, sefaletlerine hatime vermek, pek büyük bir iştir.
Kardeşler,
Türk milletine ne kadar vesaite malik olursa olsun, bu vesait yine kafi
değildir. Harp esnasında Yunanlıların ayak bastıkları Anadolu mamureleri bugün
birer virane olmuştur.
Yunan hırs ve cinayetine kurban giden
kardeşlerin toprakları da bugün birer virane olmuştur.
İşte kardeşler, bu yerleri imar etmeğe,
duçar oldukları mahrumiyet ve sefaletten bir dakika evvel halas edilmeleri lazım
gelen Yunan idaresindeki Müslümanları buralarda iskana, telef olmamaları için
alem-i İslam’ın seve seve ve kemal-i memnuniyetle zahir olacağında şüphem
yoktur.
Hilal-i Ahmer, bu dini vazifesinde de
muvaffak olması için İslam’ın lütuf ve muavenetine arz-ı ihtiyaç ediyor.
Yapacağınız en ufak bir muavenetin birkaç Müslüman ailesinin hayatını
kurtaracağını düşününüz... doğrudan doğruya, aynen ve nakden
gönderilecek ianat şükranla kabul edilecektir. Bu gün ezici bir cereyan içinde
bulunan Rumeli Müslümanlarının
yegane
istinatgahları, imanları ve yegane ümitleri din kardeşlerinin ulviyet ve
necabetidir. Cenap-ı Kibriya cümlenizin yardımcısı olsun”.
Bu bildiri yayınlandığı zaman, aylar önce
Lozan’da alınan Türk ve Yunan halklarının değişimi kararının uygulamaya geçirilmesi
beklenmekteydi[29] .
EKLER:
EK:1 / ROCKEFELLER’DEN
BURS ALANLARIN LİSTESİ
Erol
Yaşşar Alkuş
|
(1969-1972)
|
Çelik
Arvoba
|
(1983-1984)
|
Ali
Bayraktar
|
(1970-1972)
|
Mehmet
Bülbül
|
(1982-1983)
|
Erol
Hasan Çakmak
|
(1982-1987)
|
Necati
Çelik
|
(1973-1975)
|
Basri
Devecioğlu
|
(1969-1970)
|
Cevdet
Dutlu
|
(1971-1973
|
Ali
Osman Ekse
|
(1978-1980)
|
Yusuf
Ergun
|
(1969-1971)
|
Ahmet
Ertug Fırat
|
(1975-1977)
|
Necati
Hazar
|
(1980-1982)
|
Erdogan
Indelen
|
(1972-1975)
|
Cemal
Nadir İzgin
|
(1971-1973)
|
Mesut
Kanbertay
|
(1980-1982)
|
Engin
Kınacı
|
(1980-1982)
|
Nedret
Şükrü Özsabuncu
|
(1969-1971)
|
Alpaslan
Pehlivantürk
|
(1974-1976)
|
Doğan
Sakar
|
(1978-1983)
|
Atilla
Museyin Senel
|
(1978-1981)
|
Polat
Solen
|
(1970-1973)
|
Yahya
Sezai Tezel
|
(1979-1981)
|
Sergin
Unver
|
(1969-1972)
|
Kamil
Yakar
|
(1974-1976)
|
Tevfik
Metin And
|
(1956-1957)
|
Bülent
Arel
|
(1959-1960)
|
Feriha
Handan Naci Baymur
|
(1952-1953)
|
Necla
Bengul
|
(1959-1960)
|
Bülent
Ecevit
|
(1957-1957)
|
Leman
Yolaç Fatoş
|
(1952-1952)
|
Leyla
M. Goren
|
(1959-1961)
|
Vedat
Günyol
|
(1952-1953)
|
Halil
İnalçık
|
(1956-1957)
|
Ayşe
Yıldız Kenter
|
(1955-1956)
|
Bilge
Karasu
|
(1963-1964)
|
İlhan
Kemalettin Mimaroğlu
|
(1955-1956)
|
Suat
Sinanoğlu
|
(1957-1958)
|
İlhan
Usmanbaş
|
(1957-1958)
|
Ahmet
Edip Uysal
|
(1951-1952)
|
Tunç
Yalman
|
(1956-1957)
|
Fatma
Abdurrahman Acar
|
(1931-1983)
|
M.Hilmi
Akın
|
(1956-1957)
|
Kazım
Aras
|
(1959-1960)
|
Halil
Arpacıoğlu
|
(1949-1950)
|
Muzaffer
Atasagungil
|
(1957-1959)
|
Sedat
Atikkan
|
(1949-1950)
|
Zeki
Nassır Barker
|
(1925-1927)
|
Yılmaz
Baykal
|
(1962-1963)
|
Bekir
Sıddık Berkol
|
(1959-1959)
|
Kenan
Binak
|
(1957-1959)
|
Türkan
Çetin
|
(1957-1959)
|
Muzaffer
Çev
|
(1957-1959)
|
Reşat
Sami Garan
|
(1936-1937)
|
Ekrem
Gülmezoğlu
|
(1958-1959)
|
Altan
Günalp
|
(1962-1964)
|
Aslan
Gündaş
|
(1959-1961)
|
Bedri
Gürbürzer
|
(1957-1958)
|
Turan
Gürgön
|
(1959-1960)
|
Mustafa
Hakkı
|
(1925-1926)
|
Ayten
Necla Ilgaz
|
(1957-1958)
|
Doğan
Karan
|
(1959-1961)
|
Süleyman
Oguz Kayaalp
|
(1960-1962)
|
Sabahat
Kaymakcalan
|
(1957-1958)
|
Abdullah
Kenanoğlu
|
(1956-1958)
|
Halid
Ziya Konuralp
|
(1956-1957)
|
Mediha
Gökcen Konuralp
|
(1958-1959)
|
Ali
Sahlih Bey Namık
|
(1928-1929)
|
Melahat
Özbil Onul
|
(1957-1958)
|
Sevinç
Nejat Oral
|
(1960-1962)
|
Pınar
Tevfik Özand
|
(1959-1960)
|
Şinasi
Nasih Özsoylu
|
(1960-1961)
|
Yavuz
Aydın Renda
|
(1960-1962)
|
Vedat
Sezer
|
(1960-1963)
|
Seher
Şimşek
|
(1957-1958)
|
Mustafa
Lütfi Sipahi
|
(1959-1961)
|
Mualla
Suler
|
(1958-1958)
|
Mahmut
Sabit Akalın
|
(1938-1938)
|
Ali
Muvaffak Akman
|
(1954-1956)
|
Kazım
Aras
|
(1954-1955)
|
Azmi
Bozkurt Arı
|
(1952-1954)
|
Mehmet
Baki
|
(1926-1928)
|
Abdurrahim
Rifat Baylav
|
(1929-1930)
|
Necdet
Bengi
|
(1936-1938)
|
Tahsin
Berkin Şevket
|
(1929-1930)
|
Tarık
Bilginer
|
(1939-1942)
|
Mehmet
Emine
|
(1927-1927)
|
Selahattin
Ersen
|
(1929-1930)
|
Niyazi
Erzin
|
(1934-1935
|
Kenan
Feyzi
|
(1931-1933)
|
Nusret
Hasan Fişek
|
(1950-1950)
|
Tomris
Eneren Fişek
|
(1938-1939)
|
Rüştü
Edhem Geren
|
(1927-1927)
|
Cihat
Tahsin Gurson
|
(1954-1955)
|
Mehmet
Hami Güven
|
(1926-1927)
|
Kudsi
Halkacı
|
(1930-1931)
|
Kamil
İdil
|
(1938-1939)
|
Kamil
İdil
|
(1929-1931)
|
Azmi
Bozkurt
|
(1952-1954)
|
Mehmet
Baki
|
(1926-1928)
|
Abdurrahim
Rıfat Baylov
|
(1929-1929)
|
Necdet
Bengi
|
(1936-1938)
|
Tahsin
Berkin Şevket
|
(1929-1930)
|
Tarık
Bilginer
|
(1939-1942)
|
Mehmed
Emine
|
(1927-1927)
|
Selahattin
Ersen
|
(1929-1930)
|
Niyazi
Erzin
|
(1934-1935)
|
Kenan
Feyzi
|
(1931-1933)
|
Nusret
Hasan Fişek
|
(1950-1950)
|
Tomris
Eneren Fişek
|
(1927-1927)
|
Rüşti
Edhem Ceren
|
(1927-1927)
|
Cihat
Tahsin Gürson
|
(1954-1955)
|
Mehmet
Hami Güven
|
(1926-1927)
|
Kudsi
Halkaı
|
(1930-1931)
|
Kamil
İdil
|
(1938-1939)
|
Kamil
İdil
|
(1929-1931)
|
Şükrü
Kamakçalan
|
(1952-1954)
|
Cemal
Ali Kiper
|
(1939-1942)
|
Behaddin
Faik Kökdemir
|
(1926-1928)
|
Amir
Zade Muzaffer
|
(1927-1928)
|
Ali
Mustafa
|
(1934-1935)
|
Mehmet
Pınar Nazif
|
(1932-1933)
|
Mehmet
Kadri Olcar
|
(1936-1938)
|
Memduh
Ölçer
|
(1937-1939)
|
Samiye
Ömer
|
(1929-1930)
|
Cemaleddin
Arifi Or
|
(1935-1936)
|
Hüseyin
Sebahattin Payzin
|
(1955-1956)
|
Bedi
Nuri Şehsuvaroğlu
|
(1949-1949)
|
Mustafa
Sabri Talay
|
(1928-1929)
|
İrfan
Mehmed Tümer
|
(1936-1937)
|
Asuman
Turer
|
(1952-1953)
|
Asuman
Turer
|
(1938-1939)
|
Ahmet
Hanoum Ulfet
|
(1931-1933)
|
Ahmed
Tevfik Vassaf
|
(1926-1928)
|
Zeki
Raghib Yalim
|
(1927-1928)
|
Nuri
Zia
|
(1931-1933)
|
Yılmaz
Muammer Altuğ
|
(1960-1961)
|
Süleyman
Borda
|
(1958-1959)
|
Aysel
Emine Batı
|
(1959-1961)
|
Deniz
Baykal
|
(1963-1965)
|
Nejat
Bengül
|
(1957-1959)
|
Ali
Recai Benu
|
(1940-1942)
|
Korkut
Baratav
|
(1964-1966)
|
Haluk
Cillav
|
(1963-1964)
|
Bülent
Daver
|
(1961-1963)
|
Demir
Demirgil
|
(1957-1958)
|
MehmetMekin
Dinçer
|
(1956-1957)
|
Kasım
Gülek
|
(1931-1933)
|
Nevcat
Güreli
|
(1958-1960)
|
Gülten
Ozok Kargün
|
(1957-1959)
|
Fahir
Suna Sahika Kili
|
(1962-1963)
|
Mehmet
killebay
|
(1959-1960)
|
Uğur
Konum
|
(1963-1965)
|
Nusret
Keuse Koymen
|
(1936-1937)
|
Feridun
Mehmet Kurktan
|
(1957-1959)
|
Hazin
Atif Kuyucak
|
(1927-1929)
|
Seha
L. Meray
|
(1962-1963)
|
Ergun
Özbudun
|
(193-63-1966)
|
Arif
Turgut Payaslıoğlu
|
(1958-1959)
|
Mehmet
Selik
|
(1963-1965)
|
Muzaffer
Sherif
|
(1934-1935)
|
Mümtaz
Soysal
|
(1959-1960)
|
Taner
Timur
|
(1962-1964)
|
Mete
Tuncay
|
(1961-1963)
|
Orhan
Türkay
|
(1963-1965)
|
A.
Haluk Ulman
|
(1961-1963)
|
Çetin
Özkan Ulutam
|
(1964-1966)
|
Besim
Üstünel
|
(1958-1959)
|
Nakibe
Uzgören
|
(1958)
|
Memduh
Yasa
|
(1957-1958)
|
Oktay
Yenal
|
(1958-1960)
|
EK
DOSYA:1
DANONE YOĞURTLARI
Selanik'ten 1912'de İspanya'ya göç eden ünlü Karasu ailesinden Dr. İzak Karasu, adını Isaac, soyadını da Carasso olarak değiştirdi. 1. Dünya Savaşı'nda bağırsak enfeksiyonundan ölen çocuklara çare ararken çocukluğunda kendilerine yoğurt satan Selanikli'yi hatırladı[30].
Evinin bodrumunu mandıra yaptı ve 1919'da
yoğurdu ilaç olarak geliştirip eczanelerde sattı. İlacın adını oğlunun isminden
esinlenerek Danone koydu. Bir sanayi devi işte böyle doğdu. 27 Nisan 1909 Salı
günü öğleden sonra Yıldız Sarayı'nın ardına kadar açılmış büyük demir kapısından
içeri yağız atların çektiği peş peşe dört kupe fayton girdi. Serin, zaman zaman
yağmurun çiselediği bir gündü. Mabeynciler dört faytondan inen Meclis-i Milli
heyetini saygıyla selamladıktan sonra önlerine düşüp sarayın arz salonuna
yönlendirdiler. Osmanlı İmparatorluğu'nu 33 yıldır yönetmekte olan 34'üncü
padişah II. Abdülhamit geniş pencerelerden Boğaz'ı seyrediyordu. Dalgın ve
hüzünlü.çökmüş ve kamburu çıkmış. Başmabeyinci konukları haber verdi. Ağır
adımlarla koltuğa oturdu. Tahtlar çoktan, kendisinden çok önce Topkapı
Sarayı'nın hazine dairesine kaldırılmıştı. Dört kişilik heyet içeri girdi. Biri
başkan olduğunu vurgulamak için diğerlerinden bir adım önde. Başlarını hafifçe
öne eğerek II. Abdülhamit'i selamladılar. Padişah gelişmeleri biliyordu,
heyetin kimlerden oluştuğunu da mabeyn başkâtibi( Dönmedir) Cevat Bey'den
öğrenmişti. Kısa bir sessizlikten sonra
heyetin başkanı ya da sözcüsü sebeb-i ziyaretlerini anlatmaya başladı. O sözcünün
adı Emanuel Karasu'ydu. Selanik Mebusu Karasu özetle Meclis-i Milli'nin
Abdülhamit'in hal'ine karar verdiğini, kendilerinin bunu tebliğle
görevlendirildiklerini söyledi ve hükmü üç sözcükle özetledi: "Millet
sizi istemiyor." Abdülhamit'in gizlemeye çalıştığı acıyı ela
gözlerinden bir anlığına gelip geçen keder bulutları ele verdi. Gözlerini heyet
üyelerinin üstünde gezdirdi. Sırayla. Sonra tane tane konuştu: "Bir
Türk padişahına ve İslam halifesine hal' kararını bildirmek için bir Yahudi,
bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?"
Emanuel Karasu (Yahudi), Aram Efendi (Ermeni), Esat Toptani (Arnavut) ve Ahmet
Hikmet Paşa (Abdülhamit'in uzun süre yaverliğini yaptıktan sonra muhalefet
saflarına geçen Gürcü) hiç tepki vermediler.
Abdülhamit ve yakınları hemen o gece Sirkeci'den trene bindirilip Selanik'e gönderildi. Selanikli Emanuel Karasu da yıllarca düşlediği bu "son"u görmenin mutluluğuyla, hayatının en unutulmaz gecelerinden birini yaşadı. Emanuel Karasu, Selanik'te doğup büyümüş bir Yahudi'ydi. 400 yıl önce, 1492'de İspanya'dan sürülmüş ve Sultan II. Beyazıt'ın izniyle Selanik'e yerleşmiş Sefarad'lardan idi. Hukuk öğrenimi görmüştü. Avukatlık yapıyordu ve meslektaşlarının cesaret edemediği garip davaları alıp müvekkillerine kazandırmasıyla ün yapmıştı. Bir ayağı İtalya'daydı o sıralar. İtalyan vatandaşlığına geçtiği çok yıllar sonra ortaya çıktı. Roma ama özellikle Venedik'te kurduğu dostluklar onun bir "ilk"e imza atarak tarihe girmesini sağladı. Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk mason localarını o örgütledi. Önce Selanik'te, ardından İzmir'de, Bursa'da, İstanbul'da; hatta Osmanlı'nın artık pek hükmünün geçmediği Kahire'de şubeler açtı. Locaların ortak genel kurulunda, Türkiye Süprem (Yüksek) Konseyi şöyle oluştu: Prens Aziz Hasan Paşa (general), Cavit Bey (İttihat ve Terakki döneminde Maliye Nazırı oldu, Lozan'daki Türk heyetinde görev aldı, Atatürk'e İzmir'deki suikast girişiminin ardından İttihatçılar'ı temizleme operasyonunda idam edildi), Jozef Sakakini Bey (Kahire locasından), Süleyman Faik Paşa (ordu komutanı), Mehmet Talat Paşa (eski Başvekil), David J. Kohen, Mişel A. Noradungyan, Osman Talat Bey (avukat), Emanuel Karasu (avukat), Dr. Rıza Tevfik Bey (senatör, filozof), Mehmet Arif (avukat), Galip Paşa (general, Emniyet Genel Müdürü), Mehmet Fuat Hulusi Bey (milletvekili, avukat), Sarim Kibar (tüccar), Mithat Şükrü Bey (milletvekili), Rahmi Bey (milletvekili, vali), Katipzade Sabri Bey (tüccar). Bir de loca yönetiminde olmayan perde arkasındaki güçlü isimler vardı Karasu'nun çevresinde. Örneğin Talat Paşa. O yıllarda gizli bir örgüt olan İttihat ve Terakki'ye toplantıları için Selanik'teki mason locasının (Bir İtalyan'ın mülkü olduğu için kapitülasyonlar uyarınca polis, mahkemeden özel izin almadan giremiyordu) kapılarını açtı. O da katıldı örgüte. Çabuk parladı. Emanuel Karasu, 1912 ve 1914 seçimlerinde de İstanbul temsilcisi olarak Meclis-i Mebusan'da yer aldı. İttihat Terakki iktidarında çok zengin oldu. Denildiğine göre, devletin alım ve satımlarında aracılık yaparak komisyon alıyordu. İttihat ve Terakki'nin çöküşünden ve tüm liderlerinin yurtdışına kaçmalarından sonra o nedense İstanbul'da kaldı. Servetinin önemli bir bölümüne el konuldu. İşgal yıllarında İtalya'ya gitti.
Abdülhamit ve yakınları hemen o gece Sirkeci'den trene bindirilip Selanik'e gönderildi. Selanikli Emanuel Karasu da yıllarca düşlediği bu "son"u görmenin mutluluğuyla, hayatının en unutulmaz gecelerinden birini yaşadı. Emanuel Karasu, Selanik'te doğup büyümüş bir Yahudi'ydi. 400 yıl önce, 1492'de İspanya'dan sürülmüş ve Sultan II. Beyazıt'ın izniyle Selanik'e yerleşmiş Sefarad'lardan idi. Hukuk öğrenimi görmüştü. Avukatlık yapıyordu ve meslektaşlarının cesaret edemediği garip davaları alıp müvekkillerine kazandırmasıyla ün yapmıştı. Bir ayağı İtalya'daydı o sıralar. İtalyan vatandaşlığına geçtiği çok yıllar sonra ortaya çıktı. Roma ama özellikle Venedik'te kurduğu dostluklar onun bir "ilk"e imza atarak tarihe girmesini sağladı. Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk mason localarını o örgütledi. Önce Selanik'te, ardından İzmir'de, Bursa'da, İstanbul'da; hatta Osmanlı'nın artık pek hükmünün geçmediği Kahire'de şubeler açtı. Locaların ortak genel kurulunda, Türkiye Süprem (Yüksek) Konseyi şöyle oluştu: Prens Aziz Hasan Paşa (general), Cavit Bey (İttihat ve Terakki döneminde Maliye Nazırı oldu, Lozan'daki Türk heyetinde görev aldı, Atatürk'e İzmir'deki suikast girişiminin ardından İttihatçılar'ı temizleme operasyonunda idam edildi), Jozef Sakakini Bey (Kahire locasından), Süleyman Faik Paşa (ordu komutanı), Mehmet Talat Paşa (eski Başvekil), David J. Kohen, Mişel A. Noradungyan, Osman Talat Bey (avukat), Emanuel Karasu (avukat), Dr. Rıza Tevfik Bey (senatör, filozof), Mehmet Arif (avukat), Galip Paşa (general, Emniyet Genel Müdürü), Mehmet Fuat Hulusi Bey (milletvekili, avukat), Sarim Kibar (tüccar), Mithat Şükrü Bey (milletvekili), Rahmi Bey (milletvekili, vali), Katipzade Sabri Bey (tüccar). Bir de loca yönetiminde olmayan perde arkasındaki güçlü isimler vardı Karasu'nun çevresinde. Örneğin Talat Paşa. O yıllarda gizli bir örgüt olan İttihat ve Terakki'ye toplantıları için Selanik'teki mason locasının (Bir İtalyan'ın mülkü olduğu için kapitülasyonlar uyarınca polis, mahkemeden özel izin almadan giremiyordu) kapılarını açtı. O da katıldı örgüte. Çabuk parladı. Emanuel Karasu, 1912 ve 1914 seçimlerinde de İstanbul temsilcisi olarak Meclis-i Mebusan'da yer aldı. İttihat Terakki iktidarında çok zengin oldu. Denildiğine göre, devletin alım ve satımlarında aracılık yaparak komisyon alıyordu. İttihat ve Terakki'nin çöküşünden ve tüm liderlerinin yurtdışına kaçmalarından sonra o nedense İstanbul'da kaldı. Servetinin önemli bir bölümüne el konuldu. İşgal yıllarında İtalya'ya gitti.

Türkiye
Cumhuriyeti kurulduktan sonra 1930'larda döndü. 1934'te son nefesini verdi.
Arnavutköy'deki Sefarat Mezarlığı'nda gömülü. Adının
çift m ile yazıldığı mezar taşında şöyle deniyor: "İkinci Meşrutiyet'in ileri simalarından İstanbul Mebusu Emmanuel
Karasu. Ölüm tarihi: 1934."
Mezarlığın kayıtlarına göre 1 Haziran 1934'te toprağa verildi.O dönemde
80 bin Yahudi ve 20 bin kadar Sabetaycı'nın yaşadığı Selanik'te Karasu'lar önde
gelen ailelerden biriydi. Emanuel Efendi'nin hukuk okuduğu yıllarda amcasının
oğlu İzak Karasu tıp öğrenimini tercih etti. Muayenehane açtı. Evlendi.
Bir oğlu oldu. Adını Daniel koydu. Sonra iki de kızı dünyaya gelecekti.
Balkan Savaşları'nda Selanik düşünce, yani Yunanistan tarafından işgal
edilince, Yahudi toplulukta büyük bir panik patlak verdi. Çoğu Avrupa yollarına
düştü. Yunanlıların Selanik'e girmelerinden kısa bir süre sonra İzak Karasu,
eşi ve oğluyla birlikte İspanya'ya göç etti. Tam 420 yıl sonra, kovuldukları
topraklara geri dönüyorlardı. İlginç ayrıntı; İspanya 1492'de Yahudileri
topluca sürmüş ama vatandaşlıktan çıkarmamıştı. Karasu ailesi Barselona'ya
yerleşti. Yıl: 1912. Önce adını Latin alfabesine uyarladı. İzak oldu Isaac,
Karasu ise Carasso. Sonra bir muayenehane açtı. Çok az hastası vardı,
ailesini geçindirmek için zeytinyağı ticaretine de girişti. Tam da o günlerde
Barselona'da çocuklar arasında salgın halinde bağırsak hastalıkları patlak
vermesin mi! bir ses yankılandı belleğinde: "Yoğurtçu geldi. Kaymaklı
yoğurtlarım var." İrkildi. Selanik'te gün aşırı evlerine bir tepsi
kaymaklı yoğurt bırakan Türk satıcının sesiydi bu. "Tabii ya" dedi,
"Tabii ya." Selanik'te bağırsak hastalıklarının tedavisinde
yoğurt kullanıldığını anımsamıştı. Günde üç öğün birer kâse yoğurt yediriyorlardı
hastaya ve birkaç günde sağlığına kavuşuyordu. Yoğurdun nasıl yapıldığını
biliyordu. Hemen ertesi gün, evinin bodrumunu hazırlamaya koyuldu. Orası artık
mandıraydı. Birkaç çiftlikten topladığı sütle yoğurt imalatına girişti.
Yıl:1919. Ancak bir sorun vardı. Avrupa'da yoğurt bilinmiyordu. Evet,
1500'lerin ortalarına doğru Kanuni Sultan Süleyman bağırsak enfeksiyonuna
yakalanan dostu Fransa Kralı I. François'ya bir yoğurtçu göndermişti. Ne var
ki, kral iyileşince yoğurtçu sırlarıyla birlikte İstanbul'a dönmüştü.
Kayıtlarda öyle yazıyordu. Isaac Carasso, ürettiği şeyin Balkanlar'da ve
Anadolu'da yaygın bir tüketim maddesi olduğunu nasıl anlatabilirdi? Çareyi
yoğurdunu ilaç olarak kabul ettirmekte buldu. Ve Carasso'nun yoğurdu
eczanelerde satılmaya başladı! Hasta çocuklarda etkisi çok çabuk ortaya çıktı
Ama Isaac Carasso bu buluşun önemini pek kavrayamayacaktı. "İlaç"
tutunca, Isaac özel ambalajlar yapmayı akıl etti. Kapakları porselen, cam kaseler
yaptırdı. Sıra artık ilaca patent almaya gelmişti. Onun için de bir ad
koymaya. Bir ışık çaktı; neden oğlunun adı olmasın? Yani minik
Daniel'in? Yaşadıkları Barselona'nın yaygın dili Katalanca'da küçük Daniel'in
ya da "Daniel'cik"in karşılığı çok hoştu doğrusu:
"Danon!" Ancak bu özel ad olduğu ve marka namıyla tescil
edemeyeceği için sonuna bir "e" ekledi. Hoşgeldin "Danone"
yoğurtları! Yoğurtçuluk çok kısa sürede Isaac'ın asıl mesleği haline gelince
oğlu Daniel'i onun "tahsili" ni yapmaya gönderdi Fransa'ya. Daniel
öğreniminden sonra Fransa'da kaldı, çünkü babası, Isaac Carasso dünyadan
göçmüştü. 6 Şubat 1929'da, Paris'te 18'inci bölgedeki bir dükkanda "Danone
Yoğurtları Paris Şirketi" kapılarını açtı. Onu 1932'de
Levallois-Perret'te ilk fabrika izledi. Danone imparatorluğu işte böyle doğdu.
Bugün öyle bir imparatorluk ki, 5 kıtada at koşturuyor. Cirosu 15 milyar
euro'nun üstünde. 100 bin kişi çalıştırıyor. - Sütlü ürünlerde dünya birincisi:
18 ülkede (Türkiye dahil) 48 fabrikası var.
- Şişe suyunda dünya ikincisi: 13 ülkede (Türkiye dahil) 97 fabrikası var. - Bisküvi ve tahıllı kahvaltı ürünlerinde dünya ikincisi: 21 ülkede 53 fabrikası var.
- Şişe suyunda dünya ikincisi: 13 ülkede (Türkiye dahil) 97 fabrikası var. - Bisküvi ve tahıllı kahvaltı ürünlerinde dünya ikincisi: 21 ülkede 53 fabrikası var.
EK
DOSYA:2
TÜRKİYE'DE
MASONLUK
Spekülatif
Masonluğun İngiltere de 1717 yılında kurulmasından çok kısa bir süre sonra,
1721 yılında, İstanbul’da Fransız Masonları tarafından ilk loca kurulmuş
olmakla beraber, Türkiye Büyük Locasının 1909 yılında, Meşrutiyetin ilanından
sonra ancak kurulabilmiş olmasıyla, bu tarihe kadar olan devirdeki masonluk
eylemleri genellikle dış kaynaklı belgelerden öğrenilmektedir[31].1738 yılında İstanbul’da, İzmir’de ve
Halep’te Mason localarının açıldığı haberi ‘St. James Evening Post’ adlı bir
Londra gazetesinin 24 Mayıs 1738 tarihli nüshasında yazılmaktadır. Osmanlı
toprakları üzerinde adı bilinen ilk loca ise 1748 yılında Halep’te kurulan ,
İskoçya Büyük Locasına bağlı, İskenderun Locasıdır. İlk Türk Masonları ise
Yirmi sekiz Çelebizade Sait Çelebi, İbrahim Müteferrika ve Humbaracı Ahmet Paşa
dır. Koca Mustafa Reşit Paşa gibi, önemli devlet adamları ve aydınların
bu localara girdiği loca arşivlerinden öğrenilmektedir. İstanbul da kurulan
localar; 1861 yılında ‘Ser Locası, 1867 yılında Prootos ve ‘l’Etoile du
Bosphore’ Localarıdır. Sultan V. Murad, Şehzade Nurettin Efendi, Şehzade
Selahattin Efendi, Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Şeyhülislam İzzettin Efendi,
Şeyhülislam Hayri Efendi, Müderris Mahmut Esad Efendi, Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa, Sadrazam Mithat Paşa,
Sadrazam Ahmet Vefik Paşa, Sadrazam Tunuslu Hayrettin Paşa, Sadrazam İbrahim
Hakkı Paşa, Berlin Büyük Elçisi Sadullah Paşa, Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal
Prootos üyeleridir. Bu devirde İstanbul da kurulan Mason Locaları aydınların
barınağı olmuş ve buralarda yetişen Masonlar Meşrutiyetin kurulmasını düşünsel
ve eylemsel yönlerden etkilemişlerdir.Abdülhamit, Sultan V. Murat’ın mason
olması nedeniyle, ilk devirlerinde masonların eylemlerine pek karışamamış,
fakat V. Muradın ölümünden sonra tutumunu sertleştirmiştir. Bu olaya bağlı
olarak 1905 yılından itibaren localar İstanbul dışında ve özellikle Makedonya'da
(Selanik) açılmaya başlamıştır. Makedonya'da kurulan locaların en önemlileri
İtalyan Obediyansına bağlı ‘Macedonia Risorta’ ve ‘Veritas’ Localarıdır. Bu iki
locanın üyeleri arasında önemli siyaset, devlet adamları ve Komutanlar vardır.
Kazım Özalp Paşa, Sadrazam Mehmet Talat Paşa, Mithat Şükrü Bleda, Mehmet Cavit
Bey, Manyasizade Refik Bey, Kazım Nami Duru, Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Faik
Süleyman Paşa, İsmail Canbolat Bey, Hoca Fehmi Efendi, Osman Adil Bey; Mehmet
Servet Bey, Fazlı Necip Bey ve Emanuel Karasu Efendi bu locaların
üyelerindendirler.Bu tarihe kadar ülkede toplam 23 loca kurulmuştur. Birinci ve
İkinci Meşrutiyetin , Jön Türklerin, İttihat ve Terakki Cemiyetinin kurulması
ve eylemleri bu kişilerin gayretiyledir. Aynı zamanda İttihat ve Terakki
yöneticileri olan bu kadro, İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra, Osmanlı
İmparatorluğunda Milli Masonluğu kurmak için harekete geçmişlerdir. Türkiye
Büyük Locasının kurulması işlemi sırasında İstanbul’daki Selimiye Süvari Fırkası
Komutanı Prens Aziz Hasan Paşa, Maliye Bakanı Mehmet Cavit Bey, Mehmet Talat
Sait Paşa, Mithat Şükrü Bleda, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Fuat Hulusi Demirelli,
Faik Süleyman Paşa, Jandarma Genel Komutanı Galip Bey, Hüseyin Cahit Yalçın
kurucular arasındadır.1 Ağustos 1909 günü ‘Maşrıkı Azamı Osmani’ adı altında
ilk Türkiye Büyük Locası kuruldu. Büyük Üstadlığa Mehmet Talat Sait Paşa ve
yönetime Jandarma Genel Komutanı Galip Paşa, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Osman Talat
Bey seçildiler.1923 de Cumhuriyetin ilanı ile birlikte, ülkenin yabancıların
işgali ve etkilerinden kurtulması sonucu, Masonlukta yeni bir ulusallık
anlayışı ve bilinçlenme başlar ve bünyesini Atatürk devrimleri ve ilkelerine öz
ve biçim olarak uyarlar. Türkiye Büyük Locasının o zamanki ismi olan ‘Maşrıkı
Azamı Osmani’ adı ‘Türkiye Büyük Maşrıkı’ olarak değiştirilir. Atatürk’ün
Cumhuriyetçi kadrosunda görev alanların büyük bölümü Masondur. Bir
bakıma yönetim ve devrimlerin gerçekleştirilmesi Masonlara emanet edilmiştir.
Fethi Okyar, Rauf Orbay, Refet Bele Paşa, Ali İhsan Sabis Paşa, Meclis Başkanı
Kazım Özalp Paşa, Meclis Başkanı Abdülhalik Renda, Başbakan Hasan Saka,
İçişleri Bakanları Şükrü Kaya ve Mehmet Cemil Ubaydın, Dışişleri Bakanları
Bekir Sami Kunduh ve Tevfik Rüştü Aras, Sağlık Bakanları Rıza Nur, Adnan
Adıvar, Refik Saydam, Behçet Uz, Milli Eğitim Bakanları Reşit Galip, Hasan Ali
Yücel, Ekonomi Bakanı Sırrı Bellioğlu, Milletvekilleri Cevat Abbas, Atıf Bey,
Edip Servet Tör, Yunus Nadi, Reşit Saffet Atabinen, Memduh Şevket Esendal,
Hilmi Uran, Tevfik Fikret Sılay, Ahmet Ağaoğlu, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan
ve Belediye Başkanı Süleyman Asaf İlbay, İstanbul Valileri Muhittin Üstündağ,
Lütfü Kırdar, Danıştay Başkanı Mustafa Reşat Mimaroğlu, Jandarma Genel Komutanı
Galip Paşa, İstiklal Mahkemesi Başkanı Necip Ali Küçüka, Amiral Mehmet Ali Paşa
Atatürk’ün çevresinde ülkeye hizmet etmiş Masonlardır.Cumhuriyet döneminde Dernekler Kanunu gereği Masonluk kurumları birer dernek
statüsüne sokulmuştur. 1927 yılında Türkiye Büyük Locasının resmi statüsünü
içeren derneğe ‘Tekamülü Fikri Cemiyeti’ adı verilmiş ve bu ad 1929 yılında
‘Türk Yükseltme Cemiyeti’ şekline değiştirilmiştir.1935 yılında Türk
Yükseltme Cemiyeti adı altında dernek statüsünde çalışan Türkiye Büyük Locası
kendi çalışmalarını bizzat kendisi tatil etmiştir.Ülkede oluşan siyasal ve
sosyal ortam göz önüne alınarak, Türk Ocakları, Kadınları Himaye Cemiyeti,
Muallimler Derneği, İzcilik Teşkilatı gibi kuruluşlar yasayla kapatılmış ve
parti denetimi altına alınmıştır. Atatürk, aynı zamanda Mason olan dönemin
İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile görüşür ve ondan Masonların üst düzey
yöneticilerine genel durumu açıklamasını ve yasaya gerek olmadan kendi
kendilerini tatil etmeleri mesajını iletmesini ister. Sonunda 10 Ekim 1935 günü
Mason yöneticileri tarafından imzalanmış bildirge Anadolu Ajansı tarafından
yayınlanır: “Mes’ul ve maruf imzalar altında Ajansımıza verilmiştir. Türk Mason
Cemiyeti memleketimizin sosyal tekamülünü ve günden güne artan muazzam terakkilerini
dikkate alarak ve Türkiye Cumhuriyetinde hakim olan demokratik ve cidden laik
prensiplerin tatbikatından doğan iyilikleri müşahede ederek faaliyetine, bu
hususta hiç bir kanun olmaksızın nihayet vermeyi ve bütün mallarını memleketimizin
sosyal ve kültürel kalkınmasına çalışan Halk Evlerine teberruu muvafık
görmüştür.”
Ayrıca Şükrü Kaya hükümet adına kamu oyuna yaptığı resmi açıklamada; “Türk Masonları kendi ideallerinin hükümetin esas programına dahil olduğunu görerek, kendi teşkilatlarını kendileri fesh etmişlerdir. Hükümetin bu iş üzerinde hiç bir teşebbüsü ve alakası yoktur” diyerek durumu belirtmiştir.“Hükümetin bu iş üzerinde hiçbir teşebbüsü ve alakası yoktur” cümlesi bile kendi resmi web siteleri üzerinde verdikleri açık bir delille kapatılmalarının bizzat Atatürk tarafından yapıldığının belgesidir. 1946 yılında yeni Cemiyetler Kanununun yürürlüğe girmesiyle, masonlar da yeniden faaliyete geçerler ve 1948 yılında İstanbul Vilayetine verilen dilekçeyle Türk Mason Derneğini kurarlar. Aynı yıl İzmir ve Ankara şubeleri açılır. Daha sonra, Ankara’daki localar birleşerek 1955 yılında kendi Büyük Localarını kurarlar, İstanbul ve İzmir’deki locaları bu Büyük Locaya katılmaya davet ederler. Aynı yılın sonunda, Merkez Ankara’da olmak üzere Türkiye Büyük Locası kurulur. Böylece Türk Masonluğu, masonluk ilke ve kurallarına aykırı olmayan bir şekilde, loca üyelerinin özgür iradeleriyle, dünyadaki diğer benzerleri gibi kurulmuş olur. Bu tarihten itibaren, Türkiye Büyük Locası kendi obediyansı içinde, kendisine eşit veya üstün bir güç tanımayan tek bir merkezi yönetim şekline gelmiştir. Ancak sorun dünya masonluğu için çözülmüş değildir. Çünkü Büyük Locayı oluşturan Locaların tümü kendiliğinden oluşmamış, Yüksek Şura tarafından kurulmuştur. Türkiye’deki masonlar bu localarda masonluğa kabul edildiklerinden, dünya masonluğuna göre hem localar, hem de Türk masonları mason olarak tanınmazlar. Bu olay, Türk masonluğunun tanınması için masonları 22 yıl daha uğraştıracaktır.Türk Masonluğu bazı yabancı Büyük Localar tarafından tanınmakla beraber, Düzenli Masonluk olarak tanımlanan ve önderliğini İngiltere, İskoçya ve İrlanda Büyük Localarının yaptığı obediyanslar tarafından, kuruluşundaki usulsüzlük nedeniyle tanınmamaktadır. Bu nedenle bu obediyanslarla tanışma ve iyi ilişki kurma çalışmaları başlatılır. Hollanda, A.B.D., Almanya, İsviçre ile tanınma işleminin nasıl olabileceğine değin çalışmalar yapılır. Bu arada Türkiye Yüksek Şurasının tanınma girişimi başarılı olmuştur. A.B.D.nin 1861 yılında tanımış olduğu Osmanlı Yüksek Şurasının devamı olduğu kabul edilerek, patent yenilenmiştir. Bu olayın etkisiyle, 1962 yılında Newyork ve İskoçya Büyük Locaları, Türkiye Büyük Locasını tanıdılar. Türkiye Büyük Locası'nın diğer Büyük Localar tarafından tanınmasını sağlamak için, İskoçya Büyük Locası, Türkiye Büyük Locası için bir Konsekrasyon (Tahsis)Töreni yaptı. Bu törenden sonra, Türkiye Büyük Locasının, yabancı obediyanslar tarafından tanınmasında büyük artış olmuştur.
Türkiye Büyük Locasının, İngiltere ve İrlanda Büyük Locaları tarafından
tanınma işlemlerinde de sonunda başarıya ulaşılır. İngiltere Büyük locası 1970 tarihinde tanıma işlemini gerçekleştirdi. Bundan 1 ay sonra da İrlanda Büyük Locası Türkiye Büyük Locasını tanıdı. Böylece Türkiye Büyük Locası ile, dünya düzenli Masonluk obediyansları arasındaki tüm engeller ortadan kalkmış oldu. Bu tarihten itibaren Türkiye’de Masonluk hızla gelişmeye başlamıştır. 1987’de İsrail’de Türkçe konuşan “Nur" locası, ve 1990’da Almanya-Frankfurt’ta Türkçe konuşan “Türkay” locası açıldı. Washington “Nur”, Bükreş “Işık”, ve ayrıca 1991’de Bodrum, 1993’de Antalya, 1995’de İstanbul-Yakacık, 1995’de Eskişehir, 1996’da Marmaris, 2004’te Adana binaları hizmete sokuldu.Günümüzde Düzenli Türkiye Masonluğunu temsil eden Türkiye Büyük Locası veya Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneğidir. İstanbul Kadıköy ve Yakacık, Ankara, İzmir-Alsancak ve Karşıyaka, Bursa, Adana, Antalya , Bodrum, Marmaris ve Eskişehir’deki binalarında çalışan 193 locası ve 13.000 üyesiyle insanlık yolundaki çalışmalarını sürdürmektedir. TÜRKİYE HÜR VE KABUL EDİLMİŞ MASONLAR BÜYÜK LOCASI RESMİ WEB ... (www.mason.org.tr/turkiye.htm - 35k -)KADIN MASONLAR Geçmiş yıllardan beri tartışma konusu olmaktan çıkmayan,haklarında olumlu olumsuz yazılar yayınlanan varlıklarının ülke yönetimi ve toplum için sakıncalı olduğu dile getirilen Masonlar kısa bir zaman dilimi içinde yeni tartışmalara konu olacak bir konuyla tekrar gündeme gelmeye hazırlanmaktadırlar.Bunun nedeni ise “Kadınların mason” olması konusu konuya ilişkin Milliyet gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni olan Abdi İpekçi,Türk Yükselme Cemiyeti’nin üstadı Hayrullah Örs ile 12 Ağustos 1972 tarihinde yaptığı söyleşide kadınların mason olup olamayacakları hakkındaki yaptığı mülakatta Örs; “…Fransa’ya Masonluk geçtikten sonra herkes aklına göre bir sistem kurdu.Hatta bunlar içinde büyük dolandırıcılar vardı.Meşhur Kazanova da masondur.Hatta hatıralarında geçer;Kadın locaları açmışlar.Bir şey daha söyleyeyim;muntazam masonlukta kadın locaları yasaktır.”İpekçi,“Neden?”Örs,“Bunu hanımlarda sorar.Herkese şu cevabı veriyorum; bir dülger loncasında,marangoz loncasında eskiden kadın bulunmazdı.”İpekçi, “Ama bu devirde kadınlar çalışıyor.”Örs, “ Masonluk bir taraftan kendini ileriye tamamen açmıştır…Bütün bunlara rağmen bir muhafazakar tarafı olduğunu da kabul edelim.Belki yaşaması bunun sayesinde.”İpekçi, “Yalnız bura da üst üste oturmayan bir durum var Hayrullah Bey.Bir yandan ne din,ne siyasi,ne düşünce,ne de insanların durumu bakımından hiçbir ayrım yapmıyor ama,cinsiyet konusunda kesin ve katı bir ayırım yapıyor.Bu başlangıçta işte erkekler marangozdu, dülgerdi, kadınlar değildi…”Örs, “ Hayır,yalnız o izahlara da değil.O devrin münevver hanımları da bugünkü hanımlar değildi.Onlar,Mesela Moliere’in meşhur “Bilgiç kadınlar”ı gibi idiler.Bir kaç tane var meşhur o devrin şair hanımları ama,o devrin kadın seviyesi neydi,yakın zamana kadar neydi?...Bu sohbet’ten de anlaşıldığı kadarıyla Kadınlar arasında masonluğa geçmek isteyenlerin sayısı az değildir ve bu talebinde karşılanması gerekmektedir.Kadınların Mason teşkilatını Avrupa da (Fransa) kurdukları da bu sohbetten çıkmaktadır.Bununla birlikte ülkemizde de 1970 ‘ li yıllarda böyle bir teşkilatında kurulmadığı anlaşılmaktadır. Ve bu konunun çözülmesi gerekmektedir.MASONLAR GERÇEKTEN AYRILIYOR MU?Türkiye masonları arasında ilk ihtilaf 1964 yılında ortaya çıkmıştı. Süleyman Demirel’e “mason değildir” diye belge verilmesi masonların büyük tepkisine yol açtı. Türk masonları kendilerinin bu tür siyasi tartışmalara katılmasına ve büyük üstad Necdet Egeran’ın bu konuda taraf olmasına sert tepki gösterdiler. Belgeyi hazırlayan Necdet Egeran’ın yapmış olduğu savunma da masonların tepkisini hafifletemedi. Haysiyet divanı Ekrem Tok’u bir yıl süreyle görevinden uzaklaştırırken; Egeran, masonluk teşkilatından ihraç edildi.1966 yılına kadar süren tartışmaların sonucunda masonlar, “Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonları Büyük Locası” ile “Türkiye Büyük Mason Mahfili ve Süprem Konsey” adı altında iki ayrı çatıda bir araya geldiler. 1964 yılındaki ayrılmanın gerçekçi olmadığının göstergelerinden birisi, ayrıldıkları iddia edilen iki kesimin yönetiminde aile ilişkilerinin görülmesiydi. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar büyük üstadı Tunç Timurkan’ın eşi Güven Timurkan, Türkiye Yüksek Şurası’na bağlı kadınlara ait bir mason locasının başkanlığına getirilmişti. Farklı görüşlerde oldukları için ayrılarak iki gruba ayrılan mason localarının üstatlığın da aile içi bir paylaşıma gidilmesi, bu ayrılmanın sadece göstermelik olduğu iddialarını kuvvetlendirmişti. Türkiye masonluğunun kağıt üzerinde de olsa bölünmesiyle birlikte kurulan Türkiye Büyük Mason Mahfili, Türkiye’de oluşan bölünme olayını yabancı obediyansalara da bildirdi ve 1967 yılında Fransa Büyük Locası’ndan patent aldı. 1973 yılına gelindiğinde, Dernekler Kanunu’nda yapılan değişiklikle derneklerin “Türk” ve “Türkiye” başlıklarını kullanmaları Bakanlar Kurulu’nun iznine bağlandı. Bunun üzerine Türkiye Büyük Mason Mahfili’nin ismi Büyük Mason Mahfili, Türkiye Mason Dergisi’nin ismi Mason Dergisi olarak değiştirildi.Türkiye Büyük Mason Mahfili, 70’li yıllarda uluslararası mason localarıyla ilişkiler kurmak istedi. Ancak, 12 Eylül askeri müdahalesi ile derneklerin yabancı kuruluşlarla olan ilişkilerinin önce yasaklanması, daha sonra da Bakanlar Kurulu’nun iznine bağlanması, Türkiye Büyük Mason Mahfili’nin önünü kesiyordu. Türkiye Büyük Mason Mahfili, kısaltılmış adıyla CLIPSAS isimli bir masonik kuruluşla birlikte çalışmak için Bakanlar Kurulu’na başvurdu. Ancak bu izin çıkmadı. (Masonlar bu örgütle ilişki kurabilmek için gerekli olan yasal izni 1991 yılında almışlardır. Murat Özgen Ayfer, Masonluk Nedir ve Nasıldır?,sf.258)Türkiye Büyük Mason Locası kurulduğu günden bu yana kendi malı olan aynı binada faaliyetlerini sürdürmektedir. 1979 yılında İzmir’de bir bina satın alarak bu ilde de zaten var olan faaliyetlerini hızlandırmışlardır. 1989 yılında Adana’da bir şube açıldı. 26 Nisan 1999 yılında, masonların Büyük Üstadı Şair Talat Akev, Türk masonluğunun 90'ıncı yılı dolayısıyla İstanbul Beyoğlu'ndaki dernek binalarını basına açıp, sohbet toplantısı yapana kadar.O gün, 8 büyük şehirde 160 loca, 12 bin üyeleri olduğunu açıkladılar[1][1]..1976 yılında üçüncü kez verilen “mason localarının kapatılmasını içeren kanun teklifi” üçüncü kez Meclis tarafından reddedildi.[1][2] Meclis desteğini arkasına alan masonlar, Tepebaşı’ndaki localarını restore ederek çalışmalarını daha da hızlandırdılar.27 Nisan 1977’de kuruluşlarının yıldönümünü kutlayan masonlar, İstanbul Sheraton Oteli’nde büyük bir balo düzenlendiler. Baloya Fransa, İsviçre, Belçika, İtalya büyük üstadları katıldı. 1978 yılında İstanbul Intercontinental Oteli’nde ABD, Brezilya, Paraguay mason locaları ile kaynaşma balosu tertip edildi.1989 yılında bazı mason eşlerinin girişimleri ile Çağdaş Kardeşlik ve Dayanışma Derneği adı altında bir masonik örgüt kuruldu. 1991 yılından itibaren kadın üyeler bu locada tekris edilmeye başlandı. Daha sonra kadın masonlar kendi aralarında örgütlenerek 4 kadın mason locası kurdular. Bu localar günümüzde aktif olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Kadınların büyük üstadı ise, üstad mason Tunç Timurkan’ın eşi Güven Timurkan’dır.
Ayrıca Şükrü Kaya hükümet adına kamu oyuna yaptığı resmi açıklamada; “Türk Masonları kendi ideallerinin hükümetin esas programına dahil olduğunu görerek, kendi teşkilatlarını kendileri fesh etmişlerdir. Hükümetin bu iş üzerinde hiç bir teşebbüsü ve alakası yoktur” diyerek durumu belirtmiştir.“Hükümetin bu iş üzerinde hiçbir teşebbüsü ve alakası yoktur” cümlesi bile kendi resmi web siteleri üzerinde verdikleri açık bir delille kapatılmalarının bizzat Atatürk tarafından yapıldığının belgesidir. 1946 yılında yeni Cemiyetler Kanununun yürürlüğe girmesiyle, masonlar da yeniden faaliyete geçerler ve 1948 yılında İstanbul Vilayetine verilen dilekçeyle Türk Mason Derneğini kurarlar. Aynı yıl İzmir ve Ankara şubeleri açılır. Daha sonra, Ankara’daki localar birleşerek 1955 yılında kendi Büyük Localarını kurarlar, İstanbul ve İzmir’deki locaları bu Büyük Locaya katılmaya davet ederler. Aynı yılın sonunda, Merkez Ankara’da olmak üzere Türkiye Büyük Locası kurulur. Böylece Türk Masonluğu, masonluk ilke ve kurallarına aykırı olmayan bir şekilde, loca üyelerinin özgür iradeleriyle, dünyadaki diğer benzerleri gibi kurulmuş olur. Bu tarihten itibaren, Türkiye Büyük Locası kendi obediyansı içinde, kendisine eşit veya üstün bir güç tanımayan tek bir merkezi yönetim şekline gelmiştir. Ancak sorun dünya masonluğu için çözülmüş değildir. Çünkü Büyük Locayı oluşturan Locaların tümü kendiliğinden oluşmamış, Yüksek Şura tarafından kurulmuştur. Türkiye’deki masonlar bu localarda masonluğa kabul edildiklerinden, dünya masonluğuna göre hem localar, hem de Türk masonları mason olarak tanınmazlar. Bu olay, Türk masonluğunun tanınması için masonları 22 yıl daha uğraştıracaktır.Türk Masonluğu bazı yabancı Büyük Localar tarafından tanınmakla beraber, Düzenli Masonluk olarak tanımlanan ve önderliğini İngiltere, İskoçya ve İrlanda Büyük Localarının yaptığı obediyanslar tarafından, kuruluşundaki usulsüzlük nedeniyle tanınmamaktadır. Bu nedenle bu obediyanslarla tanışma ve iyi ilişki kurma çalışmaları başlatılır. Hollanda, A.B.D., Almanya, İsviçre ile tanınma işleminin nasıl olabileceğine değin çalışmalar yapılır. Bu arada Türkiye Yüksek Şurasının tanınma girişimi başarılı olmuştur. A.B.D.nin 1861 yılında tanımış olduğu Osmanlı Yüksek Şurasının devamı olduğu kabul edilerek, patent yenilenmiştir. Bu olayın etkisiyle, 1962 yılında Newyork ve İskoçya Büyük Locaları, Türkiye Büyük Locasını tanıdılar. Türkiye Büyük Locası'nın diğer Büyük Localar tarafından tanınmasını sağlamak için, İskoçya Büyük Locası, Türkiye Büyük Locası için bir Konsekrasyon (Tahsis)Töreni yaptı. Bu törenden sonra, Türkiye Büyük Locasının, yabancı obediyanslar tarafından tanınmasında büyük artış olmuştur.
Türkiye Büyük Locasının, İngiltere ve İrlanda Büyük Locaları tarafından
tanınma işlemlerinde de sonunda başarıya ulaşılır. İngiltere Büyük locası 1970 tarihinde tanıma işlemini gerçekleştirdi. Bundan 1 ay sonra da İrlanda Büyük Locası Türkiye Büyük Locasını tanıdı. Böylece Türkiye Büyük Locası ile, dünya düzenli Masonluk obediyansları arasındaki tüm engeller ortadan kalkmış oldu. Bu tarihten itibaren Türkiye’de Masonluk hızla gelişmeye başlamıştır. 1987’de İsrail’de Türkçe konuşan “Nur" locası, ve 1990’da Almanya-Frankfurt’ta Türkçe konuşan “Türkay” locası açıldı. Washington “Nur”, Bükreş “Işık”, ve ayrıca 1991’de Bodrum, 1993’de Antalya, 1995’de İstanbul-Yakacık, 1995’de Eskişehir, 1996’da Marmaris, 2004’te Adana binaları hizmete sokuldu.Günümüzde Düzenli Türkiye Masonluğunu temsil eden Türkiye Büyük Locası veya Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneğidir. İstanbul Kadıköy ve Yakacık, Ankara, İzmir-Alsancak ve Karşıyaka, Bursa, Adana, Antalya , Bodrum, Marmaris ve Eskişehir’deki binalarında çalışan 193 locası ve 13.000 üyesiyle insanlık yolundaki çalışmalarını sürdürmektedir. TÜRKİYE HÜR VE KABUL EDİLMİŞ MASONLAR BÜYÜK LOCASI RESMİ WEB ... (www.mason.org.tr/turkiye.htm - 35k -)KADIN MASONLAR Geçmiş yıllardan beri tartışma konusu olmaktan çıkmayan,haklarında olumlu olumsuz yazılar yayınlanan varlıklarının ülke yönetimi ve toplum için sakıncalı olduğu dile getirilen Masonlar kısa bir zaman dilimi içinde yeni tartışmalara konu olacak bir konuyla tekrar gündeme gelmeye hazırlanmaktadırlar.Bunun nedeni ise “Kadınların mason” olması konusu konuya ilişkin Milliyet gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni olan Abdi İpekçi,Türk Yükselme Cemiyeti’nin üstadı Hayrullah Örs ile 12 Ağustos 1972 tarihinde yaptığı söyleşide kadınların mason olup olamayacakları hakkındaki yaptığı mülakatta Örs; “…Fransa’ya Masonluk geçtikten sonra herkes aklına göre bir sistem kurdu.Hatta bunlar içinde büyük dolandırıcılar vardı.Meşhur Kazanova da masondur.Hatta hatıralarında geçer;Kadın locaları açmışlar.Bir şey daha söyleyeyim;muntazam masonlukta kadın locaları yasaktır.”İpekçi,“Neden?”Örs,“Bunu hanımlarda sorar.Herkese şu cevabı veriyorum; bir dülger loncasında,marangoz loncasında eskiden kadın bulunmazdı.”İpekçi, “Ama bu devirde kadınlar çalışıyor.”Örs, “ Masonluk bir taraftan kendini ileriye tamamen açmıştır…Bütün bunlara rağmen bir muhafazakar tarafı olduğunu da kabul edelim.Belki yaşaması bunun sayesinde.”İpekçi, “Yalnız bura da üst üste oturmayan bir durum var Hayrullah Bey.Bir yandan ne din,ne siyasi,ne düşünce,ne de insanların durumu bakımından hiçbir ayrım yapmıyor ama,cinsiyet konusunda kesin ve katı bir ayırım yapıyor.Bu başlangıçta işte erkekler marangozdu, dülgerdi, kadınlar değildi…”Örs, “ Hayır,yalnız o izahlara da değil.O devrin münevver hanımları da bugünkü hanımlar değildi.Onlar,Mesela Moliere’in meşhur “Bilgiç kadınlar”ı gibi idiler.Bir kaç tane var meşhur o devrin şair hanımları ama,o devrin kadın seviyesi neydi,yakın zamana kadar neydi?...Bu sohbet’ten de anlaşıldığı kadarıyla Kadınlar arasında masonluğa geçmek isteyenlerin sayısı az değildir ve bu talebinde karşılanması gerekmektedir.Kadınların Mason teşkilatını Avrupa da (Fransa) kurdukları da bu sohbetten çıkmaktadır.Bununla birlikte ülkemizde de 1970 ‘ li yıllarda böyle bir teşkilatında kurulmadığı anlaşılmaktadır. Ve bu konunun çözülmesi gerekmektedir.MASONLAR GERÇEKTEN AYRILIYOR MU?Türkiye masonları arasında ilk ihtilaf 1964 yılında ortaya çıkmıştı. Süleyman Demirel’e “mason değildir” diye belge verilmesi masonların büyük tepkisine yol açtı. Türk masonları kendilerinin bu tür siyasi tartışmalara katılmasına ve büyük üstad Necdet Egeran’ın bu konuda taraf olmasına sert tepki gösterdiler. Belgeyi hazırlayan Necdet Egeran’ın yapmış olduğu savunma da masonların tepkisini hafifletemedi. Haysiyet divanı Ekrem Tok’u bir yıl süreyle görevinden uzaklaştırırken; Egeran, masonluk teşkilatından ihraç edildi.1966 yılına kadar süren tartışmaların sonucunda masonlar, “Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonları Büyük Locası” ile “Türkiye Büyük Mason Mahfili ve Süprem Konsey” adı altında iki ayrı çatıda bir araya geldiler. 1964 yılındaki ayrılmanın gerçekçi olmadığının göstergelerinden birisi, ayrıldıkları iddia edilen iki kesimin yönetiminde aile ilişkilerinin görülmesiydi. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar büyük üstadı Tunç Timurkan’ın eşi Güven Timurkan, Türkiye Yüksek Şurası’na bağlı kadınlara ait bir mason locasının başkanlığına getirilmişti. Farklı görüşlerde oldukları için ayrılarak iki gruba ayrılan mason localarının üstatlığın da aile içi bir paylaşıma gidilmesi, bu ayrılmanın sadece göstermelik olduğu iddialarını kuvvetlendirmişti. Türkiye masonluğunun kağıt üzerinde de olsa bölünmesiyle birlikte kurulan Türkiye Büyük Mason Mahfili, Türkiye’de oluşan bölünme olayını yabancı obediyansalara da bildirdi ve 1967 yılında Fransa Büyük Locası’ndan patent aldı. 1973 yılına gelindiğinde, Dernekler Kanunu’nda yapılan değişiklikle derneklerin “Türk” ve “Türkiye” başlıklarını kullanmaları Bakanlar Kurulu’nun iznine bağlandı. Bunun üzerine Türkiye Büyük Mason Mahfili’nin ismi Büyük Mason Mahfili, Türkiye Mason Dergisi’nin ismi Mason Dergisi olarak değiştirildi.Türkiye Büyük Mason Mahfili, 70’li yıllarda uluslararası mason localarıyla ilişkiler kurmak istedi. Ancak, 12 Eylül askeri müdahalesi ile derneklerin yabancı kuruluşlarla olan ilişkilerinin önce yasaklanması, daha sonra da Bakanlar Kurulu’nun iznine bağlanması, Türkiye Büyük Mason Mahfili’nin önünü kesiyordu. Türkiye Büyük Mason Mahfili, kısaltılmış adıyla CLIPSAS isimli bir masonik kuruluşla birlikte çalışmak için Bakanlar Kurulu’na başvurdu. Ancak bu izin çıkmadı. (Masonlar bu örgütle ilişki kurabilmek için gerekli olan yasal izni 1991 yılında almışlardır. Murat Özgen Ayfer, Masonluk Nedir ve Nasıldır?,sf.258)Türkiye Büyük Mason Locası kurulduğu günden bu yana kendi malı olan aynı binada faaliyetlerini sürdürmektedir. 1979 yılında İzmir’de bir bina satın alarak bu ilde de zaten var olan faaliyetlerini hızlandırmışlardır. 1989 yılında Adana’da bir şube açıldı. 26 Nisan 1999 yılında, masonların Büyük Üstadı Şair Talat Akev, Türk masonluğunun 90'ıncı yılı dolayısıyla İstanbul Beyoğlu'ndaki dernek binalarını basına açıp, sohbet toplantısı yapana kadar.O gün, 8 büyük şehirde 160 loca, 12 bin üyeleri olduğunu açıkladılar[1][1]..1976 yılında üçüncü kez verilen “mason localarının kapatılmasını içeren kanun teklifi” üçüncü kez Meclis tarafından reddedildi.[1][2] Meclis desteğini arkasına alan masonlar, Tepebaşı’ndaki localarını restore ederek çalışmalarını daha da hızlandırdılar.27 Nisan 1977’de kuruluşlarının yıldönümünü kutlayan masonlar, İstanbul Sheraton Oteli’nde büyük bir balo düzenlendiler. Baloya Fransa, İsviçre, Belçika, İtalya büyük üstadları katıldı. 1978 yılında İstanbul Intercontinental Oteli’nde ABD, Brezilya, Paraguay mason locaları ile kaynaşma balosu tertip edildi.1989 yılında bazı mason eşlerinin girişimleri ile Çağdaş Kardeşlik ve Dayanışma Derneği adı altında bir masonik örgüt kuruldu. 1991 yılından itibaren kadın üyeler bu locada tekris edilmeye başlandı. Daha sonra kadın masonlar kendi aralarında örgütlenerek 4 kadın mason locası kurdular. Bu localar günümüzde aktif olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Kadınların büyük üstadı ise, üstad mason Tunç Timurkan’ın eşi Güven Timurkan’dır.
[1] - Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi Tarafından verilen, Abdülhamitin tahtan
indirilme Fetvası
Fetvanın
Türkçe Tercümesi;
“İmam-ül müslimim olan zeyd, bazı mesail-i
mühimme-i şer iyeyi kütüb-ü şer iyeden tayy ve ihraç ve kütüb-ü mezkureyi men
ve hark ve ihrak ve Beytü-l malde tebzir ve
israfla mesag-u şer-i hilafına tasarruf ve bila sebeb-i şer-i katl ve
haps ve tağrib-i raiyye ve sair guna mezalimi itiyad eyledikten sonra…”
Günümüz Türkçesi ile metin şöyledir;
“ Müslümanların imamı “başı” olan şahıs, bazı ehemmiyetli şeriat meselelerini
din kitaplarından siler, çıkarır, o kitapları yasaklar, yakar, hazineyi zarara
sokar, boş yere harçar, şeriat dışı tasarruflara kalkar, tebaayı öldürür,
hapseder, sürer, türlü zulümlere hedef kılar ve doğru yola dönmeyi ahd ve yemin
etmişken, yeminini çiğneyerek müslümanların hallerini ve işlerini tamamen
bozaçak büyük fitne çıkarmakta ısrar eder ve onları birbirine kırdırır da Müslümanların nüfuzları o şahsın tagallübüne
set çekince, islam beldelerinin bir çok yerlerinden o şahsı tahttan indirilmiş
tanıdıklarına dair bildiriler gelir ve o şahsın terinde tutulmasında zarar ve
atılmasında iyilik görülürse, kendisini imamet ve saltanattan ayrılmaya davet
etmek veya doğrudan doğruya ayırmak şekillerinden hangisi ileri gelenler ve
memleket idarecilerince uygun görülürse yapılması vacip olur mu?
El
cevap;
Olur
“Esseyid
Mehmed Ziyaeddin”
[2] - Bu kovulma konusunda
tereddütlerim bulunmaktadır. Ve mütekip yazılarımda da dile getirmekteyim.
Çünkü her hangi sıradan bir vatandaşın bile
ne amaçla padişahın huzuruna çıkacagı daha önceden bilinip buna göre izinle
gelinirken gelen kişinin niyeti ve amacı bile bile bilinip makamdan kovulması
pek akla ve mantıga sığmamaktadır.
[3] - Mustafa Müftüoğlu,Yalan
Söyleyen Tarih Utansın,10.cilt.sf.139
[4] -Mustafa Müftüoğlu,Yalan
Söyleyen Tarih Utansın,10.cilt.sf.142-145
[5] - M.M.,a.g.e. sf.149-150
[6] - İbrahim Avras, Tarihi hakikatler. Sf.114-115
[7] -M.M.
a.g.e. sf 152-154
[8] -M.M.
a.g.e. sf. 145-147
[9] -M.M. a.g.e. sf.164-165
[10] - Ahilik,Mason
dernekleri (bunlara bugün Lionslar ve Rotaryler ekleye biliriz.),İttihat ve
Terakki,Yeniçeri Ocağı ve Bektaşi Tekkeleri,Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye,Yeni
Osmanlılar Cemiyeti,Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye,Cemiyet-i İlmiye-i
Osmaniye,Cemiyet-i Tedrisiyye-i İslamiye, Cemiyet-i Tedrisiyye-i
Hayriye,Cemiyet-i İnkılabiye,Osmanlı Uhuvvet Cemiyeti,Osmanlı Hukuk
Cemiyeti,-Osmanlı Mühendis ve Mimarları Cemiyeti,Uhuvvet-i Arabiyye-i Osmaniye
Cemiyeti,Fedakaran-ı Millet Cemiyeti,Arnavut Başkım Kulübü,Cemiyet-i Milliye-i
Naciye,İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti,Donanma-i Osmani,Muavenet-i Milliye
Cemiyeti,Hilal-i Ahmer Cemiyeti ( Kızılay),-Osmanlı Güç Cemiyetleri (Daha sonra
bu dernek, Genç Dernekleri olmuştur.Genç
Dernekleri de, Gürbüz ve Dinç Derneği olarak iki kısma ayrılmıştır.),Müdafaa-i
Milliye Cemiyeti,Himaye-i Etfal Cemiyeti,Trakya Paşaeli Cemiyeti,İzmir
Müdafaa-ı Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti,Şark Vilayetleri Müdafaa-ı Hukuk-ı Milliye
Cemiyeti,Trabzon Muhafaza-ı Hukuk-ı Milliye Cemiyeti, Kilikyalılar Cemiyeti,
Redd-i İlhak Cemiyeti, Mavri Mira Cemiyeti, Etnik-i Eterya Cemiyeti, Taşnak ve
Hıncak Cemiyeti, Musevi Alyans Cemiyeti, Sulh ve Selamet-i Osmaniye Fırkası,
Teali İslam Cemiyeti,İngiliz Muhipler Cemiyeti, Wilson Prensipleri Cemiyeti,
Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Kürt Teali Cemiyeti,Meşrutiyet-i Osmaniye Kulübü ,
Nesl-i Cedid Kulübü, Türk Derneği, Türk Yurdu Cemiyeti,Teavün-i İçtimai
Cemiyeti,Türk Ocağı, İstihlak-i Milli Cemiyeti, Milli Türk Cemiyeti, Milli
Talim ve Terbiye Cemiyeti, Cemiyet-i Matbuat-i Osmaniye, Osmanlı Matbuat
Cemiyeti, Armenagonlar Komitesi, Hınçakyan Komitesi,Taşnak sütyun Komitesi
[11] -www.odevsitesi.com/g_arama.asp?r=3&
sayfa= 1&komut= 1&kelime= wilson%20prensipleri -
[12] -Ergün Hiçyılmaz-Meral
Altındal,Büyük Sıgınak (Türk Yahudileri’nin 500 yıllık serüveninden
sayfalar-Cep kit.İst.1992
[13] - (14 Şubat 1997 Yüksek Konsey/Paul Veysett ) "İsrail Yüce
Konseyi" tarafından alınan bu kararların, "birer birer hayata
geçirildiğini" ve "28 Şubat Sureci"yle birlikte Türkiye’nin
nasıl bir "badire"ye sürüklendiğini hatırlatmaya, herhalde hiç gerek
yok!..
[14] - Bu sayı daha da artmış
vaziyettedir.
[15] -
www.madalyon.gen.tr/?q=node/84 - 36k -
[16] -N.F.Kısakürek,Ulu Hakan 2.
Abdülhamid han,Büyükdogu,1988,sf.674-689
[17] -Hasan Cem,a.g.e.sf.27-30
[19] - Hasan Cem, a.g.e.sf.44–52
[20] -Hasan Cem, a.g.e.sf.52–59
[21] -Hasan Cem-a.g.e.sf.59-70
[22] - M.Müftüoğlu,a.g.e.,5.cilt,7.baskı,sf.222-227
[23] -"Mason localarının kapatılmasına dair bir kanun teklifi"
Sultan 3.
Ahmet devrinde (1703-1730) Osmanlı imparatorluğunda başlayan bilahare
Tanzimatçılar, Yeni Osmanlılar ve İttihatçılar elinde büyük mesafe kat'eden
Masonluk hareketi daha sonra Cumhuriyet devrine intikal edip, 30 Haziran
1927'de "Tekamül-ü Fikri Cemiyeti" adıyla İstanbul da kurulup
faaliyetini sürdürmüş, 16 Mayıs 1929 'da ismini" Türk Yükselme
Cemiyeti" olarak değiştirmiş, 11 Ocak 1933'de Nizamnamesi'nde yaptığı
bazı değişikliklerle," Türk Büyük
Maşrık-ı" adını almış, 3 Aralık 1935'de kapatılmış ve 5 Şubat 1948'de
" Türkiye Mason Derneği" adıyla tekrar kurulup, aynı yılın 15 Şubat
günü " Yeni Gazete"de Nizamnamesini yayınlamıştır. Masonluk, ikinci
Meşrutiyetle zafere ulaşıp. ekserisi Mason olan ittihatçı sergerdeleri
kullanarak Devlet-i Aliy'ye' nin başını yemiş ve ikinci Meşrutiyet
Masonlarından bazıları Cumhuriyet devrine intikal edereke melanetlerini
sürdürmesini bilmişlerdir. Böylesine bir serbesti içinde çalışan masonlar 1932
yılı sonlarında 5-10 Eylül günleri arasında yirmi beş memleketin yüze yakın
yüksek rütbeli masonunu İstanbul'da toplayı vermişlerdir Türkiye'yi temsiler
Kimyager Mustafa Hakkı Nalçacının katıldığı bu toplantıya, Belçika Masonu
Carpentier'in başkanlığında açılmış, bilahare bu mason toplantısına Mustafa
Hakkı Nalçacı başkanlık etmiştir…Konvan reisi Mustafa Hakkı Nalçacı, Atatürk'e
şöyle bir mesaj çekmiştir.
"Milletler arasındaki Mason Birliği Konvanı'nın
İstanbul'da toplanması münasebetiyle hür ve laik Türkiyemizin büyük
kurtarıcısının sağlık ve saadetinin devamı ve yurdumuzun refahla yükselmesi,
maddi ve manevi terakkisi yolunda görülen muvaffakiyetinin emadisi
temenniyatına hürmetle ve candan alkışlarla müttefikan karar verilmiş olduğu
ma'ruzdur,ulu Gazimiz."demekteydiler.
Masonların bu telgrafına karşılık olarak
Cumhurbaşkanlığı Özel kalemi olan Hikmet (Bayur) imzasıyla şu cevap
verilmiştir.
"Türkiye hakkındaki temenniyatınızı havi
telgrafınızdan Reisi Cumhur hazretlerinin memnun olduklarını bildiririm."
Şeklinde kısa bir cevap verilmiştir. Türkiyedeki mason localarının kapatılması
hazırlıkları işte bu dünya masonlarının İstanbul'daki toplantısından sonra
başlamış ve ilk adım Mahmud Esad (Bozkurt) tarafından atılmıştır. Bu yıllarda
Adliye vekilliği görevinden ayrılmış olan M.Esad izmir'de münteşir "Türk
sözü" gazetesi'nde mason locaları kapatılmalıdır başlığı altında şunları
söylüyordu;
" Mason locaları kapatılmalıdır."Neden?
Çünki gizlidir.Bu itibarla cemiyetler kanununa muhaliftir. Çünkü siyasidir,
beynelmileldir. Vatan, Milliyet tanımaz...Bu itibarla Türk Milletinin, Türk
Devletinin Milliyetçi Siyasetine zıddır. Ona (Örfe düşmandır.Kendine mahsus
acaip itikatları olan yabancı ve yıkıcı bir tarikattır.Dinlerin aleyhindedir.Yalnız
Yahudiliği oldukça hoş görür. Merasimleri kısmen eski Yahudicedir.Bu itibarla
da, tarikatlar kanunu mucibince ilgası lazımdır." Demektedir.
O yıllarda İzmir milletvekili olan M.Esad bu konuyu
14 Haziran 1932 tarihli toplantıya getirir. Mason Dahiliye Vekili (İç İşleri)
Şükrü Kaya şu şekilde konuyu cevaplandırır; "Mevcut kanunlar ahkamına
mugayir bir vaziyet, bir hadise yoktur.Kanuna mugayir herhangi bir hal
karşısında devlet mahkemeleri takibatta bulunacaktır."
...Mahmud Esad'ın masonluk ve masonlar aleyhine
yürüttüğü bu neşriyata,o devrin ünlü masonlarından Servet Yesari ve Mim Kemal
Öke (Ki ikisi de Üsdat-ı Azamdır) karşı çıkmışlar,"Cumhuriyet" ve
"Milliyet" gazetelerinde yayımladıkları yazılarla Esad Bozkurt'un
yazıları cevaplandırılmış bu da yetmemiş localarında da çeşitli konferanslar
düzenleyerek "birader"lerini aydınlatmışlardır....Bu mevzuda bilhassa
"Necat" locasının geniş faaliyeti görülmüş, o günlerde Amerikan
Kolejinde öğretmenlik yapan ve sonraları CHP milletvekili olan Hazım Atıf
"Masonluk tarih ve mahiyetine bir nazar" adlı konferansıyla
masonluğun müdafaasını yapmıştır.
[24] --...www.otuken.org/Ali.mete/rotary_ve_lionsuyeleri.htm - 27k
[25] -Ek.. Rockefeller’den Burs Alanların Listesi
[26] -LOZAN BARIŞ ANLAŞMASI DELEĞELERİ; İsmet İnönü,Baş delege,Dışişleri
Bakanı,Edirne Milletvekili, Rıza Nur,Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Sinop
Milletvekili, Zekai Apaydın, Danışman, Adana Milletvekili Aydın, Zülfi Tiğrel,Danışman,Diyarbakır
Milletvekili, Prof.Veli Saltık,Danışman,Burdur Milletvekili, Muhtar
Çilli,Bayındırlık Bakanlığı Müsteşarı, Münir Tegün,Danışman,Dışişleri Bakanlığı
Hukuk Müşaviri, Reşit Saffet Atabinen,Danışman ve genel sekreter,eski Danıştay
üyesi, Tevfik Bıyıklıoğlu,Danışman,Kurmay Yarbay, Seniyeddin Başak,Danışman,Vakıflar
Hukuk müşaviri, Tahir Taner,Danışman,Adalet Bakanlığı Müsteşarı, Mustafa Şeref
Özkan,Danışman,Eski Nazırlardan, Zühtü İnhan,Danışman,Üniversite profesörü,
Hikmet Bayur,Danışman,Dışişleri Bakanlığı Siyasi işler Müdürü, Fuat Ağralı,Danışman,Maliye
Bakanlığı Saymanlık Genel Müdürü, Ruşen Eşref Ünaydın,Basın Danışmanı, Yahya
Kemal Beyatlı,Basın Danışmanı, Atıf Esenbel, Hüseyin Tektaş,Tercüman,Robert
koleji ikinci müdürü, Sabri Artaç, Cevat Açıkalın,Sekreter, Mehmet Ali
Nalin,Sekreter, Şevket Doruker,Danışman,Deniz Yarbay, Süleyman Saip
Kıran,Sekreter, Celal Hazım Arar,Sekreter
[27] - Büyük Doğu, sayı:2 ve 3, 21 Ekim, 28 Ekim 1949, sayfa: 3,
16 Necip Fazıl Kısakürek’in “İfsa!” başlıklı yazısı.
[28] - Falih Rıfkı Atay, Ahmet Emin
Yalman, Yakub Kadri Karaosmanoğlu, İsmail Müştak, Halide Edip Adıvar, Adnan
Adıvar, Suphi Nuri İleri.
[29] -
Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve beyannameleri IV. Ank. Tham.Kaynak; Ank. Tham. S.
30, S.169 – 170
[30] -
www.gidaraporu.com/gida_danone-yogurtlarina-dikkat.htm - 65k
[31] -www.fikiryazilari.net/siyonizm_yahudilik/
siyonizm_yahudilik35.html - 29k



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder