kemiksizler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kemiksizler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Şubat 2020 Perşembe

KEMİKSİZLER














       KEMİKSİZLER

                                OGÜN DELİ
                                 (ORPARS)















İÇİNDEKİLER
Önsöz
Giriş
Milli Mücadelede Hain Faaliyetler
Kuvay-i Milliye ve  Paşalarımız
Mandacılar  Unutuluyor mu?
Wilsoncuların Müracatı
Amerikan Görüşü
Milli Mücadele Döneminde  Cemiyetler
Masonluk Cemiyeti
Büyük Millet Meclisinde  Masonluk Tartışmaları
Mason Dernekleri Açılıyor
Tokat Milletvekili  Ahmet Gürkan’ın Mason Derneklerinin  Kapatılması Hakkında Kanun Teklifi ve İçişleri ve Devlet Komisyonları  Raporları
Masonluğun İlgası İçin Yapılan Kanun Teklifi
1-Derneğin Kökünün Dışarda oluşu
2-Siyasi Mahzurlar
3-Tarafsızlık bakımından
4-Gizlilikten Doğan Mahzurlar
5-Sınıf Tefriki
6-Hurafecilik Vasfı
Bu Kanun Teklifine “Evet” Diyenler
Lions Dernekleri
Üye Kayıp Sebepleri
Lions Amblemi
Bilderbergler
Lozan Barış Antlaşması ve Getirdikleri
Türk – Yunan Mübadelesi
Ekler
Rockefeller’den  Burs Alanların Listesi
Ek dosya
Danone Yoğurtları
Türkiye’de Masonluk






ÖNSÖZ

      Ülkemizin bugün gerçekten çok önem arz eden temel sorunları vardır. Ve bunların bir gün içinde okus pokus yaparak çözülemeyecek,  zaman dilimlerine ayırıp, kademe kademe çözümü gerekmektedir.
      Bu sorunların başında ise Kemikleri olmayan , omuriliksiz insan kimliğinde ne olduğu belli olmayan varlıklar gelmektedir. Biz bunları tanımlamak ve isimlendirmek için Kemiksizler  diyoruz.
     Kemiksizler, Kendi şahsi emelleri, para, şöhret’ten başka birşey düşünmeyen ve bunları elde etmek için tüm ahlaki unsurlardan sıyrılmış, çıkarı menfaati neredeyse o toplumlar gibi gözüken bir zümredir.
     Farklı topluluklar ve kimlikler içinde olsalar bile birbirlerini tanıyan ve kolluyan yapıları ançak dikkatli bir göz tarafından farkedileçek olan bu varlıklar ülkemizin temel sorunlarından biri olarak ilk önce çözümü gereken sorunu olmayı teşkil etmektedir.
    Osmanlı tarihi önümüzde yazımı ve anlaşılması güç olmayan bir tarihtir. Türk tarihi de öyle durmaktadır.
   Fakat görüyoruz ki karmakarışık hale getirilmiş ve kendi aslını öğrenmek isteyen Türk evlatlarından bir haber edilip yazılmıştır. Ve yazılmaktadır.
   Bunun sebebi yukarıda bahsettiğimiz gibi bu kemiksizler tarafından yazılan tarihin bir sonucudur.
   Tarih yazanların ve bu yazdıkları tarihi savunan akademik eğitimden geçmiş tonlarca tarihçimiz vardır ve sonuç ortada durmaktadır. Sizce neden böyledir? Bu normal bir sonuç mudur?
   Türk Evladı!
   Öncelikle önüne konulan tüm bilgi ve bilgileri hemen kabul edip , sorgulamadan. Bu tarihi bilgileri kimlerin yazdığını ve kimliklerini araştırmadan  asla kabul etme ...
    Çünkü sana dayatılan ve doğru olduğu söylenen bir çok bilgi yanlış ve  seni geleçekte yok etmeyi hedeflemektedir.
    Bugün tarihçi kimliğiyle boks ringine çıkan boksörler gibi hareket eden tarihçilerin ne kadarı tarihi bilgileri sana açtığına ve neleri savunup neleri anlatmadığına dikkat et ki gör .
    İşte bu örneği tüm sorunlarımıza yaydığımızda bu kemiksizleri daha iyi tanıyacak ilk aşamada onları aramızdan çıkarıp sorunlarımızı çözecegiz. Bunu yapamazsak sorunları çözmemiz mümkün olmayaçaktır.
    YÜCE TÜRK MİLLETİ!
     Tarihin ve Tarihini yazan Ataların, Gerçekten bugün sana anlatılmamaktadır. Ve tarihine sahip çıkma zamanı inan geçmiştir. Daha geç olmadan tarihine sahip çık ve içinde ki asıl asalakları çıkar.

                                            OGÜN DELİ
                                              (ORPARS)



















GİRİŞ

  Kemiksizler kitabının hemen başında Milli Mücadele yıllarına ve savaşta görev alanlara giriş yapılmıştır.
    Bunun sebebi okuyucuyu  konu üzerinde hafızasını, günümüze gelirken nereden nasıl olaylar gelmiş bilgisini  en ufak şekilde canlandırmaktır.
    Bunu yapmakta ki baş gayemiz o yıllarda dahi Milli Mücadeleye inanmamış hatta karşısında mücadele etmiş olanların bugün uzantısı olan “genleri” ve “fikirleri”  bu görüşlerinden nasıl vaz geçmemiştir. Göstermeyi hedeflemektedir.
    Bundan bir asır önce yaşanan olayların tekrar ediyor olduğu şu günlerde bu hatırlatma ile yaşanan olayların aslında ne olduğunu kolayca kavrayıp çözüm yollarının aranması şartı önümüzde durmaktadır.
   Yine günümüzde kahraman olarak gösterilen bir çok kimsenin gerçekte kimler olduklarının ortaya çıkarılarak henüz  isimleri tarih kitaplarına yazılmamış bu ülkenin gerçek kahramanlarının gündeme getirilmesi  için bir zemin oluşturmak için iyi bir başlangıç ve fırsattır.














                                                                                                                   
MİLLİ MÜCADELEDE HAİN FAALİYETLER

    Türk İstiklal savaşını kazanan ruh öyle kutsal ve yücedir ki bugün bu ruh’a düşmanlık besleyenlerin, Türk tarihini yok etme teşebbüsünde bulunanların karşısında dimdik ayakta durmakta iflah olmaz hainlerin ise, kutsal abide karşısında diz çökmekten başka çareleri kalmamaktadır
      Yedi düvene diz çöktürmüş Osmanlı imparatorluğun içerisinde yarattıkları fitne ve fesatlar sayesinde yıkımına neden olanların tohumları bugün yine görev almışlığın verdiği vazife ruhuyla  yıkıcı faaliyetlere geçmişlerdir.
   Bu yıkıcı faaliyetlerin en acımasızı da medya aracılığıyla yapılmaktadır.
    Türk İstiklal Savaşının aslında başlanğıcı Sultan 2.Abdülhamit’in tahtan indirilmesiyle meydana gelen bir sürecin sonu olarak da değerlendirmek mümkündür.
    13 Nisan 1909 tarihinde “31 Mart Olayı” olarak tarihimize geçen günde,Rumeli de bulunan Hareket ordusunun İstanbul’a yürümesi ve yönetimi ele geçirmesiyle sonuçlanan siyasi ve askeri hareket kendi yaptığı hareketi meşru bir zemine oturttura bilmek için dönemin geleneklerine göre “Fetva Emini” belgesinin alınması şartı ortaya çıkmıştı.
     Bu fetvayı önemli kılan diğer bir konu da yapılan bu hareketin meşruluğu yanında “İslam dininincede onaylandığının ortaya koyulması gerekliliğiydi. Fakat dönemin  Fetva Emini;          
  “Hangi Padişah tahtan indirildiyse,hemen arkasından memleketin başına bir felaket gelmiştir, ben bu fetvayı hazırlayamam, zaten görevimden de ayrılmış bulunuyorum” diyerek istenen belgeyi vermemiştir.
    Bunun üzerine şöhretli  Hamdi Efendi, gönüllü olarak fetvayı yazıyordu. Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi tarafından onaylanarak[1]  2.Abdülhamit’in tahtan indirilmesi gerçekleşiyordu.
     İşin en acı ve garip tarafı ise 27 Nisan 1909’da Saraya Padişahı bu tebliği sunmaya giden hey’et, Aram Efendi, Bahriye Feriki Ahmet Hikmet, Emmanuel Karasu ve Esat Toptani Paşa bulunuyordu.
    Osmanlı tarihinde ilk kez içinde azınlıkların içinde bulunduğu bir hey’et tarafından Padişah tahtan indirilirken, Filistin de kurulması istenen Yahudi Devleti için Padişahın huzurundan kovulan Emmanuel Karasu’da bu şekilde intikamını almış oluyordu[2].
     İşte bu sürecin devamında kendi özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini verme savaşında ve Emperyalistlerin uzun yıllar boyunca yaptıkları sistemli ve programlı çalışmalar neticesinde ülkeyi işgal etmesiyle herkesin artık “Her şey Bitti” dediği bir zamanda Türk Milletinin üzerine doğan Mustafa Kemal Atatürk’ün özgürlük ışığı Milletin aydınlanmasına öz vatanına sahip çıkmasına vesile olmuştu.
      Hiç beklemedikleri bir tepkiyle karşılaşan Emperyalist ülkeler, yüreğini ortaya koyan bu Millet’in liderinin birlik ve beraberlik ruhunu ortadan kaldırmak için bir avuç bahtsızdan faydalanarak Atatürk’ün aleyhinde propağandalara başlamıştır.
     20 Temmuz 1922 tarihinde “Nevzad” adlı İstanbul’da yayınlanan gazetenin ilavesi emperyalistlerin uçaklarıyla Türk ordusunun üzerine atılarak fitne ve fesat yaratılmaya çalışılmıştır. Türk ordusunun üzerine atılan fitne broşürlerde; “Şimdi alınan telgraf: Mevsuken ( sağlam) aldığımız telgrafa nazaran Ankara hükümeti Başkomutanı Mustafa Kemal paşa Meclis müzakeresinde Ali İhsan Paşa’ya tabanca endaht etmek (çekmek) suretiyle mecruhiyetine ( yaralama ) sebebiyet verdiğinden Ali İhsan Paşa da o dakika da belindeki tabancayı mukabeleten endaht etmek suretiyle Mustafa Kemal Paşa’nın maktul  ( öldürüldüğü) düştüğü bildirilmektedir.”
      Diyerek fitneyi yapan bu hain gazete ve yazarları bununla da yetinmeyerek bir not düşer. Bu not’ta ise;
      “Elbette bu kadar milyonlarla ölen masumların feryat âhını cenab-ı Hak bırakmaz, geç de olsa mutlaka ah yerini bulur.”  Diyerek maalesef ne kadar büyük bir hata yaptığının farkında değildir.Aslında Türkiye’deki bazı basının günümüzde de farklı bir anlayış içinde olmadığını izlemekteyiz.
   



































            KUVAY-İ MİLLİYE ve  PAŞALARIMIZ
      
       Birinci Dünya savaşının bittiği 1918 yılında imzalanan Mondros Ateşkes antlaşması (30  Ekim 1918) sırasında,  Osmanlı İmparatorluğu ordularının başında bulunan general ve denk düşen rütbelerde bulunan paşa sayısı 300’den fazlaydı.    
     Bununla beraber ulusal Kurtuluş Mücadelesini veren paşa sayısı 3’tür. Bunlar;
       Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa ve Kazım Karabekir Paşa’dır. Bu sayı Cumhuriyet kurulduktan sonra 13’e çıkmıştır. Paşaların ulusal kurtuluş savaşının üç yılı boyunca fırka / Tümen ve daha üst kademelerdeki birliklerini komuta eden subay sayısı 100’dür.
      Aşağıda isimleri verilen 13 paşa haricinde diğerleri Kolağası, Önyüzbaşı, Binbaşı, Kaymakam, Yarbay, Miralay, Albay rütbeleriyle bu savaşa katılmışlardır. Bunlar ise;  Ferik cevat (çobanlı), Mirliva Ali Sait (Akbaytogan), Ferik Mustafa Fevzi (Çakmak), Mirliva Nihat (Anılmış), Mirliva Yusuf İzzet (Mert), Mirliva Yakup Şevki (Subaşı), Mirliva  Mustafa Kemal (Atatürk), Mirliva Muhittin (Akyüz), Mirliva Ali İhsan (Sabis), Mirliva Ali Fuat (Cebesoy), Mirliva Kazım (İnanç), Mirliva Kazım (Karabekir), Mirliva Nureddin Paşa’dır.
     1920 ve 1921 yılları arasında “Fermansız”, paşa olan ilk Anadolu Generalleri; Şark Cephesinden Rüştü Paşa, 1309-Top.8, Rüştü (Sakarya) paşa, 1311-b.p.70, Garp Cephesinde cephe komutanı İsmet (İnönü) paşa, 1319-sah.Top.I., Cenup cephesinde  Kolordu Komutanı Fahrettin (Altay) paşa, 1315-P.I., Cephe komutanı Refet (Bele) paşa, 1314-P.39.dur.
     1920 – 1923  arasında Türk silahlı kuvvetlerinde 24 Albay, Miralay T.B.M.M onayıyla General, Paşa olmuşlardır ki bunlar;
1-Mirliva      Rüştü Paşa ,1309.Top.8

2-Mirliva
Rüştü (Sakarya) Paşa,1311-b.70
3-Mirliva
İsmet Paşa (İnönü),1319.Sah.Top.1
4-Mirliva
Fahrettin Paşa (Altay),1315-P.1

5-Mirliva
Refet Paşa (Bele),1314-p.39

6-Mirliva
Naci Paşa (Eldeniz),1309-p.17

7-Mirliva
Kazım Paşa (Sevüktekin),1311-b-p.5
8-Mirliva
Osman Nuri Paşa (Koptegal),1311-b.p.17
9-Mirliva
Mehmet Sabri Paşa (Erçetin),1313.Top.17
10-Mirliva
Hüseyin Nurettin Paşa,1313-p.256
11-Mirliva
Şükrü Naili Paşa (Gökberk),1314-p.13

12-Mirliva
Ali Hikmet Paşa (Ayerdem)

13-Mirliva
Asım Paşa (Gündüz),1316-p.2

14-Mirliva
Mürsel Paşa (Bakü),1316-p.21

15-Mirliva
Mehmet Emin Paşa (Koral),1318.Ağ.Top.1
16-Mirliva
Kazım Paşa (Özalp),1318-p.29

17-Mirliva
Halit Paşa (Karşı alan),1319-p.257

18-Mirliva
İzzettin Paşa (Çalışlar),1319.Top.2
19-Mirliva
Kazım Paşa (Orbay),1320.sah.Top.1
20-Mirliva
Kemalettin Sami Paşa,1321-is.1

21-Mirliva
Cemil Paşa (Conk),1308-p.18

22-Mirliva
Sami Sabit Paşa,1312.sv.10

23-Mirliva
Selahattin Adil Paşa,1315-b-Top.2
24-Mirliva
Cafer Tayyar Paşa (Eğilmez),1316-sv.4



     Kurtuluş savaşı sırasında General rütbesine yükseltilen bu Albaylarla Türk Silahlı Kuvvetlerindeki “Paşa” sayısı daha önceki 13 Paşayla birlikte 37’ye yükselmiştir.
     Savaş boyunca  8-9 Temmuz 1919 gecesi Mirliva rütbesindeyken askerlik hizmetinden istifa eden Mustafa Kemal Paşa 5 Ağustos 1921’de T.B.M.M. kararıyla rütbesiz olarak “Başkomutan” atanmıştır.
     19 Eylül 1921’de de Sakarya savaşının kazanılması üzerine “Gazi” Şanı ve “Müşir” diye (Mareşalliğe) yükseltilerek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin en yüksek rütbesine ulaşmıştır.
     Cumhuriyetin ikinci Mareşali ise, 1922’de Başkomutanlık savaşı sırasında Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi olan Mustafa Fevzi (Çakmak) olmuştur.
     Şark cephesi komutanı Mirliva Kazım Karabekir Paşa ise, Ermeni hareketinden sonra 1920 yılında T.B.M.M. tarafından rütbesi Ferik yapılan ilk Osmanlı paşasıdır.
    Kurtuluş savaşı boyunca silahlı Kuvvetler Komuta kademelerinde Tümen ve daha üst birlikleri komuta etmiş olup da Cumhuriyet ordusunda daha sonra ki yıllarda Generalliğe yükselmiş Miralaylar ile Albayların Listesi İse şöyledir;
1        Miralay Mehmet Emin (Yazgan)
2        Miralay Vehbi (Kıpçak)
3        Miralay Muhittin (Kurtis)
4        Miralay Akif (Erdemgil)
5        Miralay Mehmet Emin (Çolakoğlu)
6        Miralay Nazmi (Solak)
7        Miralay Sıtkı (Üke)
8        Miralay Mustafa (Muğlalı)
9        Miralay Mehmet Suphi (Kula)
10    Miralay Mehmet Hayri (Tarhan)
11    Miralay Cavit
12    Miralay Mehmet Kenan (Dalbasar)
13    Miralay Seyfi (Düzgören)
14    Miralay Cemil Cahit (Toydemir)
15    Miralay Abdurrahman Nafiz (Gürman)
16    Miralay Aşir (Atlı)
17    Miralay Naci (Tınaz)
18    Miralay H.Hüsnü Emir (Erkilet)
19    Miralay A.Zeki (Soydemir)
20    Miralay Sabit (Noyan)
21    Miralay Ömer Halis (Bıyıktay)
22    Miralay Ahmet Derviş
23    Miralay Salih (Omurtak)
24    Miralay Hulusu (Gökdolay)
25    Miralay Kazım (Dirik)
26    Miralay Osman Zati (Koral)
     Kurtuluş savaşı boyunca Tümen ve daha üst düzeyde birlikleri komuta edip de, savaş sonrasında Miralay, (Albay) rütbesinde bulunan komutanların listesi ise;
1        Miralay Mümtaz
2        Miralay Münip (Özsoy)
3        Miralay Veysel
4        Miralay Ali
5        Miralay Hacı Arif (Örgüç)
6        Miralay Reşat (Çiğiltepe)
7        Miralay Şefik (Aker)
8        Miralay Şerif (Yaşağaç)
9        Miralay Ethem Servet (Boral)
10    Miralay Bekir Sami (Günsav)
11    Miralay Ahmet Nuri (Öztekin)
12    Miralay İbrahim Çolak
13    Miralay Mehmet Arif
14    Miralay İsmail Hakkı
15    Miralay Sadullah (Güney)
16    Miralay Mehmet Nuri (Conker)
17    Miralay Mehmet Hulusi (Conk)
18    Miralay E.Necdet- Çallı- (Karabudak)
19    Miralay Halit (Akmansu)    
20    Miralay Mehmet Nazım
     Yukarıdaki 20 Miralay (Albay’dan) sadece ikisi, Bekir Sami Günsav ve Şefik Aker, I.Dünya savaşı içinde, 1916 yılında Miralaylığa yükselmiştir. Kurtuluş Savaşında da bu rütbeyle görev yapmışlardır.
    Ulusal Mücadelede Tümen düzeyinde birlikleri komuta edenlerin listesi ise;
1        Kaymakam (Yarbay) Mahmut Nedim Hendek, Şehit
2        Hv. Bnb. Fazıl, Şehit
3        Kaymakam (Yarbay) Mehmet Atıf (Ateşdağlı)
4        Kaymakam (Yarbay) Mehmet Hayri
5        Kaymakam (Yarbay) Şefik Avni
6        Kaymakam (Yarbay) A. Nuri (Öztekin) sonra Miralay oldu.
7        Dz. Bnb. Celal (Köprücü Celal)
8        Dz. Bnb. Nazmi
9        Pilot Dz. Bnb. Sami
10    Dz. Bnb. Fahri’dir.dir

































    MANDACILAR  UNUTULUYOR  MU?


      Türk İstiklal Savaşının “ Ya İstiklal Ya Ölüm” parolası ile yola çıkanların karşısına çıkartılan ve üzerinde uzun süre olumlu ve olumsuz yönde mücadele edilen “Mandacılık” fikri Milli Mücadelede tam bağımsızlığı benimsemiş Mustafa Kemal ve onun arkadaşlarının karşısına çıkartılan önemli  engellerden bir tanesidir.
      İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan mandacılığı fikri günümüzde de olduğu gibi sözde Aydınlarca  sürekli olarak dile getirilmiştir.
      Erzurum Kongresiyle birlikte şiddetini artıran bu art düşünce Sivas Kongresinin yayınlanacak olan sonuç bildirgesiyle sonlandırılacaktır.
      Fakat buraya kadar gelmesinde etkili olanlar kimlerdi ve yapmışlardır diye baktığımızda, yapılan ve söylenenlerin tarihin gerçekten çok iyi bilinmesini ortaya çıkarmaktadır.
     1919 tarihinde Amerika’yı dost ve müttefik görenler sonra ki yıllarda ve günümüzde bize ne kadar zarar verdiklerini biliyorlar mıydı bilinmez ama burada tekrarlamamız gereken bir husus vardır ki o da bu ülkeyi tarihin derinliklerinden,  vicdanından ve milletin iradesinden alarak verdiği kararlar ile ne kadar ileri görüşlü bir insan olduğunu ortaya koymakta olan Atatürk’ü tekrar saygı ile anmamak ne mümkün.
    
     İtalyan, Fransız ve İngiliz mandacılığına sıcak bakmayanlar 3 Haziran 1919 tarihinde İstanbul’a gelen “Türkiye Mandaları için Müttefikler Arası Komisyon” yayınladığı bir mesajda şunları söylemektedir;
     “..Amerika bu mesele hakkında kafi derece tenevvür
 etmemiştir. Heyetin burada anlamak istediği şey Türklerin, Amerikan mandasını kabul etmeye mütemayil olup olmadıklarıdır.
      İstanbul da yaşayan diğer milletler gibi siz de, gazetelerinizde fikrinizi, temayülünüzü neşrediniz. Bizce     , Cemiyet mümessillerinin beyanatından fazla, halk efkarını temsil eden basının kıymeti vardır. Basın gerek bizi, gerek heyeti aydınlatmalıdır[3].”
     Bu çağrıya ülkedeki  Mandacılarda cevapsız kalmazlar.  “alaim-i İstiklalin baki kalması şartıyla Amerikan muzaheretinden istifa” gayesiyle,  “Vahdet-i Milliye Grubu” kurulmuş, ayrıca o günlerin bazı mühim simalarıda , “Türk Wilsoncular Birliği”ni kurmuşlardı.
     Bunlar;Halide Edip (Adıvar),Yunus Nadi, Ahmet Emin (Yalman), Dr.Celal Muhtar, Ali Kemal, Celal Nuri, Necmeddin Sadık, Mahmud Sadık’tır.
     Bununla birlikte İngiliz taraftarları da “İngiliz Muhibleri Cemiyeti”ni kurmuşlardı.
     Wilsoncular Cemiyeti, Amerikan başkanı Woodrow Wilson’a da bir mektup yazarak ricalarda bulunmuşlardır;
















WİLSONCULARIN MÜRACATI

        “Gazetecileri ve çeşitli mesleklerin ileri gelenleri ile aydınlarını , içine alan bir halk hareketi,  “Türk Wilsoncular Birliği” adını verdikleri bir birlik kurdular. Gayeleri Milletlerin hakları ile ilğili prensipleri hem dost hemde düşmanları tarafından kabul edilmiş olan ve dünya da yeni bir  sulh ve bolluk devrinin müjdecisi Amerika Birleşik Devleti’nin Büyük Başkanına başvurmaktır.
  … “Türk Wilsoncular Birliği” dini hoşgörü ve siyasi eşitlik üzerine kurulmuş, kendi sınırları içinde başarı ile ahenk kazanmış mütecanis olmayan bir halk topluluğuna sahip bulunan Amerikan Cumhuriyetinden, kendi yardım ve tecrübelerini, Türkiye’deki mütecanis olmayan dinler ve ırklar sorununun çözümü için kullanmasını istemektedir.
     Bu davranışıyla Amerika çok acılı ve kederli bir milleti sulha ve yeni bir yaşama kavuşturacaktır.
    Son yıllardaki teşebbüslere ve başarısızlıklara bakarak, Türkiye’nin Vatan Severleri ve Aydınları, tarihi  gelenekler ve ırklar arasındaki anlaşmazlıklar yüzünden, kendileri tarafından kabul edilecek herhangi  bir sistemin soysuzlaşarak bir baskı idaresine dönüşeceği kanısını taşımaktadırlar.
     Bu sebeple, kendi milletlerinin,belirli bir müddet için, devlet işlerinde bilgili yabancı bir devletin yönetimi altına sokulmaya gerek  olduğu sonucuna varmışlardır.
     Türk İmparatorluğunda karmaşık meseleler ve çeşitli kavimlerle uğraşılacağı için,bir çok devletlerden meydana gelecek bir komisyonda ortaya çıkacak kaçınılmaz amaç ve metot ayrılıkları sebebiyle Türk vatansever ve aydınları,bu reform işinin tek bir milletin komisyonu tarafından daha başarıyla yürütüleceğini sanmaktadırlar, karma bir komisyon bu işi tek bir devletin yapacağı gibi, çabuk ve iyi yapamaz.
     Amerika Cumhuriyeti’nin büyük başkanının bizim bu yardım isteğimizi iyilikseverlikle karşılayacağını ve Amerika gibi, milletlerarasında asırlar boyunca yapılan kavgalar ve çekilen zorlukların ve ırklar arasındaki düşmanlıkların sona ermesi zorunluluğuna inamış olan bir devletin başkanının, müttefikleri ile bizim aramızda bu mevzuda aracılık yapacağını umarız.
     İsteğimiz, işin sonunda İstiklalimizi sınırlayacak bir vasilik olmayıp, geri kalmış ve gelişmemiş bir milletin, milletler camiasında şerefli bir mevkie yükseltilmesidir.
     Geçmişte Amerika tarafından ortaya atılan milletlerin hürriyeti ve şimdi desteklemekte olduğu milletlerin tam ve hür davranabilmeleri haklarını müdafaa eden Wilson Programı’nın  vakti gelince bizim milli prensipler çerçevesinde kendi gelişmemizi garanti altına alacağına inanmaktayız.
   1-Padişahın hükümranlığı ve Türkiye için meşruti hükümet biçimi korunacaktır.
   2-Bütün seçimlerde nisbi temsil uygulanarak, ekalliyetlerin hakları sağlanacaktır.
      Bütün Osmanlı tebaası  en alttan en üste kadar hükümet memurluklarının hepsine alınacaktır.
     3-Maliye, Tarım, Sanayi, Ticaret, Bayındırlık ve Eğitim Bakanlıklarının her birine uzman yardımcılar ile birlikte bir Amerikan Baş müsteşarı tayin edilecek ve bu müsteşarlardan kurulu Amerikan Komisyonu, yeni prensipler çerçevesinde, memleketin mutluluğunu ve maddi gelişmesini sağlayacak reformları yapacak, yeni metotları memlekete getirecek ve öte yandan memleketimizdeki çeşitli siyasi akımlar yüzünden hiçbir zaman düzenli biçimde yerine getiremeyeceğimiz içtimai refah ve öğretimle ilgili bütün işleri düzenleyecek ve bütünüyle yönetecektir.
     4-Adliyede reform için, yürürlükteki hukuk sisteminin köhneleşmiş kurallarını ortadan kaldırmak gayesiyle, Amerikan Baş müsteşarının uygun göreceği memleket ve milletlerden seçilecek uzmanlardan bir kurul yapılacaktır.
      Bu kurul,Türk kanunlarını, bütün Osmanlılara adalet ve eşitlik sağlayacak biçimde yenileştirecektir.
     5-Jandarma ve Polis işleri; bir Amerikan Genel Müfettişine ve onun seçeceği memurlara bırakılacaktır.
     6-Türkiye’nin her ilinde, işi mahalli idarede reform yapmak olan bir Amerikan Başmüfettişi ve ona bağlı mütehassıslar bulunacaktır.
     7-Bu mahalli idare, her ilin hususi olarak ve en iyi biçimde gelişmesini sağlamak için Amerikan yardımı ile yürütülecektir  
     8-Bu müddet içinde bütün milletler,Türkiye’nin tamamen tarafsız olduğunu kabul ve garanti edeceklerdir. Amerika’dan idaresi istenilen Türk İmparatorluğu’nun sınırları Barış Konferansı’nda  saptanacaktır.
         Bu reformların bütün ve tam olarak yürütülmesi hususunda gerekli görülecek teminatı kabul etmeye hazırız.[4] Demekteler.
       Basın da ise Ahmet Emin Yalman ve Halide  Edip’in  mandacılık konusundaki yazılarının ağırlığı iyice hissedilmektedir.
     Ahmet Emin Yalman , 21 Temmuz 1919 tarihli Vakit gazetesinde şöyle demekteydi;
     “Hariçten hiçbir iz’ac ve müdahaleye mar’uz bulunmasak bile, istiklalimizi şimdilik yalnız başımıza idameye muktedir değiliz ve bir müddet hayırhah (İyilik dileyen) bir mürşidden ders almaya ve muzaheret  görmeye muhtacız
    Farz edelim ki, bizim arazimize kimse el sürmek istemiyor; bize kapitülasyonlar kalktı, kimse sizin işlerinize müdahale etmeyecek istediğinizi yapınız, diyorlar.
    Acaba bu vaziyette biz, kaç gün istiklal-i tam sahibi olabiliriz ve kaç gün sonra mevcudiyetimizi de kaybetmek tehlikesine ma’ruz kalırız?..
     İktisaden ve içtimaen pek iptidai bir halde bulunan Anadolu,Türk ırkını yaşatabilmek ve inkişafa mahzar etmek için pek çok paraya muhtaç…
    Hiçbir işimize karışmaksızın bize bu parayı emniyet edecek babayiğit dost kimdir?
    Haydi parayı da memlekette bir mıntıka-i nüfuz tefrikine hacet bırakmaksızın tedarik ettik. Hatta memleket dahilinde i’mar ve ıslah faaliyetlerinde kullanılabilecek unsurlarıda bulduk. Yarım asırdan beri devam eden idare sisteminin arkası alınacağına, paradan ve faal unsurlardan hakkıyle istifade edilecegine ve memleketin fırka ve sandalye kavgaları arasında inkıraz bulup gitmeyeceğine bizi kim te’min edecektir..” derken  8 Ağustos 1919  tarihinde Vakit’te ki yazısında da şunları diyordu;
            “Amerikalıları razı etmenin bize düşen bir vazife olduğu, muzaherete muhtaç isek bile, bunu biz istemeyelim, kendileri kabul ettirsinler, diyenlerin yanlış yolda oldukları…”  Yine devamında  13 Ağustos 1919 tarihli Vakit deki yazısında ise;
            “…Böyle bir kanaati izhar ederken ne kadar büyük bir mes’uliyet-i maneviye altına girdiğimizi müdrikiz. Dört sene, bir Amerika darülfünunda içtimaiyat ve tarih tahsil ettikten, Amerika’nın tarihini, hayat-ı umumiyesinin her safhasını yakından tanıdıktan, memleketin her tarafını dolaşarak halk ile temas ettikten sonra ihar ettiğimiz bu kanaat, filhakika şahsi bir mahiyeti haizdir.
     Bu kanaate iştirak etmek için Amerikalıları aynı surette tanımak icabeder.
     Mamafih tanımayanları da, kolayca ikna edecek bir misal varsa, o da, Amerika’nın Filipin’de ve Küba’da takip ettiği siyasettir…” demekteydi.
     Sivas Kongresi öncesi yazdığı bir yazıda ise;
    “Okuyucularımızın her birini kendi kendilerine; memleketin mukadderat-ı atiyesi hakkında müspet ve canlı bir kanaatin var mıdır, yok mudur?
     Sualini sormaya davet edeceğim. Mesela, umumi surette istiklal istemekten ibaret bir kanaati, biz, canlı ve müspet addetmeyeceğiz…müsmir ve ameli bir siyaset yolu aramayarak sadece beklemeyi ve bu suretle, “istiklal isteriz” diye bağırmayı meslek ittihaz edenlerle, memleketin sayısız dertlerine ameli bir çare arayanlar arasındaki fark bir tarafın nazariyeler üstüne uzanıp yatmasından ve diğer tarafın büyük maddi ve manevi mes’uliyetten  korkmayarak ve kaçmayarak ameli bir yol aramasından ibarettir.
    Birçokları: “Bizimle insani nokta-i nazardan iştiğal edecek ve sonra kendi kendine çekilecek bir devlet bulunamaz.  Bu bir hayaldir.” Diyorlar, biz iddia ediyoruz ki, böyle bir devlet vardır ve Amerika dır.  Bir kısmımız “İstiklal” diyerek natıkaperdazlık ve avamperestlik ediyoruz[5].”
     Atatürk yıllar sonra  A.Emin Yalman hakkındaki görüşünü net bir şekilde ortaya koyacaktır.
     Mustafa Kemal Paşa Ahmet Emin Yalman’ı görünce, “Ben hayatta iken sen bu memlekette yazı yazamazsın.” Dedi.
    “…Bir gün Mustafa Kemal Paşa Meclisteki reisicumhur salonundan çıkmak üzere iniyordu.  Büyük koridorda, elliden fazla mebus vardı…
    Yalman, kendisine tazim ve hürmetlerini özetlemek üzere, merdivenin dip tarafında duruyor. Yerden kandilli bir temenna ile eğildi.
     Kalkınca kendisini tanıyan reisicumhur “vay herif, sen beni tazüm etmeğe mi geldin, def olup git memleketten, elimi kana bulaştırma.
     Ben hayatta iken sen bu memlekette yazı yazamazsın.” Dedi ve kapıdan çıkıncaya kadar Yalman’a küfürler savurarak gitti.
    Beş gün sonra Amarikaya giden ilk vapura Yalman atladı ve Amarikaya gitti.
      Ancak beş sene sonra Atatürk’ün ölümünde geldi ve hiçbir şey olmamış gibi yazılarına devam etti[6].” 
     Halide Edip Adıvar’da  mandacılık konusunda Atatürk’e yazdığı bir mektupta fikrini ortaya koyuyordu.
     10 Ağustos 1919 tarihli Mustafa Kemal’e yazdığı mektup’ta şunları diyordu;
      “İngiltere, Türk’ün birliğini, ilerlemesini, gerçek bir istiklal kazanmasını, gelecek için bile olsa istemiyor.
    Yeni vasıtalar ve görüşlerle, yeni ve güçlü bir Müslüman Türk hükümeti, başında halifede  olursa, İngiltere’nin Müslüman esirleri için bir kötü örnek olur.
    Türkiye’yi bütün olarak İngiltere alabilse, kafasını kolunu koparır, birkaç yılda kendisine gönülden bağlı bir sömürge durumuna getirir.
      Birbirini yok eden, menfaat, hırsızlık ya da macera ve şöhret için yaşayanların sonsuz isteklerini yerine getiren hükümet anlayışı yerine, milletin rahatlığını ve refahını sağlayacak ve halkımızı, köyleri, sağlığı ve düşünüşü ile yepyeni bir halk haline koyabilecek bir hükümet anlayışı ve uygulaması bize gereklidir.
    Bu işin istediği para uzmanlık ve güç bizde yok. Yabancı devletlerden ödünç para almak, siyasi esirliği artırıyor. Kayırma bilgisizlik ve çok konuşmaktan başka olumlu bir netice veren bir yaşayış düzeni bulamıyoruz.
     Bugünkü hükümet adamlarına değer vermese bile, halkı ve halk hükümeti kurmayı yararlı bilen, Filipin gibi vahşi bir ülkeyi büyük kendi kendini yönetebilen yepyeni bir makine haline koyan Amerika, bu hususta çok işimize geliyor.
      On beş yirmi yıl sıkıntı çektikten sonra yeni bir Türkiye’yi her kişisi tahsilli ve anlayışı ile gerçek istiklali kafasında ve cebinde taşıyan bir Türkiye’yi ancak Yeni Dünya’nın kabiliyeti verebilir.
     Türkiye’yi kesin karar ve irade sahibi olan bir iki kişi belki kurtarabilir.
   Macera ve savaş devri artık geçmiştir. Gelecek için birlik ve kalkınma savaşı açmak zorundayız sınırlarında bunca çocuğu ölen zavallı yurdumuzun düşünce ve medeniyet savaşında kaç şehidi var?
    Biz Türkiye’nin hayırlı evlatlarından yarının kurucuları olmalarını istiyoruz.
      Rauf (Orbay) bey kardeşimizle sizin, temelleri bile çöken zavallı yurdumuz için uzakları görerek birlikte düşünüp çalışmanızı bekliyoruz[7].”
     Bu sıralarda İstanbul’da bulunan İsmet (İnönü) nün, Kazım Karabekir’e yazdığı 27 Ağustos 1919 tarihli mektupta;
    “Bütün memleketi parçalamadan bir Amerikan Murakabesine tevdi etmek yaşayabilmek için yeğane ehvan çare gibidir.” Demekte mektubunun sonunda ise;
    “Şimdi İstanbul’da belli başlı iki cereyan vardır; Amerika ve İngiliz taraftarlığı… İngiliz taraftarlarını, Hürriyet ve itilaf, Türkçe İstanbul gazetesi, Adil bey ilh… Mütebakisi Tevfik paşa dahil olduğu halde Amerika muaveneti taraftarıdır.
     Evvelce Amerika’nın kabul etmesi pek şüpheli olduğu için İngilizler sakin idiler.
    Halbuki, tahmin hilafına olarak,  Amerika’da Türkiye’ye gelmek için temayül artmış, neşriyat başlamış olduğu için İngilizlerde de telaş artmış.
    İstanbul’da propağandaya başladılar. Taraftarlarını hükümet ile beraber körüklüyorlar.
     İstanbul’un bazı mahallerine beyannameler bile dağıtmışlar. “İngilizleri isteriz.” diye… İngilizlerin emeli bu esnada memlekette  Amerika Heyeti’nin tatbikatını ve temayülatını iptal edebilecek cereyanlar izhar ve ilan ettirmek, bu surette bir defa Amerika işini suya düşürdükten sonra yine bildiklerini yapmaktır. Diye tahmin olunuyor.  
      Korkuluyor ki, bütün Asya’yı eline geçirmiş olan İngilizler, yegane kabiliyet-i harbiye ve ihtilaliyesi olan Türkiye’yi elinde bulundurarak tamamını çürütüp mahvetmek isteyeceklerdir. Eğer Amerika’nın gelmesi suya düşerse İngilizler için bugünkü taksim vaziyetini tevsi etmekten başka yapılacak bir şey yok gibidir ki, İngilizlere diğerleri bu hususta muavenet edecekler, muhalefet etmeyeceklerdir.
     Eğer Anadolu’da halkın Amerikalıları tercih ettikleri zemininde Amerika Milletine müracaat edilse pek ziyade faydası olacaktır, deniliyor ki, bende tamamıyla bu kanaatteyim.
     Bütün memleketi parçalamadan bir Amerikanın murakabesine tevdi etmek, yaşayabilmek için yegane ehvan çare gibidir. Fakat bugün bu kanaatin kıymeti onun izharındadır[8].” demekteydi.























            AMERİKAN GÖRÜŞÜ

     Sivas Kongresinden hemen bir hafta kadar sonra Sivas’a gelen General Harbord, Erzurum’da Kazım Karabekir paşa ile görüşmüştür.
     Manda mevzuunda… şöyle bir konuşma geçmiştir.
     Harbord- “Amerika sermayesi ile Türkiye’ye yardım etmek ister. Bunu iyi karşılayacağınızı, şimdiye kadar görüştüğümüz devlet ileri gelenlerinden ve halkınızdan anladık. Fakat bu sermayeyi korumak için bir miktarda asker getirmek ister.”
     Karabekir- “sermayenizi getirmekle, siz de Türk milleti de yarar görür. Bu itibarla bunun manası vardır. Fakat asker ne olacak? Bunun sizce manası nedir?”
     Harbord- “Gerektiğinde sermayenin her duruma karşı korunması için uygun miktarda birlik.”
     Karabekir- “sermayenizi Türklerin yağma etmesinden mi korkuyorsunuz, yoksa dışarıdan bir devletin saldırısından mı? Eğer Türklerden korkuyorsanız, bu büyük haksızlık ve bizi hiç tanımamaktır.
     Türk her zaman sözünde durmuştur. Yazık ki, bize verilen sözde duranlar azdır. Bundan biz şimdiye kadar çok zarar ettik.
     Bundan başka Türklerin yağmasını düşünüyorsanız getireceğiniz kuvvetlerin daha önceden ellerindeki silahlarının alınacağı da düşünün. Bizim tarihimize bakın! Türk’e boyun eğdirilmiş midir?
   Asırlarca bağımsız yaşamış bir millet üzerinde askerle hakimiyet kurmak mümkün müdür?
     Mesela şu bulunduğumuz Erzurum’a hakim olabilmeniz için en az üç yüz bin süngü gerekir. Siz sermayenin kazancıyla asker mi besleyeceksiniz? Bu, Türkiye’yi istila demektir ki buna milyonlar ordusu gerekir ve bunun için çok büyük kanlar akar.
    Siz Türk sözüne güvenin. Türkler gözünde, Amerikalıların insanlıkla en ileri gitmiş bir millet olduğunu gösterin Hürriyet ve istiklalimizi alacak sermaye, bizim için ateştir[9].”
            Turgut Menemencioğlu Mandacılık konusunda, General Ali Fuat Cebesoy’un 1953’de yayınlanan “Milli Mücadele Hatıraları’nda (s.175) tarihi bir vesika başlığı altında Sivas Kongresinin oy birliğiyle alınan kararlar arasında ABD senato başkanlığı’na gönderilen bir telgrafın Türkçe tercümesinin vermekte. Bu metinden de anlaşılmakta ki kurulacak olan devletin dış politikasında dengelerin çok iyi bir şekilde konulması ve uygulanması hemen göze çarpmaktadır.   
      Yukarıda anlatılmaya çalışıldığı gibi ne olduğu ve ne amaçları içerdiği döneminde pek anlaşılmayan mandacılık fikrinin bugün Büyük Ortadogu Projesi “BOP” olarak karşımıza konulması bizi şaşırtmamalıdır.
     Atatürkün Siyasi bir suikast sonucu öldürülmesinin hemen ardından  yönetime gelenlerce, Resmi Gazetenin 10 Temmuz 1945, sayı; 6053 ve 15 Şubat 1947, Sayı; 6533 tarihlerinde, Milli Mücadelenin en çetin safhalarında Amarikaya meyletmeyenlerin “ikili anlaşmalar” ve daha sonra bunu izleyen anlaşmalarla nasıl bir kurt kapanı içine sokulmaya çalışıldığımız ortadadır.
    İş öyle safhalara gelmiştir ki, Yüce Türk Milletinin bağrından çıkararak ordusuna emanet ettikleri askerlerinin başına çuval geçirilmiş, kendi ülkesinde siyasetcileri , Amerika Birleşik Devletleri Başkanı,  kendini bilmez Bushun elini sıkmak için tırak ve el temizliğine tabi tutulmuştur.


           






MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE  CEMİYETLER

    Son zamanlarda ağırlığını neredeyse her alanda iyice hissettirmeye başlayan “sivil toplum kuruluşları” diğer bir deyişle de dernekler, kuruluş, amaç ve gayeleri ne kadar farklılık gösteriyor olsa bile ülke yönetimi üzerinde de etkilerini gün geçtikçe hissettirmektedirler.
     İyi niyetle bakıldığında aslında bu durumun rahatsız edici değil olumlu yönlerinde olabileceği ortaya çıkmakta.
     Fakat, yine de “ Küreselleşme” adı altında dış merkezlerin idaresi altına giren ya da bunların ülkemizde kurdukları dernek ve vakıfların faaliyetlerini incelediğimizde bu durumun ülkemiz açısından nahoş bir durum yarattığı ortadadır.
     Aşağıda isimleri ve faaliyetleri açık bir şekilde Atatürk ilke ve Devrimlerinden uzak aksine taban tabana zıt olan ve bununla birlikte kendilerini “Atatürkçü” kabul edip bu zırhın arkasında gizli emellerini gerçekleştirme çabasına girenleri gördükçe, bugün hak etmediği bir nokta da bulunan ülkemizin bu durumlara gelmesinin bir tesadüf olmadığı aksine planlı ve proğramlı bir çalışma sonucunda böyle olduğu ortaya çıkmaktadır.
   Bugün yenileri her geçen gün hızla kurulan bu derneklerin arkasında bulunan şahıs ve şahısların kime ve neye dahi hizmet ettiklerini anlamadan kendi iktidarlarını güçlendirme yolunu seçmeye yönelmeleri maalesef bize tarihten yeteri kadar ders almadığımız fikrini tamamıyla doğrulamaktadır.
     Belki de “ tarih tekerrür eder” sözünün altında yatan asıl gerçeğin, tarihi çok iyi bilenlerin bu tarihten yeteri kadar ders almadıklarını ortaya koyar.
     1923 tarihinde resmi olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti Osmanlının 700 yıllık tarihin hemen ardından kurulması ve Anadolu topraklarının Türkler tarafından yurt olarak bilinmesi bu ülkeyi anlamlı kılan nedenlerden bir kaçıdır.
     Fakat kan emici Emperyal güçler ve onların yandaşlarının bu topraklar üzerindeki emel ve istekleri bu kutsal yurt topraklarının muhafazasının ayrı bir önem taşıdığını bizlere göstermektedir.
     Osmanlının son yıllarına baktığımızda özellikle Avrupa da gelişmeye başlayan ve Fransız Devrimiyle ivmesini hızlandıran akımlar burada kurulan derneklerin ülkemiz içinde de benzerleri oluşturulmak suretiyle özellikle milliyetçilik akımının kullanılması“özgürlük” ve “hürriyet” adına Devletin içindeki etnik yapılar hareketlendirilmiş ve kurdukları derneklerle Osmanlı imparatorluğunun yıkımında büyük katkı göstermişlerdi.Tabi ki bu yıkıcı durum karşısında kurulmuş ve ülke çıkarlarını koruma amacı taşıyan dernek ve kuruluşlarda yok değildir[10].
Bu yıkıcı faaliyetlerin altında yatan asıl hedefin ne olduğuna bakacak olursak açık bir şekilde Siyonistler olduğu ortaya çıkmaktadır.
      Aslında Siyonist fikir babalarının çok az bir nüfus ile bu yıkıcı faaliyetleri gerçekleştirmesi de mümkün değildi öyleyse asıl etmenlerden ana kol olan bu ülkenin aydınlarının gaflet ve delaletleri ile iktidar ve onun asıl temeli hırsları yatmaktadır.
       Osmanlı İmparatorluğu döneminde kurulmuş olan aşağıda karışık olarak isimlerini vermeye çalıştığımız dernek ve kuruluşların büyük bir kısmı bugün yok gibi gözükse de onların fikir ve düşüncelerinin bugün değişik isimler altında varlığını sürdürdüğünü görmekteyiz.
     Osmanlı İmparatorluğunun işgali esnasında ve öncesinde kurulmuş olan ve faaliyetlerini sürdüren cemiyetler  ve fırkalar mevcuttur.
    Bunların faaliyet  alanlarıyla ikiye ayrılması gerekirse  faydalı ve zararlı diye iki basamakta incelemek mümkündür.
      Buna göre öncelikle  Faydalı cemiyetler;  Milli Mücadele’nin başlatılmasında en önemli yeri alan  bu cemiyetler  bölgesel amaçlı   İşgal veya işgal edilen yerlerde kurulmuşlardır.
    Sivas Kongresinden sonra da  Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti adı altında birleşmişlerdir.  Bunlardan bazıları kısaca şunlardır; Trakya Paşaeli Cemiyetiİzmir Müdafaa-ı Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti Şark Vilayetleri Müdafaa-ı Hukuk-ı Milliye  Cemiyeti Trabzon Muhafaza-ı Hukuk-ı Milliye Cemiyeti ,Kilikyalılar Cemiyeti,Redd-i İlhak Cemiyeti, Trakya Paşaeli Cemiyeti, İzmir Müdafaa-ı Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti, Şark Vilayetleri Müdafaa-ı Hukuk-ı Milliye Cemiyeti ,Trabzon Muhafaza-ı Hukuk-ı Milliye Cemiyeti, Kilikyalılar Cemiyeti ,Redd-i İlhak Cemiyeti ,
     Trakya Paşaeli Cemiyeti; Edirne’de kurulmuştur.  Trakya Bölgesinin Yunanistan’a katılmasını engellemeye çalışmıştır.
     Silahlı direniş hareketleri için gerekli hazırlıkları yapmaya çalışmıştır.
     İzmir Müdafaa-ı  Hukuk-I Osmaniye  Cemiyeti; İzmir’in işgalinden önce kurulmuştur.  Bu bölgenin tamamen Türk olduğunu savunmuştur.
     Basın yoluyla seslerini duyurmuşlardır Yörede bulunan diğer cemiyetlere silah ve cephane sağlamışlardır.
     Şark Vilayetleri Müdafaa-ı Hukuk-ı Milliye Cemiyeti; Genel merkezi İstanbul’dadır. Erzurum ve Elazığ’da şubeleri açılmıştır.
     Doğu illerimizin Ermeniler’e verilmesini önlemek amacıyla kurulmuştur. Mustafa Kemal Paşa tarafından güçlendirilmiştir. Mustafa Kemal Paşa bu cemiyet aracılığıyla öteki cemiyetleri birleştirmiştir.
     Trabzon Muhafazaa-ı Hukuk-ı Milliye Cemiyeti; Pontus davası güden Rumlar’ karşı kurulmuştur. Karadeniz Bölgesinde faaliyet göstermiştir. Yörede ayrılıkçı amaçlar benimseyen bazı yerel kuruluşlarla da mücadele etmiştir.
     Kilikyalılar  Cemiyeti; Merkezi Adana’dadır. Adana ve dolaylarındaki Fransız işgaline karşı direniş hareketlerini teşkilatlandırmıştır. Adana ve dolaylarındaki Ermeni hareketlerine karşı mücadele vermiştir.
     Redd-i  İlhak Cemiyeti;  Ege Bölgesinde faaliyet göstermiştir. Silahlı mücadele vermiştir. Gerilla birlikleri kurup Yunan ordusuna karşı mücadele vermişlerdir.
     Buna karşın ülkede  zararlı cemiyet olarak görecegimiz iki  farklı cemiyette mevcuttur.
     Bunlardan ilki maalesef Türklerin milli mücadeleye karşı olanlarınca kurulan cemiyetler ve çeşitli etnik kimlikleri içinde faaliyet gösterenlerin oluşturduğu cemiyetlerdir.
    Öncelikle bakmamız gerekenlerden  Türklerin Kurdukları Zararlı  Cemiyetlerdir. Bunların dikkat çekenlerinden bir kaçı ise şunlardır ; Sulh ve Selamet-i  Osmaniye  Fırkası; Bu cemiyet vatanın kurtuluşunun padişah ve halifenin buyruklarına uymakla mümkün olacağı görüşünü benimsemiştir. Padişah ve Damat Ferit hükümetini desteklemiştir.
     Teali İslam Cemiyeti; Kurtuluşun halifelik makamına bağlılıkla olacağını savunmuşlardır. Düşmana karşı direnmenin gereksiz olduğunu savunmuşlardır. Padişah ve Damat Ferit hükümetini desteklemişlerdir.
     İngiliz Muhipler Cemiyeti;İngiliz himayesini savunmuşlardır. Tek kutuluş yolunun İngiliz Hükümetinin isteklerine uymakla mümkün olacağını savunmuşlardır. Damat Ferit Paşa gibi birçok ileri gelen şahsiyet bu cemiyetin üyesidir.
      Wilson Prensipleri Cemiyeti; Amerikan himayesini savunmuşlardır. l. Dünya Savaşından sonra Wilson tarafından yayınlanan ilkeleri  benimsemişlerdir.
     Hürriyet ve İtilaf  Fırkası;  Bu cemiyet üyeleri milli mücadele esnasında İstanbul Hükümetlerinde görev almışlardır. İngilizler’le işbirliği yapmışlardır.
    Kürt Teali Cemiyeti ;Sözde Wilson ilkelerine dayanarak bağımsız bir Kürdistan Devleti kurmayı amaçlamışlardır [11].
      Zararlı cemiyet olarak gördüğümüz ikinci cemiyetse etnik kimlik yapılıdır. Bunlara ilişkinde şunları saymak mümkündür; Mavri Mira Cemiyeti, Etnik-i  Eterya Cemiyeti, Taşnak ve Hınçak Cemiyeti, Musevi Alyans Cemiyeti, Sulh ve  Selamet-i  Osmaniye Fırkası, Teali İslam Cemiyeti, İngiliz Muhipler Cemiyeti,Wilson  Prensipleri Cemiyeti,Hürriyet ve  İtilaf  Fırkası, Kürt Teali  Cemiyeti.
       Mavrimira  Cemiyeti; Bizans İmparatorluğunu yeniden canlandırmak amacını güdüyordu. Ege Bölgesinde ilerleyen Yunan kuvvetlerine yardımcı oluyorlardı. Bu cemiyet pek çok alt teşkilatı da yönetim altına almıştı.   
    Etnik-i Eterya  Cemiyeti; Trabzon ve çevresindeki Rumları birleştirmeyi amaçlamıştır. Bu bölgede bir Pontus Devleti kurmaya çalışmıştır. Bu cemiyet aynı zamanda Mavri Mira Cemiyeti ile ortak hareket etmiştir.
     Taşnak ve Hınçak  Cemiyeti;  Ermenilerin kurduğu zararlı bir cemiyettir. Ermeni Patrikhanesine bağlı olarak çalışmıştır. Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan Devleti kurmak amacını gütmüşlerdir.
     Musevi  Alyans Cemiyeti;  Yahudilerin özgürleşmesi yolunda maddi ve manevi kalkınmayı amaç edinen Evrensel Yahudi ittifakı  (Alliance Israelite Universelle) genelde Doğu’daki  çalışmalarında bu temel amaca yönelmiştir
     Örgütün temeli 1860 yılında Paris’te atılmıştır. 1862-1914 yılları arasında Akdeniz Havzasında  tarım okulları ve çıraklık kuruluşları ile önemli bir eğitim alanı olmuşlardır. İlk çıraklık kuruluşunu 1873 yılında  faaliyete geçirebilmiştir.
     14 ve 15 yaşları arasındaki yoksul öğrencilerin, 3-4 yıllık çıraklık eğitiminden sonra, kent patronlarının yanına verilmesine dikkat edilmiştir.
     Kuruluş çırağın temel ihtiyaçlarını karşılıyor  ve işverene de ayda 7-8 franklık bir ücret ödüyordu.   
     Eğitim Yahudi tarihi esas alınarak veriliyordu. Bu örgütün etkilerini daha iyi anlayabilmek için aşağıdaki tablolara bakmak yeterli olacaktır[12].  Osmanlı topraklarında Yahudi ittifakı  (A.I.U) okulların dağılımı ise;





İSTANBUL ÇEVRESİ (1911)

ERKEK
KIZ
TOPLAM

Kuzguncuk
170
270
440

Galata
608
800
1480

Haydarpaşa
175
122
297

Hasköy
471
515
986

Eske Nazi (Goldscmidt)
296
-
296

Rabbani okulu
30
-
30

Dağ Hamamı
140
-
140

GENEL
TOPLAM
1890
1707
3597


EGE BÖLGESİ

ERKEK
KIZ
TOPLAM
Aydın
225
142
367
Akhisar
90
62
152
Manisa
182
145
327
İzmir
321
422
743
Tire
156
78
234
Milas
153
153
Menemen
92
92
Nazilli
103
103
Bergama
110
110
Urla
96
96
Diğer iki okul
Belli
Degil
374
Genel toplam
1528
849
2751







TRAKYA –MARMARA BÖLGESİ

ERKEK
KIZ
TOPLAM

Dimetoka
belli
değil
271

Gelibolu
327

Gümülcine
246

İstip
102

Saray
152

Edirne
1023
929
1952

Kavala
79
101
180

Yahya
387
243
630

Kırklareli
-
134
134

Manastır
269
206
475

Preveze
102
-
102

Rodos
311
302
612

Selanik
930
625
1555

Silivri
127
90
217

Çorlu
245
-
245

Üsküp
210
160
370

Bursa
127
161
288

Kasaba
110
-
110

Çanakkale
140
130
276

Diğer 5 okul
Belli
Degil
1272

Genel Toplam
4066
3080
9456








ORTADOĞU

ERKEK
KIZ
TOPLAM
Halep
273
260
533
Beyrut
247
272
519
Hayfa
220
172
392
Şam
259
243
502
Yafa
154
-
154
Kudüs
290
275
565
Safed
75
171
246
Tiberias
98
187
285
Amara
229
-
229
Bağdad
658
782
1440
Basra
314
-
314
Hanekin
166
-
166
Hille-Hindiye
195
-
195
Kerkük-Kefil
314
-
314
Musul
151
69
220
Selahiye
86
-
86
Trablusgarp
160
212
372
Diğer 10 okul
belli
degil
1632
Genel toplam
3889
2643
8164










İZMİR-EDİRNE YAHUDİLERİNİN MESLEK DAĞILIMI (1900)-Genel Nüfus (15.000)
Meslek
A.I.U.Dışı işçi
A.I.U.Kökenli
işçi
Toplam

Terzi(Avp.Usulü)
160
4
164

Tenekeci
18
-
18

Koyun kırpıcı
60
-
60

Duvarcı
60
-
60

Şekerci
48
-
48

Peynirci
44
-
44

Ayakkabıcı
115
8
123

Terzi(Türkusulü)
48
-
48

Çiltci
18
-
18

Şapkacı
17
1
18

Sobacı
9
2
11

İmbikçi
19
2
21

Çilingir
4
1
5

Marangoz
4
4
8

Camcı
4
3
7

Badanacı
8
-
8

Fotoğrafçı
2
-
2

Genel toplam
638
25
663



    Yukarıdaki tablolardan da anlaşılacağı üzere temelde Yahudi eğitimini temel alan bu okullara ek olarak bu işin geçmişte kaldığı ve günümüzde var olmadığını düşünmek yanlış olacaktır.
   Aşağıda verilen  “Sabataycı Havra  Projesi” buna en güzel örneklerden biri olaçaktır sanırım











MASONLUK CEMİYETİ
    Osmanlı İmparatorluğunun yıkımında etkisi açıkça orta da olan Masonlar ve Masonluk Cemiyetlileri , Cumhuriyet Döneminde her ne kadar kabul etmiyor olsalar da Atatürk tarafından kapatılmak suretiyle faaliyetlerini resmi olarak durdurmuş gözükseler de faaliyetlerine devam etmişler.
    Atatürk’ün vefatından sonra tekrar derneklerini (arkalarında siyasi destek de alarak ) faaliyete geçirmişlerdir.
     2004 yılında yayınlamış olduğum “Agoni” ve 2006 da “Atatürk Nasıl Öldürüldü?” isimli iki eserde de bahsi geçen konular nedeniyle bir açıklama beklenmiş, kamuoyunun da bu yönde ki istek ve arzusu kendi resmi web sitelerinde sadece Atatürk’ün masonluk Derneğini kapatmadığı yolunda olmuştur.
       Kendi resmi web sitelerinde bu konuya ilişkin dile getirdikleri sözleri ise ; “1935 yılında Türk Yükseltme Cemiyeti adı altında dernek statüsünde çalışan Türkiye Büyük Locası kendi çalışmalarını bizzat kendisi tatil etmiştir.” Şeklinde olmuştur.
     Ülkede oluşan siyasal ve sosyal ortam göz önüne alınarak, Türk Ocakları, Kadınları Himaye Cemiyeti, Muallimler Derneği, İzcilik Teşkilatı gibi kuruluşlar yasayla kapatılmış ve parti denetimi altına alınmıştır.
      Atatürk, aynı zamanda Mason olan dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile görüşür ve ondan Masonların üst düzey yöneticilerine genel durumu açıklamasını ve yasaya gerek olmadan kendi kendilerini tatil etmeleri mesajını iletmesini ister.
       Sonunda 10 Ekim 1935 günü Mason yöneticileri tarafından imzalanmış bildirge Anadolu Ajansı tarafından yayınlanır: “Mes’ul ve maruf imzalar altında Ajansımıza verilmiştir.
      Türk Mason Cemiyeti memleketimizin sosyal tekamülünü ve günden güne artan muazzam terakkilerini dikkate alarak ve Türkiye Cumhuriyetinde hakim olan demokratik ve cidden laik prensiplerin tatbikatından doğan iyilikleri müşahede ederek faaliyetine, bu hususta hiç bir kanun olmaksızın nihayet vermeyi ve bütün mallarını memleketimizin sosyal ve kültürel kalkınmasına çalışan Halk Evlerine teberruu muvafık görmüştür.”
   Tabii ki bu sessizlikleri ve konu üzerine bir açıklama getirmiyor olmaları da göstermektedir ki, Atatürk’ün ölümünde masonların parmakları olduğunu ortaya koymaktadır.
     Ne kadar siyasetin dışında olduklarını her vesile ile dile getiriyor olsalar bile ileri de anlatacağımız örneklerden de anlaşılacağı üzere siyasetin dışında değil bizzat içinde yer aldıkları hatta yaptıkları faaliyetlerle ülkemize ne derece zarar verdikleri ortadadır.
     Basının da neredeyse büyük bir kısmını ellerinde tutan masonlar haklarında olumsuz çıkacak her haberi çok güzel bir şekilde kamufle  etme ve kendileriyle mücadele edenleri de topluma farklı şekilde lanse etmek suretiyle kendilerini bu şekilde gündemden düşürmeye çalışmaktalar.
     Buna güzel bir örnek olarak şunu verebiliriz; 1997 yılı Ocak ayında İstanbul’da iki büyük Mason locasında çekilen gizli kamera görüntüleri, Türkiye Masonları üzerinde sok etkisi yapmıştı.
     Kanal 7 ekranlarında yayınlanan bu gizli kamera görüntülerinin birincisi İstanbul’da bir locada gerçekleştirilir. Görüntülerde bir kaç işadamının Masonluğa giriş merasimi, Masonik bir nikah töreni ve genel kurul toplantısının görüntüleri yer almaktadır.
      Masonluğa yeni giren bir kişilerin göğsüne kılıç dayanarak ölüm iması yapılması, ellerini boğazında tutan salon görevlilerinin bu imayı tekrarlaması Masonluğa
yabancı olan Türk halkının oldukça ilgisini çekmiştir. Bu görüntüler yayınlandıktan birkaç gün sonra, İstanbul’da adresi bilinmeyen bir Mason locasında yalnızca 33. dereceden masonların katılabildiği "şeytana tapma ayini"nin görüntüleri ekranlara yansır.
      Görüntüler Kanal 7 ekranlarında dakikalarca yayınlanır. Ayini yöneten büyük üstad, locanın ortasında kesilen bir keçinin kanını içmekte ve Ibranice bazı dualar okuyarak şeytana tapma ayinini sonuçlandırmaktadır.
     Gizli kamera görüntülerinin yayınlanması ile birlikte masonluk, ciddi bir tartışma konusu haline gelir. Ancak masonların kontrolündeki bazı medya kuruluşları bu konuyu hasır altı edebilmek için olağanüstü bir caba harcar.   
     Bu medya kuruluşları, Mason localarındaki gizli kamera görüntülerini gündemlerine dahi almazlar.
     Aynı günlerde ortaya çıkan Aczi mendi Şeyhi Müslüm Gündüz ve Fadime Şahin konusu ise bu gazete ve televizyonlarda günlerce birinci haber olarak yer alır.
    Bugün o mason törenini sunan ise Ahmet Hakan’dır. Hürriyet'de yazıyor. Vakit'den Hasan Karakaya'ya göre, bu olaydan sonra İsrail Masonluk Yüce Konseyi'nden Türkiye Masonları Büyük Ustadı Necip Arıduru'ya sert bir uyarı gelir.
    Masonluktan ayrılan bazı kişiler tarafından basına sızdırılan 27 Mart 1997 tarihli uyarı metni, Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcı anlamını taşımaktadır...
Bu uyarıda, özetle denilir ki:
1 - Türk basınındaki ve ilgili kuruluşlardaki biraderleri örgütleyin ve Refah Partisi'ni iktidarı bırakmaya mecbur etmek için gerekli diğer bütün tedbirleri alınız.
2 - RP'nin itibarinin tamamen yok olması ve seçmenlerinin ümidini kaybetmesi ile neticelenen siyasi bir konjonktür oluşturun.
3 - Her çeşit belgeyi, tutanağı, sirküleri ve riskli mektupları büyük sekreterlikten uzak tutun.
4 - Locaların toplantılarını belli bir zamana kadar, alışılmış merkezlerde gerçekleştirmekten kaçının.
5 - Size ikinci bir talimat ulaştırılıncaya kadar müracaat edenler konusunda son derece dikkatli işlemler yapın; aynı yanlışlıklara düşmeyin.
6 - Mason olmayanların ve mason cemiyetinden çıkarılmış eski masonların tapınaklara girişine kesin bir şekilde mani olun.
7 - Masonluğa ihanet etme sucunu işlemiş masonlara karşı tahkikatlara devam edin.
     Dönekleri, Iskoc Riti'nin prensiplerine, âdetlerine ve geleneklerine uygun bir şekilde cezalandırın.
8 - Masonluk aleyhindeki radyo, gazete, televizyon, kitap, dergi gibi yayınları izleyip bunlara mani olun.
    Refah Partisi'ne mensup İslâmcı basını ekonomik, siyasi ve adli baskı yoluyla görevini yapamaz hale getirin.
9 - Bağımsız Büyük Komitemizi, bu skandala yol açan belirsizlikle ilgili ayrıntılı bir tutanak fezlekesi hazırlamakla görevlendirin ve neticeleri Fransa Yüce Konseyi'ne bildirin[13].
    Localar piramit seklindedir; en alttaki Loca Türk Yükseltme Cemiyeti resmi adı Hür ve Kabul Edilmiş Büyük Mason Locasıdır.
     Bu Locada çoğunlukta Anadolu da ki Lions ve Rotary üyelerinden oluşur; 155 Locası vardır ve 15.000 yakın üyesi bulunur[14]. Bir üst Loca ise Türk ve Türkiye adlarını kaldırma gereği duymuştur.
    Büyük Mason Maffilliğidir.1991 de adını Özgür Masonlar Locası olarak değiştirmiştir. Bir üst kurul olan Türkiye Mason Derneğinden tam aforoz edilmeyen Egeradan kovulan üyelerden oluşur.
    Türkiye Yüksek Konseyi yani Türkiye Mason Derneğidir. Bu locadakiler üst düzey masonlardır, isimleri sır gibi saklanır. 35 Locası ve 3000 üyesi bulunur. Bunların altında çalışan localar yani derneklerdir, bilinenleri:
1-Arkadaşlık Yurdu Derneği,
2-Dostluk Yurdu Derneği,
3-Fakirleri Koruma Derneği,
4-Göz Nurunu Koruma Vakfı,
5-İhtiyarlara Yardım Derneği,
6-İhtiyarlar Yurdu Derneği,
7-Matan Basater Bikur-Halim Yardım Kolu,
8-Yetimleri Koruma ve Yardım Derneği,
9-Yoksullara Yardım Derneği,
10-Yoksul Öğrencilere Yardım Derneği,
11-Yardım Bakım Hayır Derneği,
12-Rotary, Lions, Propeller Kulübeleri,
13-Adenauer Vakfi,
14-Yeni Bizans Derneği,
15- 500. Yıl Vakfı,
16-Mânevî Cihazlaşma Derneği. [15]
     Yukarıdaki konuda da bahsi geçtiği gibi Masonların siyasette geniş şekilde yer alması zaman zaman partiler arasında da problem olma özelliği de arz etmektedir.
    Öyle ki 1948 tarihinde açılmasında bir mahzur olmadığını dile getiren İnönü’ye, Celal Bayar da destek vermiş fakat yine Celal Bayar’ın Partisinden bu derneğin kapatılması yolunda mecliste kanun tasarılarıyla karşılaşmaktayız.
     Yine aşağıda da geçeceği gibi İskoçya’dan alınan izin belgesinin 6 Haziran 1340/1942 olması bu tezimizi kuvvetler derecededir.












BÜYÜK MİLLET MECLİSİNDE MASONLUK
TARTIŞMALARI

   Büyük Millet Meclisinde Masonluk Müzakereleri
Demokrasinin bir gereği olarak bizleri yönetme hakkını devrettiğimiz Meclis ve onun saygı değer milletvekilleri göreve ilk gün ettikleri aşağıdaki yemin ile  başlarlar.
   Hepimizin ekranlarda izlediğimiz bu yemini eden milletvekilleri kürsüye milletin vekili olarak geldikleri ilin listesi okunarak sıralı halde bu kutsal yemin üzerine and içerler.Bu cümleleri anlayamayacak ve kavrayamayacak bir insan ülkemizde var mıdır?
    "Devletin varlığını ve bağımsızlığını, yurdun ve halkın bölünmez bütünlüğünü, halkın kayıtsız şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ve Atatürk ilkelerine bağlı kalacağıma; halkımın refah ve mutluluğu için çalışacağıma; her yurttaşın insan haklarından ve temel hak ve özgürlüklerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya bağlılıktan ayrılmayacağıma; namusum ve şerefim üzerine and içerim." Demektedirler.
    Yukarıdaki hatırlatma sadece bu meclise gönderdiğimiz insanlara değil bu ülkenin havasını soluyup, suyunu içip ekmeğini yiyen herkesedir.
     Konunun daha anlaşılır olması için geçmişimize bir bakmamız gerek bunun içinde Özellikle İttihat ve Terakkicilere ve bağlantılarına;
    İttihat ve Terakkinin içine sızarak ülke topraklarını dış mihrakların kontrolüne ve yönetimine devredenler arasında maalesef gerçek Türk olduğunu iddia eden insanlarda vardır.
     Bunlar tamamen kontrollerinin dışarıdan Siyonistlerce yapılan programlar dahilinde hareket eden insanlar olup 7 asırlık bir imparatorluğun çöküşüne zemin hazırlamış, hızlandırmışlardır.
     Necip Fazıl Kısakürek’in “Ulu Hakan 2. Abdülhamit han” adlı eserinin 5.baskı.sf.674-689 da geçen İngiliz istihbarat raporlarını yayınladığını görüyoruz bu raporlarda geçen ifadelerin dikkatle okunması ve bugün başımıza gelenlerin bir tesadüf olmadığının teyidi için gerçekten çok önemlidir.
     Necip Fazıl Yayınladığı bu belgeye ilişkin şu bilgileri veriyor;
    Londra Üniversitesi Siyasi Bilgiler Fakültesi Profesörlerinden (Eli Kidor) 1994 yılında (Arabic Political Memoirs and other studies-Arap Siyasi Hatıraları vesair inceleme ve çalışmalar) isimli bir kitap yayınlanıyor.
    Bu ülkemizde faaliyet gösteren masonların Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmadan önce Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki faaliyetleriyle birlikte İngiltere’nin bizlere bakış acısını çok güzel bir şekilde yansıtmaktadır
    1910 yılında İngiltere’nin o zamanki Hariciye Nazırı “Sir G. Lowther”in , “Sir C. Harding” e iki kere “ Gizli” ve “Mahrem” kaydıyla İstanbul’dan gönderdiği raporda Prof. Lowther ( Eli Kidor) bahse şöyle başlıyor;
    İstanbul,29 Mayıs 1910, İttihat ve Terakkiye yakınen bağlı olduğu söylenen, İstanbul Farmasonlarının Mısırda temsilciliğine Muhammed Ferid’in seçildiğine dair rivayetlerle ilgili olarak  (Gorst)’ün 23 Nisan ve senin 25 Nisan tarihli telgraflarınız, beni Jön Türk cereyanında Avrupa Farmasonluğunun teşiri hakkında izahat vermeye itiyor.
     Bunu özel ve çok gizli yazıyorum.Zira Türkiye’deki yeni Farmasonluk,İngiltere ve Amerika’dakinin aksine büyük çapta gizli…Politik hedef hakkında bilgi çok gizli elde ediliyor ve Politik sırları ifşa edenler (Mafia)nın (Komite) nin eliyle cezalandırılıyor.
     Bir kaç gün önce ifşaatta bulunan yerli bir Mason, Askeri Mahkemeye sevk edilmekle tehdit edildi…Birkaç yıl önce, Selanikli Yahudi Mason (Emannuele Carasso)- ki  halende Osmanlı Meclisinde Selanik Temsilcisi- orada Makedonya ( Risorta) isimli İtalyan Farmasonluğuna bağlı bir loca kurdu.
    Bu adam görünüşte Sultan Hamit’in casuslarını aldatmak maksadıyla, fakat aslında Türkiye de Yahudi tesirini kuvvetlendirmek için (Jön Türkleri) Farmasonluğu kabule teşvik etmiştir.
   …Müslümanların Masonluğa karşı büyük nefreti vardır, onu dinsizlikten beter sayarlar…
   13 Nisan 1909’da Cemiyete karşı ayaklanmada da bu unsurun önemini inkâr mümkün değildir.
   …Sultan Abdülhamit’e tahtan indirildiği haberini getirenlerden biri (Carasso) idi ve Sultan, Selanik’te Cemiyetten İtalyan Yahudi bankerlerinin evine kapatıldı.  
     Remzi Beyin kardeşide muhafız olarak başına dikildi. Sultanın tahtan indirilmesinden sonra Selanik’teki Yahudi gazeteler “ İsrail’i Ezen” Sultandan kurtulduğu için sevinçli yazılar yazdı.
   Zira Abdülhamit Siyonist lider (Herz)in Musevilere kırmızı pasaport isteğini iki defa reddederek, Siyonistlerin Filistin deki emellerini baltalamıştı.
    1909 Hamburg’daki 9. Siyonist Kongresinde “Türk İhtilalinin Mucizesi” Yahudi başarısının doğurduğu sevinçle kutlanmıştı. Aynı zamanda… Farmason ( Kripto-Yahudi) ve Selanik Milletvekili Cavit Bey Maliye Bakanı oldu. Farmason olan Talat Bey, İçişleri Bakanı yapıldı…
   …Askeri Mahkemelerdeki subayların çoğu farmasondu. Parlemontoya verilen “emir” le çok sıkı bir Basın Kanunu çıktı ve Selanikli bir ( Kripto-Yahudi) “ Directeur du Bureau de la Presse- Basın Bürosu Müdürü” oldu.
   Bu çok kudretli bir mevkii idi; zira böyle bir mevkie sahip kişi, istediği gazeteyi “eni rejimi tenkit” ( Buna gericilik deniliyor) sucuyla kapatabiliyor, sahibini veya yazı işleri müdürünü askeri mahkemeye sevk edebiliyordu…
    …Aynı zamanda eski Polis teşkilatının yerine sureta halk getirildi. Polis ve Jandarmayı kontrol eden bu teşkilatın başına da Selanikli bir farmason geçirildi, “Parlemontoya verilen emirle İttihat ve Terakki, Bulgar,Yunan vs. arasındaki rakip teşkilatları ezecek
“Loi Sur Les Associations-Dernekler Kanunu çıkardı ve Politik Parti ve Sosyal Cemiyet” ilan etti .
    …Fark ediliyordu ki, Makedonya’nın başlıca kasabalarında ve Başşehirde, muhtarlar gibi Farmason locaları beliriyordu.
     Yalnız başşehirde geçen yıl 12 loca başlatıldı. Locaların gizliliği aslında “açık” olduğunu iddia eden cemiyetin gizli faaliyetlerini sürdürme ve mevkilerini muhafaza edebilmelerine yardımcıydı…
  …Cemiyetin ordu üzerindeki nüfuzunu muhafaza edebilmesi için, subaylar Makedonyalı Niyazi beyin doğum yeri olan “Resne” den alınan isimle Resne locasına katılıyordu. Locanın başı Niyazi Bey’in kardeşi Osman Fehmi Bey idi. Cemiyetin Milletvekili ve Senatörlerinin çoğu ise İçişleri Bakanı Talat Bey ve Maliye Bakanı Cavit Bey’in mensup oldukları “La Constitution” locasına katılıyordu…
    Yukarda belirtilen localar dışında 1909-1910 arasında İstanbul’da şu localar kurulmuştur. “Vefa Oryantal-Şark Vefa”,  “Les Vrais amis de L’ Union et Progres-İttihat ve Terakki Gerçek Dostlar”, “Byzantio Risorta”, “ La Veritas-Hakikat”, “La Patrie-Vatan”, “La Renaissance-Yeniden Doğuş” ve Makedonya Risorta’nın kolu
“ Şafak”
   …Çingene asıllı İçişleri Bakanı Talat Bey ve (Kripto-Yahudi) Maliye Bakanı Cavit Bey, Cemiyetin olduğu gibi, kabinenin de en önemli kişileri, aynı zamanda Türkiye’deki farmasonluğun da liderleri gibi ajan kullanmaları şüphe uyandırıyor.
   Bir yıl kadar önce  İçişleri Bakanı  olduğundan beri Talat Bey Farmason Cemiyetin ağlarını İmparatorluğa yaymaktadır.
   Her yere, önemli mevkilere mason veya güvenilir cemiyet üyelerini tayin ediyor. Şayet mecliste çoğunluk bütün baskı ve tedhişe rağmen muhalefetini fazla ileri götürür.
   Talat ve Cavit’in Bakanlıklarını tehlikeye düşürürse bu beyler derhal bir darbe ile meclisi dağıtacak Cemiyetin üyeleri ve Farmason localarının kişileri tarafından idare edilecek bir şeçimle eyaletlerden daha yumuşak başlı temsilciler gelecek.
    ...Türkiye’nin görünmeyen hükümeti Büyük localardır ve Talat Bey “ Üstad-ı Azam” Liderlerin çogu halkın İslam dinine bağlılığını Politik bir silah olarak kullanıyor; Kitlelerin inancını şovenlik ve (Pan İslamizm) e dönüştürüyor.
   …Anayasa bir bakıma ekonomik gelişme ifadesidir; Fakat Türk’ün ekonomik organizması çok zayıftır ve desteksizdir.Bir hafta dahi ayakta duramaz. Başlangıçta Ermeniler,Bulgarlar ve Osmanlı Yahudilerinin ekonomik destek vazifesini görecekleri ümit edildi.
    Fakat ( Jön Türk) yalnız Yahudilerle birleşti;Yabancı ve Osmanlı ve diğer ırkları bir yana itti.Aynı durum Macaristan’da da görülebilir.
      Türk aslından olan Macarlar da iş kafasından yoksundur ve ekonomik mali bakımdan tam manasıyla Yahudi’nin tahakkümüne girmiştir.
    Yahudi Türk’ün ekonomik hayatını yöneltmektedir ve İsrail’e kutsal olan yerleri Türkiye elinde tuttuğundan, yahudinin tahakkümunu sürdürüp idealleri için kullanılması tabiidir.
      Gaye (İsrael zangwill) in ( Fort nightly Review) dergisinde belirttiği gibi Filistin veya Babil’de otonom bir Yahudi Devleti kurmaktır.
    Türkiye’de sınırsız Yahudi göçünü sağlamak, Rusya ve Romanya’daki Yahudileri Mezopotamya’ya transfer etmek, yıllardır hedef tutulmuş, bu yolda çalışılmıştır.
      Bellidir ki, Genç Türkiye üzerinde hakimiyetini sağla mak için çırpınan yahudi; Türklerle,Ermeniler ve Rumlar arasında düşmanlığı körüklüyor.[16]
     Yukardaki verilen bilgiler ne kadar ibret verici ve üzerinde uzun uzun düşünmeyi gerektiriyor. Neredeyse her bir satır cümle için kitaplar yazılaçak bu belgenin ve bunun gibilerin bugün ülkemizde yok  kabul edilip kendi kaderine boyun bükmüş bir milleti düşüne miyorum.   
     Kaldı ki tarihin , her ne kadar taraflı olarak sapıtılmasına karşın yine de gölgede kalmış kısmından yola çıktığımızda bu topraklar için  bedenini, terini, tenini ve kanını feda etmiş, karşılığında hiçbir bedel istemezken, gözlerini bu kutsal yurt toprakları için yuman Atalarımızın önünde saygı ile eğilmemiz gerekmez mi?



























  MASON DERNEKLERİ AÇILIYOR
     1935 tarihinde Atatürk tarafından kapatılmasının ve vefatından hemen sonra acılan Mason derneği’nin Türkiye Büyük Millet Meclisinde de tekrar kapatılması yönünde faaliyetleri hızlandırmıştır.
  Önderliğini, Ahmet Gürkan ve Gazi Yiğitbaş ve Sinan Tekeli’dir. Afyon Milletvekili Gazi Yigitbaş’ın verdiği soru önergesi şöyledir;
Yetmişinci içtima;30.04.1951
Birinci oturum açılma saati;15.05
Başkan-Başkan vekili; Fikri Apaydın
    Afyon Milletvekili Gazi Yiğitbaş’ın Masonlukla ilgili soru önergesi kâtip tarafından okunur;
“Büyük Millet Meclisi Başkanlığına;
     Ulus Gazetesinin 20/01/1951 tarihli nüshasının ikinci sahife üçüncü sütununda bir çok Milletvekillerinin Mason Cemiyetine kaydolunmak için müracaat ettikleri hakkında bir haber neşredilmiştir.
    Bu haberde “Ticaret ve Ekonomi Bakanı Zühdü Velibeşe tarafından bu cemiyete girmeleri için Milletvekillerine tavsiye edildiği, milletvekillerinden büyük bir kısmının cemiyete kabul edilmediği, mason olması arzu edilenlerin daha ziyade ileri de bakan olması muhtemel bulunanlarla büyük servet sahibi olanlardır.” denilmektedir.
   Malum olduğu üzere bu cemiyet, kökü dışarıda, gizli ve zararlı beynelmilel bir cemiyet olduğundan Atatürk tarafından kapatılmıştır.
     Bu cemiyetin ifşa edilen bazı esrarlarına göre Allah, Din, Mukaddesat tanımadığı gibi millet içerisinde de çeşitli sınıf imtiyazları yarattığı anlaşılmaktadır.
     Gerçi her şahsın ferde vicdan hürriyetine, dilediği din ve mezhebi intihap arzusuna hiç kimsenin karışmaya hak ve salahiyeti yoksa da Türk Milletinin yüzde doksan beşi İslam dinine mensup olmakla beraber Milletvekillerinden de aynı nispette kahir bir çoğunluk Müslüman tanındığı halde şimdi bu haberle aynı milletvekillerinin dinle alakası olmayan gizli ve zararlı bir cemiyete girmiş veya girmek için teşebbüs etmiş olduklarını göstermek tabiatıyla milletimizin gayri memnunluk hislerini hareket getirmiştir.
     Bununla beraber uzun senelerdir laik kelimesinin hakiki manasının hilafına olarak memlekette İslam dinini yıkmak, itikat ve vicdan hürriyetini ağır baskılar altında bulundurmak gibi yayılmış olan yanlış hareket ve tatbikatı tashih ederek din ve vicdan hürriyetine müdahale edilmesinin temini ve 14 Mayıs seçimlerinde dahi başka sebepler meyanında bu gaye dahi esas tutulduğu milletimiz tarafından şiddetle arzu edilmiş bulunduğundan bu defa mezkur gaye ve arzunun tam aksine olarak, Allah, Din vesair mukaddesat tanımayan gizli bir cemiyete milletvekillerinin kaydedilmiş oldukları hakkında yalan neşriyat yapmak milletvekilleri ve dolayısıyla Demokrat Parti ve hükümeti aleyhine tertip ve tasnif edilmiş bir suikastın mahsulü olduğu tezahür etmekteydi.
     Çünkü; Temas ettiğim bir çok milletvekili arkadaşlar tarafından mason olmadıkları ve mason cemiyetine dâhil olmak için de müracaatta bulunmamış oldukları beyan edilmiştir.
     Bugüne kadar aradan 18 gün geçtiği halde gazetelerde adı geçen Ticaret ve Ekonomi Bakanı Sayın Bay Zühtü Velibeşe’nin ise; mezkûr haberi tekzip etmemiş olması da Milletvekili arkadaşları Türk Milleti nazarında halen masonluk şubesi altında bulundurmaktadır.
    Binaenaleyh Mason olmayan ve mason cemiyetini müracaat etmemiş bulunan sayın milletvekilli arkadaşları ve dolayısıyla Partimizin suizan altında bırakmamak için aşağıdaki sorularımın Başbakan tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını saygı ile arz ve rica ederim.
1-Beynelmilel, gizli zararlı ve kökü dışarıda olduğundan evvelce Atatürk tarafından kapatılmış olan Masonluk cemiyetinin Halk Partisi hükümetleri zamanında yeniden açılmasına müsaade edilmiş ise de hükümetimiz tarafından icrayı faaliyet etmesine müsaade edilecek midir?
2-Milletvekillerinin kahir çoğunluğu böyle bir müracaatta bulunmadıkları halde
“ Milletvekillerinden büyük bir kısmının kabul edilmediği” tarzında hilafı hakikat haber neşrinde
3-İslam Dinine mensup olan Türk Milleti nazarında milletvekillerine, dolayısıyla Demokrat Partiye ve hükümetine karşı itimatsızlık, nefret ve fitne uyandırıcı ve bu anlayış neticesi olarak milleti tereddüde ve şüphelere sevk ve tahrik eden;
4-Halk Partisinin iktidardan tavsiye edilmesinde mevcut birçok sebepler meyanında (En fazla belki de birinci derece de müessir ve amil olan sebep: Halk Partisinin laiklik perdesi altında din yıkıcı, medeniyet ve garplılaşmak perdesi altında ise milli ahlak ve an’analerimizi yok edici istikamet takip edilen iş olması bulunduğuna göre) gizli ve zararlı tarikat mahiyetini taşıyan Mason Cemiyetine Partimiz mensubu milletvekillerinin dâhil olmuş bulunduklarını göstermek aynen Halk Partisinin olduğu gibi partimizin ve hükümetimizinde ilerde Türk Milleti tarafından tavsiyeye tabi tutulması için kötü maksat takip etmiş bulunduğu sarahatle anlaşılan neşriyat sahibi hakkında hükümetinizce ne gibi muamele yapılmıştır?
5-Mezkur neşriyatla milletimizin müteessir ve mütereddit bir vaziyete düştüğü,mütemadi soruşturmalar karşısında kaldığımızdan anlaşıldığı cihetle hükümetimiz tarafından milletimizi tatmin için tereddüdüne izale edici herhangi bir tedbir almak tasavvurunda mıdır?[17]
Afyon Milletvekili
Gazi Yiğitbaş
   Afyon Milletvekili Gazi Yigitbaş’ın bu soru önergesine karşı cevap vermek için kürsüye gelen İçişleri Bakanı Halil Özyürek (İzmir Milletvekili) konuşmasında;
  “Şimdi söyleyeceğim sözler, biraz evvel başkanlık makamından neticesi arz edilmiş olan sayın Gürkan arkadaşımızın teklifi kanunisi hakkında geçen gün cereyan eden müzakerelerde söylenmiş olanların tekrarından ibaret bir mahiyet taşımaktadır…
      Binaenaleyh Başbakan adına arz-ı cevap veriyorum.”
“Masonluk memleketimizde ilk defa 30 Haziran 1872 tarihinde (Tekamül-ü Fikri Cemiyeti) unvanı ile İstanbul vilayetinde tescili yapılmış ve bu tescil keyfiyeti 2000 numaralı ilmühaberle teyit edilmiştir.
    16 Mayıs 1929 tarihinde bu unvan (Türk Yükseltme Cemiyeti) ne tebdil edilerek bu isimle tekrar tescili yapılmış ve üçüncü defa 11 Ocak 1933 tarihinde nizamnamesinde bazı tadiller yapılmak suretiyle (Türk Yükseltme Cemiyeti),(Türk Büyük Meşriki) namile yeni bir tescil muamelesi ifa edilmiştir.
     1935 senesine kadar faaliyetine devam eden 3 Kanunuevvel 1935 Muhiddin Osman imzasıyla İstanbul valiliğine verilen bir beyanname ile faaliyetine son verildiği bildirilmiştir.
     Emniyet-i Umum iye’de mevcut dosyasında bulunan malumata göre tatil-i faaliyet etmesini müteakip menkul ve gayrimenkul mallarını kendi rızasıyla Halk Partisine devir ve teslim ettiği görülüyor.
     Ancak bu devir işinin umumi heyet kararına iktiran edip etmediği hakkında bir bilgi yoktur.Bilahare 5 Şubat 1948 tarihli pullu ve dernek mührünü taşıyan bir istidaname ile İstanbul Valiliğine müracaat olunarak üyelerinin fikri temayüllerine hürriyet,müsavat ve kardeşlik prensiplerinin Türkiye hudutları içinde gelişmesine çalışmak ve hayır işleriyle uğraşmak maksat ve gayesiyle ( Türkiye Mason Derneği) adile bir dernek kuruldu.
     Dernek merkezinin İstanbul olduğu, lüzum görülen yerlerde şubeler açılabileceği,Galata Assikürasyoni cenarali hanında 6 numaralı oda da çalışacağı ve idare kuruluna seçilen azanın isimlerini ihtiva eden listenin de dernek tüzüğünün ilk nüshasının birlikte tevdi edildiği beyan edilmiştir ve bu istidaname altında Mecdi Ali Akasya,Cevdet Hamdi Balım,Cemil Hamdi Balım,Muhib Nihat Kuran,Hazım Atıf Kuyucuk,Mustafa Hakkı Nalçacı ve Yahya Orhan Tahsin,imzalarının konulmuş olduğu görülmüştür.
       İliştirilen liste de; reis Mustafa Hakkı Nalçacı, reis vekili Yahya Orhan,Umum Müfettişi Mecdi Ali Akasya, raportör Hazım Atıf Kuyucak , genel katip Mühip Nihat Uran, Muhasebeci Cevdet Halim Balım, üye Cemil Hamdi Balım isimlerinin yazılı olduğu anlaşılmıştır.
    Derneğin İzmir’de bir şubesinin açıldığı, İzmir valiliğinin 1-1-1949 gün ve emniyet şubesinin 3/248 sayılı yazısında ve Ankara da 10 Ocak 1949’da bir şubesinin açıldığı da dosyasında bulunan kayıtta belirtmiştir.
     Bundan başka 21-2-1950 günü, eski idarecilerden avukat Ali Galip Taş ve doktor Hazım Tiner imzalarıyla İstanbul Valiliğine verilen bir beyannamede cemiyetin fevkalade içtimaa çağrılacağı bildirilmiş ve 11-3-1950 günü yapılan toplantıda cemiyetin yeni idare üyeleri seçilerek isim listesi vilayete verilmiş ve bu suretle cemiyetin faaliyete geçtiği tespit olunmuştur.    Dosyamızda mevcut kayıt ve malumat bundan ibarettir.”
     Resmi kayıtlardan alınarak verilen bu bilgilerden sonra İçişleri Bakanı Halil Özyürek sözlerine derneğin tüzüğüne ilişkin bilgilerde ise şunları söylemekte;
   “Biraz evvel dilekçe ile birlikte tevdi edilmiş olduğundan bahsettiğim (Türkiye Mason Derneği Statüsü) ismini taşıyan tüzüğün ikinci maddesinde (Derneğin mevzu ve gayesi; üyelerinin fikri, felsefi, ilmi ve ahlaki tekâmüllerine, hürriyet, müsavat ve kardeşlik prensiplerinin Türkiye hudutları içinde gelişmesine çalışmak ve hayır işleriyle meşgul olmaktan) ibaret olarak gösterilen faaliyet mevzularıyla birlikte bu gayelere varmak için derneğin mecmua, risale neşir ve üyeler arasında konferanslar, müsabaka ve münakaşalar tertip ve tanzim edecegi de yazılıdır.
     Tüzüğün üçüncü maddesi kurucu üyelerin isimlerini, dördüncü maddeye üye olmak için gereken şartları ihtiva etmekte, beşinci madde de her üyenin dilediği zaman dernekten istifa edebileceği ve her üyenin sebep gösterilmeden genel kurul kararıyla dernekten çıkarıla bileceği, altıncı maddesinde şubeler açılabileceği ve şubelerin ancak kendi çevreleri içinde derneğin maksat ve gayelerinin husulüne çalışacağı ve bunu takip eden,diğer maddelerde genel kurulun sureti teşekkülü, salahiyetleri,gelir kaynakları,cemiyetler kanunu hükümlerine göre defter tutulacağı ve fesih veya infisah halinde mallarının genel kurulca bir karar verilmemiş ise Çocuk Esirgeme Derneğine verileceği tespit edilmiştir.
    Görülüyor ki,Mason cemiyeti,Cemiyetler kanunu hükümlerine göre teşekkül etmiş bir dernektir.
   Arz ettiğim bu bilgiler dışında kökünün dışarıda olduğunu,gizli ve esrarlı beynelmilelci bir cemiyet bulunduğu hakkında malumat mevcut olmadığı gibi Atatürk tarafından kapatıldığı hakkında bir kayıt yoktur.
     Yalnız evvelce arz ettiğim gibi üyelerinin birisi tarafından 1935 senesinde faaliyetinin tatil edildiğinden başka da bir bilgi bulunmamaktadır.” demektedir.
     Soru önergesinin ana konusuna ilişkin ise;
     “Bazı bakanların mason oldukları ve başkalarını mason olmaya tahrik ve teşvik ettikleri hakkında bir bilgimizde yoktur.
   Nereden olursa olsun bir mason cemiyetinin mutlaka ve behemehal kökü hariçte olan bir merkeze bağlı olduğunu da bilmiyoruz” Bakan konuşmasının sonun da ise;
“Memleketimizde bu cemiyetin durumunu arz ettiğim fazla bir bilgi hakikaten kanuna ve adaba uymayan bir faaliyeti varsa bunun açıkça ifade edilmesi icap eder.
     Biz bunu mücerret bir cemiyet olarak tanıyoruz” demekte.
    Bakanın konuşması bittikten sonra soru önergesini veren, Afyon Milletvekili Gazi Yiğitbaş söz alır.Yiğitbaş şunları demiştir;
1-Cemiyetler kanunun 9. maddesinin A fıkrası ( Devletin siyasi ve milli birliğini bozma amacını güden derneklerin kurulması yasaktır) demektedir.
     Bu derneğin nizamnamesinde lise tahsilinden aşağı olanların kabul edilmediğine, gazetedeki ilana göre de milletvekillerinden ileride bakan olması muhtemel olanlarla ehl-i servet bulunanların kabul edildiğine ve bir çok milletvekillerinin kabul edilmemiş olmalarının yazıldığına göre memlekette münevver,gayri münevver, zengin, fakir diye vatandaşlarının sınıflara ayrılmasına meydan verildiği aşikardır.
     Bu surette milli ve siyasi birliği bozmaktadır şu halde aşağı tahsilli olanlarla fakir olanlar, ileri de bakan olmak istidadında olmayan milletvekili arkadaşlar bu dernek dışında bırakılıyor. Milletlerarasında sınıf imtiyazı yaratmakta olması bakımından Anayasanın 69.maddesine göre de aykırıdır. Aynı zamanda bu derneğin gayesinde dünya da mason hakimiyeti kurmak ve mason kardeşliği tesis etmek olduğuna göre milliyetçi ve halkçı olmadığından dolayı da mevcudiyeti kanunlarımıza aykırıdır. Paris’teki bir toplantıda üstad-ı azam (1889) Amiable şöyle demişti;
    “ Masonluğun gayesi; Demokrat bir dünya Cumhuriyeti tesisidir.  Buna göre Mason ihtidadında kozmopolitlik esastır” diyor.
     Farmasonların demokrasi rejiminden faydalanarak halk efkârına nasıl nüfuz ettiklerini ve devlet idaresini ele geçirmek için neler yaptıklarını Fransız meşrik-ı azamı 1904 salnamesinin 432.sayfasında bakınız ne diyor;
    “Meşrik-i azamın 104 locası Fransa’da yayılan nur’un mabetleridir..
   Binlerce vatandaş localara gelip kendi hayati meselelerini müzakere ederler ve orada hazırlanan fikirlerini gazetelerde ve siyasi komitelerde müdafaa ederler. Böylece efkâr-ı umumiye hazırlanır ve seçimlere tesir eder. Netice de millet meclisi bizim arzumuza tabi kalır. Bu masonluğun tabiyesidir.Ve demokrat rejimlerde daima böyle olmalıdır” denilmektedir.
     Diğer bir mason ( Yahudi) Adolf İsak ise;
   “Bizim yaratmak istediğimiz birlik, ne Fransa ne İngiltere’dir, her fırsattan istifa edilmesi lazımdır.”diyor
2-Cemiyetler kanununun 9.maddesinin B fıkrası şöyledir;
“Din, mezhep ve tarikat esaslarına dayanan derneklerin kurulması yasaktır.”
    Mason Derneğinin kendi gizli kitaplarında ve toplantılarında aldıkları karar ve beyan ettikleri nutuklarına göre masonluk bir dindir ve bir tarikattır.
      Masonların mecmuası olan Akasya’nın 860. sayfasında “ Mason müsellesi dinin yerini, mason locaları mabetlerin yerini tutacaktır.” Yazılıdır.
33 dereceli Musevi Sehami kardeşin kardeşlerine yayınladığı üstad kitabının 15.sayfasında “masonluk bir dindir mahfellerin adı mabettir. Merasimlerinin adı ayindir.”diyor
3-Cemiyetler Kanununun 10.maddesinde;
   “ Merkezi yurt dışında olan bir cemiyetin Türkiye de şubesi açılamaz ve ulusal maksatlarla cemiyet kurulamaz”diye yazılıdır. Bu mason derneğinin kökü taşra da ve İskoçya’dadır.
      Derneklerin kurulması, rütbe ve derecelerin tevcih ve tasdiki merkeze aittir. Oranın muvafakatı olmadıkça dernek kurulamaz. Verilen rütbe ve dereceler muteber sayılmaz,
İşte delili olan şahadetnameyi okuyorum;
Sanii Azamı kainat Şerefine
Müsavat Hürriyet Uhuvvet
Terakki Kuvvet İttihat
İskoçya tarikatı kadime ve makbulesinin hakim mıntıkai bürucun kubbe-i kevkebedarı altında 41 derece bir dakika ve 15 saniye arz-ı şimalide vaki İstanbul vadisinde... İskoçya tarikta-ı kadime ve makbulesinin hakim müfettişi azamı umumiler Türkiye ve tevabii şuray-ı alisi lakonkort hakim şapitirne Üstad-ı hafi derecesinde bulunan aziz biraderimiz Mustafa Saffet’in Lakokort Şapitrinde dokuzlar müntehibi dokuzuncu derecede irtika ettiğini tastik eder, yeryüzünde mevcut kadim ve cedit muhtelif derecelerdeki bilcümle hür ve muntazam masonların kendisini olveçhile tanımalarını ve muavenet ve teshilata mazhar kılmalarını tavsiye ve umumi masonluga dahil ve mer’i ve muteber olan her hangi tarika mensup masonlara mukabeleten muavenet ve teshilat göstermeyi vadeyler.
Hat-.-EA
Y.O.R
İmza
Türkiye Cumhuriyeti
İstanbul Vadisi
Şuray-ı alisi hakimi
P.mah.H.A.EA.ES.EA
T.P.S.G.C.G.M.
Mühür
Haz.EA
Mühür
Hazinedarı Kebiri Umumi
Görülmüş ve 385 numarasiyle kaydedilmiştir.
Mühür
O...MH.İmza
Dersadet vadisinde kain Lakonkort H.Şa.Y. Martikölünün 6 Haziran 1340/1942 tarih ve 195 numarasına kaydedilmiştir.
Mühür ve İmza
   Sayın arkadaşlar! Şimdi gelelim Cemiyetler kanununun 15 maddesine bu madde diyor ki;
   “Partilerden başka cemiyetler, birden fazla mevzuu ile uğraşamazlar...” mason dernekleri her memlekette bir mevzu ile mi meşguldür?”[18]  demektedir.

































TOKAT MİLLETVEKİLİ AHMET GÜRKAN’IN MASON DERNEKLERİNİN KAPATILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ VE İÇİŞLERİ VE DEVLET KOMİSYONLARI RAPORLARI (2/156) 29.011951

B.M.Başkanlığına
Mason Derneklerin kapatılması Hakkındaki Kanun teklifimi ekli gerekçesiyle takdim ediyorum.
İlği komisyona havalesiyle kanuniyet kesbetmesini arz ve teklif ederim.
Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan
    Masonluğun Reddini icabettiren sebeplere müstenit gerekçe Ahmet Gürkan gerekçesinin giriş bölümünde Mason derneklerinin Türk milliyetçiliği ve İslam dininin düşmanlığı üzerine kurulduğunu ve kökünün dışarıda bulunduğu tespitinde bulunduktan sonra Masonluğun bir tarikat olduğu tespitinde bulunur.Buna göre;
     “Mason anayasasından bazı maddeleri vermezden evvel şunu bilhassa nazarı dikkatinize arz ederim ki masonlar, kendi teşekküllerine (tarikat) derler.Bunun tam ifadesini aşağıda sıralanacak olan maddeleri (tarikat) kelimelerinde bulmak çok basit bir hakikattir.
Türkiye Maşrıkı Azam Kavanini Esasiye Kitabı:
Birinci Bap-Tarikatın teşekkülü
Madde 7-Tarikatın cetvelinden
Madde 10-Tarikatın vukubulan taahhüdatından
Madde 25-Tarikatın idaresi
Madde 34-Tarikatın masrafları
Madde 65-İkinci ve üçüncü dereceler, ancak tarikatın kendisine mahsus süveri rumuziye dairesinde tevcih olunur.
Madde 38-Deracatı selasiyei rumuzuniyenin hâkimi müstakilli olan ve bütün Türkiye’ye isalei nur ve ziyaya mecbur ve memur olan maşrıkı azam
Madde 92-Bir mahfel tesisi maşrıkı azamca İskoçya tarikatıne muvafık olarak tanzim olunacak talimatname mucibince icra olunur.
Madde 93-Maşrıkı azam birinci derecede üçüncü dereceye kadar İskoçya masonluğunun bilcümle salahiyetlerini cami olup ilk üç derecesinin idaresi hususunda Türkiye de kendine muadil veya mafevk hiçbir kuvvet tanımaz. Üstad derecesi fevkindeki deracat, İskoçya şurayı âlisine ait bulunmak hesabiyle maşrıkı azamın salahiyeti ilk üç dereceye munhasır olup bu dereceleri geçmez.
Madde 121-Maşrıkı azam masonluk ittihadının kuvveden fiile çıkmasına müttehiden çalışmak üzere dünyanın her tarafındaki mason heyeti muazamasiyle tesis ve idamei münasebet eyler
Türkiye Maşrıkı Azamı Dâhili Nizamnamesi;
Madde 26- Maşrıkı azam, meşarıkı muazzameyi ecnebiye ile münasebetini ve süreti Umumiyede tarikatın süvari icraiyesini tesbit eder.
Madde 37-Maşrıkı azamın murahaslarıyle muvazzafini esasiyesi bir önlük ile bir de sadra muallâk bir kordonu hamildirler
Madde 38- Önlükler İskoçya tarikatında müstamel olduğu veçhile kenarı mavi kareli renktedir.
Madde 39-Kordon dahi aynı renk ve şekilde bulunaçaktır.
...Üstadı azamın kordonu, önünde sırf madenden menkuş bir (Güneş) timsali bulunaçaktır.
    Üstadı azam muavininin kordonu önünde bir (Sakakuşu) tasviri ve muvvazzafini sairenin kordonlarında heyeti mecmuası bir (müselles) teşkil eder surette maşrıkı azam hurufu ile fevkinde bir çeşmi basiret mürtesem bulunacak ve azayı sairenin kordonları da ikişer (Akasya dalı ile müzeyyen ) olaçaktır.
   İşte yukarıdaki maddeler, tetkik edildikten sonra görülür ki mason dernekleri,hem tarikat ve hem de beynelmileldir.
    Yani Cemiyetler kanununun 9 ve 10. maddeleri hilafına kurulmuş daha doğrusu kapatılması zaruri bir cemiyettir...
    İş bunula da bitmemektedir.Masonlar,daima yaşadıkları milletlerin idarelerini eline almak için daha çok devlet adamlarını veya devlet makamlarını yedi icratına alması muhtemel siyasileri kendi derneklerine almak için cansiperane çalışırlar...
     Merhum Atatürk bu dernekleri haklı olarak kapatma emrini verirken hiç şüphe yok ki, milliyetcilik hislerinden aldığı ilhamla hareket etmiştir.
     Nitekim Türk maşrıkı azamı ve hala da aynı dereceyi muhafaza eden mason dernekleri Başkanı Mustafa Kemal, Atatürk’le yaptıgı konuşmada cevap olarak Atatürk’e şöyle demişti;
   “Evet, memleket dâhilinde realize etmek istediğimiz yüksek ideal ile masonlugun tahayyül ve realize etmek istediği ideal aynı olabilir. Halk fırkasının umdeleri memleket hudutları haricinde intişarına vesile olan rasyonel hissi bir teşekküldür. Bu bakımdan hikmeti vucudu reddedilemez.”
...Atatürk açık olarak ve Türk maşrıkı azamının ağzından masonluğu hariçle münasebet tesis eden bir teşekkül olduğunu işitir işitmez bu teşekkülün kapatılmasını emretmiştir.
    Gerçi cemiyetler kanununun 9 ve 10. maddeleri mason derneklerinin kapatılmasına kâfi iseler de; Bu kanunun meri olduğu bir devirde bu derneklerin teşekkül ve hatta taazuv etmiş olması ve bugüne kadar da müsamaha görmesi onlara bir nev’i müruru zaman gibi bir defi hakkı verebilir.
      İşte bu bakımdandır ki, Mason derneklerinin kapatılması için yeni bir kanun tedvinine ihtiyaç olduğu kanaatiyle iş  bu ( Mason Derneklerinin seddi kanunu) teklifini hazırladım.
    29.01.1951-Mason Derneklerinin Kapatılmasını amir kanun teklifi
Madde 1-Ne namda olursa olsun bir daha açılmamak üzere mason dernekleri kapatılmıştır.
Madde 2-Kapatma işi kanunun neşrinden 15 gün içinde bitirilir.
Madde 3-Bu kanun neşri tarihinde yürürlüğe girer
Madde 4-Bu kanunu bakanlar kurulu yürütür.[19]
B.69:27.4.1951–0,1
     Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan’ın, Mason Derneklerinin kapatılması hakkında kanun teklifi ve içişleri ve Adalet Komisyonları raporları münasebetiyle;
Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan konuya girmeden önce kısaca Masonluğun tarihcesi ve Türkiyedeki faaliyetlerine ilişkin bilgiler aktardıktan sonra;
    “Sevgili arkadaşlarım; beşeriyete hizmet etmek isteyenler muhakkak ki Kızılay teşkilatına girebilirler.
     Çocuk Esirgeme Kurumuna girebilirler, fakat böyle mahiyeti belli olmayan, gizli çalışan, beynelmilel olduğu herkesce malüm ve müsellem bulunan bir teşkilata girmekle bu olmaz
     Arkadaşlarım; hukuk bakımından iddiaları şudur; Diyorlar ki; Anayasa bize vicdan hürriyeti vermedi mi? Dernek kurma hakkı vermedi mi?”…Kralcı esaslara dayanan bir dernek kurmak isteyen birkaç kişi çıksa bunlara müsaade edebilir miyiz? (Hayır sözleri)
...
     Sevgili arkadaşlar, kanun kapamaya kâfidir diyorlar. Fakat 9. madde diyor ki, “Arsıulusal maksatlarla cemiyet kurulamaz” Bana dediler ki, Kızılay da Arsıulusal maksatlarla kurulmuştur. Evet, ama cemiyetler Kanunun da onun için maddei mahsusa vardır. Kızılay Beynelmilel hazırlanan bir program dâhilinde çalışabilir, fakat kökü dışarda değildir. Merkezi umumisi Ankara’dadır.[20]








MASONLUĞUN İLGASI İÇİN YAPILAN KANUN TEKLİFİ

     1965 Yılında Meclis’e Masonluğun ilgası için bir kanun teklifi verilmiştir. Kanunlaşmayan bu teklif aynen şöyledir;
   “ Millet Meclisi Muhterem Başkanlığına;
    657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 7. maddesinin degiştirilmesinin dair imzaladığımız kanun teklifimiz, gerekçesiyle birlikte takdim kılınmıştır.
  …Gerekli muamelenin yapılması hususunda yüksek delaletlerinizi saygılarımızla arz ve rica ederiz.
1-Süleyman Arif Emre, Y.T.P. Adıyaman Milletvekili
2-Hüsnü Dikeçligil, A.P. Kayseri Senatörü
3-Mevlüt Yılmaz, A.P.Balıkesir Milletvekili
4-Nihat Diler, Y.T.P.Erzurum Milletvekili
5-İsmet Kapısız, M.P.Konya Milletvekili
6-Hasan Aksay, A.P. Adana Milletvekili
7-Bahaddin Uzunoğlu, Samsun A.P. Milletvekili
8-Ahmet Tevfik Paksu, A.P. Maraş Senatörü
9-Akif Hikmet Güner, A.P. Kırklareli Milletvekili
10-Osman Yüksek, Müstakil Antalya Milletvekili
11-Fehmi Cumalıoğlu, M.P Kayseri Milletvekili
12-Mustafa Akalın, A.P. Afyon Milletvekili
13-Gıyaseddin Duman, A.P. Sivas Milletvekili
14-Hasan Akçalıoğlu A.P. Antalya Milletvekili
15-İsmail Hakkı Yılamlıoğlu, C.K.M.P. Kastomonu
      Milletvekili
16-Nureddin Ardıçoğlu, Bağımsız Elazığ Senatörü
17-Sami Binicioğlu C.K.M.P. Manisa Milletvekili
18-Şerafeddin Paker, A.P. Sakarya Milletvekili
19-İsa Bingöl, A.P. Muş Senatörü
    657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 7 nci maddesinin değiştirilmesine dair kanun;
Madde: 1- 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 7 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
‘’Madde: 7- Devlet Memurları kökü dışarıda olan cemiyetlere veya müstakil olmakla beraber kökü dışarıda olan cemiyetlerle irtibatı olan cemiyetlere ve maksadını veya metodunu kısmen veya tamamen gizli tutan teşekküllere ve her ne şekil ve nam altında olursa olsun mason cemiyetine veya benzeri cemiyetlere ve siyasi partilere üye olamazlar.
   Herhangi bir siyasi parti ve kişinin yararını ve zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar.
    Görevlerini yerine getirirlerken aile, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve dernek ayrımı yapamazlar’’
Madde:2-Bu kanun yayımı tarihinde yürülüğe girer.
Madde:3-Bu kanunu Bakanlar Kurulu yürütür
GEREKÇE:
    Kanunlarımız prensip olarak şahıs hürriyetini, temel ittihaz etmiştir.şahıs hürriyetinin çeşitli tezahürleri arasında siyasi ve gayri siyasi cemiyetler kurmak veya kurulmuş olan bu türlü cemiyetlere girmek hürriyeti de vardır.
    Ancak bu hak ve hürriyetlerin kullanılmasında fertler tamamen serbest bırakılmış olup, bu hürriyetler diğer hukuk kaideleri ve evveliyetle amme intizamına taalllük eden hükümlerle sınırlandırılmıştır.
    Yine kanunlarımız gayri siyasi derneklere üye olanların Devlet memuru olmalarına müsaade etmiştir. Ançak, gayri siyasi dernekler içerisinde mason derneğinin taşıdığı hususiyetler diğerlerinden tamamen farklı olup, bu dernek mensuplarının Devlet memuru olmalarına mani çok mühim mahzurlar mevcuttur.
    Bu derneğin dünyaca üzerinde ittifak edilen ve tarihi bir realite bilinen başlıca vasıfları şunlardır;
1-Masonluk kökü dışarda bir cemiyettir.
2-Muvazzaalı yollardan siyaset yapmaktır.
3-Devlet teşkilatında mühim mevkilere kendi mensuplarını getirmekte ve hak tevziinde tarafgirlik yapılmasına amil olmaktadır.
4-Gizli usullerle, gizli işaretler kullanılmaktadır.
5-Sınıf tefrikine giden bir fonksiyonu vardır.
6-Mevcut dinler dışında gizli bir tarikat mahiyetindedir.

      1-DERNEGİN KÖKÜNÜN DIŞARDA OLUŞU;

    Teşkilat itibariyle dünyanın muhtelif memleketlerine yaygın olan ve muayyen merkezlerden idare edilen derneğe hukuki manada tam bir teşhis konulduğu takdirde “Gizli ve Beynelmilel bir Devlet” diyebiliriz.
   33 dereceye ayrılan bu dernek mensupları üst derecedekilere mutlak surette itaatle mükelleftirler. Bu itaat ayrıca hususi yeminlerle de teyit edilmektedir.
    Bu disipline ilaveten her derece, bir üst derecenin sırrına vakıf değildir. O halde en üst derecenin takip ettiği gizli gayenin ne olduğu bilinmeden bütün teşkilat kademeleri mutlak bir itaat göstereceklerdir.
    Böyle bir teşekküle dış merkezlerden verilecek gizli emirlerin Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin ve Türk Milleti’nin yüksek menfaatlerine aykırı olması halinde bugün mevzuatımızda doğacak mahzurları önleyecek hiçbir tedbir mevcut değildir.
    Milli menfaatlerimize aykırı bir faaliyete, memleketimizdeki şubelerin ve hele alt kademelerin, mahiyetini bilmeden itaat etmeleri ve sebebini tahkik imkânından mahrum bulunmaları milli menfaatler bakımından çok mühim endişeler tevlit edecek bir mahiyet arz etmektedir...
   Dernekten daha ziyade, hukuki yapısı itibariyle gizli bir devlet teşkilatına yakın olan bu cemiyet mensuplarına, bir şahsın aynı zamanda iki Devletini memuru olamıyacağına dair hukuk kaidesinin tatbiki icap eder.
    Türk ceza kanunu’nun 143.maddesi ve cemiyetler kanunu’nun 10.maddesi merkezi yurt dışında olan cemiyetlerin kurulmasını yasaklamıştır..
     Ancak cemiyetler kanununun 10.maddesinini 2. fıkrası, Bakanlar kuruluna istisnaen bazı hallerde bazı cemiyetlere yurt içinde şube açma müsaadesi vermek yetkisini tanımıştır.
    Fakat kabul edilen bu istisna, maddenin vaz’ettiği temel kaidenin taşıdığı ve daha ziyade milli menfaatleri siyasetten doğan endişelerin tamamen terk edilmesine müsait değildir...
    Bu dernek milliyetciliğe ve dine muarızıdır.Her ne kadar alt derecelerde üyelerin milliyetcilik ve din konusunda taşıdıkları kanaatlere müsamaha ile bakılmakta ise de, dereceler arttıkca üyeler bu mefhumların bir dava olmaktan çıktıgı görülmektedir.
     Görüldü ki cemiyetler kanununun 9. maddesinin A fıkrası, izahına çalıştığımız bu mahzuru bertaraf etmek için kat’i bir hüküm koymuş ve (Milli Birliği bozma amacı güden) cemiyetleri sureti kat’iyede yasaklamıştır..
    Milli vicdandan doğmayan, kökü dışarda bulunan bir fikir ceryanını istisnai hudutları aşarak esas gaye haline getirilmesi, milli birliği bozan ve zaafa ugratan bir harekettir. Bu haliyle mezkur derneğin tamamen kapatılması ve Atatürk’ün bıraktıgı noktaya avdet edilmesi lazımdır.
    Ancak bu amaliye idari ve ve kazai bir faaliyet neticesinde gerçekleşebileceginden biz bu teklifimizle mevcut mahzurları izale edecek teşrii bir de tedbir getirmiş bulunuyoruz.




2-SİYASİ MAHZURLAR
    Herne kadar Mason Derneği görünüşte gayri siyasi bir şekil bürünmüş ise de,aslında Masonların en büyük gayeleri Devlet müesseselerine ve siyasi teşekküllere sızarak iktidara gelmektir.
     Bu metod yalnız memleketimizde degil,diğer devletlerin bünyelerinde de tatbik edilmekte ve yer yer başarıya ulaşmaktadır.
     ......Öte yandan masonlar elde ettikleri siyasi teşekkülle rin esas gayelerini bir tarafa bırakmakta ve o teşekkülü kuran ve ayakta tutan milli iradeye rağmen teşekküle masonik bir siyasi teşekkülde vazife alması yadırganacak bir hareket değildir.
    Ancak kendine mahsus programı ve ideali olan bir siyasi partinin gizli ve hileli usullerle içten fethedilmesi ve böylece masonik gayelere alet edilmesi içtimai ve siyasi dürüstlüğün icaplarına aykırıdır.
     Muhtelif memleketlerde bulunan müşahhas misalleri mevcuttur.
     Siyasi teşekkülleri zapdedeçek kadar siyasi olan bir derneği, metotlarını gizlemek için büründüğü gayri siyasi hüviyet içersinde mütalaa etmek,onun takdiğine kurban gitmek saf dillik olur.
    Bu bakımdan vakıaları değerlendirerek siyasi parti mensuplarına konulan yasagın bu dernek mensuplarına da teşmili suretiyle Devlet memuru olmalarının önlenmesi gerekir.

   3-TARAFSIZLIK BAKIMINDAN
   Devletin hikmeti vucudu, kuruluş gayesi vatandaşlar arasında her işte icrayı adalet etmektir…..657 sayılı Kanunun 7.maddesinin diğer hükümleri arasınada ifadesini bulmuştur;
   “Madde:7-Devlet memurları siyasi Partilere üye olamazlar, her hahgi bir siyasi parti veya kişinin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar, görevlerini yerine getirirlerken, aile,ırk, cinsiyet, siyasi düşünce,felsefi inanç,din ve mezheb ayırımı yapamazlar.”denilmektedir.
Tadilini istediğimiz 7.maddenin esas maksadı, bu hassas ölçüyü idari muamemelere de tatbik etmektir

4-GİZLİLİKTEN DOGAN MAHZURLAR
   3512 sayılı Cemiyetler kanununun 9.maddesinin 1. Fıkrası “ Gizli tutulan, gayesini saklayan” Cemiyetleri yasak etmiştir.
    Mason Dernegi herkesin bildiği gibi 33 derecedir ve her derece bir üst derecenin sırlarına vakıf degildir…
Buna ilaveten hepsi de evkar-ı umumiyeden gizlidir

5-SINIF TEFRİKİ
   Anayasamızın 12.maddesi, Cemiyetler Kanununun 9.maddesi ve Devlet Memurları Kanununun tadilini istediğimiz 7. maddesi sınıf tefrikine veya bir zümreye imtiyaz verilmesine karşı hükümler vaz’etmiştir.
     Bu istismarın önlenmesi veya hiç olmazsa resmi müesseselerin bu istismara alet olmaktan kurtarılması elzemdir.

6-HURAFECİLİK VASFI
    Kanunlarımız hurafeyi ve ilmi izahı olmayan batıl inanışları, hurafe ve tarikatları yasaklamıştır… Mezkûr dernegin hiçbir din ve tarikatta bulunmayan garip gayri ciddi, hurafe ve ayinlerle karışık bazı merasimlerle iştigal etmesi, müsamaha olunacak hallerden değildir.
Milletin istemediği kimselerin zorla milletin başında tutmak milli iradeye hürmetsizlik oldugu kadar, idare edilenlerle, edenler arasında sevgi yerine nefreti hâkim kılmaktan başka bir netice doğurmaz…
Saygılarımla
    Mecliste bulunan 222 Milletvekili oylamaya katıldı. Neticede 7 Çekimser,58 kabul ve 157 red oyu ile kanun teklifi kabul edilmedi.[21]
    "Her ne kadar masonluk her memleketin hudutları içinde milli ise de,hakikatte onun başlıca gayesinin dünya kardeşliği olduğunu hiçbir zaman gözden kaçırmamak lazımdır.
      Buna da ancak muhtelif masonik iktidarların kendi aralarında meydana gelecek samimi bir anlaşma ile varılabilir..." demekle birlikte ,dünya üzerinde iktidar da bulunan ya da hazırlanan masonlar olduğu vurgusu yapılmakta. [22]
    Bu sürecin devamında 3 Aralık 1935'de ne kadar da kabul edilmek istenmese de bizzat Atatürk'ün emriyle kapatılan mason derneği 5 Şubat 1948'de " Türkiye Mason Derneği" ismiyle tekrar faaliyetlerine resmi olarak başlamış bunun hemen akabinde ise Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan'ın başını çektiği bir grup milletvekili bu derneğin tekrar kapatılması için çalışmalar yapmışlardır.
    1949 yılında meşhur 163. maddenin meclisteki müzakeresinde Seyhan Milletvekili Sinan Tekelioğlu'nun "Mason teşkilatını serbest bırakıp Müslümanları böyle bir kanunla tazyike başlamak doğru değildir..."diyerek meclis kürsüsünde aldığı masonluk daha sonra 1951'de Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan'ın bir kanun teklifi ile Büyük Millet Meclisinde görülmüştür.
Ahmet Gürkan'ın Kanun teklifi şu idi;
Madde-1 Ne namda olursa olsun bir daha açılmamak üzere Mason Dernekleri kapatılmıştır.
Madde-2 Kapatma işi kanun neşrinden on beş gün içinde bitirilir.
Madde-3 Bu kanun neşri tarihinde yürürlüğe girer.
Madde-4 Bu kanunu Bakanlar kurulu yürütür.
Kanunun gerekçesinde;
"Masonluk beynelmilel bir teşkilattır. Din, ırk, mezhep ve milliyet farkı gözetmediği için cemiyete mensup bir mason çok kerre kendi milletinin ve vatandaşlarının, kendi dininin ve dindaşının aleyhine karar ve hareketlere iştirak etmektedir.
    Masonlar Cemiyetlerinin ve kendilerinin menfaati uğruna bütün  mukaddes bilinen şeyleri ayaklar altına almaktan çekinmezler."demekte.
    Ahmet Gürkan'ın bu kanun teklifi Dâhiliye (İçişleri) Encümeni'nin "Kapatma salahiyeti Mahkemelere aittir. Mütalasıyla reddedilmiş, ekseriyetle alınan bu red kararına Adliye encümenide katılmış ve kanun teklifi Komisyonların bu red kararıyla 1951 yılının 27 Nisan günü Meclis Umumi Hey'etine gelmiştir.  O gün komisyon raporlarının okunmasını müteakip teklif sahibi Ahmet Gürkan söz almış ve konu üzerindeki fikirlerini dile getirmiştir.
      Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ında izlediği bu kanun teklifinin müzakeresi sonunda yapılan oylamada, elli kabul, üç çekimser, yüz yirmi beş red oyu kullanılmış, ancak bu oylamada kanuni nisab olmadığından 30 Nisan günü yapılan ikinci oylamada elli dokuz kabul, yedi çekimser, yüz elli yedi red oyu verilmiş, böylece mason localarının kapatılması teklifi reddedilmişti.
















BU KANUN TEKLİFİNE "EVET" DİYENLER

1-Gazi Yiğitbaşı        
2-Bekir Oynaganlı     
3-Süleyman Kerman 
4-Halis Öztürk             
5-Ömer Bilen   
6-Abdullah Gedikoğlu          
7-Ali Fahri İşeri         
8-Keşşaf Mehmed Korkod   
9-Talad Oran  39-Hamdi Dayı
10-Salahaddin İnan   
11 -Zuhuri Danışman
12-Vahid Yöntem     
13-Halil Ayan
14-Süreyya Öndik     
15-Kazım Arar          
16-Mecid Bumin       
17-AbbasGigin          
18-Mes'ud Güney      
19-Yusuf Kamil Aktuğ         
20-Mustafa Ekinci     
21-M.Remzi Bucak   
22-Yusuf Azizoğlu    
23-Nazım Önen         
24-Suphi Ergene        
25-Abdullah Demirtaş          
26-Sabri Erduman     
27-Süleyman Kuranel
28-Cevdet  San         
29-Samih İnal
30-Salahaddin Ünlü
31-İsmail Berkok
32-Kamil Gündeş
33-Ali Rıza Kılıçkale
34-Saim Önhun
35-Kemal Atatman
36-Nuri Ocakcıoğlu
37-Mehmet Kolu
38-Ahmed Kadıoğlu
40-Halil Nuri Yurdakul
41 -Süreyya Tellaloğlu
42-Haşim Alişan
43-HasanFehmi ustaoğlu
44-Şükrü Uluça
45-Arif Nihat Asya
46-Sinan Tekelioğlu
47-Salim Serçe
48-Mehmed Daim Süalp
49-Ahmed Gürkan
50-Hamdi Koyutürk
51-Mustafa Özdemir
52-Nuri Turgut Topcuoğlu
53-Hasan Remzi Kulu
54-Celal Tuncel
55-Yusuf Karslıoğlu
56-Faik Erbaş
57-Fuad Nizamoğlu
58-Haşim Tatlıoğlu
59-Rıfat Siyavuşoğlu


     Bu mevzuda aynı yıl Afyon Milletvekili Gazi Yiğitbaş'ın sözlü sorusu ile Masonluk yine ele alınmış daha sonra 1965-1969 döneminde bazı senatör ve milletvekilleri masonluğu yine meclise getirmişlerdir. Bunlar ise;
1-Hasan Aksoy
2-Süleyman Arif Emre
3-Serdengeçti Osman Yüksel           
4-Mustafa Akalın
5-Hasan Akçalıoğlu
6-Mevlüt Yılmaz
7-Nihad Diker
8-Nureddin Ardıçoğlu
9-Hüsnü Dikeçliliğil
10-Fehmi Cumalıoğlu
11 -Arif Hikmet Güner
12-İsmet Kapısız
13-İsmail Hakkı Yılanlıoğlu
14-Ahmet Tevfık Paksu
15-Sami Binicioğlu     '
16-İsa Bingöl
17-Şerafaddin Paker
18-Gıyaseddin Duman
19-Bahaddin Uzunoğlu
    Masonlar kapanmalarının ardından bir süre uyku dönemine geçmiş daha sonra iktidarın ve Cumhurbaşkanının da açık desteğiyle tekrar faaliyetlerine geçmişlerdir[23].



LİONS DERNEKLERİ

   Lions Dernekleri, bilinen adlarıyla da Masonların arka bahçesi olarak tanımlamakta mümkündür.
   Bu tanımlamayı yaparken Tabiki öncelikle kendi yayın organlarına bakmak ve onların verdiği bilgiler ışığında daha doğru oluyor.
    Çünkü ne kadar gizlemek isteseler de elimizdeki bilgile aşağıda da anlatılacağı üzerine bunu açıkça ortaya koymaktadır.
     Bununla birlikte sürekli “Atatürkçü” olduklarını dile getirmelerine rağmen kendi “and” larında Atatürk ikinci sıra da yer almakta, “Lions Tüzük ve Yönetmeliklerinden sonra” gelmektedir.
     Yine bu and’larında dile getirdikleri diğer bir konu ise (Bu Masonlar ve Rotaryler içinde geçerlidir.) Kendi and’larında, “İnsanlığın barış ve mutluluğu, ulusumuzun güvenliği” derken de bu ifadede yer alan “ulus güvenliği” ikinci sıra da yer almıştır.
    Lionsların tekrar yine kaynaklarına bakacak olursak, yöneticilerine yönelik hazırlanan “Lions Bilgi Demeti” adlı kitapta,


II. Görev Devri Töreni (1,8)
    “Tören yönetmeni: Yeni yöneticilere görevlerini ayrıntıları ile anlatmak niyetinde değilim. Yöneticilerin adları uluslar arası Lions’a bildirilmiştir.
     Oradan gönderilen bilgilere göre görevlerinin gereğini yapacaklardır.
   Buna rağmen her yöneticiyi çağırarak Yönetim Kurulundaki görevlerini özetleyeceğim ki üyeler kendilerinden beklenileni bilsinler” (s. 175)
    Tören yöneticisi görevlerin ne olduğunu özetleyeceğim diyerek gerçek bilgilerin dışında (Amerika’dan geleceği söylenen teslimatlara hiç girmeden belirtilen sıradan işleri sıralayarak konu bir şekilde üstü örtülmeye çalışılmakta. Ama devamında tören yönetmeni saymanı yanına çağırarak.
“Sayın Sayman, şu anda devir aldığınız göreviniz gereğince bütün kulüp gelirlerinin koruycusu olduğunuz gibi gelirleri ve ödentileri toplamak ve bankaya yatırmak mali işler komitesine yardımcı olmak, bütçeyi birlikte hazırlamak, yönetim kurulunun direktifleri uyarınca harcamaları yapmak görevleriniz arasındadır.
     Her ay mali durum çizelgelerini Yenetim kuruluna sunarak ve altı ayda bir uluslar arası büroya mali durum raporunu göndermek, ödenti ödemeyen üyeleri yönetim kuruluna bildirmek de görevleriniz arasında olmaktadır.
Sayman olarak görevlerinizi en iyi bir biçimde yapmaya and içer misiniz?”
    Lionsların paraları yurt dışına gönderilmektedir.
Tören yönetmeni son olarak da Başkanı çağırır.
“Sayın başkan, hem kulübün hem de yönetim kurulunun başı olarak görevi devir almış bulunmaktasınız. Bu sıfatta bütün kulüp toplantılarına, yönetim kurulu toplantılarına ve diğer toplantılara katılmak görevinizdir.
    Yönetim ve çalışma komitelirinin uluslararası genel merkezin öngördüğü biçimde seçilmesini sağlamak ve gerektiğinde toplantılarına katılıp başkanlık yapmak yine buradan anlaşılmaktadır ki yönetim aslında Amerika’dan yapılmaktadır.
III. Kitap’ın Hazırlandığı Kapaklar Bölümü
IV. Üyelerin Korunması (8)
“Her yıl lions kulüpleri dünya üzerinde 200.000’den fazla insanın lions kulüplerine katılma davetini kabul etmesiyle en büyük ve en insancıl hizmet kuruluşunu oluşturmaktadır. Her yıl yaklaşık 175.000 kişide üyeliklerini sona erdirmek istemektedirler, en acısı 3. yılında Lionsu terk etmektedirler.
Lionsun gerçekten söylendiği gibi sadece “hayırsever” ya da “hoşgörü” olmadığını gerçekte neye hizmet ettiğini görenler bu kulüpten ayrılmaktadırlar. Üyelikten ayrılma sebepleri  ise;
“Bu neden olmaktadır” Bu üyelerden bazıları, ölüm, hastalık, ekonomik nedenler, lions kulüplerinin olmadığı bir bölgeye nakil gibi makul sebeplerle ayrılmaktadırlar. Diğerleri gerçek bir lionsta olması gereken özellikleri taşıyamadığından fakat birçoğu külüplerimizin güçlü bir üyelik geliştirme programları ile önlenebilecek sebeplerden dolayı ayrılmaktadırlar. Üye kayıplarının sebeplerinden önemlisi, yetersiz yönlendirme yetersiz katılım veya dâhil olma, sönük toplantılar, zayıf kulüp yönetimi, çok az anlamlı kulüp projeleri, önerici üyenin yetersiz ilgisi, uygunsuz giriş, yetersiz arkadaşlık ve dostluk…
Bu üye kayıpları uluslar arası lions yöneticileri tarafından şu maddelerle dile getirilmekte; (s. 168)































ÜYE KAYIP SEBEPLERİ
1-      Zayıf kulüp yönetimi
2-      Nitelikli üyelik için uygun olma eksikliği
3-      Uygun olmayan üyeliğe giriş töreni
4-      Yeni üyelere uygulanan yetersiz yönlendirme, eğitimi
5-      Aktivitelere katılmamak veya az ilgi göstermek
6-      Kefil (sponsor) veya öneren üyenin sorumluluklarını yerine getirmemesi
7-      Eski ve yeni üyelere yetersiz ilgi göstermek
8-      Dostluk ve arkadaşlık eksikliği
9-      Kulüp içinde klikleşme
10-  Komitelere üye tayinindeki hatalar ve yeteneklerin uygun kullanılmaması
11-  Anlamlı olmayan  kulüp projeleri
12-  Kulüp beklentilerini iyi ölçememek
13-  Sıkıcı (çok resmi ve katı) kulüp genel toplantıları
14-  Yanlış toplantı saati ve/veya yeri
15-  Zayıf düzenleme, planlama veya amaçlar müşterek bir… Ulaşmada kişisel veya toplu disiplin yetersizliği
16-  Üyeler arası tanışma yetersizliği
17-  Motivasyon, heyecan veya kendini adama yetersizliği
18-  Kulüp yöneticileri veya ülkeri arasında haberleşme kopukluğu
19-  Çok kutlama, bale ve sosyal faaliyetler sonucu pahalı üyelik
20-  Transfer üyelerinin iyi takip edilmemesi
21-  Yeni ve eski üyelerin yönetim çevresi ve uluslar arası forum, konsorsiyom, bölge ve kesim toplantıları gibi faaliyetlere katılma konusunda cesaretlendirme eksikliği
22-  Halk ve çevre desteğini kazanmak için yetersiz eğitim
23-  Sürekli üyelik geliştirme ve artış eksikliği







LİONS AMBLEMİ (1.8)
    “Uluslar arası lions kulüpleri birliği kurulduktan sonra 1919 yılında birliğe amblem bulma çalışmalarına başladı. Ressam Rose Benheur’un ünlü bir tablosundaki “Aslan Başı” profili alınarak sağa ve sola bakan durumda yerleştirilmesi erguvani rengi zeminli bir desen ortasına “altın”dan L harfinin basılması ve buna “Uluslar arası Lions” yazısının eklenmesi fikri büyük bir beyeni kazandı. 31 Aralık 1921’de uluslar arası yönetim kurulu resmi amblemini kabul etmiş oldu.

BAŞKANIN GÖREVLERİ (s. 51)
  “Kulübün en üst yöneticisi olarak Başkan’ın kulüpten kulube ve ülkeden ülkeye değişen görevleri olabilir.
Başkan, kulübün ulusl ararısı  tüzük ile yerel yasa  ve tüzüklere uygun olarak çalışmasını sağlamak zorundadır. Bir kulüp uluslararası tüzük ile yerel yasa ve tüzüklerle çelişkiye düşmeyecek bir tüzük kabul edilebilir. Tüzük olmaması halinde uluslar arası yönetim kurulunun kabul ettiği Tip Tüzüğe göre faaliyette bulunduğu kabul edilir.

MALİ KONULAR (s. 54)
“Kulüp, mali konuları için bütçe sistemi uygulamalıdır. Bu yöntemin amacı, belirli bir dönemin gelir ve giderlerini mümkün olduğu kadar iyi tahmin ederek bir bütçe hazırlamak ve böylece yönetim kuruluna kulübün mali konularını yönetmede sağlıklı bir kılavuz oluşturmaktadır. Her lions kulübünün dönem için iki bütçesi olmalıdır:
1)      Yönetim Bütçesi
2)      Hizmetler Bütçesi
Yönetim Bütçesi; Kulübün temel mali konusuyla ilgilidir. Gelirleri üyelerin aidatlarından karşılanır.
Hizmetler Bütesi; Kulübün ele aldığı hizmetlerle ilgili geliri, oluşturulan fon yaratma projelerinden sağlanır. Fon yaratma projelerinden elde edilen gelirler hiçbir şekilde yönetim  masraflarının karşılanmasında kullanılamaz.”
Bu projelerden biri:
Göz Nurunu Koruma ve Görme Özürlülerine Hizmet (6.8) (s. 121)
“Lions takviminde Ocak ayı “göz nurunu koruma ayı” olarak kabul edilmiş ve “Beyaz baston haftası” bu ay içinde değerlendirilmiştir.
Kulüplerimizin hizmet komiteleri içinde bulunan ve ikinci başkan yardımcısına bağlı olarak hizmet veren “Göz nurunu koruma ve görmezlerle çalışma”nın değişmezliği bu hizmet anlayışından ileri gelmektedir.
HELEN KELLER “Körlerin Mesleği” olarak tanınır. 1925 yılında yapılan uluslar arası genel kurulda konuşma yapan Keller lionsların karanlıkla savaşta görme özürlülerin şovalyesi olmaya davet ediyordu. Lionslar bu daveti kabul etti. Genel Kurulda en büyük çalışma programı olarak ele almışlardır. Bugün dünyadaki göz bankalarından bir çoğunu lionslar yönetmektedir. Bu bankalarda yılda 20.000’den fazla görmeyi temin eden cornea transferi yapılmaktadır. Lionlar dünyada birçok kılavuz köpek eğitim merkezlerini yönetmektedirler. Dünyadaki birçok göz araştırma merkezi Lionların desteğinden faydalanmaktadır. Şeker hastalığından kaynaklanan körlük olaylarının artması karşısında şeker hastalığı ile mücadele de eğitim ve araştırmayı…” (s. 121-122)
Lions kulübü 7 Haziran 1917 günü Melvin Jones tarafından kurulmuştur. Uluslar arası lions kulüpleri birliği bugün birleşmiş milletlerde, dünya gıda tarım teşkilatında ve Unicef gibi uluslar arası kuruluşlarda temsilci, gözlemci ve danışmanlar… (s. 28)
         Her 13 Ocak tarihinde Lionsun kurucusu olan Melvin Jones’in doğum gününü kutlayan Lionslar acaba ülkemizde kuruluşunda emeği geçen kaç kişinin doğum günü kutlamışlardır.
    BU KLÜPLERE, YANI Lions VE ROTARYEN'E ALINACAK ÜYELER IÇIN ŞU KURALLAR UYGULANIR:
  1. SELECTION
  2. ELECTION
  3. INDUCTION
  4. EDUCATION
  5. ASSIMILIATION
Bu kelimeler Eleme,Seçme,Tanıtma , Eğitme ve kendine benzetme demektir. Nitekim 1984'de  ROTARY INTERNATIONAL Başkanı seçilen eski  Türkiye Lion Kulupleri başkanı Münip Tarhan:
"Lionların birbirlerine kan bağından daha kuvvetli bağlarla bağlı” olduğunu söylüyordu. Çünkü bu söz doğrudur ve  daha açık bir cümle ile söylemek gerekeçekse Türkiye’deki ROTARY ve  LİONS Kulupleri  olduğu gibi Türk yasalarına göre değil, Uluslararası ROTARY ve LİONS yasalarına   bağlıdırlar[24]..
ULUSLAR ARASI LİONS KULUPLERİ BİRLİĞİ
118-U(7)( bu bölüm ekler bölümünde Ek:2 olarak












BİLDERBERGLER
     1877 yılında 5 dünya zengini tarafından kurulan örgüt ismini 1954 yılında ilk toplantısını yaptığı Hollanda’daki Bilderberg otelinden alan heyetin ilk başkanı Hollanda Prensi Bernhard yapmıştır. Örgütün Merkezi Hollanda’dır.
    Grubu tasarlayıp oluşturan asıl kurucu İsveç Franmasonlugunun üstadı-ı azam Yahudi din adamı Joseph Retinger’dir.
    Grubun finansmanını Yahudi Rockefeller Vakfı ve Yahudi Banker Rothschild ailesi karşılamaktadır.
   Bu örgütte diğer Mason, Rotary ve Lions… gibi derneklerin yönetim ve organizasyonları İsrail tarafından yapılmaktadır.
    70 bas Hahamdan oluşan Sanhedrin örgüt hiyerarşisinin en yukarı noktasındadır. Merkezden Bilderbergi yönlendirenler, Hahamlar ve 33.dereceden masonlar arasından seçilmektedir.
    Düzenli olarak her yıl toplantılar yapmakta olan bu örgüt kendi sahalarında tanınmış 120 kişiye çağrı yapmaktadır.
    Yapılan bu toplantılara katılanların isimleri yer almış olsa da toplantının içeriği hakkında bilgi verilmemektedir.
     Türkiye’de toplantılar 1959 yılında Yeşilköy, 1975’te ise İzmir (Çeşme) de yapılmıştır.
   Yapılan bu iki toplantıya da, Süleyman Demirel ve Ecevit’te katılmıştır.
Türkiye’de isimleri Bilderbergin daimi üyesi ve Türkiye masasını 20 yıl sürdüren Selahattin Beyazıt yürütmüş daha sonra bu göreve Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfının da kurucu üyesi olan Vehbi Koç’un kızı Suna Kıraç yürütmektedir[25].






LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI VE
 GETİRDİKLERİ

     Türkiye Cumhuriyeti Devleti resmi olarak Lozan Barış antlaşmasıyla (20 Kasım 1922) sınırlarını belirlemiş ve Dünya Devletleri arasındaki  saygın yerini almıştır.
     Fakat Emperyalistlere karşı bağımsızlık ve özgürlük mücadesi sonunda imzalanan bu antlaşma ülkemizde tartışılır olma özelliğini henüz kaybetmediği  izlenmektedir.
     Lozan Barış antlaşmasının heyetinde bulunanlarda bu tartışmaların bir parçası olmaktan günümüze kadar kurtulamamışlardır[26].
    Lozan’a giden heyet’in seçilmesi sırasında yaşanılan tartışmalara rağmen en son olarak bu heyet’te karar kılınmıştır.   
     Konferans sonuçlarını, 21 Şubat’ta, T.B.M.M. yapılan “gizli” bir oturumla Milletvekillerine  heyetin başkanı İsmet İnönü konuyu şöyle özetliyordu;
    “Arkadaşlar, Konferansta meseleler üç grup halinde ele alınmıştır. Siyasi meseleler arasında, arazi, hudutlar, Boğazlar ve azınlıklar konuları, ikinci gurupta mali ve ekonomik konular, üçüncü gurupta da kapitülasyonlar ve bunlara bağlı pek çok mesele görülmüştür…”
       Bu antlaşmanın içinde yer alan Türk – Yunan mücadelesi özellikle inceleme gerektiren bir konudur.
       Büyük doğu; sayı:2, 21 Ekim 1949’da, Necip Fazıl Kısakürek’in Köşesinde (Dedektif x bir) “İŞTE!” başlığıyla Lozan’a ilişkin bilgiler aktarırken şunları aktarıyor;
     “Milli Müdafaa hareketinde, Operat askeri düşman ordusunun denize döktükten sonra, prensip bakımından tasviyesi kararlaştırılmış bulunan Türkiye’nin, büyük itilaf  Devletleri tarafından hiçbir maddi tazyik görmeden istiklalini tastik ettirmeğe. Meğer muvaffak olması, selim aklın tabi görebileceği bir iş değildir.
      Türkiye’ye birinci dünya harbi bozgunundan itibaren tatbik edilmeğe başlanan şartlarla Lozan Konferansında tatbik olunan son şart arasındaki mesafe, sadece Anadolu zaferinin temin edebileceği bir iş olmadığına göre, mutlaka garp alemine, kendi elimizle, konferans kulislerinde gizli olarak büyük bir ivaz verilmiş olmalıdır.
      Evet onlara ne verdik ki, bize istediklerimizi hemencecik verdiler, bizi kendi halimize başıboş bıraktılar?
      Suri ( görünürde ) istiklalimizi elde edebilmek için, onlara bir milletin hayatında dünyalara bedel bir kıymet feda ettiğimiz aşikardır. Acaba bu kıymet nedir?
      Bu kıymet, Türk Cumhuriyeti’nin bütün dini varlığın, mukaddesat alakası, manevi müesseseleri ruhi temeli, tek kelimeyle top yekun manevi hayatıdır.
      Yani, Garp dünyası bize, bütün bunları feda etmek, manevi hayatımızı çiğnetmek pahasına maddi hayatımızı bağışlamıştır.
Hadisede en büyük müessir, her zaman ve mekanda olduğu gibi, Yahudi parmağıdır.…Türk istiklal hareketini başından sonuna kadar dikkatle takip ettirmiştir. Yahudilik, Türk istiklal hareketini en ince bir müşahede zekası tahlil süzgecinden geçirmiş, bu hareketi idare edenlerin şahsi temayülleri ve fikri kaynaklarıyla, temsil ettikleri milli dava arasında ne oldukları, ne yapmak istedikleri ve ne yapabilecekleri bakımından her türlü muayene ve muhasebeti yerine getirmiştir.
     Hadise Şöyle başlamıştır;
     Lozan konferansı başında itilaf devletlerinden İtalya, Türkiye’yi müstemlekeleştirme davasında, İngiltere’nin arslan payını alıp Akdeniz de müthiş bir avantaja geçmesi ve böylece İtalya’nın durumunu sarsacak bir muvazenesizlik doğmaması için vazgeçmiş, aynı tavrı İngiltere ‘den de beklediğini ima eden bir tavır takınmış ve işgal altında tuttuğu yerleri tahliye etmiştir. İtalya’yı bu salim politikaya sevk eden âmiller (yapanlar) arasında, bazı ittihat ve terakki paşalarının da telkinleri rol oynamıştır.
      Biraz sonra, Fransa da, Sırf İngiltere’yi hudutsuz bir avantaja kondurmamak için İtalya’nın fikir ve temayülüne iştirak eder gibi olmuştur. Bu hava doğar doğmaz, üç büyük itilaf Devleti unsuru arasında en kuvvetlisi olan İngiltere yalnız kalmış ve hiçbir Tazyike kapılmamaktaki ısrarında devam etmiştir.
  …Müthiş bir adam birden bire sahneye çıktı.
      Bu adam, o zaman İstanbul Haham başısı meşhur Hayim Naum…
      Hahanbaşısının sahneye çıkışı, Yahudi metodunun en korkuncuyla, Amerika’ya gitmek ve orada üniversite üniversite dolaşarak Türkler lehinde (!) konferans vermek suretiyle başladı.
      Böylece daha evvel Ermeniler tarafından zehirlenmiş bulunan Amerikan umumi efkarı, Hayim Naum gibi bir Yahudilik otoritesinin lehteki propagandasıyla düzelmeğe başlıyor ve hadise Türkiye de görülmemiş bir hayret, hassasiyet ve minnet uyandırıyordu. O devrin gazetelerine, bilhassa “vakit” gazetesine göz atmak yeter.
     Hayim Naum, eşine alemde rastlanmamış bir “suret-i hak” tertibiyle Türk Milletini göklere çıkarıyor. İstiklalin bu tarihi millete ait en tabii hak olduğunu bildiriyor medeniyet aleminde Türk’ün parlak mevkiinden bahsediyordu. Halbuki bu şefkat ve himaye maskesinin altında, Türk’ün maddi vücudunu serbest bırakıp kalbini ve onun merkezindeki ruhunu yiyecek kanlı sırtlar dişleri pırıldıyor, fakat henüz kimse bunu fark edemiyordu.
      Hayim Naum isimli müthiş şahıs, aslen Manisalıdır; korkunç bir Yahudi dehasına maliktir, bir aralık Paris’te de hahambaşlık etmiştir. Şimdide Mısırda bulunması (1949 yılından bahsediyor.), İslam’ı esaslar bakımından gittikçe bozulmaya yüz tutan Mısır’ın belirttiği vaziyet ve hedefi pek güzel ifşa eder.
       İşte bu Hayim Naum, Yahudilik genelkurmayınca idare edilen kapitalizme ve emperyalizm dünyasında Türkler lehinde vaızlar(!) vermeğe koyularak, işe Türkiye’yi müstakil hale getirdikten sonra içinden yıktırmak maksadıyla ilk defa Amerika da başlamıştır. Fakat Türkiye ve bütün İslam alemi dahil, bundan hiç kimse şüpheye düşmemiş üstelik derin bir minnet duygusuna kapılmış, bu hareketi meleklere mahsus bir şefkat tecellisi gibi alkışlamıştır.
       Hahambaşı Hayim Naum, Amerika’ya hareketinden evvel, Beyoğlun da, Tünelin’nin yukarısında Beneberit  isimli Mason karargahında, tam bir Yahudi genelkurmayı olan bu yerde, Alber Karasu, Nesim Mazilya, dişçi Sami Könzberg (Atatürk’ün dişçisi), fotoğrafçı Vaynberg gibi, Türkiye deki gizli Yahudilik hükümetinin temsil ve teşkil eden insanlara karşı şöyle demişti;
      Gayelerimizin üçü de istihsal (meydana getirme ) olunmuştur. Sıra dördüncüsüne gelmiştir. Bunun içinde en mükemmel bir fırsat doğmuştur. İşte Anadolu da milli bir Türk mukavemeti peydahlanmış ve ilk neticeyi almış bulunuyor. Bu hareketin başındaki zat, bizim, bütün şahsi fikir ve temayüllerini tanıdığımız bir kimsedir. Son derece ileri görüşlü, ananeye zıt kafalı bir zattır. Ruhunda garp medeniyetine karşı çözülmez rabıta ukdeleri vardır. Fevkalade tesir ve telkin kabiliyetindedir. Türk milleti gibi uysal bir kütleye her türlü yenilikleri sindirecek bir şef olmak kabiliyeti yalnız bu zattadır. İşte bizim de planımız, şimdi bu müstesna kabiliyet ve istidatları vadeden zata, İslam birlik ve şuurunu çözdürmek olmalıdır. Şu an, Türkiye’de din hakimiyet ve timsalini yıktırmak için en bulunmaz tarihi fırsat dakikasıdır.
         Azasını teker teker saydığımız ve bilahare biri rejim şef’inin dişçiliğini yapan iki malum şahısla berber Yahudi meclisi, bu fikirlere tamamen iştirak etmiş, aralarında gerekli bütün planlar tespit olunmuş; ve bunun üzerinedir ki, Hayim Naum isimli zata Amerika seferi düşmüştür. Fakat hadiseden, tertibattan, görüşülen şeylerden ve alınan kararlardan hiç kimsenin, hatta bahis mevzuu büyük zatın da haberi olmamıştır.
        Hayim Naum, her şeyden evvel Amerika’da ki Yahudilik merkezleriyle temas edip bunların mütalaa, tasvip ve himayesini temin ettikten sonra… Türkiye lehindeki konferans serisine geçmiştir… Türk dostu (!) zatın beklemedik propagandaları üzerinedir ki, Hayim Naum ismi, Türk matbuatının minnet ve şükranla baş köşesine geçirilmeğe başlamıştır.
       Hayim Naum, Amerika da işini bitirir bitirmez, plan icabı, hemen Londra’ya geçti ve aynı propagandaya oradan da devam etti… propaganda, ancak zemini hazırlayabilirdi. Bu zemine atılacak temel için bir devlet eli lazımdı. Hayim Naum ise bu devlet elini, daha planın en başında hesaba katmıştı.
      Hayim Naum, Londra’da derhal Lord Kürzan ile temas aradı ve temin etti. O zaman ki İngiliz politikasının nazımı mevkiinde bulunan bu Lord, nesebinin bir tarafıyla Yahudi’ydi. Hahambaşı, davayı aynen kabul etmek için bütün şartlara malik bulunan Lordu en çok Türkiye’ye bazı ivazlar vermek ve istiklalini kabul etmek mukabilinde ona İslamiyet’i arka döndürmenin mümkün olacağı mevzuunda ikna etti. Böylece Türkiye de, İslam alemi üzerinde nüfuz ve ehemmiyet ifade edecek hiçbir vasıf kalmayacaktı. Hayim Naum, İngiliz Lordu’na milyonlarca sterlin ve yüz binlerce insan feda ederek elde edilemeyecek bir kazancı, basit ve bedava bir formülle taktım ediyordu. Hayim Naum’un son sözü şu oldu;
- Türkiye’nin mülki tamamiyetini kabul ediniz; onlara, ben İslamiyet temsilciliğini attırmayı kabul ve taahhüt ediyorum!
     … Lord Kürzon, hahambaşısının bu teklifi karşısında o kadar heyecana düştü ki, bir İngiliz politikacısına yakışmayacak bir tarzda hislerini belli eden bir taşkınlık gösterdi, elini hareretle uzatıp teklifi kabul ve Hayim Naum’u tebrik etti.
      Bunun üzerine Hayim Naum, derhal koşar adımla Lozan yolunu tuttu. İsmet paşa Lozan’dadır ve o güne kadar hemen her devletle anlaşmış olduğu halde bir türlü İngilizlerle anlaşmanın çaresini bulamamıştır. Şüphesizdir ki, Ankara’yla beraber, hiçbir tertipten haberdar değildir.
      Hayim Naum derhal İsmet Paşa ile bir konuşma yaptı ve onunla, geceleyin, geç vakitlere kadar beraber kaldı. Son derece nazik, gizli ve hileli bir dil kullanan hahambaşı, teklifini, Türk murahhaslar Heyeti Reisine, mümkün olduğu kadar zehirsiz ve yumuşak şekilde bildirdi. Heyet reisi, hayretler içinde, bu teklif ve telkine şu cevabı verdi;
- Meseleyi Ankara’ya bildirip mütalaa ve direktiflerini aldıktan sonra size cevap verebilirim.
      Ve İsmet Paşa, teklifi, şifreyle Ankara’ya bildirdi.
      Ankara’daki Devlet ve hükümet başı, haberi alır almaz, derhal Hayim Naum’un Ankara’ya gelmesi talimatını gönderdi.
       Hahambaşı hemen Türkiye yolunu tuttu.
       Lozanda’da İsmet Paşa maiyetinden birine, bir gece evvel hahambaşının kendisine geldiğini ve şu, şu, şu tekliflerde bulunduğunu anlatıyor ve o zatla paşa arasında, aşağıdaki konuşma geçiyor;
-yahu, bu kerata bize İslam’i temsilciliğimizi kaldırtmak istiyor!
-           Hiç olacak şey mi bu?
-           Vallahi öyle…
-           Ya ne olacak şimdi?
-           Ankara’ya yazdım; bakalım ne cevap verecekler?
      Hayim Naum, Ankara da bir gece kalıp derhal İstanbul’a dönüyor ve Ankara da aldığı talimatı hamil
(yüklü ) olarak Lozan’a damlıyor.
      Ve Lozan da barış antlaşmasına geçiliyor”[27]



























TÜRK – YUNAN  MÜBADELESİ

       Lozan’da alınan kararlardan bir tanesi olan mübadele, Türk ve Yunan hükümetince 30 Ocak 1923’te imzalamıştır.
   Aslında bu mübadelenin bir de geçmişi mevcuttur. Yani mübadele kararı Türk Hükümetinde önce ittihat ve terakki döneminde başlayan bir süreçtir.
   1914 yılının başlangıcında, ittihatçılar Balkan savaşlarının ardından Makedonya’dan sürülen Müslüman ahaliye karşılık çoğunluğu Urla yarım adası ve Ayvalık’ta yaşayan 150 bin kadar Rum’u Yunanistan’a yolladı.
    Bunu takiben, Atina’daki Osmanlı elçisi Galip Kemali Bey (Söylemezoğlu) Yunanistan Başbakanı Venizelos’a İzmir’deki Rumlara Makedonya’daki Müslüman nüfusun mübadelesinin doğru olacağını iletti.
   Kısa bir zaman sonra, Venizelos “gönüllü” ve “eş zamanlı” bir mübadele önerisini kabul edeceğini bildirdi.
   Ardından I.Dünya savaşı’nın hemen öncesinde Venizelos sarayda, Osmanlı Devleti’nin Midilli, Sakız ve Sisam üzerindeki egemenliğini kabul etmesi karşılığında, Yunan Makedonyası ve Epir’deki Müslümanlara Türk Trakya’sı ve Aydın vilayetindeki Rumların karşılıklı değişimini öngören bir antlaşmaya imzaladı.
    Bu sınırlı nüfus değişimi için karma bir komisyon kuruldu, fakat Osmanlı Devleti’nin I.Dünya savaşına girmesinin sonucunda anlaşma onaylanmadan rafa kaldırılmıştı.
      Lozan barış antlaşmasının ortaya çıkardığı sonuçlardan birisi olan mübadele konusunda Mustafa Kemal Atatürk, milli mücadelenin zaferle sonuçlanmasının hemen ardından ülkede çeşitli fikir ve düşüncelerin toplum üzerinde hakim olmaya başladığını görür bunun üzerine Atatürk, İstanbul’un ileri gelen gazetecileriyle İzmit’te gizli bir basın toplantısı düzenledi.
    Bu toplantıda bulunan gazeteciler[28]   16 – 17 Ocak 1923’te saat; 22:00’da başlayıp sabah saat; 03:00’a kadar süren bu toplantı gayet gizli yapılmış ve uzun bir sürede burada konuşulanlar gizli kalmıştır.
    Toplantıda bulunan gazeteciler o günkü şartları içeren ve gelecekte Türkiye Cumhuriyetinin sorunu olabilecek her konuda sorular sormuşlardır.
    Bu soruların her birini aldıktan sonra Atatürk bunları tek tek cevaplamıştır. Bu sorulardan bir tanesi de, Ahmet Emin Yalman’ın mübadeleye ilişkin sorusuydu.
    Ahmet Emin Yalman sorusunda; “Nüfus, göçmen alma ve bugünkü nüfusun çoğaltma sorunları var. Savaş ve sefalet yüzünden azalan nüfusun çoğaltılması için ne gibi önlemler alınacak?” demekteydi. Mustafa Kemal bu soruya ise şöyle cevap vermişti.
      “Gerçekten de nüfusumuz topraklarımıza göre çok az. Bunun nedeni açıktır. Önceleri büyük imparatorluklar peşinde koştuk. Ülkeler ele geçirdik. Dünyayı almak istedik. Her işgal ettiğimiz ülkeye Anadolu halkını gönderdik, oralarda öldürttük. Avrupa’nın bir bölümü, Mısır, Irak’ı, Hicaz’ı ve Yemen’i savunma ve korumak için kim bilir ne kadar Türk gencini öldürttük.
      Şimdi bu durumu düzeltmek için sosyal önlemler alacağız. Dışarıda göçmen getireceğiz. Askerlik süresini kısaltacağız, insan gücü yerine makineya yer vereceğiz…” diyerek soruyu cevaplandıran Mustafa Kemal sözünü bitirdikten sonra hemen arkasından, Suphi Nuri ileri söz alarak, ülkenin o günlerde bulunduğu durumu anlamamızda yardımcı olacak olan şu soruyu sorar;
    “Paşam bir de Ermenilerin yurt sorunu var. Onlara toprak verilmezse, şuraya – buraya gurup gurup gelebilecekler mi?” der. Atatürk;
      “Bunu önleyemeyiz. Bu toprakları sadece Ermeniler istemiyorlar. Gildaniler, Asurlular, daha bilmem kimler bu hevesteler. Eğer hepsine toprak vermeye kalkarsak, bizim elimizde kalmaz. Bizden o kadar çok istiyorlar ki…” demekteydi.
        Gerçektende 1071 yılında Anadolu’ya geçen Türkleri bu topraklardan atmak hevesiyle yüz yıllardır. Saldırılarda bulunan haçlı zihniyeti hala bu hevesinden vaz geçmiş de değildir. Bunu çok iyi gören ve değerlendiren Mustafa Kemal Atatürk o muhteşem dehasıyla yeni Türkiye Cumhuriyetinin temellerini çok sağlam bir zemin üzerine oturtmak gayesiyle öncelikle iş olarak bu mübadele işinin tamamlanması gerektiğini fark etmişti.
    Çünkü, ülkenin açık ve alenen gözüken harabeliği dönmüş hali, iktisadi hayatın felç olduğu bu tarihlerde, Yunanlıların, Yunanistan da bulunan Müslüman Türk halkına karşı yaptığı zulüm’e yönelik bilgiler gerçekten dikkat çekiciydi.
    15 Mayıs 1919 tarihinde, Amiral Kaltorp’un Mondros müterekenamesinin 7. maddesi gereğince itilaf devletleri namına, İzmir’i Yunan askeri birlikleri tarafından işgali ile başlayan saldırılara burada bulunan sivil Rumların destek vermesi sonucu oluşan katliamlar sonunda Mustafa Kemal Atatürk 28 Eylül 1923’te yayınladığı bir beyannamede söyle demekteydi;
      “Türk milleti, Allah’ın inayetine güvenerek hayatını kurtarmaya, yaşamak hakkına malik olduğu dünyaya göstermeye azmettiği gün, biliyorsunuz ki bütün vesaitten mahrum, yalnız iman ve aşk-ı istiklal kuvvetine malik idi. Türkler bu sayede istihsal etkileri zafer mücahedelerini tetviç ederken alem-i  İslam’ın pek ulvi bir alaka ile mütehassis olduklarını şükranla görmüş ve bunu daima minnetle yadetmekte bulunmuştur. İşte bu alakaya istinaden, şimdi de bütün din kardeşlerimizden yine kendi kardeşleri için şefkat ve merhamet rica ve tavassutunda bulunacağım; Türk milleti zafere kavuştu, fakat elyevm muazzam bir iş karşısındadır:
      Yunan idaresi karşısındaki dindaşlarımızın mübadelesi ve Türk toprağına iskanları: bu kardeşimiz bugün Yunan zulmü altına inliyor. Bugün muhtelif mahallerden gelen feryatnameler her Müslüman’ ağlatacak derecede acıklıdır. Bunların bir an evvel kurtarılmaları artık her şeyden evvel bir vazife-i diniye olmuştur. Bizler gibi bir yuva sahibi olan yekunu altı yüz bini geçen bu kardeşlerimizi Türk toprağına kavuşturmak, sefaletlerine hatime vermek, pek büyük bir iştir.
     Kardeşler, Türk milletine ne kadar vesaite malik olursa olsun, bu vesait yine kafi değildir. Harp esnasında Yunanlıların ayak bastıkları Anadolu mamureleri bugün birer virane olmuştur.
      Yunan hırs ve cinayetine kurban giden kardeşlerin toprakları da bugün birer virane olmuştur.
       İşte kardeşler, bu yerleri imar etmeğe, duçar oldukları mahrumiyet ve sefaletten bir dakika evvel halas edilmeleri lazım gelen Yunan idaresindeki Müslümanları buralarda iskana, telef olmamaları için alem-i İslam’ın seve seve ve kemal-i memnuniyetle zahir olacağında şüphem yoktur.
    Hilal-i Ahmer, bu dini vazifesinde de muvaffak olması için İslam’ın lütuf ve muavenetine arz-ı ihtiyaç ediyor. Yapacağınız en ufak bir muavenetin birkaç Müslüman ailesinin hayatını kurtaracağını düşününüz...  doğrudan doğruya, aynen ve nakden gönderilecek ianat şükranla kabul edilecektir. Bu gün ezici bir cereyan içinde bulunan Rumeli Müslümanlarının
yegane istinatgahları, imanları ve yegane ümitleri din kardeşlerinin ulviyet ve necabetidir. Cenap-ı Kibriya cümlenizin yardımcısı olsun”.
     Bu bildiri yayınlandığı zaman, aylar önce Lozan’da alınan Türk ve Yunan halklarının değişimi kararının uygulamaya geçirilmesi beklenmekteydi[29] .
                                                                 
EKLER:

EK:1 / ROCKEFELLER’DEN BURS ALANLARIN LİSTESİ

Erol Yaşşar Alkuş
(1969-1972)
Çelik Arvoba
(1983-1984)
Ali Bayraktar
(1970-1972)
Mehmet Bülbül
(1982-1983)
Erol Hasan Çakmak
(1982-1987)
Necati Çelik
(1973-1975)
Basri Devecioğlu
(1969-1970)
Cevdet Dutlu
(1971-1973
Ali Osman Ekse
(1978-1980)
Yusuf Ergun
(1969-1971)
Ahmet Ertug Fırat
(1975-1977)
Necati Hazar
(1980-1982)
Erdogan Indelen
(1972-1975)
Cemal Nadir İzgin
(1971-1973)
Mesut Kanbertay
(1980-1982)
Engin Kınacı
(1980-1982)
Nedret Şükrü Özsabuncu
(1969-1971)
Alpaslan Pehlivantürk
(1974-1976)
Doğan Sakar
(1978-1983)
Atilla Museyin Senel
(1978-1981)
Polat Solen
(1970-1973)
Yahya Sezai Tezel
(1979-1981)
Sergin Unver
(1969-1972)
Kamil Yakar
(1974-1976)
Tevfik Metin And
(1956-1957)
Bülent Arel
(1959-1960)
Feriha Handan Naci Baymur
(1952-1953)
Necla Bengul
(1959-1960)
Bülent Ecevit
(1957-1957)
Leman Yolaç Fatoş
(1952-1952)
Leyla M. Goren
(1959-1961)
Vedat Günyol
(1952-1953)
Halil İnalçık
(1956-1957)
Ayşe Yıldız Kenter
(1955-1956)
Bilge Karasu
(1963-1964)
İlhan Kemalettin Mimaroğlu
(1955-1956)
Suat Sinanoğlu
(1957-1958)
İlhan Usmanbaş
(1957-1958)
Ahmet Edip Uysal
(1951-1952)
Tunç Yalman
(1956-1957)
Fatma Abdurrahman Acar
(1931-1983)
M.Hilmi Akın
(1956-1957)
Kazım Aras
(1959-1960)
Halil Arpacıoğlu
(1949-1950)
Muzaffer Atasagungil
(1957-1959)
Sedat Atikkan
(1949-1950)
Zeki Nassır Barker
(1925-1927)
Yılmaz Baykal
(1962-1963)
Bekir Sıddık Berkol
(1959-1959)
Kenan Binak
(1957-1959)
Türkan Çetin
(1957-1959)
Muzaffer Çev
(1957-1959)
Reşat Sami Garan
(1936-1937)
Ekrem Gülmezoğlu
(1958-1959)
Altan Günalp
(1962-1964)
Aslan Gündaş
(1959-1961)
Bedri Gürbürzer
(1957-1958)
Turan Gürgön
(1959-1960)
Mustafa Hakkı
(1925-1926)
Ayten Necla Ilgaz
(1957-1958)
Doğan Karan
(1959-1961)
Süleyman Oguz Kayaalp
(1960-1962)
Sabahat Kaymakcalan
(1957-1958)
Abdullah Kenanoğlu
(1956-1958)
Halid Ziya Konuralp
(1956-1957)
Mediha Gökcen Konuralp
(1958-1959)
Ali Sahlih Bey Namık
(1928-1929)
Melahat Özbil Onul
(1957-1958)
Sevinç Nejat Oral
(1960-1962)
Pınar Tevfik Özand
(1959-1960)
Şinasi Nasih Özsoylu
(1960-1961)
Yavuz Aydın Renda
(1960-1962)
Vedat Sezer
(1960-1963)
Seher Şimşek
(1957-1958)
Mustafa Lütfi Sipahi
(1959-1961)
Mualla Suler
(1958-1958)
Mahmut Sabit Akalın
(1938-1938)
Ali Muvaffak Akman
(1954-1956)
Kazım Aras
(1954-1955)
Azmi Bozkurt Arı
(1952-1954)
Mehmet Baki
(1926-1928)
Abdurrahim Rifat Baylav
(1929-1930)
Necdet Bengi
(1936-1938)
Tahsin Berkin Şevket
(1929-1930)
Tarık Bilginer
(1939-1942)
Mehmet Emine
(1927-1927)
Selahattin Ersen
(1929-1930)
Niyazi Erzin
(1934-1935
Kenan Feyzi
(1931-1933)
Nusret Hasan Fişek
(1950-1950)
Tomris Eneren Fişek
(1938-1939)
Rüştü Edhem Geren
(1927-1927)
Cihat Tahsin Gurson
(1954-1955)
Mehmet Hami Güven
(1926-1927)
Kudsi Halkacı
(1930-1931)
Kamil İdil
(1938-1939)
Kamil İdil
(1929-1931)
Azmi Bozkurt
(1952-1954)
Mehmet Baki
(1926-1928)
Abdurrahim Rıfat Baylov
(1929-1929)
Necdet Bengi
(1936-1938)
Tahsin Berkin Şevket
(1929-1930)
Tarık Bilginer
(1939-1942)
Mehmed Emine
(1927-1927)
Selahattin Ersen
(1929-1930)
Niyazi Erzin
(1934-1935)
Kenan Feyzi
(1931-1933)
Nusret Hasan Fişek
(1950-1950)
Tomris Eneren Fişek
(1927-1927)
Rüşti Edhem Ceren
(1927-1927)
Cihat Tahsin Gürson
(1954-1955)
Mehmet Hami Güven
(1926-1927)
Kudsi Halkaı
(1930-1931)
Kamil İdil
(1938-1939)
Kamil İdil
(1929-1931)
Şükrü Kamakçalan
(1952-1954)
Cemal Ali Kiper
(1939-1942)
Behaddin Faik Kökdemir
(1926-1928)
Amir Zade Muzaffer
(1927-1928)
Ali Mustafa
(1934-1935)
Mehmet Pınar Nazif
(1932-1933)
Mehmet Kadri Olcar
(1936-1938)
Memduh Ölçer
(1937-1939)
Samiye Ömer
(1929-1930)
Cemaleddin Arifi Or
(1935-1936)
Hüseyin Sebahattin Payzin
(1955-1956)
Bedi Nuri Şehsuvaroğlu
(1949-1949)
Mustafa Sabri Talay
(1928-1929)
İrfan Mehmed Tümer
(1936-1937)
Asuman Turer
(1952-1953)
Asuman Turer
(1938-1939)
Ahmet Hanoum Ulfet
(1931-1933)
Ahmed Tevfik Vassaf
(1926-1928)
Zeki Raghib Yalim
(1927-1928)
Nuri Zia
(1931-1933)
Yılmaz Muammer Altuğ
(1960-1961)
Süleyman Borda
(1958-1959)
Aysel Emine Batı
(1959-1961)
Deniz Baykal
(1963-1965)
Nejat Bengül
(1957-1959)
Ali Recai Benu
(1940-1942)
Korkut Baratav
(1964-1966)
Haluk Cillav
(1963-1964)
Bülent Daver
(1961-1963)
Demir Demirgil
(1957-1958)
MehmetMekin Dinçer
(1956-1957)
Kasım Gülek
(1931-1933)
Nevcat Güreli
(1958-1960)
Gülten Ozok Kargün
(1957-1959)
Fahir Suna Sahika Kili
(1962-1963)
Mehmet killebay
(1959-1960)
Uğur Konum
(1963-1965)
Nusret Keuse Koymen
(1936-1937)
Feridun Mehmet Kurktan
(1957-1959)
Hazin Atif Kuyucak
(1927-1929)
Seha L. Meray
(1962-1963)
Ergun Özbudun
(193-63-1966)
Arif Turgut Payaslıoğlu
(1958-1959)
Mehmet Selik
(1963-1965)
Muzaffer Sherif
(1934-1935)
Mümtaz Soysal
(1959-1960)
Taner Timur
(1962-1964)
Mete Tuncay
(1961-1963)
Orhan Türkay
(1963-1965)
A. Haluk Ulman
(1961-1963)
Çetin Özkan Ulutam
(1964-1966)
Besim Üstünel
(1958-1959)
Nakibe Uzgören
(1958)
Memduh Yasa
(1957-1958)
Oktay Yenal
(1958-1960)
EK DOSYA:1

DANONE YOĞURTLARI

          Selanik'ten 1912'de İspanya'ya göç eden ünlü Karasu ailesinden Dr. İzak Karasu, adını Isaac, soyadını da Carasso olarak değiştirdi. 1. Dünya Savaşı'nda bağırsak enfeksiyonundan ölen çocuklara çare ararken çocukluğunda kendilerine yoğurt satan Selanikli'yi hatırladı[30].
     Evinin bodrumunu mandıra yaptı ve 1919'da yoğurdu ilaç olarak geliştirip eczanelerde sattı. İlacın adını oğlunun isminden esinlenerek Danone koydu. Bir sanayi devi işte böyle doğdu. 27 Nisan 1909 Salı günü öğleden sonra Yıldız Sarayı'nın ardına kadar açılmış büyük demir kapısından içeri yağız atların çektiği peş peşe dört kupe fayton girdi. Serin, zaman zaman yağmurun çiselediği bir gündü. Mabeynciler dört faytondan inen Meclis-i Milli heyetini saygıyla selamladıktan sonra önlerine düşüp sarayın arz salonuna yönlendirdiler. Osmanlı İmparatorluğu'nu 33 yıldır yönetmekte olan 34'üncü padişah II. Abdülhamit geniş pencerelerden Boğaz'ı seyrediyordu. Dalgın ve hüzünlü.çökmüş ve kamburu çıkmış. Başmabeyinci konukları haber verdi. Ağır adımlarla koltuğa oturdu. Tahtlar çoktan, kendisinden çok önce Topkapı Sarayı'nın hazine dairesine kaldırılmıştı. Dört kişilik heyet içeri girdi. Biri başkan olduğunu vurgulamak için diğerlerinden bir adım önde. Başlarını hafifçe öne eğerek II. Abdülhamit'i selamladılar. Padişah gelişmeleri biliyordu, heyetin kimlerden oluştuğunu da mabeyn başkâtibi( Dönmedir) Cevat Bey'den öğrenmişti. Kısa bir sessizlikten sonra heyetin başkanı ya da sözcüsü sebeb-i ziyaretlerini anlatmaya başladı. O sözcünün adı Emanuel Karasu'ydu. Selanik Mebusu Karasu özetle Meclis-i Milli'nin Abdülhamit'in hal'ine karar verdiğini, kendilerinin bunu tebliğle görevlendirildiklerini söyledi ve hükmü üç sözcükle özetledi: "Millet sizi istemiyor." Abdülhamit'in gizlemeye çalıştığı acıyı ela gözlerinden bir anlığına gelip geçen keder bulutları ele verdi. Gözlerini heyet üyelerinin üstünde gezdirdi. Sırayla. Sonra tane tane konuştu: "Bir Türk padişahına ve İslam halifesine hal' kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?" Emanuel Karasu (Yahudi), Aram Efendi (Ermeni), Esat Toptani (Arnavut) ve Ahmet Hikmet Paşa (Abdülhamit'in uzun süre yaverliğini yaptıktan sonra muhalefet saflarına geçen Gürcü) hiç tepki vermediler.
Abdülhamit ve yakınları hemen o gece Sirkeci'den trene bindirilip Selanik'e gönderildi. Selanikli Emanuel Karasu da yıllarca düşlediği bu "son"u görmenin mutluluğuyla, hayatının en unutulmaz gecelerinden birini yaşadı. Emanuel Karasu, Selanik'te doğup büyümüş bir Yahudi'ydi. 400 yıl önce, 1492'de İspanya'dan sürülmüş ve Sultan II. Beyazıt'ın izniyle Selanik'e yerleşmiş Sefarad'lardan idi. Hukuk öğrenimi görmüştü. Avukatlık yapıyordu ve meslektaşlarının cesaret edemediği garip davaları alıp müvekkillerine kazandırmasıyla ün yapmıştı. Bir ayağı İtalya'daydı o sıralar. İtalyan vatandaşlığına geçtiği çok yıllar sonra ortaya çıktı. Roma ama özellikle Venedik'te kurduğu dostluklar onun bir "ilk"e imza atarak tarihe girmesini sağladı. Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk mason localarını o örgütledi. Önce Selanik'te, ardından İzmir'de, Bursa'da, İstanbul'da; hatta Osmanlı'nın artık pek hükmünün geçmediği Kahire'de şubeler açtı. Locaların ortak genel kurulunda, Türkiye Süprem (Yüksek) Konseyi şöyle oluştu: Prens Aziz Hasan Paşa (general), Cavit Bey (İttihat ve Terakki döneminde Maliye Nazırı oldu, Lozan'daki Türk heyetinde görev aldı, Atatürk'e İzmir'deki suikast girişiminin ardından İttihatçılar'ı temizleme operasyonunda idam edildi), Jozef Sakakini Bey (Kahire locasından), Süleyman Faik Paşa (ordu komutanı), Mehmet Talat Paşa (eski Başvekil), David J. Kohen, Mişel A. Noradungyan, Osman Talat Bey (avukat), Emanuel Karasu (avukat), Dr. Rıza Tevfik Bey (senatör, filozof), Mehmet Arif (avukat), Galip Paşa (general, Emniyet Genel Müdürü), Mehmet Fuat Hulusi Bey (milletvekili, avukat), Sarim Kibar (tüccar), Mithat Şükrü Bey (milletvekili), Rahmi Bey (milletvekili, vali), Katipzade Sabri Bey (tüccar). Bir de loca yönetiminde olmayan perde arkasındaki güçlü isimler vardı Karasu'nun çevresinde. Örneğin Talat Paşa. O yıllarda gizli bir örgüt olan İttihat ve Terakki'ye toplantıları için Selanik'teki mason locasının (Bir İtalyan'ın mülkü olduğu için kapitülasyonlar uyarınca polis, mahkemeden özel izin almadan giremiyordu) kapılarını açtı. O da katıldı örgüte. Çabuk parladı. Emanuel Karasu, 1912 ve 1914 seçimlerinde de İstanbul temsilcisi olarak Meclis-i Mebusan'da yer aldı. İttihat Terakki iktidarında çok zengin oldu. Denildiğine göre, devletin alım ve satımlarında aracılık yaparak komisyon alıyordu. İttihat ve Terakki'nin çöküşünden ve tüm liderlerinin yurtdışına kaçmalarından sonra o nedense İstanbul'da kaldı. Servetinin önemli bir bölümüne el konuldu. İşgal yıllarında İtalya'ya gitti.









Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 1930'larda döndü. 1934'te son nefesini verdi. Arnavutköy'deki Sefarat Mezarlığı'nda gömülü. Adının çift m ile yazıldığı mezar taşında şöyle deniyor: "İkinci Meşrutiyet'in ileri simalarından İstanbul Mebusu Emmanuel Karasu. Ölüm tarihi: 1934."         Mezarlığın kayıtlarına göre 1 Haziran 1934'te toprağa verildi.O dönemde 80 bin Yahudi ve 20 bin kadar Sabetaycı'nın yaşadığı Selanik'te Karasu'lar önde gelen ailelerden biriydi. Emanuel Efendi'nin hukuk okuduğu yıllarda amcasının oğlu İzak Karasu tıp öğrenimini tercih etti. Muayenehane açtı. Evlendi. Bir oğlu oldu. Adını Daniel koydu. Sonra iki de kızı dünyaya gelecekti. Balkan Savaşları'nda Selanik düşünce, yani Yunanistan tarafından işgal edilince, Yahudi toplulukta büyük bir panik patlak verdi. Çoğu Avrupa yollarına düştü. Yunanlıların Selanik'e girmelerinden kısa bir süre sonra İzak Karasu, eşi ve oğluyla birlikte İspanya'ya göç etti. Tam 420 yıl sonra, kovuldukları topraklara geri dönüyorlardı. İlginç ayrıntı; İspanya 1492'de Yahudileri topluca sürmüş ama vatandaşlıktan çıkarmamıştı. Karasu ailesi Barselona'ya yerleşti. Yıl: 1912. Önce adını Latin alfabesine uyarladı. İzak oldu Isaac, Karasu ise Carasso. Sonra bir muayenehane açtı. Çok az hastası vardı, ailesini geçindirmek için zeytinyağı ticaretine de girişti. Tam da o günlerde Barselona'da çocuklar arasında salgın halinde bağırsak hastalıkları patlak vermesin mi! bir ses yankılandı belleğinde: "Yoğurtçu geldi. Kaymaklı yoğurtlarım var." İrkildi. Selanik'te gün aşırı evlerine bir tepsi kaymaklı yoğurt bırakan Türk satıcının sesiydi bu. "Tabii ya" dedi, "Tabii ya." Selanik'te bağırsak hastalıklarının tedavisinde yoğurt kullanıldığını anımsamıştı. Günde üç öğün birer kâse yoğurt yediriyorlardı hastaya ve birkaç günde sağlığına kavuşuyordu. Yoğurdun nasıl yapıldığını biliyordu. Hemen ertesi gün, evinin bodrumunu hazırlamaya koyuldu. Orası artık mandıraydı. Birkaç çiftlikten topladığı sütle yoğurt imalatına girişti. Yıl:1919. Ancak bir sorun vardı. Avrupa'da yoğurt bilinmiyordu. Evet, 1500'lerin ortalarına doğru Kanuni Sultan Süleyman bağırsak enfeksiyonuna yakalanan dostu Fransa Kralı I. François'ya bir yoğurtçu göndermişti. Ne var ki, kral iyileşince yoğurtçu sırlarıyla birlikte İstanbul'a dönmüştü. Kayıtlarda öyle yazıyordu. Isaac Carasso, ürettiği şeyin Balkanlar'da ve Anadolu'da yaygın bir tüketim maddesi olduğunu nasıl anlatabilirdi? Çareyi yoğurdunu ilaç olarak kabul ettirmekte buldu. Ve Carasso'nun yoğurdu eczanelerde satılmaya başladı! Hasta çocuklarda etkisi çok çabuk ortaya çıktı Ama Isaac Carasso bu buluşun önemini pek kavrayamayacaktı. "İlaç" tutunca, Isaac özel ambalajlar yapmayı akıl etti. Kapakları porselen, cam kaseler yaptırdı. Sıra artık ilaca patent almaya gelmişti. Onun için de bir ad koymaya. Bir ışık çaktı; neden oğlunun adı olmasın? Yani minik Daniel'in? Yaşadıkları Barselona'nın yaygın dili Katalanca'da küçük Daniel'in ya da "Daniel'cik"in karşılığı çok hoştu doğrusu: "Danon!" Ancak bu özel ad olduğu ve marka namıyla tescil edemeyeceği için sonuna bir "e" ekledi. Hoşgeldin "Danone" yoğurtları! Yoğurtçuluk çok kısa sürede Isaac'ın asıl mesleği haline gelince oğlu Daniel'i onun "tahsili" ni yapmaya gönderdi Fransa'ya. Daniel öğreniminden sonra Fransa'da kaldı, çünkü babası, Isaac Carasso dünyadan göçmüştü. 6 Şubat 1929'da, Paris'te 18'inci bölgedeki bir dükkanda "Danone Yoğurtları Paris Şirketi" kapılarını açtı. Onu 1932'de Levallois-Perret'te ilk fabrika izledi. Danone imparatorluğu işte böyle doğdu. Bugün öyle bir imparatorluk ki, 5 kıtada at koşturuyor. Cirosu 15 milyar euro'nun üstünde. 100 bin kişi çalıştırıyor. - Sütlü ürünlerde dünya birincisi: 18 ülkede (Türkiye dahil) 48 fabrikası var.
- Şişe suyunda dünya ikincisi: 13 ülkede (Türkiye dahil) 97 fabrikası var. - Bisküvi ve tahıllı kahvaltı ürünlerinde dünya ikincisi: 21 ülkede 53 fabrikası var.










EK DOSYA:2

TÜRKİYE'DE MASONLUK
Spekülatif Masonluğun İngiltere de 1717 yılında kurulmasından çok kısa bir süre sonra, 1721 yılında, İstanbul’da Fransız Masonları tarafından ilk loca kurulmuş olmakla beraber, Türkiye Büyük Locasının 1909 yılında, Meşrutiyetin ilanından sonra ancak kurulabilmiş olmasıyla, bu tarihe kadar olan devirdeki masonluk eylemleri genellikle dış kaynaklı belgelerden öğrenilmektedir[31].1738 yılında İstanbul’da, İzmir’de ve Halep’te Mason localarının açıldığı haberi ‘St. James Evening Post’ adlı bir Londra gazetesinin 24 Mayıs 1738 tarihli nüshasında yazılmaktadır. Osmanlı toprakları üzerinde adı bilinen ilk loca ise 1748 yılında Halep’te kurulan , İskoçya Büyük Locasına bağlı, İskenderun Locasıdır. İlk Türk Masonları ise Yirmi sekiz Çelebizade Sait Çelebi, İbrahim Müteferrika ve Humbaracı Ahmet Paşa dır. Koca Mustafa Reşit Paşa gibi, önemli devlet adamları ve aydınların bu localara girdiği loca arşivlerinden öğrenilmektedir. İstanbul da kurulan localar; 1861 yılında ‘Ser Locası, 1867 yılında Prootos ve ‘l’Etoile du Bosphore’ Localarıdır. Sultan V. Murad, Şehzade Nurettin Efendi, Şehzade Selahattin Efendi, Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Şeyhülislam İzzettin Efendi, Şeyhülislam Hayri Efendi, Müderris Mahmut Esad Efendi, Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa, Sadrazam Mithat Paşa, Sadrazam Ahmet Vefik Paşa, Sadrazam Tunuslu Hayrettin Paşa, Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, Berlin Büyük Elçisi Sadullah Paşa, Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal Prootos üyeleridir. Bu devirde İstanbul da kurulan Mason Locaları aydınların barınağı olmuş ve buralarda yetişen Masonlar Meşrutiyetin kurulmasını düşünsel ve eylemsel yönlerden etkilemişlerdir.Abdülhamit, Sultan V. Murat’ın mason olması nedeniyle, ilk devirlerinde masonların eylemlerine pek karışamamış, fakat V. Muradın ölümünden sonra tutumunu sertleştirmiştir. Bu olaya bağlı olarak 1905 yılından itibaren localar İstanbul dışında ve özellikle Makedonya'da (Selanik) açılmaya başlamıştır. Makedonya'da kurulan locaların en önemlileri İtalyan Obediyansına bağlı ‘Macedonia Risorta’ ve ‘Veritas’ Localarıdır. Bu iki locanın üyeleri arasında önemli siyaset, devlet adamları ve Komutanlar vardır. Kazım Özalp Paşa, Sadrazam Mehmet Talat Paşa, Mithat Şükrü Bleda, Mehmet Cavit Bey, Manyasizade Refik Bey, Kazım Nami Duru, Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Faik Süleyman Paşa, İsmail Canbolat Bey, Hoca Fehmi Efendi, Osman Adil Bey; Mehmet Servet Bey, Fazlı Necip Bey ve Emanuel Karasu Efendi bu locaların üyelerindendirler.Bu tarihe kadar ülkede toplam 23 loca kurulmuştur. Birinci ve İkinci Meşrutiyetin , Jön Türklerin, İttihat ve Terakki Cemiyetinin kurulması ve eylemleri bu kişilerin gayretiyledir. Aynı zamanda İttihat ve Terakki yöneticileri olan bu kadro, İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra, Osmanlı İmparatorluğunda Milli Masonluğu kurmak için harekete geçmişlerdir. Türkiye Büyük Locasının kurulması işlemi sırasında İstanbul’daki Selimiye Süvari Fırkası Komutanı Prens Aziz Hasan Paşa, Maliye Bakanı Mehmet Cavit Bey, Mehmet Talat Sait Paşa, Mithat Şükrü Bleda, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Fuat Hulusi Demirelli, Faik Süleyman Paşa, Jandarma Genel Komutanı Galip Bey, Hüseyin Cahit Yalçın kurucular arasındadır.1 Ağustos 1909 günü ‘Maşrıkı Azamı Osmani’ adı altında ilk Türkiye Büyük Locası kuruldu. Büyük Üstadlığa Mehmet Talat Sait Paşa ve yönetime Jandarma Genel Komutanı Galip Paşa, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Osman Talat Bey seçildiler.1923 de Cumhuriyetin ilanı ile birlikte, ülkenin yabancıların işgali ve etkilerinden kurtulması sonucu, Masonlukta yeni bir ulusallık anlayışı ve bilinçlenme başlar ve bünyesini Atatürk devrimleri ve ilkelerine öz ve biçim olarak uyarlar. Türkiye Büyük Locasının o zamanki ismi olan ‘Maşrıkı Azamı Osmani’ adı ‘Türkiye Büyük Maşrıkı’ olarak değiştirilir. Atatürk’ün Cumhuriyetçi kadrosunda görev alanların büyük bölümü Masondur. Bir bakıma yönetim ve devrimlerin gerçekleştirilmesi Masonlara emanet edilmiştir. Fethi Okyar, Rauf Orbay, Refet Bele Paşa, Ali İhsan Sabis Paşa, Meclis Başkanı Kazım Özalp Paşa, Meclis Başkanı Abdülhalik Renda, Başbakan Hasan Saka, İçişleri Bakanları Şükrü Kaya ve Mehmet Cemil Ubaydın, Dışişleri Bakanları Bekir Sami Kunduh ve Tevfik Rüştü Aras, Sağlık Bakanları Rıza Nur, Adnan Adıvar, Refik Saydam, Behçet Uz, Milli Eğitim Bakanları Reşit Galip, Hasan Ali Yücel, Ekonomi Bakanı Sırrı Bellioğlu, Milletvekilleri Cevat Abbas, Atıf Bey, Edip Servet Tör, Yunus Nadi, Reşit Saffet Atabinen, Memduh Şevket Esendal, Hilmi Uran, Tevfik Fikret Sılay, Ahmet Ağaoğlu, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan ve Belediye Başkanı Süleyman Asaf İlbay, İstanbul Valileri Muhittin Üstündağ, Lütfü Kırdar, Danıştay Başkanı Mustafa Reşat Mimaroğlu, Jandarma Genel Komutanı Galip Paşa, İstiklal Mahkemesi Başkanı Necip Ali Küçüka, Amiral Mehmet Ali Paşa Atatürk’ün çevresinde ülkeye hizmet etmiş Masonlardır.Cumhuriyet döneminde Dernekler Kanunu gereği Masonluk kurumları birer dernek statüsüne sokulmuştur. 1927 yılında Türkiye Büyük Locasının resmi statüsünü içeren derneğe ‘Tekamülü Fikri Cemiyeti’ adı verilmiş ve bu ad 1929 yılında ‘Türk Yükseltme Cemiyeti’ şekline değiştirilmiştir.1935 yılında Türk Yükseltme Cemiyeti adı altında dernek statüsünde çalışan Türkiye Büyük Locası kendi çalışmalarını bizzat kendisi tatil etmiştir.Ülkede oluşan siyasal ve sosyal ortam göz önüne alınarak, Türk Ocakları, Kadınları Himaye Cemiyeti, Muallimler Derneği, İzcilik Teşkilatı gibi kuruluşlar yasayla kapatılmış ve parti denetimi altına alınmıştır. Atatürk, aynı zamanda Mason olan dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile görüşür ve ondan Masonların üst düzey yöneticilerine genel durumu açıklamasını ve yasaya gerek olmadan kendi kendilerini tatil etmeleri mesajını iletmesini ister. Sonunda 10 Ekim 1935 günü Mason yöneticileri tarafından imzalanmış bildirge Anadolu Ajansı tarafından yayınlanır: “Mes’ul ve maruf imzalar altında Ajansımıza verilmiştir. Türk Mason Cemiyeti memleketimizin sosyal tekamülünü ve günden güne artan muazzam terakkilerini dikkate alarak ve Türkiye Cumhuriyetinde hakim olan demokratik ve cidden laik prensiplerin tatbikatından doğan iyilikleri müşahede ederek faaliyetine, bu hususta hiç bir kanun olmaksızın nihayet vermeyi ve bütün mallarını memleketimizin sosyal ve kültürel kalkınmasına çalışan Halk Evlerine teberruu muvafık görmüştür.”
 Ayrıca Şükrü Kaya hükümet adına kamu oyuna yaptığı resmi açıklamada; “Türk Masonları kendi ideallerinin hükümetin esas programına dahil olduğunu görerek, kendi teşkilatlarını kendileri fesh etmişlerdir. Hükümetin bu iş üzerinde hiç bir teşebbüsü ve alakası yoktur” diyerek durumu belirtmiştir.“Hükümetin bu iş üzerinde hiçbir teşebbüsü ve alakası yoktur” cümlesi bile kendi resmi web siteleri üzerinde verdikleri açık bir delille kapatılmalarının bizzat Atatürk tarafından yapıldığının belgesidir. 1946 yılında yeni Cemiyetler Kanununun yürürlüğe girmesiyle, masonlar da yeniden faaliyete geçerler ve 1948 yılında İstanbul Vilayetine verilen dilekçeyle Türk Mason Derneğini kurarlar. Aynı yıl İzmir ve Ankara şubeleri açılır. Daha sonra, Ankara’daki localar birleşerek 1955 yılında kendi Büyük Localarını kurarlar, İstanbul ve İzmir’deki locaları bu Büyük Locaya katılmaya davet ederler. Aynı yılın sonunda, Merkez Ankara’da olmak üzere Türkiye Büyük Locası kurulur. Böylece Türk Masonluğu, masonluk ilke ve kurallarına aykırı olmayan bir şekilde, loca üyelerinin özgür iradeleriyle, dünyadaki diğer benzerleri gibi kurulmuş olur. Bu tarihten itibaren, Türkiye Büyük Locası kendi obediyansı içinde, kendisine eşit veya üstün bir güç tanımayan tek bir merkezi yönetim şekline gelmiştir. Ancak sorun dünya masonluğu için çözülmüş değildir. Çünkü Büyük Locayı oluşturan Locaların tümü kendiliğinden oluşmamış, Yüksek Şura tarafından kurulmuştur. Türkiye’deki masonlar bu localarda masonluğa kabul edildiklerinden, dünya masonluğuna göre hem localar, hem de Türk masonları mason olarak tanınmazlar. Bu olay, Türk masonluğunun tanınması için masonları 22 yıl daha uğraştıracaktır.Türk Masonluğu bazı yabancı Büyük Localar tarafından tanınmakla beraber, Düzenli Masonluk olarak tanımlanan ve önderliğini İngiltere, İskoçya ve İrlanda Büyük Localarının yaptığı obediyanslar tarafından, kuruluşundaki usulsüzlük nedeniyle tanınmamaktadır. Bu nedenle bu obediyanslarla tanışma ve iyi ilişki kurma çalışmaları başlatılır. Hollanda, A.B.D., Almanya, İsviçre ile tanınma işleminin nasıl olabileceğine değin çalışmalar yapılır. Bu arada Türkiye Yüksek Şurasının tanınma girişimi başarılı olmuştur. A.B.D.nin 1861 yılında tanımış olduğu Osmanlı Yüksek Şurasının devamı olduğu kabul edilerek, patent yenilenmiştir. Bu olayın etkisiyle, 1962 yılında Newyork ve İskoçya Büyük Locaları, Türkiye Büyük Locasını tanıdılar. Türkiye Büyük Locası'nın diğer Büyük Localar tarafından tanınmasını sağlamak için, İskoçya Büyük Locası, Türkiye Büyük Locası için bir Konsekrasyon (Tahsis)Töreni yaptı. Bu törenden sonra, Türkiye Büyük Locasının, yabancı obediyanslar tarafından tanınmasında büyük artış olmuştur.
Türkiye Büyük Locasının, İngiltere ve İrlanda Büyük Locaları tarafından
tanınma işlemlerinde de sonunda başarıya ulaşılır. İngiltere Büyük locası 1970 tarihinde tanıma işlemini gerçekleştirdi. Bundan 1 ay sonra da İrlanda Büyük Locası Türkiye Büyük Locasını tanıdı. Böylece Türkiye Büyük Locası ile, dünya düzenli Masonluk obediyansları arasındaki tüm engeller ortadan kalkmış oldu. Bu tarihten itibaren Türkiye’de Masonluk hızla gelişmeye başlamıştır. 1987’de İsrail’de Türkçe konuşan “Nur" locası, ve 1990’da Almanya-Frankfurt’ta Türkçe konuşan “Türkay” locası açıldı. Washington “Nur”, Bükreş “Işık”, ve ayrıca 1991’de Bodrum, 1993’de Antalya, 1995’de İstanbul-Yakacık, 1995’de Eskişehir, 1996’da Marmaris, 2004’te Adana binaları hizmete sokuldu.Günümüzde Düzenli Türkiye Masonluğunu temsil eden Türkiye Büyük Locası veya Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneğidir. İstanbul Kadıköy ve Yakacık, Ankara, İzmir-Alsancak ve Karşıyaka, Bursa, Adana, Antalya , Bodrum, Marmaris ve Eskişehir’deki binalarında çalışan 193 locası ve 13.000 üyesiyle insanlık yolundaki çalışmalarını sürdürmektedir.
TÜRKİYE HÜR VE KABUL EDİLMİŞ MASONLAR BÜYÜK LOCASI RESMİ WEB ... (www.mason.org.tr/turkiye.htm - 35k -)KADIN MASONLAR Geçmiş yıllardan beri tartışma konusu olmaktan çıkmayan,haklarında olumlu olumsuz yazılar yayınlanan varlıklarının ülke yönetimi ve toplum için sakıncalı olduğu dile getirilen Masonlar kısa bir zaman dilimi içinde yeni tartışmalara konu olacak bir konuyla tekrar gündeme gelmeye hazırlanmaktadırlar.Bunun nedeni ise “Kadınların mason” olması konusu konuya ilişkin Milliyet gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni olan Abdi İpekçi,Türk Yükselme Cemiyeti’nin üstadı Hayrullah Örs ile 12 Ağustos 1972 tarihinde yaptığı söyleşide kadınların mason olup olamayacakları hakkındaki yaptığı mülakatta Örs; “…Fransa’ya Masonluk geçtikten sonra herkes aklına göre bir sistem kurdu.Hatta bunlar içinde büyük dolandırıcılar vardı.Meşhur Kazanova da masondur.Hatta hatıralarında geçer;Kadın locaları açmışlar.Bir şey daha söyleyeyim;muntazam masonlukta kadın locaları yasaktır.”İpekçi,“Neden?”Örs,“Bunu hanımlarda sorar.Herkese şu cevabı veriyorum; bir dülger loncasında,marangoz loncasında eskiden kadın bulunmazdı.”İpekçi, “Ama bu devirde kadınlar çalışıyor.”Örs, “ Masonluk bir taraftan kendini ileriye tamamen açmıştır…Bütün bunlara rağmen bir muhafazakar tarafı olduğunu da kabul edelim.Belki yaşaması bunun sayesinde.”İpekçi, “Yalnız bura da üst üste oturmayan bir durum var Hayrullah Bey.Bir yandan ne din,ne siyasi,ne düşünce,ne de insanların durumu bakımından hiçbir ayrım yapmıyor ama,cinsiyet konusunda kesin ve katı bir ayırım yapıyor.Bu başlangıçta işte erkekler marangozdu, dülgerdi, kadınlar değildi…”Örs, “ Hayır,yalnız o izahlara da değil.O devrin münevver hanımları da bugünkü hanımlar değildi.Onlar,Mesela Moliere’in meşhur “Bilgiç kadınlar”ı gibi idiler.Bir kaç tane var meşhur o devrin şair hanımları ama,o devrin kadın seviyesi neydi,yakın zamana kadar neydi?...Bu sohbet’ten de anlaşıldığı kadarıyla Kadınlar arasında masonluğa geçmek isteyenlerin sayısı az değildir ve bu talebinde karşılanması gerekmektedir.Kadınların Mason teşkilatını Avrupa da (Fransa) kurdukları da bu sohbetten çıkmaktadır.Bununla birlikte ülkemizde de 1970 ‘ li yıllarda böyle bir teşkilatında kurulmadığı anlaşılmaktadır. Ve bu konunun çözülmesi gerekmektedir.MASONLAR GERÇEKTEN AYRILIYOR MU?Türkiye masonları arasında ilk ihtilaf 1964 yılında ortaya çıkmıştı. Süleyman Demirel’e “mason değildir” diye belge verilmesi masonların büyük tepkisine yol açtı. Türk masonları kendilerinin bu tür siyasi tartışmalara katılmasına ve büyük üstad Necdet Egeran’ın bu konuda taraf olmasına sert tepki gösterdiler. Belgeyi hazırlayan Necdet Egeran’ın yapmış olduğu savunma da masonların tepkisini hafifletemedi. Haysiyet divanı Ekrem Tok’u bir yıl süreyle görevinden uzaklaştırırken; Egeran, masonluk teşkilatından ihraç edildi.1966 yılına kadar süren tartışmaların sonucunda masonlar, “Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonları Büyük Locası” ile “Türkiye Büyük Mason Mahfili ve Süprem Konsey” adı altında iki ayrı çatıda bir araya geldiler. 1964 yılındaki ayrılmanın gerçekçi olmadığının göstergelerinden birisi, ayrıldıkları iddia edilen iki kesimin yönetiminde aile ilişkilerinin görülmesiydi. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar büyük üstadı Tunç Timurkan’ın eşi Güven Timurkan, Türkiye Yüksek Şurası’na bağlı kadınlara ait bir mason locasının başkanlığına getirilmişti. Farklı görüşlerde oldukları için ayrılarak iki gruba ayrılan mason localarının üstatlığın da aile içi bir paylaşıma gidilmesi, bu ayrılmanın sadece göstermelik olduğu iddialarını kuvvetlendirmişti. Türkiye masonluğunun kağıt üzerinde de olsa bölünmesiyle birlikte kurulan Türkiye Büyük Mason Mahfili, Türkiye’de oluşan bölünme olayını yabancı obediyansalara da bildirdi ve 1967 yılında Fransa Büyük Locası’ndan patent aldı. 1973 yılına gelindiğinde, Dernekler Kanunu’nda yapılan değişiklikle derneklerin “Türk” ve “Türkiye” başlıklarını kullanmaları Bakanlar Kurulu’nun iznine bağlandı. Bunun üzerine Türkiye Büyük Mason Mahfili’nin ismi Büyük Mason Mahfili, Türkiye Mason Dergisi’nin ismi Mason Dergisi olarak değiştirildi.Türkiye Büyük Mason Mahfili, 70’li yıllarda uluslararası mason localarıyla ilişkiler kurmak istedi. Ancak, 12 Eylül askeri müdahalesi ile derneklerin yabancı kuruluşlarla olan ilişkilerinin önce yasaklanması, daha sonra da Bakanlar Kurulu’nun iznine bağlanması, Türkiye Büyük Mason Mahfili’nin önünü kesiyordu. Türkiye Büyük Mason Mahfili, kısaltılmış adıyla CLIPSAS isimli bir masonik kuruluşla birlikte çalışmak için Bakanlar Kurulu’na başvurdu. Ancak bu izin çıkmadı. (Masonlar bu örgütle ilişki kurabilmek için gerekli olan yasal izni 1991 yılında almışlardır. Murat Özgen Ayfer, Masonluk Nedir ve Nasıldır?,sf.258)Türkiye Büyük Mason Locası kurulduğu günden bu yana kendi malı olan aynı binada faaliyetlerini sürdürmektedir. 1979 yılında İzmir’de bir bina satın alarak bu ilde de zaten var olan faaliyetlerini hızlandırmışlardır. 1989 yılında Adana’da bir şube açıldı. 26 Nisan 1999 yılında, masonların Büyük Üstadı Şair Talat Akev, Türk masonluğunun 90'ıncı yılı dolayısıyla İstanbul Beyoğlu'ndaki dernek binalarını basına açıp, sohbet toplantısı yapana kadar.O gün, 8 büyük şehirde 160 loca, 12 bin üyeleri olduğunu açıkladılar[1][1]..1976 yılında üçüncü kez verilen “mason localarının kapatılmasını içeren kanun teklifi” üçüncü kez Meclis tarafından reddedildi.[1][2] Meclis desteğini arkasına alan masonlar, Tepebaşı’ndaki localarını restore ederek çalışmalarını daha da hızlandırdılar.27 Nisan 1977’de kuruluşlarının yıldönümünü kutlayan masonlar, İstanbul Sheraton Oteli’nde büyük bir balo düzenlendiler. Baloya Fransa, İsviçre, Belçika, İtalya büyük üstadları katıldı. 1978 yılında İstanbul Intercontinental Oteli’nde ABD, Brezilya, Paraguay mason locaları ile kaynaşma balosu tertip edildi.1989 yılında bazı mason eşlerinin girişimleri ile Çağdaş Kardeşlik ve Dayanışma Derneği adı altında bir masonik örgüt kuruldu. 1991 yılından itibaren kadın üyeler bu locada tekris edilmeye başlandı. Daha sonra kadın masonlar kendi aralarında örgütlenerek 4 kadın mason locası kurdular. Bu localar günümüzde aktif olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Kadınların büyük üstadı ise, üstad mason Tunç Timurkan’ın eşi Güven Timurkan’dır.










[1] - Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi Tarafından verilen, Abdülhamitin tahtan indirilme Fetvası
Fetvanın Türkçe Tercümesi;
   “İmam-ül müslimim olan zeyd, bazı mesail-i mühimme-i şer iyeyi kütüb-ü şer iyeden tayy ve ihraç ve kütüb-ü mezkureyi men ve hark ve ihrak ve Beytü-l malde tebzir ve  israfla mesag-u şer-i hilafına tasarruf ve bila sebeb-i şer-i katl ve haps ve tağrib-i raiyye ve sair guna mezalimi itiyad eyledikten sonra…”
   Günümüz Türkçesi ile metin şöyledir;
  “ Müslümanların imamı “başı”  olan şahıs, bazı ehemmiyetli şeriat meselelerini din kitaplarından siler, çıkarır, o kitapları yasaklar, yakar, hazineyi zarara sokar, boş yere harçar, şeriat dışı tasarruflara kalkar, tebaayı öldürür, hapseder, sürer, türlü zulümlere hedef kılar ve doğru yola dönmeyi ahd ve yemin etmişken, yeminini çiğneyerek müslümanların hallerini ve işlerini tamamen bozaçak büyük fitne çıkarmakta ısrar eder ve onları birbirine kırdırır da  Müslümanların nüfuzları o şahsın tagallübüne set çekince, islam beldelerinin bir çok yerlerinden o şahsı tahttan indirilmiş tanıdıklarına dair bildiriler gelir ve o şahsın terinde tutulmasında zarar ve atılmasında iyilik görülürse, kendisini imamet ve saltanattan ayrılmaya davet etmek veya doğrudan doğruya ayırmak şekillerinden hangisi ileri gelenler ve memleket idarecilerince uygun görülürse yapılması vacip olur mu?
El cevap;
Olur
“Esseyid Mehmed Ziyaeddin”

[2] - Bu kovulma konusunda tereddütlerim bulunmaktadır. Ve mütekip yazılarımda da dile getirmekteyim. Çünkü  her hangi sıradan bir vatandaşın bile ne amaçla padişahın huzuruna çıkacagı daha önceden bilinip buna göre izinle gelinirken gelen kişinin niyeti ve amacı bile bile bilinip makamdan kovulması pek akla ve mantıga sığmamaktadır.
[3] - Mustafa Müftüoğlu,Yalan Söyleyen Tarih Utansın,10.cilt.sf.139
[4] -Mustafa Müftüoğlu,Yalan Söyleyen Tarih Utansın,10.cilt.sf.142-145
[5] - M.M.,a.g.e. sf.149-150

[6] - İbrahim Avras, Tarihi hakikatler. Sf.114-115

[7] -M.M. a.g.e. sf 152-154
[8] -M.M. a.g.e. sf. 145-147
[9] -M.M. a.g.e. sf.164-165

[10] - Ahilik,Mason dernekleri (bunlara bugün Lionslar ve Rotaryler ekleye biliriz.),İttihat ve Terakki,Yeniçeri Ocağı ve Bektaşi Tekkeleri,Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye,Yeni Osmanlılar Cemiyeti,Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye,Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye,Cemiyet-i Tedrisiyye-i İslamiye, Cemiyet-i Tedrisiyye-i Hayriye,Cemiyet-i İnkılabiye,Osmanlı Uhuvvet Cemiyeti,Osmanlı Hukuk Cemiyeti,-Osmanlı Mühendis ve Mimarları Cemiyeti,Uhuvvet-i Arabiyye-i Osmaniye Cemiyeti,Fedakaran-ı Millet Cemiyeti,Arnavut Başkım Kulübü,Cemiyet-i Milliye-i Naciye,İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti,Donanma-i Osmani,Muavenet-i Milliye Cemiyeti,Hilal-i Ahmer Cemiyeti ( Kızılay),-Osmanlı Güç Cemiyetleri (Daha sonra bu dernek,  Genç Dernekleri olmuştur.Genç Dernekleri de, Gürbüz ve Dinç Derneği olarak iki kısma ayrılmıştır.),Müdafaa-i Milliye Cemiyeti,Himaye-i Etfal Cemiyeti,Trakya Paşaeli Cemiyeti,İzmir Müdafaa-ı Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti,Şark Vilayetleri Müdafaa-ı Hukuk-ı Milliye Cemiyeti,Trabzon Muhafaza-ı Hukuk-ı Milliye Cemiyeti, Kilikyalılar Cemiyeti, Redd-i İlhak Cemiyeti, Mavri Mira Cemiyeti, Etnik-i Eterya Cemiyeti, Taşnak ve Hıncak Cemiyeti, Musevi Alyans Cemiyeti, Sulh ve Selamet-i Osmaniye Fırkası, Teali İslam Cemiyeti,İngiliz Muhipler Cemiyeti, Wilson Prensipleri Cemiyeti, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Kürt Teali Cemiyeti,Meşrutiyet-i Osmaniye Kulübü , Nesl-i Cedid Kulübü, Türk Derneği, Türk Yurdu Cemiyeti,Teavün-i İçtimai Cemiyeti,Türk Ocağı, İstihlak-i Milli Cemiyeti, Milli Türk Cemiyeti, Milli Talim ve Terbiye Cemiyeti, Cemiyet-i Matbuat-i Osmaniye, Osmanlı Matbuat Cemiyeti, Armenagonlar Komitesi, Hınçakyan Komitesi,Taşnak sütyun Komitesi

[11] -www.odevsitesi.com/g_arama.asp?r=3& sayfa= 1&komut= 1&kelime= wilson%20prensipleri -
[12] -Ergün Hiçyılmaz-Meral Altındal,Büyük Sıgınak (Türk Yahudileri’nin 500 yıllık serüveninden sayfalar-Cep kit.İst.1992
[13] - (14 Şubat 1997 Yüksek Konsey/Paul Veysett ) "İsrail Yüce Konseyi" tarafından alınan bu kararların, "birer birer hayata geçirildiğini" ve "28 Şubat Sureci"yle birlikte Türkiye’nin nasıl bir "badire"ye sürüklendiğini hatırlatmaya, herhalde hiç gerek yok!..

[14] - Bu sayı daha da artmış vaziyettedir.
[15] - www.madalyon.gen.tr/?q=node/84 - 36k -

[16] -N.F.Kısakürek,Ulu Hakan 2. Abdülhamid han,Büyükdogu,1988,sf.674-689
[17] -Hasan Cem,a.g.e.sf.27-30
[18] - Hasan Cem/a.g.e./sf.30-44


[19] - Hasan Cem, a.g.e.sf.44–52
[20] -Hasan Cem, a.g.e.sf.52–59
[21] -Hasan Cem-a.g.e.sf.59-70
[22] - M.Müftüoğlu,a.g.e.,5.cilt,7.baskı,sf.222-227
[23] -"Mason localarının kapatılmasına dair bir kanun teklifi"
    Sultan 3. Ahmet devrinde (1703-1730) Osmanlı imparatorluğunda başlayan bilahare Tanzimatçılar, Yeni Osmanlılar ve İttihatçılar elinde büyük mesafe kat'eden Masonluk hareketi daha sonra Cumhuriyet devrine intikal edip, 30 Haziran 1927'de "Tekamül-ü Fikri Cemiyeti" adıyla İstanbul da kurulup faaliyetini sürdürmüş, 16 Mayıs 1929 'da ismini" Türk Yükselme Cemiyeti" olarak değiştirmiş, 11 Ocak 1933'de Nizamnamesi'nde yaptığı bazı   değişikliklerle," Türk Büyük Maşrık-ı" adını almış, 3 Aralık 1935'de kapatılmış ve 5 Şubat 1948'de " Türkiye Mason Derneği" adıyla tekrar kurulup, aynı yılın 15 Şubat günü " Yeni Gazete"de Nizamnamesini yayınlamıştır. Masonluk, ikinci Meşrutiyetle zafere ulaşıp. ekserisi Mason olan ittihatçı sergerdeleri kullanarak Devlet-i Aliy'ye' nin başını yemiş ve ikinci Meşrutiyet Masonlarından bazıları Cumhuriyet devrine intikal edereke melanetlerini sürdürmesini bilmişlerdir. Böylesine bir serbesti içinde çalışan masonlar 1932 yılı sonlarında 5-10 Eylül günleri arasında yirmi beş memleketin yüze yakın yüksek rütbeli masonunu İstanbul'da toplayı vermişlerdir Türkiye'yi temsiler Kimyager Mustafa Hakkı Nalçacının katıldığı bu toplantıya, Belçika Masonu Carpentier'in başkanlığında açılmış, bilahare bu mason toplantısına Mustafa Hakkı Nalçacı başkanlık etmiştir…Konvan reisi Mustafa Hakkı Nalçacı, Atatürk'e şöyle bir mesaj çekmiştir.
"Milletler arasındaki Mason Birliği Konvanı'nın İstanbul'da toplanması münasebetiyle hür ve laik Türkiyemizin büyük kurtarıcısının sağlık ve saadetinin devamı ve yurdumuzun refahla yükselmesi, maddi ve manevi terakkisi yolunda görülen muvaffakiyetinin emadisi temenniyatına hürmetle ve candan alkışlarla müttefikan karar verilmiş olduğu ma'ruzdur,ulu Gazimiz."demekteydiler.
Masonların bu telgrafına karşılık olarak Cumhurbaşkanlığı Özel kalemi olan Hikmet (Bayur) imzasıyla şu cevap verilmiştir.
"Türkiye hakkındaki temenniyatınızı havi telgrafınızdan Reisi Cumhur hazretlerinin memnun olduklarını bildiririm." Şeklinde kısa bir cevap verilmiştir. Türkiyedeki mason localarının kapatılması hazırlıkları işte bu dünya masonlarının İstanbul'daki toplantısından sonra başlamış ve ilk adım Mahmud Esad (Bozkurt) tarafından atılmıştır. Bu yıllarda Adliye vekilliği görevinden ayrılmış olan M.Esad izmir'de münteşir "Türk sözü" gazetesi'nde mason locaları kapatılmalıdır başlığı altında şunları söylüyordu;
" Mason locaları kapatılmalıdır."Neden? Çünki gizlidir.Bu itibarla cemiyetler kanununa muhaliftir. Çünkü siyasidir, beynelmileldir. Vatan, Milliyet tanımaz...Bu itibarla Türk Milletinin, Türk Devletinin Milliyetçi Siyasetine zıddır. Ona (Örfe düşmandır.Kendine mahsus acaip itikatları olan yabancı ve yıkıcı bir tarikattır.Dinlerin aleyhindedir.Yalnız Yahudiliği oldukça hoş görür. Merasimleri kısmen eski Yahudicedir.Bu itibarla da, tarikatlar kanunu mucibince ilgası lazımdır." Demektedir.
O yıllarda İzmir milletvekili olan M.Esad bu konuyu 14 Haziran 1932 tarihli toplantıya getirir. Mason Dahiliye Vekili (İç İşleri) Şükrü Kaya şu şekilde konuyu cevaplandırır; "Mevcut kanunlar ahkamına mugayir bir vaziyet, bir hadise yoktur.Kanuna mugayir herhangi bir hal karşısında devlet mahkemeleri takibatta bulunacaktır."
...Mahmud Esad'ın masonluk ve masonlar aleyhine yürüttüğü bu neşriyata,o devrin ünlü masonlarından Servet Yesari ve Mim Kemal Öke (Ki ikisi de Üsdat-ı Azamdır) karşı çıkmışlar,"Cumhuriyet" ve "Milliyet" gazetelerinde yayımladıkları yazılarla Esad Bozkurt'un yazıları cevaplandırılmış bu da yetmemiş localarında da çeşitli konferanslar düzenleyerek "birader"lerini aydınlatmışlardır....Bu mevzuda bilhassa "Necat" locasının geniş faaliyeti görülmüş, o günlerde Amerikan Kolejinde öğretmenlik yapan ve sonraları CHP milletvekili olan Hazım Atıf "Masonluk tarih ve mahiyetine bir nazar" adlı konferansıyla masonluğun müdafaasını  yapmıştır.

[24] --...www.otuken.org/Ali.mete/rotary_ve_lionsuyeleri.htm - 27k
[25] -Ek.. Rockefeller’den  Burs Alanların Listesi

[26] -LOZAN BARIŞ ANLAŞMASI DELEĞELERİ; İsmet İnönü,Baş delege,Dışişleri Bakanı,Edirne Milletvekili, Rıza Nur,Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Sinop Milletvekili, Zekai Apaydın, Danışman, Adana Milletvekili  Aydın, Zülfi Tiğrel,Danışman,Diyarbakır Milletvekili, Prof.Veli Saltık,Danışman,Burdur Milletvekili, Muhtar Çilli,Bayındırlık Bakanlığı Müsteşarı, Münir Tegün,Danışman,Dışişleri Bakanlığı Hukuk Müşaviri, Reşit Saffet Atabinen,Danışman ve genel sekreter,eski Danıştay üyesi, Tevfik Bıyıklıoğlu,Danışman,Kurmay Yarbay, Seniyeddin Başak,Danışman,Vakıflar Hukuk müşaviri, Tahir Taner,Danışman,Adalet Bakanlığı Müsteşarı, Mustafa Şeref Özkan,Danışman,Eski Nazırlardan, Zühtü İnhan,Danışman,Üniversite profesörü, Hikmet Bayur,Danışman,Dışişleri Bakanlığı Siyasi işler Müdürü, Fuat Ağralı,Danışman,Maliye Bakanlığı Saymanlık Genel Müdürü, Ruşen Eşref Ünaydın,Basın Danışmanı, Yahya Kemal Beyatlı,Basın Danışmanı, Atıf Esenbel, Hüseyin Tektaş,Tercüman,Robert koleji ikinci müdürü, Sabri Artaç, Cevat Açıkalın,Sekreter, Mehmet Ali Nalin,Sekreter, Şevket Doruker,Danışman,Deniz Yarbay, Süleyman Saip Kıran,Sekreter, Celal Hazım Arar,Sekreter
[27] - Büyük Doğu, sayı:2 ve 3, 21 Ekim, 28 Ekim 1949, sayfa: 3, 16 Necip Fazıl Kısakürek’in “İfsa!” başlıklı yazısı.

[28] - Falih Rıfkı Atay, Ahmet Emin Yalman, Yakub Kadri Karaosmanoğlu, İsmail Müştak, Halide Edip Adıvar, Adnan Adıvar, Suphi Nuri İleri.
[29] - Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve beyannameleri IV. Ank. Tham.Kaynak; Ank. Tham. S. 30, S.169 – 170             
[30] - www.gidaraporu.com/gida_danone-yogurtlarina-dikkat.htm - 65k
[31] -www.fikiryazilari.net/siyonizm_yahudilik/ siyonizm_yahudilik35.html - 29k